18. Bölüm
Handelendin / Bozuk elma Paradoksu TAMAMLANDI / 15🍎

15🍎

Handelendin
handelendin

Melodi akşamı bir zindan hücresinde geçirmişti. Ne ona su getirdiler ne de yemek verdiler. Tam bir eziyet çektirdiler. En azından soğuk bir alanda değildi. Bunu da seviniyordu. Akşamı bacaklarını kendine çekip kapanmış dizlerinin üstüne başını koyup biraz kestirmek istedi.

Buradan çıkınca ilk işi Yunoya sert bir azarla hesap soracaktı. Oyunu kazandığını düşünüyordu öyleydi ama başına geleceklerden habersizdi.

 

Size başını ne geleceğini söylesem bu işin eğlencesi kalmaz bazı olaylar habersiz gerçekleşmeli. Ayrıca söylememe Prens Yuno izin vermez.

 

Masala geri dönelim Masal perilerim. Aç ve susuz bir masal gününü geçirdikten sonra gözlerini açtığında demirlerin önünde duran Yuki ve muhafızları fark etti. Sormak istemişti ama ağzını açamadı, açmak istese dili konuşacak sözcükleri getirememişti.

 

Yuki zindan parmakların önünde Melodiye gülümsemişti arkasında iki muhafızla birlikte, Melodi ağzını açma fırsatı bulmuş ve Yunonun neden gelmek istemediğini sorgulamıştı. Masal ülkesinde harikalar diyarında olan bir asi arkadaşlarından biri kedinin ismini söylediğini hatırladı. Uzun zaman önce kaçan o hilebaz kedinin Karanlık topraklar masalında prense hizmet ettiğini düşünemezdi.

 

“ Yuno kendisi gelmedi mi Chelsea kedisinin oğlu Yuki ?”

 

“ Adımı duymuş gibisin prenses hazretleri tahmin edeyim şapkacının kızı mı söyledi.”

 

Güldüm. “ Prens Yuno seni akşam yemeğini davet etti sabahta burada kalacaksın ama sana elma getirdi. Aç kalma diye!” Alaycı ses tonuyla söylemişti ve sadece tepsinin içinde dilimlenmiş elma dilimleri vardı.

 

“ Prensin söylemedi mi elma sevmediğimi nefret ettiğimi biliyor kesin bana işkence etmek için yapıyor.”

 

Yuki dudaklarını kocaman açarak son sözlerini söyleyip çekilmişti “ İster ye ister yeme akşam vaktine kadar aç kal!”

 

Melodi o kadar aç değildi. Aç kaldığında dayanabilmişti kocaman bir ormanda yalnız başında iken ama susuzluk işkence gibiydi. Elmanın yanında su verilmemişti ve bu öleceği anlamına gelmişti onun için.

 

Gitmeden önce keşke buradan nasıl çıkacağımı sorsaydım. Sorsaydım ve sorumun cevabı yine olumsuz olurdu. Neden prensin kedisi annesi gibi özgür ruhlu değil neyse ne!

Elbette çıkacağım beni en karanlık köşede zindanda mahzende esir tutma hobisi var. Sanırım konuklara özellikle. Akşam yemeğine çağırıp ne yapmayı düşünüyor kafasında bilmiyorum.

 

Şapkacının kızını tanımam etmem keşke tanısam çünkü anlatıcıyı duyan o olurdu. Bana yardımcı olacak kişi.

 

Ne mutlu yine karşılama olmadı ve sadece bir elma ile açlık doyurmak ve özellikle tabii benim için dilimlenmiş tabakta şaşırdım.

 

“ Hey Yuno oyunu kazandım diye mi gelmedin yoksa kendi yarattığın şehaşeri bakmak istemediğin için zindana inip benle görüşmek istemiyorsun!”

 

Beni duy ve konuş be prens bozuntusu, hepsi senin yüzünden ve sen beni masalıma yollayıp bu durumu düzeltene kadar hep sana söylenip duracağım haberin olsun.

 

Karnımın gurultusunu duydum, elmayla göz göze geldim ama kendime verdiğim bir sözü asla geri adım atmam. Tepsiyi geriye itekleyip sesi ve hissiyatı hissetmemeye çabaladım.

“ Aç değilim aç değilim!” Diye beynime bu sinyali göndererek açlığımı bir süre unutup bir an önce akşam olmasını o kadar istiyordum ki yüzleşmeye.

 

Melodi zindanda sıkılmış ve bunalmış gibi dışarıya açık küçük pencereden dışarıya izlerken ailesini ve arkadaşları ayrıca kendi masalın gidişatını üzülürken Yuno ise zevkten dört köşe olmuş gibi oturduğu taht koltuğundan kalkıp ilizyon büyüsünün sonraki sözleri söyledi.

Kraliçe Zaya oğluna bir sonraki planını sormuştu.

Yuno “ Annecim annecim direk prensesimizi yollamayacağım bir kaç gün benimle birlikte kalacak. Belki kendime aşık edebilirim ve masalı yanlış yere yöneldiği gibi bozulmaya başlatacağım. Aşık etme büyüsünü hazırlamalıyım.”

 

Kraliçe Zaya “ Dikkat et sende prensese aşık olma oğlum! Çünkü her aynaya baktığında gözlerin içten içe vicdan azabı çektiğini görüyorum.”

 

“ Anne kim vicdanlı ben değilim. İçim rahat benim. Aç kalmak istiyorsa aç kalsın. Yuki buraya gel!” Yuno konuşmasının ardından Yukiyi yanına çağırmıştı.

 

Yuki, kocaman bir gülümsemesinin arkasından belirip referans yapıp emri bekledi. “ Yuki, akşam için hazırlıklar tamam mı akşam elma şekerine büyük karşılama töreni yapalım. Hep bekliyormuş öyle duydum.”

 

Yuki başını kaldırıp “ Her şey hazır prens hazretleri masa ve karşılama için ayrıca bu akşam rahat bir yatakta uyuması için yanınızdaki odaya hazırlattık bileklerine takılacak zincirler bile odada bekliyor.”

 

“ Aklıma süper bir fikir geldi. Elma şekeri çok tembelleşti ayak bileklerine halkaları takın köle gibi çalışsın. Masalıma verdiği hasarı sarayda ben dur diyene kadar çalışsın biraz. En ağır işlerden!”

 

Yuki boyun eğerek Yunonun emrini yerini getirmek için gülümseyerek kayboldu. Zaya, oğluna dediği aşık olma düşüncesi gitmişti şimdi ise içinde bir şüphe bekledi.

 

Yuki yine zindanda gülümseyen ağzı belirdi sonra kendisi ortaya çıkmıştı. Muhafızlara prensin bir sonraki emrini onlara açıklayıp zindanın içine sonra Melodinin ayak bileklerine halkalı zincirleri takıp kollarından tutup sürüklerken “ Beni nereye götürüyorsunuz böyle!” Diye sert çıkıştı.

 

 

"Ben hâlâ anlamış değilim. Ne için ağır ceza? Masal kanunları diyorsanız... o hâlde efendiniz de çekmek zorunda.

Benden önce Yuno cezalandırılmalı, değil mi? Kaçırılmam, masal düzenini bozması beni bu hâle o getirdi.

Beni canavara çevirerek kendi yazdığı oyunun cezasını masum bir prensese çektirmek... Bu mu adalet?

Bunu ona da sordum. Çok güvenirsiniz ya... sanki gerçekten bir prensmiş gibi."

 

Kolumdan tutup koca taş koridordan sürüklerken saraya şöyle bir bakış attım. Dışı kadar içi de kasvetli ve korkutucuydu.

Duvarlarda ataların resimleri vardı, sanki sadece bakmıyor, izliyorlardı. Önceki Pamuk Prenseslerin ölüme nasıl terk edildiği, duvarlardaki eski tablolarla anlatılıyordu.

 

Mor alevlerle yanan meşaleler, kocaman kapıları aydınlatıyor ama renkler daha çok bir mezar taşının soğukluğunu taşıyordu. Her yer mora boyanmıştı.

Sanırım beni taht odasına götürüyorlardı ama o kadar da emin değildim...

 

Sonra bir anda yere fırlatıldım. Bir çöp gibi. İnanılmaz.

Adım sesleri yakınımdaydı, çok yakınımda. Ve... o ses geldi:

 

“Ayaklarıma kapanman ne hoş, elma şekeri.”

 

Yerlerden toparlanıp ayağa kalktım. Gözlerine dik dik bakarak cevap verdim:

 

“Sana öyle gelmiştir kötü prens... ama ben kimsenin ayağına kapanmam!”

 

Güldü. Gözlerimin içine bakarak, yüzüme doğru güldü.

Neye güldüğünü anlayamadım. Komik bir şey mi söyledim?

 

Sonra kollarını iki yana açarak teatral bir havayla söyledi:

 

“Hoş geldin seremonisini istedin, ben de veriyorum sana... Hoş geldin, karanlık sarayıma!”

 

Ne biçim bir karşılama bu? Yine de sormaktan kendimi alamadım:

 

“Ne biçim karşılama bu böyle...”

 

O ise umursamaz bir tebessümle karşılık verdi:

 

“O biçim, elma şekeri. Ve bunun ardından sana ağır iş cezasıyla hatanı düzeltme şansı veriyorum.

Acaba... vahşi hayvanlarıma yem mi versen? Yoksa mutfakta, hatta tuvalette mi temizlik yapsan? “

 

“ Belki de cücelerim birini bekliyordur, eksikleri çok. Sana her iş düşer, akşama kadar çalışacaksın.”

 

Tam o anda, Yuki'nin Yuno’ya yanaştığını gördüm. Prensine ne kadar güvendiği her halinden belliydi.

Kulağına bir şeyler fısıldadı. Yuno’nun dudakları kıvrıldı. Gülümsedi.

Arkasındaki gölgede bir hareket oldu. Ve o bir şeyler mırıldanmaya başladı...

 

Kulağıma kapatmış onun şarkısını dinlemiyordum.

Söyleyip dursun ne güzel bir hoşgeldin şarkısı.

Şarkıda geçen benim eserimsin olayı tamamen saçmalık, nedeni hiçbir zaman onun eseri olacağımı söylemedim.

Bir şans veriyormuş bu da saçmaydı. Şans değil eziyet çektirmek istiyor.

Gülümsedim “ Masalını bozdum diye bunları yaşıyorsam sen ne oluyorsun, benim masalımı bozarak ve beni kaçırarak bunu yapmadığını mı söylüyorsun.”

 

“ Ah Melodi ikimizin arasında bir fark var. Sen iyiyken bozdun ben kendi masalımın gerektiği rolü oynadım.”

 

Hiç yapmayacağım bir şey yaptım yüzüne doğru tükürdüğümde güldüm “ Güldürme beni, kendi masalın rolün bitmedi mi Prens hazretleri!”

 

Tükürüğümü mendille silmiş çenemde tutmuş başparmağıyla dudağıma okşamıştı.

“ Muhafızlar akşama kadar en ağır şekilde çalışacağız yere götürün. Elmaları yemedi aç ve susuz çalışsın biraz. Akşam için masamı kokutmaması için yıkayın!” Diye emir vermişti. Kollarımdan tutup beni yerden kaldırdılar ve kaçmak için çırpınmadım bile çünkü kaçsam nereye gidecektim. Bu masal onun evi, benim masalım onun elinde oyuncak oldu.

 

                   🍎

 

Yuno’nun önünde, gözlerinin içine bile bakamadan götürdüler beni. Uzun, taş döşeli bir koridora bırakıldım. Elime bir fırça ve su dolu kova tutuşturuldu.

“İlk görevin tüm koridoru fırçalayarak yıkamak, prenses,” dediler ve çekildiler.

 

Şu an ne yaşıyordum, bilmiyorum. Sadece elimdekilere baktım.

Ben ne anlardım temizlik işinden? Eskiden kuşlar benim yerime sihirli melodilerle işleri hallederdi. Şimdi… fırçayla göz göze geldim.

Bileğimdeki zincirler… kaçmayı bir yana bırak, nefes almama bile engeldi.

 

Aynadaki yansımamın önceden söylediği o cümle geçti aklımdan.

Eğer onu kaybetmeseydim, şimdi bana ne derdi? Güler geçer miydi, yoksa hak ettiğimi mi söylerdi?

 

Koridoru silmeye başlamadan önce içimden sızlandım, sonra söylenmeye başladım. Yuno’ya lanetler yağdırarak ayağımla kovayı tekmeledim.

Yarısına kadar ancak gelmiştim ki... adım attığım anda ayağım kaydı. Popomun üstüne öyle bir düştüm ki, sarayın bile güldüğünü düşündüm. Ağlamak istedim ama tutundum kendime.

 

“Ben ne anlarım bu işlerden!” diye söylenerek suyla bir aşağı, bir yukarı oynar gibi dolaştım.

Tüm koridoru sırılsıklam ettikten sonra biraz soluklanacağım sırada beni kolumdan çekip mutfağa götürdüler.

 

Elime bir sünger ile sabun tutuşturdular. Tezgâhtaki dağ gibi tabaklar, bardaklar, kaşıklar ve çatallar…

Muhafızlardan biri, kaba bir sesle:

“Bunları yıka. Sıradaki işin de bir o kadar uzun sürecek, prenses,” dedi.

 

Ne yapabilirdim ki? Sadece içimden, bu cezanın ne zaman biteceğini merak ettim.

Mutfakta küçük bir pencere vardı. Oradan dışarı bakarken havanın kararmaya başladığını fark ettim.

 

Gözüm pencerenin altına kaydı. Bunca bulaşık… bir kişiden nasıl çıkabilirdi?

 

“Bir şey soracağım… bir kişi yani prensiniz, bu kadar bulaşığı nasıl çıkarıyor?” dedim şaşkınlıkla.

 

Kadın hizmetli hafifçe gülümsedi.

“Prens hazretleri sizi izlerken, bir de annesiyle yedi. İşçiler onunla aynı masada oturmaz ama burada biz de yedik tabii,” dedi.

 

Annesinden bahsetti ama ben onu hiç görmedim.

Nasıl görebilirim ki? O başka bir dünyada, ben burada zincire vurulmuş hâlde...

 

Neyse, bu bulaşıklar bitmez konuşmaya devam edersem. Ayrıca ben yemek pişirmeyi bilirim, bulaşık yıkamayı değil.

Aklıma cüceler için hazırladığım o küçük ziyafet geldi. Sessizce içimden bir kahkaha salıverdim.

 

Arada bir tabak ya da bardak kırıldığında ne yaptığımı soranlar oldu. Özür dilemedim. Dileseydim, burada çalışmayı kabullenmiş gibi hissederdim.

Parmaklarım çizildi, kesikler oluştu. Kanadı. Ama ben yıkamaya devam ettim.

Yorgundum. Açtım.

Gözüm ekmek kırıntılarına kaydı. Şöyle çaktırmadan bir lokmayı alsam mı, diye geçirdim içimden…

 

Ama sustum.

O susturamadığım ses yine konuştu içimde:

“Suçumun olmadığı bir masalda bu cezayı neden çekiyorum?”

 

Yemekten sonra beni mutfaktan alıp madene götürdüler.

Cücelere teslim ettiler. Onlar bana hâlâ kızgındı. Ormandaki arkadaşlarını zehirlediğim için...

Peki ya… canlandırılamazlar mıydı?

 

Cüceler bana en ağır işi verdiler.

Yaralı ellerimle, kesilmiş parmaklarımla taş taşıttılar. Büyülü avluda… madende…

 

Yıldızlar susmuştu.

Yalnızca cücelerin kötü sesle söyledikleri şarkılar ve benim yere dizdiğim taşların tok sesleri yankılanıyordu.

Yaşadığım her an psikolojimi, inancımı, hatta masal düzenimi parça parça mahvetti.

 

Taşları kaldırdım, taşıdım.

Belim büküldü. Nefesim kesildi.

Ve gün sonunda… son işim de bitti. Ama içimdeki yara orada kaldı.

 

Muhafızlar, akşam yemeği hazırlamak için Melodiyi cücelerin yanlarından götürüp yüzsüz hizmetçileri bırakmıştı.

 

Yüzsüz hizmetçiler, Melodiyi sarayın banyosunda küvete hazırlamış ve Melodiyi banyoya götürüp pis kıyafetlerini çıkarıp küvetin içine çiçek ve ferah kokularla Melodiye saçlarından başlayarak ve süngerle tüm pis bedeni kollardan başlayarak sabunla yıkamıştı.

 

Bir nevi gülümsüyordu Melodi çünkü onca yükten sonra böyle yıkanmak rahatlamasını sağlamıştı.

 

 

Yüzü olmayan hizmetçi mi olurdu? İşte tam da bunu düşünmüştüm.

Beni yıkayıp duruladıktan sonra biraz yalnız kalmak istediğimi söyledim:

“Biraz yalnız kalabilir miyim?”

 

Gözlerini kaçırmadan başını eğdi.

“Bir süre sizi yalnız bırakabilirim, prensesim. Ama Prens Hazretleri... beklemeyi sevmez.”

 

“Merak etme,” dedim. “Süre dolunca kapıyı çalıp gelebilirsin.”

Başını hafifçe sallayıp sessizce kapıdan çıktı. Sonunda yalnızdım.

Banyonun küçük penceresine yöneldim.

Orada, bana ihanet etmeyen tek şey parlıyordu: yıldızlar.

 

Ellerimi cama uzattım, parmak uçlarımla onları çağırdım.

Yıldızlar toz gibi süzüldü, yaralı elime kondu.

Anında hafif bir sıcaklık hissi... bir şifa gibi.

“Hiç benden ayrılmadınız değil mi? Hep yanımdaydınız,” dedim.

Parmaklarımla onları döndürdüm, oynattım. Hafifçe gülümsedim.

 

Kapı nazikçe tıklatıldı.

“Prensesim, girebilir miyim?”

 

Kötü kalpli prensin hizmetçisi bile olsa, sesinde eksilmeyen bir saygı vardı.

 

“Girebilirsin.”

Yıldızları yolladım, odaya karanlık ve sessizlik geri döndü.

 

Hizmetçi içeriye havluyla girdi. Yavaşça doğruldum, üzerimi havluyla sardım.

Saçlarımı taradı, nazikçe kurutup düzeltti.

 

“Benim kıyafetlerim kirliydi... onları giyemem şimdi,” dedim.

 

Sakin bir sesle cevap verdi:

“Endişelenmeyin. Elbisenizin benzeri terzide dikildi. Temiz şekilde yeni odanızda sizi bekliyor.”

 

Yeni oda?

Sessizce banyodan çıkıp peşinden yürüdüm.

 

Odaya girdiğimde... karşımda bir elma.

Her yerde elma motifleri vardı. Perdelerde, yastıklarda, halı desenlerinde bile.

İçimde yükselen nefret tek bir meyveyle uyanıverdi.

Ama... dekorun şıklığı, detaylara verilen özen gözümden kaçmadı. Bir yandan tiksindim, bir yandan istemsizce beğendim.

 

“Şu karavana geçin prensesim. Giyinin, sonra yanıma gelebilirsiniz.”

 

Elbiseye uzanırken bir an durdum.

“O kadar kibarsın... Prensin hizmetinde olmana rağmen.”

 

Ne cevap verdiğini tam bilemiyorum ama sanki hafifçe gülümsedi.

“Bize, efendimize saygılı ve güzel davranılması öğretildi efendim.”

 

Burada öyle şeylerin öğretilmediğinden emindim. Ama şimdilik susmak daha kolaydı.

Elbiseyi giydim. Aynanın karşısına geçtim.

Ve onun son dokunuşunu bekledim.

 

“ İsmin veya nasıl görebiliyorsun peki yaptığın şeyleri ?”

 

Konuştuğunu nasıl anlayabildiğim acaba, zihinden mi yoksa bilinçaltıma yollanan mesajlar sayesinde bilmiyorum.

 

“ İsmim Avora, prensesim ve diğer soruya gelirsek ellerim dokunduğu şeyi hafızama yollayıp sizi görebilmemi sağlıyor.”

 

Yaratma gücünü ne tuhaf yardımcıları kullanmış inanılmaz neyse elbisenin iplikleri hızlıca çektiğinde kendimi o tür prenses olarak görmüştüm. Saçlarımı elbisenin altından çıkarıp saçlarımı düzeltti.

 

“ Takısız güzelsiniz sadece bu taş size çok yakışacak.” Demişti başımı takarken.

 

Muhafızlar kapıyı çaldığında “ Prenses hazır.” Demişti yardımcı ve kapıdan çıkarken kolumdan tutulacaktım buna izin verdim.

“ Ben kendim giderim kolumdan tutmanıza gerek yok !” Diye sert çıkıştım. Peki dediler bana yemek odasına doğru yürüttüler. Kapıya gelince durdular. Tek hizmetçi eşliğinde masaya kadar geldim. Tam oturacaktım ki durdum “ Prens hazretleri artık oyunun sonu gelmedi mi ? Ben kazandım masalımı geri yolla beni!”

 

“ Yine ormanda emir söylediğin gibi burada sarayımda emir söylüyorsun. Neyse buna geçelim. Peki nasıl istersen ama bir süre zarfında bu yalnız sarayda benim misafirim ol.”

 

Ne biçim istek bu inanılmaz.

 

“ İstediğin oldu Yuno, beni özgürleştirdin, kendi masalıma karşı çıkmamı ve imzalamam için onca yollar açtın. imzalamayacağım sen özgür olacaksın bende!”

 

Yuno masadan kalkmış benim yanıma yürüdü ve saçlarımı eliyle alıp öptüğünde elimle ittim.

 

 

İşaret parmağımı ona doğru uzattım “ Bana dokunayım deme! Senin sorunun ne biliyor musun ?”

 

“ Neymiş sorunum elma şekeri söyle de bileyim.”

 

Alaycı ses tonuyla cevap mı verdi az önce.

 

“ İyi sen vasap bir kahramansın, her şeyi sahip olmayı isteyen bir kahramansın.”

 

“ Elma şekeri, benim doğam böyle ne yapayım.”

 

“ Tabi diyorsun ben şımarık ve dönek bir prenses olduğumu biliyorsun ama aramızdaki fark var .”

 

“ Şöyle o fark ne ? Bende olmayan ama sende olan fark ne ?”

 

“ Mutluluk senin masalında geçmiyor o fark. Özgür olduğunu sanıp kanma prens!”

 

Kızdırmayı başardım istemeyerek olsa o da işaret parmağıyla söylediklerimi karşı çıkmıştı.

 

“ Sesini yükseltme bana elma şekeri! Ben iyi niyetli bir prens olduğum için onca yorgunluktan sonra yemek yersin diye düşündüm.”

 

Güldürme beni. Kesin beni öldürmek ve zehirlemek için aynı cücelere yaptığımı yaşatmak istediğini biliyorum. Ama çok aç ve susuz kaldım.

 

“ Ben sözümü tutarım Melodi, o yüzden endişe etme zehirli değil. Geç otur. Bu konuşmayı uzatmanın faydası yok.”

 

Melodi, içindeki fırtınayı zorlukla susturarak masaya oturdu. Nefesi sakin, bakışları donuktu. Ama bilmediği bir şey vardı: önüne sunulan her lokma, her yudum, Prens’in kelimeleriyle örülmüş bir büyünün taşıyıcısıydı.

 

Anlatıcı olarak ona yardım etmek isterdim. Ama kaderin ipleri elimde değildi. Prensin mırıltıları, sarayın duvarlarına yazılmış bir emirdi artık. Yine de… belki yıldızlar hâlâ onun yanında olabilirdi.

 

Melodi gözlerini hafifçe yumdu. Yıldızlar ona fısıldamıştı zaten hangi tabakta büyü vardı, hangi içecekte ilmek atılmıştı.

Yüzünde belli belirsiz bir tebessüm belirdi. Kendi masalında suskun kalsa da, bu sahnenin yazarı olmaktan vazgeçmeyecekti.

 

Gösterilen bardağa dudaklarını yaklaştırdı ama yudumlamadı.

Yıldızların toplandığı, parıltıların titreyerek gezindiği noktaya eğildi. Sessizce, kimsenin fark etmediği bir anda, içeceği oraya döktü.

Sonra bardak boşmuş gibi yeniden masaya koydu.

Hiçbir şey olmamış gibi gülümsedi. Masal sürüyor gibi… ama artık kurallar onun gözlerinin arkasında şekil değiştiriyordu.

 

Midemi farklı şeyler girince ve başka bardakta su içmeyi başlamıştım. Aşk büyüsü mü iyi peki senin oyuna karşı benim sana yaptığım oyuna tadını bakarsın.

 

Açlığım ve susuzluğumu gidermiş ayağa kalkacaktım ki “ O kadar çabuk kalkma biraz dur sohbet ederim.”

 

“ Tamam. Ederim ama cezam bitti ise artık bileklerimdeki metali çıkarsan. Eğer kaçacağımı düşünüyorsun. Şu an en güvenilir yer senin sarayın demekten hoşlanmadıysam öyle. O yüzden kaçacak gibi aptallık etmem.”

 

Yuno bir el işareti ile muhafızları emir verdi. Ayak bileğimdeki zinciri çıkarmıştılar.

 

“ Ayrıca cezanı çektin yani konuğum olarak bir süre burada misafirsin.”

 

“ Yuno, gözümü açtığın için sana minnet borcum var ama keşke böyle değilde başka yönde açsaydın belki sana böyle nefret beslemezdim.”

 

“ Böyle yapmak zorundaydım.”

 

“ Yuno, ben boş durmaktan sıkılıyorum benim masalıma yollayana kadar kütüphane gibi bir oda var mı ? Kitap okuyabileceğim.”

 

“ Var tabii ki ama seni yalnız başına gönderemem orayı o yüzden yanına -” elimle durdurdum ne diyeceğini biliyordum.

“ Bana Avora eşlik etmesini istiyorum. Konuksam konuğuna iyi davranmak evin sahibine yakışır di mi ?”

 

“ Tamam sen nasıl istersen. Avora, prensesimizin gözetlemesi senden sorulur. Benimle bahçede bir şey içmek ister misin Melodi ?”

 

“ Bu iyimser tavrın neye borçluyum.”

 

“ Seni izlerken sesini hayran kaldım şarkı söylerken belki yıldızlar sana eşlik edebilir.”

 

“ Şarkı söylememi istiyorsun ama bugünlük müsade çok yorgunum ve uykuluyum.”

 

Masadan öyle kalktım. Benim için hazırlanmış odaya kadar eşlik etti Avora, odama girdiğimde “ içeceği içmediniz di mi prensesim ?”

 

O da farkındaymış kapıyı kapattım. “ Hayır içmedim. Sende biliyordun di mi ? Yıldızlar bana içmemem ve yememem gerektiği masada olanları gösterince içmiş gibi yaptım ama oyununa gelmiş gibi yapacağım. Derste bu büyünün bir gün sonra gerçekleştiğini okumuştum. Yarın yavaş yavaş bir oyun sergileyeceğim.”

 

“ Ya gerçekten ona aşık olursanız ?”

 

“ O zaman benim işim zor.” Ayak bileklerimde bir özgürlük hissi var ama benim özgürlüğüm burada nerede. Masaldan kurtuldum ama kendi masalımı burada nasıl yazacağım.

 

Gerçekten çok yorgundum. Ama bir yandan uykum yoktu. Buranın balkonuna çıkıp yıldızlara gökyüzüne seyrederek prensin benden istediği şarkıyı yıldızlara armağan ettim.

Bölüm : 28.06.2025 08:57 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...