44. Bölüm
Hande Simay / KANDELEN / BİR ÇOCUĞUN RUHUNU ÖLDÜRMEKTE CİNAYETTİR!

BİR ÇOCUĞUN RUHUNU ÖLDÜRMEKTE CİNAYETTİR!

Hande Simay
handsimy

1 hafta sonra:

Balkonunda oturan adam stresli bir şekilde önündeki denize bakıyordu. O korkunç olayın üzerinden tam tamına 1hafta geçmişti. 1 haftadır gözünü dahi kırpmamış, karısından bir haber gelir diye bekleyip durmuştu. Salonunun balkonundan bir an olsun ayrılmamıştı. Arada kız kardeşleri yanına geliyor ve onu telkin ediyorlardı. Adam biraz olsun ablalarının varlığıyla huzura kavuşabiliyordu.

"Alihan? Yine mi buradasın sen? E, yeter artık bak kaç gün oldu yok işte. 1 haftadır kendini heder ettin. Ölen öldü; senin de ölenle birlikte ölmene gerek yok. Artık yavaştan da olsa bir şekilde hayatına devam etmen lazım senin." Alihan ablasının konuşmasını dikkate almadı. "Kime diyorum ben?" Adam sesli bir nefes bıraktı gece karanlığına doğru.

"Sen dinliyor musun beni?" Kardeşinden cevap gelmeyince hemen yanındaki sandalyeye konumlandı kadın. "Bütün gazetelerde biz varız, karın olacak o kadın ölmeden önce son kazığını da attı gitti ailemize. Hayır, birde kendisiyle birlikte doğacak yiğenimi de götürdü psikopat. Ama demiştim ben size değil mi? Senin bu karında var bir şeyler, iyice delirmeye başladı son zamanlarda diye." Adam zoraki bir şekilde konuştu.

"Dedin abla ve her zamanki gibi yine sen haklı çıktın." Kadın edilen sözler üzerine gururlandı.1

"Ya, abla sözü anne gibidir işte." Kadın sandalyesini çevirerek kardeşinin elini tuttu. "Bana bak Alihan." Adam gözlerini yavaşça ablasının gözlerine kenetledi. "Hepimiz sana yardım etmeye çalışıyoruz." Kadın eliyle denizdeki arama, kurtarma ekiplerinin gemisinden gelen dönen ışığı gösterdi. "Görüyorsun değil mi hepimiz senin için seferber olduk. Durmadan, yılmadan o karın olacak kadının cesedini arıyoruz. Bütün işlerimiz aksadı, ülkeye rezil olduk, ortaklarımız artık bizlere farklı gözlerle bakmaya başladı. Biliyorsun bu şirket babamızın, babasının, babasından kalma ve bugüne kadar hiç bu şekilde dibi görmeye yaklaştığımızı hissetmemiştik."

"Peki nedeni ne? Hepsi düşüncesizce onca lafı söyleyip bizi onca milletin içinde rezil kepaze eden karının halt yemesi yüzünden." Kadın kardeşinin elini sıktı uyarırcasına. "O bizi düşünmedi Alihan; o kimseyi düşünmedi. Doğacak o çocuğunuza bile acımadı o kadın. Ya onu bunu geç, en önemlisi oğlunu annesiz bıraktı bilerek isteyerek. Kaç gündür odasından dışarıya çıkmadı paşam. Ne yiyor ne içiyor. Kupkuru kaldı çocuk. Okula gitmedi şu bir haftadır. Arkadaşlarını çağırdım, oynamadı. Öğretmenleri ziyarete geldi, yüzlerine bakmadı."

"Ya onu bunu geç Rabia sırf Azat için tatilini iptal etmek zorunda kaldı düşün. Sen biliyorsun onu Alihan. 11 yaşından bu yana Rabia hiç Milano'daki moda haftalarını kaçırmadı. Her zaman ne mazereti olsa giderdi ama şimdi o bile seni, beni, Azat'ı düşündüğü için kaldı. Bizi sadece biz düşünüyorken sen neden burada kendini perişan etmeye devam edeceksin ki? Anla artık öldü o kadın." Arada bir sessizlik oluştu. Kadın kardeşinden cevap gelmeyeceğini anlayınca kalktı oturduğu sandalyeden.1

Tam balkondan çıkacağı vakit arkasını döndü. "Ha, bu arada şu evin önündeki çiçek serasıyla ilgili çöpçü bir organizasyon şirketini çağırdım yarın için. Gördükçe sinirlerim bozuluyor zaten. Yarın seradaki bütün çiçekleri götürmeye gelecekler sen de istersen-"

"Seraya kimse dokunmayacak abla." Adam ayağa kalktı ve tehditkar adımlarla ablasının üzerine yürüdü. "Eğer sözümü çiğner ve seraya dokunursan, karışmam haberin olsun." Kadın, kardeşinden gelen bu ani çıkış ile şaşırmıştı.1

"1 haftadır ağzın bıçak açmıyor ama konu onun serası olunca hala onu savunuyorsun öyle mi Alihan?"

"Diyeceğimi dedim, o seraya kesinlikle dokunulmayacak bir daha bu konuyla ilgili bana sakın gelme abla." Alihan ablasını umursamadan salona doğru yürüdü. Kadın güldü.

"Demek sonunda büyüdün ve bana karşı gelmeye kalktın seni küçük. Bakalım kim kime neler yapabiliyormuş görürüz yarın…"1

 

 

Ertesi gün:

"Gece uyumadan içtiği kahveyi götürdünüz değil mi Zümre Alihan Bey'e?"

"Götürdük hanımım."

"İçti mi peki hepsini?"

"Tabağı almaya gittiğimde Alihan Bey çoktan odasına çıkmıştı efendim, kendisini görmedim ama bardak boştu."

"İyi, güzel gidebilirsin o halde."

"Neden sormuştunuz ki hanımım?" Hülya kızın yüzüne yerini bildiren bir bakış atınca kız sustu. "Afedersiniz hanımım, bağışlayın."

"Gidebilirsin Zümre." Kız hızlıca Hülya'nın odasını terk etti. Çalan telefonu ile Hülya yatağının üstündeki telefonunu eline aldı. Arayan konağın dış kapısındaki güvenliklerden biriydi. "Söyle Tarık."

"Hülya Hanım kapıda bir çöp konteynırı var, sizin çağırdığınızı söylüyorlar içeri alalım mı?"

"Tabi tabi alın içeriye aracı, bende iniyorum hemen aşağıya." Hülya aceleyle üstüne çeki düzen verdikten sonra odasından çıktı.

"Hala?" Duyduğu yiğeninin sesi ile yüzüne bir gülümseme takınarak önünü döndü Hülya.

"Söyle paşam, bir şey mi oldu?" Uyku mahmuru çocuk gözlerini ovalayarak konuştu.

"Bahçedeki çöp kamyonu ne için geldi?"

"Ahh, kıyamam sana, sesi mi uyandırdı seni kamyonun paşam?" Çocuk cevap verdi.

"Evet, görünce merak ettim."

"Bahçedeki sera için geldi paşam onlar. İçerideki çiçekler çürümüş, kötü durumdalar artık. Dışarıda gördüğün abiler serayı temizleyip gidecekler." Çocuk korkuyla sordu.

"Ama hala o sera annemindi." Kadın yere diz çöktü ince topuklu ayakkabısının izin verdiği kadarıyla.

"Biliyorum paşam ama o çiçekler çoktan öldüler. Ölülerin yerine yenisini koymak her zaman daha iyidir." Çocuğun gözleri doldu.1

"Çiçeklerin hepsi mi öldü?" Evet paşam artık kurumuş yaprak halindeler.

"Kalsa olmaz mı?"1

"Olmaz paşam bugün hepsi gidecek ama eğer çok istiyorsan serayı temizlettikten sonra babanla tekrardan düzenlersiniz. Eskisinden de daha güzel olur hem."

"Ama annem olmaz bu seferde." Kadın sinirlerini kontrol altına almaya çalışarak gülümsemesini korudu.

"Azat, paşam gitmem gerekiyor dışarıdaki abiler beni bekliyor tamam mı? Hem bak saat kaç olmuş yeni kalkmışsın. Hadi mutfağa git de karnını güzelce doyur olur mu?"

"Aç değilim."

"İyi o zaman Rabia halana bak bakalım ne yapıyormuş ya da söyle ona seni dışarı çıkartsın, gezdirsin biraz için açılır ha paşam?"

"Babamın haberi var mı seranın temizleneceğinden." Kadın ayağa kalktı.

"Baban uyuyor, rahatsız etme oldu mu. Gece hiç uyumadı yine çok yorgun." Çocuk hızlı adımlarla babasının odasına doğru ilerlemeye başladı.

"Şimdi uyumamalı kalkıp serayı korumalı. O bize annemden kalan son hatıra."

"Babanın anneni pek önemsediğini düşünmüyorum Azat. O yüzden ne kadar denersen dene uyanmayacaktır." Azat durarak halasının olduğu tarafa doğru yürüdü bu seferde.

"O zaman ben engel olmalıyım." Yiğenine daha fazla tahammül edemeyen kadın bağırdı.

"Azat odana geri dön, bunlar senin karışacağın işler değil paşam." Azat dinlemeyerek çoktan merdivenlerden aşağı inmeye başlamıştı bile. "Azat dedim! Kime diyorum ben!" Çocuk halasını dinlemeyerek merdivenlerden inmişti bile. Kadın gözüne kestirdiği ilk hizmetliye bağırdı. "Sevim, tut şu çocuğu hemen!" Kadın, çocuğu tutarak kaçmasını engelledi. Hülya konuştu. "Onu odasına götür Sevim ve kapının kilitlendiğine de emin ol. Odaya ben gelene kadar kesinlikle kilidi açmıyorsun."1

"Peki hanımım." Çocuk kadının kollarında çırpındı.

"Bırak beni, bahçeye çıkmam lazım! Onlara engel olmalıyım bırak beni!" Kadın çocuğun üstesinden gelerek onu merdivenlere doğru sürüklemeye başladı. "Bırak beni! Rabia hala, Rabia hala!"

"Azat, bağırmayı kes! Sevim sende çabuk götür şu çocuğu odasına."

"Ne oluyor be, ne bu tantana? Sevim ne yapıyorsun Deniz'e!" Rabia şaşkınlıkla bakakaldı herkese. En sonunda gözleri ablasında durdu. "Abla ne oluyor, Deniz neden bağırıyor böyle?"

"Bahçedeki sera için çöp konteynırı getirttim. Azat da konteynırı görünce çiçeklerin gitmesine engel olmaya çalıştı kendince."

"Alihan, o nerde?"

"Uyuyor Rabia. Var mı başka sorun? Sevim sen hala ne dikiliyorsun orada? Götür kilitle şu çocuğu odasına hemen!"

"Rabia hala izin verme Hülya halama! Annemin çiçekleriydi onlar lütfen!" Diğer kata sürüklenen çocuğunun sesleri azalmaya başladı.

"İyi yapmışsın, ne zamandır benim de aklımdaydı ama Alihan ne der bilemediğim için duruyordu öyle sera. Sahi nasıl ikna ettin Alihan'ı abla?"

"Ettim işte bir şekilde. Aman sizde bir bitmediniz tepemde, çekil şuradan. Adamlar beni bekliyorlar dışarıda. Geç kaldım sizin yüzünüzden."

"Bütün olanların suçlusu ben mi oldum şimdi?"

"Azat'ın ve abinin odasına sakın gitme Rabia. Bugün her zamanki gittiğin mağazalar caddesinde indirim yok muydu hem? Sende git oraya, dolaşma evde."

"Ayy, doğru nasıl unuttum ben onu. Kafamı kaldı bende. Hep Kamelya'nın yüzünden bunda hep! Başımıza bu işleri hep o açtı…"1

 

"Zümre benim kaşığım eksik kalmış bir getiriver."

"Hemen hanımım." Herkes yemek masasına oturmuş Alihan'ı bekliyordu yemeğe başlamak için. Hülya dediği gibi serayı temizletmiş ve Alihan'ın sözünü dinlememişti. Alihan'ınsa henüz ablasının yaptıklarından haberi bile yoktu. Birkaç dakika sonra salonun girişinde görünen Alihan sessizce yemek masasına oturdu. Başını önüne eğerek kimseye bakmadan yemeğini yemeye başladı afiyet olsun diyerek. Oysa kafasını kaldırıp hiç değilse oğluna baksa yaşlı gözlerini ve şişmiş yüzünü görecekti ama o umursamamayı tercih etti her zamanki gibi. Sessizce yemeğin sonuna gelinirken Rabia söz aldı.1

"Temsili de olsa bir cenaze töreni düzenlemememiz lazım. Herkes bizden haber bekliyor. 1 hafta oldu belli ki bulunamayacak Kamelya'nın cesedi." Hülya konuştu.

"Rabia haklı Alihan. Artık arama çalışmalarını durdurmalıyız. O öldü, hepimiz bunu gördük. Cesedi bulunana kadar hiçbir açıklama ya da temsili cenaze töreni yapılmayacak Kamelya için." Alihan o sırada tesadüf eseri oğlunu gördü.

"Azat Deniz iyi misin oğlum?" Azat son derece öfkeli bir bakışla babasına baktı. "Bir şey mi oldu?" Azat konuşmadan nefretle babasına bakmaya devam etti. "Konuşsana oğlum." Azat sandalyeden kalkarak yürümeye başladı. Birkaç adım attıktan sonra ise babasına döndü.

"Sen benim bu hayatta görüp görebileceğim en umursamaz, en korkak adamsın Alihan Erdemir. Senden tiksiniyorum. Keşke benim babam olmasaydın!" Alihan ne olduğunu anlamamış bir şekilde ayağa kalktı.1

"Onlar da ne demek Azat Deniz? Bilmeden, istemeden sana kötü bir şey mi yaptım oğlum?"

"Daha ne yapacaksın, daha ne yapacaksın sen! Elimizde ona ait sadece o sera vardı ve sen bugün onu da mahvettin. Ölmediyse bile bugün tamamen öldü benim annem ve sen buna engel olamadın. Yine kaçmayı, duymamayı seçtin sen! Azat babasının üstüne doğru yürüdü. Kendini aşağıya atan annem olabilir ama onun ölümünde hepinizin parmağı var! Özellikle de senin Alihan Erdemir! Sen ne karına sahip çıkabildin ne bana ne de o doğmamış çocuğuna! Hepsi senin yüzünden öldü! Buna rağmen hala karşıma geçip ben ne yaptım diyorsun bana!" Alihan sinirli bir şekilde ablası Hülya'ya baktı.

"Sakın bana yaptığını söyleme."

"Neyi Alihan?" Alihan elini masaya vurunca herkes irkildi.

"Anlamamazlıktan gelmeyi kes kadın! Sana yapma dediğim halde nasıl benden izinsiz o seraya dokunursun sen! Ne hakkın var buna! Burası benim evim, benim alanım. Sen ne hakla benim olana karışmaya kalkarsın!" Salonda bir alkış sesi duyuldu.

"Bravo Alihan, aferin kardeşim. Sonunda birkaç cümle ettin bizim için duygularını ifade eden. En azından buda bir şeydir."

"Evet, serayı toplattırdım ama iyi bir niyetle. Sana dün de söyledim. Ölünün arkasından ölünmez kardeşim. Kapatılan sayfalardan sonra yenisini açmak gerekir her zaman. Bende buna olanak sağladım işte. Azat'ı da alırsın tekrar ekersin çiçekleri. Eski ölü çiçeklere nazaran daha iyi ve güzel olur hem yanılıyor muyum Rabia?" Rabia ağzındaki lokmayı yutar yutmaz ablasını destekledi.

"Ablam haklı Alihan. Daha güzelini yaparsınız Deniz'le değil mi Deniz?" Deniz halasına kulak asmadı bile. Onu bugün hayal kırıklığına uğratan tek bir kişi vardı bu koca salonda. O kişi de babasından başkası değildi.

"İstemiyorum ikinizi de! Yarın ilk iş, ilk uçakla gidiyorsunuz buradan! Yeter artık başıma yük olduğunuz! İkinizde hayatımı mahvetmekten başka hiçbir halta yarmadınız!" Hülya güldü.

"Şimdi mi aklına geldi karını sevdiğin kardeşim? Karın ölünce mi? Madem o kadar kıymetli karın vardı neden bunca yapılana bugüne kadar ses etmedin o zaman? Ölünce kıymete bindi değil mi? Ondan önce neredeydin? Dur hiç zahmet etme onu da ben söyleyeyim. Hazır hepimiz buradayken herkes duymuş olur bu olanlara neden göz yumduğun."

Azat'ın gözü babası ile halası arasında gidip geldi. Şuanda odasına gidip sabaha kadar ağlamak istese de halasının diyeceklerini son derece merak ediyordu Azat. Nihayet halası konuştu. "Karın ölmeden önce evde hapis hayatı yaşarken, sen teselliyi başka kadınlarda aradın değil mi? Hatta biriyle o kadar yakın oldun ki son zamanlarda gözün ondan başkasını görmez oldu. İkinizde çok mutluydunuz. Kamelya'ya ihtiyacın yoktu artık. Onu gözün bu yüzden görmedi. Neydi aşık olduğunun kadının ismi? Hale miydi?"1

"Ne saçmalıyorsun sen?"

"İnkar etmene hazırlıklı olduğum için seni inandıracak kanıtlarla geldim bugün." Hülya çantasındaki kahverengi kalın zarfı çıkarıp Alihan'ın önüne attı. "Kendin mi bakarsın yoksa göstereyim mi Hale'nin kim olduğunu sana?" Alihan yenilgi içinde gözlerini kapattı. Kimse farkında değildi ama şuanda bulundukları salonda en çok zarar gören kişi Azat'dı.

Küçük yaşına rağmen yaşadıkları ve yaşayacakları ona o kadar ağır geliyordu ki her an bu yükten kurtulmak için öngörülemez bir şeyler yapabilirdi. Hissediyordu içinde. Boş durmayacaktı. Herkesten intikamını alacaktı çünkü artık taşıyacak mecali kalmamıştı omuzlarına sırtlandığı yükü. Azat daha fazla duymak istemeyerek koşarak odasına çıktı.

Daha fazla bağırış çağırış kaldırabilecek bir durumda değildi şuanda. Kapısının arkasına çökerek oturdu ve ağlamaya başladı. Herkese kızgındı ama en çok da annesine kızgındı Azat. Annesi kardeşini de yanına alarak ölmeyi seçmişti ve Azat'a bir veda bile etmemişti ölmeden önce. En çok da zoruna giden buydu. İşte bu yüzden annesini asla ama asla affetmeyecekti. Onu sevmemeyi istiyordu ama yapamıyordu da. Deli gibi özlüyordu annesini. O gün sessiz bir bakışma geçmişti aralarında annesiyle ama o gitmeyi tercih etmişti. Zaten yalnız olan Azat'ın artık kimsesi yoktu. Sonunda yapayalnız kalmıştı korktuğu gibi. İçindeki dürtüsel sesleri bastıramıyordu şu son bir haftadır. Suçlu birini arıyordu ama kim olduğuna henüz karar verememişti. Annesinin ölümüyle dağılan ailesi Azat'ın içinde susturulamaz bir yönünü ortaya çıkarmıştı ve Azat'ın teslim olmaktan başka seçeneği yok gibi görünüyordu…

 

 

Günler böyle geçip gitti sırasıyla. Sonunda Hülya'nın istediği oldu ve Kamelya'yı arama çalışmaları 2 hafta sonra durduruldu. Herkes bir açıklama beklediğinden temsili bir cenaze yapıldı Kamelya ve doğmamış bebek Melek için. Basına açıklamayı ise Hülya'nın isteğiyle Alihan verdi. Açıklamada karısının tescillenmiş raporlarla ruh sağlığının bozuk olduğu ve ileri derecede şizofreni hastası olduğunu öne sürdü. Bunları yapmak Alihan için hiç zor olmadı. Sonuçta o devirde de bu devirde de para çoğu şeyi çözerdi öyle değil mi?

Alihan'dan sonra tek tek iki kadında ölen gelinleri hakkında açıklama yaptılar. Azat ise annesi hakkında hiçbir açıklama yapmayı tercih etmemişti insanlara. Cenazede de eve gelen muhabirlere de son derece sessiz davranmıştı. Onun için annesine iftira atılması, annesi ve kardeşinin ölü olarak gösterilmesi hiç önemli değildi. Çünkü onun için asıl kayış o yemek masasında kopmuştu.

Her şey eskiye dönüyordu zamanla. Kamelya'nın ölümü unutuluyordu hızlıca. İşleri düzelen ve batma eşiğinden dönen Alihan konağa uğramaz olmuştu artık. Sadece gerekli olduğu vakit geliyor ve gidiyordu artık. Hülya ve Rabia ise bunu fırsat bilerek kendilerini ülke ülke gezmeye adamışlardı. Eve ise yalnızca aydan aya uğrayıp sadece 1 hafta kaldıktan sonra gidiyorlardı. Azat ise istemeye istemeye normal hayatına dönmüş bulunmaktaydı. Evde kimsenin olmaması onun için daha iyiydi. Koca konak ona kalmıştı sonunda.

Anneannesi ile tanışmıştı sonunda herkesin yokluğuyla. Epey yaşlanan kadın için bu eve gelmek zor oluyordu. Çalışanlar Azat'ı dinlemedikleri için kadın kendi imkanlarıyla gelmeye çalışıyordu konağa. Azat sadece anneannesi mutlu hissediyordu kendini ama buda uzun sürmemişti onun için. Çok değil birkaç ay sonra oda vefat etmişti kızının ardından. Çok yalvarmasına rağmen cenazesine gidememişti Azat. O da çareyi yine kendi içinde aramaya koyulmuştu. Zaten anlatacak kimsesi de yoktu.

 

 

4 Ekim 2010:

Sabaha karşı saat 5 gibi Alihan yorgun bir şekilde konağa geldi. Aylardır kendi evine uğrayamayan Alihan bu sefer temelli dönmemek için ayrılıyordu konağından. Kimseye haber etmemişti gideceğini. Artık işleri gereği burada kalmaya devam edemezdi. İstanbul'a bu kadar sık sık gidip geleceğine buradan gidip oraya yerleşmesi daha iyi olur gibi düşünmüştü kendince. Her şey hazırdı gitmeleri için. Yanına sadece birkaç valiz ve oğlunu alsa yeterdi onun için. Oğlunu burada bırakmayı çokça düşünmüştü içinde ama içi el vermemişti sonunda. Koca konakta tek başına bir çocuk kendince büyüyemezdi sonucunda. Mecbur kalmıştı oğlu Azat Deniz'i İstanbul'a götürmekte. Biliyordu orada da yalnız büyüyeceğini ama hiç değilse yanında olduğunu hissedip kendini rahatlatırdı Alihan.

"Hoş geldiniz efendim." Alihan cevap vermeden açılan kapıdan içeriye girip odasına çıktı. O katta denk geldiği hizmetliyi durdurdu.

"Sabaha Azat Deniz ve benim için bir kahvaltı hazırla. Biz kahvaltıdayken de benim ve Azat Deniz'in kıyafetleri arabaya yüklenmek için hazırlansın. Bundan sonra da bütün çalışanlara söyle evi temizleyen hizmetliler dışında kimse gelmesin bu konağa. Hizmetliler de 2 haftada bir gelip temizleseler yeter zaten konağı." Kadın itiraz edemeden Alihan odasına gidip yorgunca yatağına çöktü. Bu ev, bu şehir ona fazlasıyla Kamelya'yı hatırlatıyordu onun için. İstanbul'a gitmek onun için çok iyi olacaktı…

 

Azat kahvaltı masasında babasını görmeyi beklemiyordu. Şaşkınlığını gizleyerek sessizce masaya oturdu. Alihan sanki mecburmuşcasına boş bir ilgiyle oğlunun saçlarına dokundu. "Özür dilerim son günlerde eve hiç uğrayamadım oğlum." Azat ise sadece vermesi gereken cevabı verdi.

"Sorun değil, benden önemli işlerinin olduğunu biliyorum. Onlarla ilgilenmek önceliğin olmalı." Alihan gerildiğini hissederek elini oğlunun saçlarının arasından çekti. Yine de konuşmaya devam etti.

"Okul nasıl gidiyor? Ortaokul ilkokula göre daha zor olmalı senin için ha?"

"Derslerim oldukça iyi, öğretmenlerim her gün sana durumumu haberdar ediyor olmalı bana sormak yerine onlara sorman daha iyi olur." Alihan Azat'ın onunla konuşmak istemediğini anlayınca sonunda pes ederek sustu ve direk konuya girdi.

"Azat Deniz bugün buradan gidiyoruz oğlum." Azat başını kaldırarak babasına baktı.

"Ne demek gidiyoruz? Sen her zamanki gibi tek gidebilirsin ben buradan memnunum."

"Öyle değil, artık işlerimden ötürü sürekli şehirlerarası yolculuk yapmak zorunda kalıyorum ve bu son zamanlarda oldukça fazla sıklaştı."

"Ne güzel işte, seni bu konakta durmana bağlayan hiçbir şey kalmamış o zaman. Eğer gitmek için benden izin istiyorsan gidebilirsin bunu umursamam."

"Azat Deniz neden böyle yapıyorsun? Anlıyorum okulun, arkadaşların, yaşamın burası ama artık burada ne sen ne de ben kalamayız oğlum. Hem halanlar da artık pek sık uğramıyor biliyorsun o yüzden bu konakta yalnız başına kalmanı kabul edemem."

"Bu konakta bırakacağım, bu şehirde bırakacağım tek şey annem olacak ve ben bunu istemiyorum. Görüyorum ki sen onu çoktan bırakmışsın zaten ama ben bırakmam o yüzden sen gidebilirsin ama ben gitmeyeceğim."

"İstediğin zaman buraya tekrar gelip annenin mezarını ziyaret edebiliriz oğlum."

"Her gün getirebilir misin beni o zaman?"

"Azat bugün İstanbul'a gidiyoruz oğlum itiraz istemiyorum."

"Gelmiyorum." Alihan dudaklarını silerek masadan kalktı.

"Sen ne kadar istesen de istemesen de bugün İstanbul'a gidiyoruz oğlum. Bunu ister kolay kabullen istersen kabullenme seni burada tek bırakamam." Alihan oğlunun itiraz etmesine fırsat vermeden salondan ayrıldı.

"Kaç zaten her zaman yaptığın gibi. En iyi yaptığın şey bu değil mi zaten Alihan Erdemir!" Alihan evde yankı yapan oğlunun sesini duyunca durdu birkaç saniye.

"Tarık."

"Buyurun efendim."

"Arabayı hazırlayın, limana gideceğiz."

"Peki efendim…"

 

Azat zorla da olsa sonunda o gemiye binmişti. Sallanan gemi eşliğinde bu şehri terk ediyordu. Dolu gözlerle yenilgi içinde gözlerini kapattı. Gitmeden önce kendinden nefret etse de sayısız kez annesinden ve kardeşinden özür diledi onları terk ettiği için. Şimdi tamamen ayrılıyorlardı birbirlerinden. O istememişti fakat mecbur bırakılmıştı. Sonucunda son söz babasına aitti. Kimse onu dinlememişti bile. Dalgın bir şekilde denize bakarken omuzuna dokunan el ile irkildi.

"Korktun mu Azat Deniz pardon oğlum." Babasının sesini duyunca ses etmedi. Şuan son derece sinirliydi ona karşı zaten. Alihan konuştu. "Küs müyüz hala?" Azat cevap vermedi. "Biliyorum anneni çok seviyordun ve bil ki o da seni çok seviyordu Azat Deniz. Eminim ki o da seni sevse de şuan benimle gelmene karar verirdi senin iyiliğin için oğlum."

"Benim yanımda bir daha annemden bahsetme son derece sinir bozucu oluyorsun."

"Bana karşı neden bu kadar nefret dolusun Azat Deniz? Asıl nefret edeceğin kişi annenken neden benim oğlum? Sonuçta seni tek başına bırakıp giden, kendini düşünen oydu. Ben seni düşündüğüm için yanımda götürürken böyle sözler etmen çok kırıcı."1

"Sadece kendini düşünen o muydu Alihan Erdemir? Sen sanki çok farklıymışsın gibi konuşma karşımda. Annem ölmeden önce onu terk eden sendin."

"Benimle düzgün konuş Azat Deniz aksi takdirde benimde sana karşı olan tavrım değişir oğlum."

"Ne yaparsın, döver misin beni?" Azat babasının üstüne yürüdü. "Yoksa anneme yaptığın gibi beni de mi intihar ettirmeye zorlarsın ha?"

"Azat Deniz! Kes sesini! Sanki her şeyin sorumlusu benmişim gibi davranma bana!"

"Sen değil misin lan her şeyin sorumlusu zaten!"

"Seni bir başına bırakan ben değilim. Annen bencildi Azat Deniz. O seni, beni sevmeyen delinin tekiydi. O kendi kendini bitirdi ve sonunda da kurtuluşun ölümde olduğuna inandı sadece. O hiçbirimizi düşünmeyip bizi yalnız bıraktı Azat Deniz. O senin onu sevdiğin kadar sevmedi seni. Bir veda, bir söz hiçbir şey demedi değil mi ölürken? O seni hiç sevmedi Azat Deniz. Şimdi-"

"Sana sus dedim!" Alihan'ı ittiren Azat, Alihan'ın dengesini kaybedip gemiden düşmesine neden oldu. Azat korkuyla denize düşen babasına baktı aceleyle. Babası yüzeyde görünmüyordu. O an babasının yüzme bilmediği aklına geldi Azat'ın.

"Baba" diye seslendi sessizce. Babası yüzeye çıkmadı. Gemi ilerlemeye devam ediyordu. Azat korkuyla ne yapacağını bilemedi o an. Haber vermeli miydi birilerine babasını kurtarması için? Ya öldüyse? O zaman onu suçlamazlar mıydı? Azat o korkuyla saklanacak bir yer aramaya başladı. Onu bulmamaları gerekiyordu. Saklanacak bir yer bulduktan sonra beklemeye başladı. Kalbi hıphızlı atıyordu. O babasını öldürmüştü ama bir kazaydı. Babasını sevmese de ölmesini istemezdi asla. En azından onu öldürenin kendisi olmasını istemezdi asla. Bu yine de onu bir katil yapardı.

Kaçmalıydı, uzaklaşmalıydı herkesten. Onu bulmamaları lazımdı. O an yemin etti içten içe Azat. Kaçacaktı, bir daha bulunmamak üzere kaçacaktı. Belki onu bulamazlarsa onu da öldü zannederlerdi. Şansına gemi İstanbul'a varana kadar kimse ne babasını ne de Azat'ı aramıştı. Gemi durur durmaz ise Azat bir şekilde gemiden çıkmayı başardı kimseye görünmeden. Limandan uzaklaşır uzaklaşmaz etrafına bakmaya başladı Azat. Gidecek kimsesi yoktu, tanıdığı biriler yoktu. Yine yapayalnız kalmıştı. Gözü denize takıldı o an. Şuan bilinmiyordu ama ilerideki deniz katili adıyla anılan bu çocuk denizdeki ilk cinayetini işlemişti bile. Daha fazla oyalanmadan yürümeye devam etti çocuk. Şimdi babasının ölümüyle Yabancı olduğu bu şehrin sokakları artık onun yeni eviydi.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Bölüm : 19.03.2025 16:12 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...