15. Bölüm

15. Bölüm

Han jisung
hanjivy

Selamlarr

Sınır dolmadığı için paylaşmayacaktım ama dayanamadım atayım dedim

-----

Parkta hâlâ o olayın yankısı vardı. Hava serinlemeye başlamıştı ama kafamın içi hâlâ yanıyordu. Minho’nun o buz gibi hali, Jisung’un gözlerindeki boşluk, o çocuğun o aniden çıkışı… İçimden geçen her şeyi haykırmak istemiştim. Ama şimdi... sadece susuyordum.

Bankta yalnız oturuyordum. Ayaklarımı uzatmış, ellerimi cebime sokmuştum. Ama hiçbir şey sıcak tutmuyordu içimi. Yanıma bir ses geldi. “Yanına oturabilir miyim?”

Jeongin’di. Sessizdi ama gözleri dikkatliydi. Her zamanki gibi. Başımı salladım. Oturdu. Bir süre hiçbir şey demeden yanımda kaldı. Bu sessizliği bile doğru şekilde paylaşabiliyordu.

“Kızgınsın hâlâ,” dedi sonra yavaşça. Sesi sanki bir battaniye gibiydi. Sarıp sarmalayan, ama boğmayan. Gülümsedim ama acı bir gülümsemeydi.

“Kızgın değilim, Jeongin.” Bir duraksama. “Hayal kırıklığına uğradım.”

Bana baktı. Cevap vermedi. Çünkü dinliyordu. O hep öyleydi. Devam ettim.“Jisung’u seviyorum. Onun mutlu olmasını istiyorum. Gerçekten. Ama Minho... onun göremediği şeyleri görüyorum.”

Başımı iki yana salladım. “Bazen birini sevmen, o kişi için iyi olduğun anlamına gelmez.”

Jeongin, önüne baktı. Düşünceliydi. “Bazen de... birini korumak istersin ama onun kalbine karışmaya da çekinirsin,” dedi.Ve sonra sessizce ekledi: “Çünkü kalbi ne tarafa dönük, onu sen bile bilemezsin.”

Bu sözleri duyunca ona baktım. Jeongin’in gözlerinde bir derinlik vardı. Sanki sadece Minho ve Jisung hakkında konuşmuyorduk. “Sen ne düşünüyorsun?” diye sordum.“Minho iyi biri mi?” Omuzlarını hafifçe silkti.

“İyi ya da kötü değil bence. Sadece eksik. Eksik ama tamamlamaya çalışıyor. Belki Jisung’la... belki de değil.”

Bir süre daha sessizlik oldu. Sonra yavaşça sordum: “Jisung’un kalbine karışmak istiyor musun?”

Jeongin’in yüzü kızarmadı, sesi değişmedi. Ama gözleri başka bir şey söyledi. “Hayır,” dedi.

“Sadece onun yanında kalmak istiyorum. Belki bir gün, o da bana döner. Ama o güne kadar, onu korumak istiyorum.”

İşte bu cevaptı. İçim biraz yumuşadı. Çünkü Jeongin, Jisung’a gerçekten değer veriyordu. Benim gibi… Jeongin’e baktım. “Belki ikimiz de biraz fazla sahipleniyoruz,” dedim. “Ama belki de... bu sahiplenme onun iyiliği için.”

Jeongin başını salladı. “Onun iyiliği için bazen biraz geri durmak gerekir,” dedi. Ama gözleri hâlâ bir şey söylüyordu. O geri duruşta bile bir adım vardı. Gözlerimizi uzaklara çevirdik. Jisung’u düşündük. Farklı sebeplerle, ama aynı kalple. O gün hava kararana kadar oturmuştuk. Ne sohbet etmiştik ne de hareket…

MINHO

Koridorlar sabah kalabalığına bürünmüştü ama ben sadece bir kişiyi arıyordum. Jisung. Adımlarım beni neredeyse refleksle onun sınıfına götürdü. Parmak uçlarımda yürüyormuş gibi, heyecanlı ama biraz da tedirgindim. Onu görüp günaydın demek... belki eline küçük bir şey bırakmak... yüzünü görmek… her sabah yaptığım gibi. Ama sınıfa geldiğimde, o sırada içeri giren bir arkadaşı başını iki yana salladı. “Bugün gelmedi. Sanırım hasta olmuş.”

Bir an için kalbim durdu sandım. Hasta mı? Jisung’un bünyesinin zayıf olduğunu biliyordum. Bazen fazla yorgun olduğunda halsizleştiğini, hatta küçük şeylerden bile hemen etkilendiğini... ama yine de onu burada görememek beni hazırlıksız yakalamıştı. Cep telefonuma baktım. Mesaj kutumu açtım. Hiçbir şey yoktu. Normalde yazardı. “Bugün gelemeyeceğim, ama sonra konuşuruz :)” gibi bir şey... ama sessizlik vardı.

Kaşlarımı çattım. İçimdeki sabırsızlıkla sıramı unuttum, zilin çaldığını bile duymadım. Kalbim sanki bir anlığına boşlukta sallanıyordu. “Sadece biraz hastadır, geçer,” diye kendi kendime söylendim.. Ama yine de elimde olmadan yüzümde endişe vardı. Koridordan uzaklaşmadan önce bir kez daha sınıfa baktım. O boş sırasına. Orada olmaması... Küçücük bir yokluk gibi görünse de, içimde büyük bir boşluk bıraktı.

MINHO

Bahçeye çıktım. Okulun kalabalığı bir uğultu gibi etrafımda dönüyordu. Ellerimi montumun ceplerine soktum, adımlarım yavaş, düşüncelerim dağınıktı. O sırada, banklardan birinde tanıdık bir silüet fark ettim.

Hyunjin.

Ne tuhaf, hiçbir şey yapmadan oturuyor gibiydi. Telefonuna bakmıyordu, kitap da yoktu elinde. Sadece oradaydı. Beni fark ettiğinde yüzünde, her zamanki gibi o küçümseyici gülümsemeyi takındı. “Jisung bugün gelmedi, değil mi?”

Sesi fazla ilgisizdi ama vurgusu keskin. Durmadım. Onun karşısına geçtim ama oturmadım. “Bunu bilmek seni neden bu kadar ilgilendiriyor?”**

Sesim soğuktu, netti. Kafamdaki gerginlik damarlarıma kadar yayılıyordu. Hyunjin omuz silkti. “İlgilendiğimden değil, sadece gözlem yapıyorum. Ne zaman yanında olmasa darmadağın oluyorsun. Sadece... fark ettim.”

İçimdeki sabır telinin iyice gerildiğini hissettim. “Jisung’un iyi olup olmadığını merak etmem seni neden bu kadar rahatsız ediyor?”

Hyunjin gözlerini devirdi. “Çünkü senin ‘merak’ dediğin şey, her şeyi ele geçirmeye çalışan bir gölge gibi. Onu boğuyorsun farkında bile değilsin. Her teneffüste, her adımda peşinde gibisin. İnsan biraz alan ister.”

Bu kez gözlerimi ona diktim. Yüzümdeki ifade artık sadece sabırsız değil, öfkeliydi. “Ben Jisung’un yanında oluyorum, senin gibi uzaktan laf yetiştirmiyorum. Alan mı diyorsun? Onun yanında olmamak sana ne kadar iyi hissettiriyor acaba?”

Hyunjin’in yüzündeki alay aniden silindi. Yanağı seğirdi. “Seninle tartışmak boşuna Minho. Sen hep haklısın, değil mi? Çünkü sevgilisisin. Ama senin sevgilin diye Jisung senin mülkün değil.”

Derin bir nefes aldım ama göğsümden çıkan ses neredeyse bir homurtuya dönmüştü. “Ben Jisung’a sahip olmaya çalışmıyorum, yanında olmaya çalışıyorum. Senin gibi yalnızca onu benden uzaklaştırmak için konuşmuyorum.”

Hyunjin ayağa kalktı. Yüz yüze geldik. Boynumda bir baskı vardı sanki, nefesim ağırlaştı. “Sadece seni sevdiği için böyle olduğunu sanıyorsun. Ama bir gün uyanırsın, Minho. Ve Jisung’un gözlerinde başka biri olduğunu görürsün. O zaman asıl yalnızlığı tadarsın.”

Sözleri, içime keskin bir cam kırığı gibi saplandı ama bir adım bile geri çekilmedim. “O gün gelirse, senin gibi köşede sessizce izlemekle yetinmem. O zaman bile savaşırım. Çünkü ben Jisung’u gerçekten seviyorum.”

Göz göze gelmişken aramızda nefes alacak kadar bile yer kalmamıştı. Sonunda Hyunjin bir adım geri çekildi, başını başka yöne çevirdi. Savaş bitmemişti, sadece kısa bir sessizlik verilmişti.

Harika, bu sahneye Hyunjin’in iç sesiyle başlayalım. Ardından Minho’nun Jisung’dan aldığı o mesaja verdiği duygusal tepkiyle devam edelim. İkisinin iç dünyaları giderek daha çatışmalı ve karmaşık bir hâl alıyor.

HYUNJIN

Minho’nun yüzü gözümün önünden gitmiyordu. Sanki her kelimesi... her bakışı... beni daha da içten sinirlendiriyordu. Her zaman olduğu gibi kibirli, sakin görünüyordu.Jisung’un gözlerinin içindeki şeyi ben de görüyordum. Ama Minho bunu hak etmiyordu. O gözlerdeki masumiyeti kirleteceğini… içten içe biliyordum. Belki Jisung her şeyi henüz fark etmiyordu ama ben... çok daha net görüyordum. Dişlerimi sıktım. Yumruğum cebimde gergince sıkılıydı. “Her zaman böyle olur,” dedim içimden. “Minho gibi insanlar hep haklı çıkar gibi görünür. Ama gün gelir, Jisung da görecek... onun ne kadar bencil olduğunu.”

MINHO 

Telefonum titrediğinde hâlâ okul bahçesindeydim. Parmaklarım cebimdeki cihazı buldu, ekranıma baktım. Jisung Kalbim hızlandı. Gözümün önüne onun gülümsemesi, sesindeki o hafif çatallı ton geldi. Mesajı açtım. > “Bugün gelemedim. Hasta gibiyim sanırım. Sadece haber vermek istedim.”

Yalnızca bu kadardı. Soğuktu, noktalıydı. Jisung’un yazı tarzı bile daha cansızdı sanki. Yüzümdeki gülümseme aniden silindi.

"‘Sadece haber vermek istedim’"Cümlede bir mesafe vardı. Sanki ben... endişelenmeyeyim diye yazmıştı ama tam olarak istemeyerek.

Mesajın üzerine defalarca baktım. Yazacak çok şey vardı ama parmaklarım hareketsizdi. “İyi misin?”, “Sana bir şey getireyim mi?”, “Sesini duymak isterim”... hiçbirini yazamadım.

Sadece ekranı kapattım. İçimde kıpırdayan o dikenli huzursuzluk büyüyordu. Hyunjin’in sözleri kulaklarımda yankılandı. “Bir gün uyanırsın, Minho...”

Hayır. Jisung böyle soğuk değil. Bugün sadece yorgun. Hasta. Hepsi bu. Kafamda tekrar tekrar söyledim. Ama kalbim... ikna olmuyordu.

Elimdeki küçük poşeti kontrol ettim. İçinde Jisung’un sevdiği çikolatalar, birkaç mandalina, bir de boğazı yumuşatsın diye ballı şekerler vardı. Sokağın köşesini dönerken başını kaldırdığım sırada Jeongin’i gördüm. Tam o sırada, Jeongin Jisung’un kapısına yöneldi ve hiç tereddüt etmeden anahtarla kapıyı açtı. İçeri girdi.

Olduğum yerde durdum. Sonra yürümeye devam ettim. Kapının önüne geldiğimde birkaç saniye tereddüt etsemde sonra zile bastım. Kapı açıldı, karşımda Jeongin vardı. "Sen... burda mı kalıyorsun?"

"Yok, sadece uğradım. Jisung’un iyi olup olmadığını merak ettim."

"Ben de o yüzden geldim."

Gözlerimler elimdeki poşeti gösterdi. Jeongin’in yüzünde kısa bir gülümseme belirdi ama gözleri sabitti. "O içeride uyuyor. Az önce uyudu."

"...Ben sadece kapıdan seslenip gitsem?"

Jeongin, birkaç saniye düşündü. Sonra başını hafifçe eğdi. "Şu an konuşacak hali yok bence. İstersen ben götüreyim bunları?"

Minho, duraksadı. Çikolataları sıktı elinde. Bakışlarını Jeongin’in gözlerine dikti. "Bana ait bir şeyi senin vermeni istemem, Jeongin."

Jeongin’in gülümsemesi kayboldu. "Buraya sadece arkadaş olarak geldim. Aynı kulüpteyiz , unuttun mu?"

"Sadece senin, Jisung’un anahtarına sahip bir 'arkadaş' olduğunu unuttum herhalde."

Jeongin bir adım geriledi. Benden gözlerini kaçırdı. "Daha fazla gerilme istersen. Zaten zor bir gün geçiriyor."

Minho’nun sesi alçaldı. "Ben onun sevgilisiyim. Onu görmek istemem garip mi?" Jeongin, bunu duyunca başını kaldırdı. Bu kez net konuştu. "Hayır. Ama bazen insanlar hasta olduklarında... sadece huzur ister."

birkaç saniye daha baktım, derin bir nefes aldım ve poşeti uzattım.

"O zaman... ver bunları. Lütfen."

Jeongin başını salladı, poşeti aldı. Kapıyı yavaşça kapattı, kapı kapandı. Kaldırımda tek başına kaldım.

------------

1333 kelime olmuş

oku oku bitmez.

Bölüm : 13.05.2025 21:49 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...