7. Bölüm

7. Bölüm

Hatice görgülü
haticegorgulu

" YEDİNCİ BÖLÜM"

“BAZEN BAZI ŞEYLER BAŞLAMADAN BİTER.”

arkadaşlar kitabıma destek olma amaçlı beğenip yorum yaparsanız sevinirim. emeklerimin boşuna gitmediğini görmek daha çok yazmamı sağlıyor.

Gözlerim kararsız bir şekilde giyinme dolabımdaki taytlarda geziyordu. Bazen kendime şaşırmıyor değilim. Bir oda dolusu giysim olmasına rağmen neden giyecek bir şeyim yokmuş gibi hissediyorum diye.

Dün gece yarısına kadar planımın üstünde tekrar, tekrar geçtim. Bir aksilik olmaması için her şeyden emin olmam gerekiyor. Bugün restorana gidip her şeyi kontrol edeceğim. Soygunla ilgili kısmın dışında restoranın açılış işlerini de kontrol etmem lazım artık çok zamanımız kalmadı. İkisine aynı zamanda başlamamız gerekiyor.

Tabi ben gene de olası bir beklenmedik durumlara karşı B planı ve C planı yapmayı da ihmal etmedim. Soygunun olacağı yer çok göz önünde olduğu için her ihtimali göz önünde bulundurmam gerekiyor. Benim yaptığım işte yakalanmamanın tek yolu her şeyi en ince ayrıntısına kadar hesaplayıp kendini yakalanacağın bir durumun içine sokmamak.

Bir kere ihmalsiz davranırsan bir daha geri dönüşü olmazdı. Böyle bir şeyin olmasına asla izin vermem. Gerekirse bu yolda ölürüm ama bir aksilik çıkmasına izin vermem.

Hele ki şu an diğerleri de bana katılmışken. Küçücük bir aksiliğin hepimizin sonunu getireceğini biliyorum.

Orhan’ın emniyetteki polis olan adamından öğrendiği bilgeye göre polislerin beni yakalamak için yanıma soktukları adamın kimliğini bir an önce öğrenmem gerekiyor.

Büyük ihtimal şehirdeki diğer evimde çalışanlardan biriydi. Kimliğini öğrenince onu polislere karşı kullanabilirdim. Bu elimi güçlendirir. Hele ki bu kadar önemli bir soygundan önce elimin güçlenmesi işime gelirdi.

Güç her zaman iyidir. Hele ki seni karşı taraftan bir adım ileri taşıyorsa. İçerideki adamlarını bulunca peşimdeki polisleri soygun bitinceye kadar başka oyalamanın yolunu da bulmuş olurum.

Şu an beni korkutan tek şey Barkın’dı. Aramıza daha yeni katılmasına rağmen onunla aramızda kelimelerle anlatamayacağım bir çekim var. Bu beni korkutuyor çünkü içimdeki masum güvenmeye aç olan kız çocuğunu tetikliyor. Hâlbuki hayat bana daha bebekken bu hayatta kimseye güvenmemem gerektiğini göstermişti.

Ama şu an kalbimin içindeki o aptal duygular beni Barkın’a güvenmem için zorluyordu. Bunun adı aşk mıydı? Sanmıyorum.

Daha önce hiç âşık olmasam da kolay olmadığını biliyorum. Aşk için emek gerektiğini biliyorum. Aşk için iki tarafında yüzde yüz birbirine karşı açık olmaları gerektiğini biliyorum. Şu an ikimizin de böyle bir şey yapamayacağını da biliyorum.

Barkın’a hiç güvenmiyorum. Onda bir şeyler var beni rahatsız eden. Kalbimin heyecanlı istekli sesi bütün şüphe tohumlarımı bastırıyor. Ama bu her zaman böyle gitmeyecek.

Aklımdaki soru işaretleri kalbimin içindeki hevesli sesi susturacak. Barkın dün gece aklımda yeni bir soru daha uyandırdı. Gizli güvenlik kameralarını gerçekten fark etti mi? Yoksa etmedi mi?

Bunu ona açıkça sorsam muhtemelen bana cevap vermez ya da inkâr eder. Etmediyse de kameralardan haberi olurdu. O yüzden aklımdaki soruların cevaplarını kendim bulmam gerekiyordu.

Bunun içinde Barkın’ı yakın göz hapsine almam gerekiyor. Bize yalan söylüyorsa bir yerde açık verirdi.

İçimdeki ses Barkın’la ilgili bir şeyler olduğunu söylerken bir yandan da olmaması için dua ediyordum. Çünkü düşündüğüm gibiyse İsrafil bunu duyduğundan çok üzülecekti. Belki de yıkılacaktı. Çünkü şu an Barkın’ı bizden ayırmıyordu. En az bize güvendiği kadar ona güveniyor.

Barkın’ı düşünmek midemin kasılmasına neden oluyor. Sanki midemi tıka basa doldurmuşum da çıkarmam gerekiyormuş gibi hissediyordum. Onunla ilgili her şey bünyeme tersti. Bunu aramızdaki çekimden anlamak zor değil.

Biz birbirine şifa olan insanlardan değiliz. Biz birbirini zehirleyen, yok eden insanlardanız. İkimizin yaklaşma durumunda ikimizden biri ölürdü. Belki de ikimiz de.

İçimdeki aptal heves öleceğini bildiği halde onu istemekten vazgeçmiyordu.

“İnsanların cahilliklerine bu kadar laf etmeyecektin. Millete cahil demekden sen de cahilleşmeye başladın.“ Yüksek sesle kendi kendime söylenmekten kendimi alamadım.

Giyinme odamın içinde hazırlanırken kendime kızmadan duramıyordum.

Dolabımdan üstüme bir taytla bir sporcu sütyeninin üstüne, taytımla aynı renk siyah renk kazak geçirdim. Soğuk her ne kadar bana etki etmese de gene de üstüme kazak aldım. Rahat bir şeyler giymeyi tercih ettim çünkü ormanda köpeklerimi gezdireceğim. Ormanda yürüyeceğim için açık renk giymeye gerek yoktu. Şık olmama da gerek yoktu.

Dışarıda kar yağdığı için ormanda benden başka birinin olacağını sanmıyorum. Kar yağmadığı zamanda bile bu taraflarda kimseler olmuyor.

Ormana sadece geceleri gelen oluyor. Onların da neden geldiği belliydi.

Saçlarımı at kuyruğu yaparken giyinme odamın ortasındaki aynadan kendimi incelemeye başladım. Benden beklenilmeyecek kadar sadeydim. Sosyal medya fenomeni olduğum için her zaman şık giyinir. Şık makyajlar yaparım. Takipçilerim beni öyle görmeyi seviyorlar. Ben de çoğu zaman onların istedikleri gibi giyiniyorum.

Onlar benim aksime sosyal medyanın aldatıcı yüzüne inanmayı tercih ediyorlar. Belki de asla yaşamayacakları hayatları ellerindeki telefonlar sayesinde kötüleyip mutsuzluklarını başka bir şeyden çıkarmaya çalışıyorlar.

Odamın kapısını açtığım an beni dünün aksine sessizlik karşıladı. Bu bana iki gün önceki sakin hayatımı anımsattı. Sanki kocaman evin içinde benden başka kimse yaşamıyor gibi hissettiriyordu.

Neden bilmiyorum ama bu da içimi buruk yapmaya yetmişti. Yalnızlığı ne kadar çok sevsem de yanımda yalnızlığımı paylaşabileceğim birinin olması bu dünyadaki en büyük armağanlardan biriydi. İnsan bunu yalnızlığa mahkûm edilince daha iyi anlıyor.

Merdivenlerin bitimindeki sağ bölümde duran kahvaltı mutfağına girdiğim. Evet kahvaltı mutfağı evimin içinde birden çok mutfak vardı. Birçok salonum olduğu gibi.

Diğerlerinin bunları fark ettiğini sanmıyorum. Evimin içinde kaybolmaktan korktukları için hep aynı yerlerde takılıyorlar aynı yolu kullanıyorlardı. O yüzden her ne kadar rahatmış gibi görünseler bile evimi tam benimseyemediklerinin de biliyorum. Ama çok zaman geçmeden alışacaklarına eminim.

Mutfağa girdiğimde kahvaltı çoktan hazırlanılmıştı. Gülfem iş takvimime göre çalıştığı için ben uyanmadan her şeyimi hazırlıyordu. Haftanın bir günü de evi komple temizlemek için başka çalışanlar evime geliyordu.

Gülfem benim sadece kişisel işlerimi yapıyor diğer işleri başkaları yapıyor. Diğer türlü Gülfem tek başına çok zorlanırdı.

Mutfaktaki güne başlama suyumu içerken takipçilerime günaydın storisi de atmayı ihmal etmedim. Dün normalden az sosyal medya kullandığım için takipçilerim başıma bir şey geldiğini düşünmüşler. Gece bir sürü mesaj atmışlar. Dm kutum onlardan gelen mesajlarla dolup taşmış.

İçlerinden bazıları ölmemi temenni eden mesajlardı. Story atarak temennilerinin tutmadıklarını onlara gösterdim. Bir insan ne kadar mutsuz da olsa bir insanın ölmesini temenni edemez.

Temenni nedir! Hayat temennilerden medet beklemekten daha fazlası. Ya varsın ya yoksun.

Beni sevmeyen takipçileri kudurtmak için gülücükler saçan bir story daha attım. Story atmak için çektiğim fotoğrafı beğenince yüzümdeki sahte gülümseme bir an gerçek bir tebessüme neden olmuştu.

Çok güzeldim bunu görmek güzeldi. O kadar cilt bakımı, güneş kremi boşuna gitmiyor demek ki. Fotoğrafıma zoom yaparak kendi kendime konuşmaya başladım.

“Asya kızım var ya bu kadar sade giyinmene rağmen ateş gibisin kızım. Dünya nasıl güneşin etrafında dönüyorsa sen de bu güzelliğinle dünyanın içindekileri kendi etrafında döndürebilirsin.”

Burnuma çikolata, kahve karışımı bir koku geldi. Hemen ardından da şaşkın aynı zaman da yumuşak bir ses tonu duyuldu.

“Kiminle konuşuyorsun sen?” Omzumun üstünden Barkın’a kendinden emin bakışlarımdan birini atarken baştan aşağı onu süzmekten kendimi alamadım. Siyah bir pantolon üstüne beyaz tişört giymiş. Üstüne ela gözlerini ortaya çıkaran yeşil bir gömlek giymiş. Saçlarını dağınık bırakmış. Önüne bir tutam kahverengi saçı düşmüş. Bu onun kusursuz görünüşünü tamamlamış.

Bana saf erkeklik nedir diye sorsalar Barkın derdim. Daha önce de diğer erkekler gözüme fazla çekici gelmezdi. Ama artık gözüme hiç çekici gelmiyorlardı.

Barkın’ı görmek bile kalbimin bir tay gibi dört nala koşup tozu dumana katmasına neden oluyor. Bu öyle bir dumandı ki gözümü değil aklımı bulandırıyor.

İçimden bu hep böyle mi olacak diye düşünmeden edemedim. Benim evimde kaldığı süre boyunca onu her gördüğümde böyle mi hissedeceğim. Mantığımı kullanmadan yaşamaya devam edersem çok geçmeden ölürüm. Bunu mecazen söylemedim. Gerçekten kendimi öldürtmem an meselesi. Peşimde bu kadar düşmanım varken aklım bir karış yukarıda dolaşıyorum bu benim sonum olacak.

Dün Barkın’ın dedikleri aklımın bulanık sularında dolaşmaya başladı. Belki de onun dediğini yapmalıyız o zaman belki bu aramızdaki çekim bir son bulurdu.

Benim için her zaman imkânsız olan cazip olmuştur. Sanırım ben sınırları zorlamayı seviyorum. O yüzden de hep imkansızın peşinden koşmayı seviyorum. İsrafil hapse girmeden önce bir adamdan etkilenmeye başlamıştım. Adam sonra benimle konuşmaya çalışınca bütün büyü bir anda kaybolmuştu. Çünkü onu elde etmiş olmuştum.

Elde ettiğim şeylerin bende kıymeti olmuyor. Hele ki kolay elde ettiklerimin hiç değeri olmuyor.

Belki de Barkınl’a aramızdaki bu çekimin sona ermesi için gereken tek şey onunla birlikte olmak.

Bulanıklaşan zihnimdeki görüntüyü elimle yok saydım. Bu olmaz. Soygundan önce başka hiçbir şeye odaklanamam.

Tabi bu tamamen yok demek değil. Aramızdaki bu çekim soygundan sonra da devam ederse neden olmasın. Soygundan sonra aramızda riske atacak bir şey de olmaz.

Barkın benim içimde kendimle verdiğim mücadeleyi bilmediği için yüzüme anlamsız bakışlar atıyordu.

Benim kendi kendime konuşmama şaşırmış ama muhtemelen söylediklerimi duyunca şaşkınlığı kaybolmuştu. Yüzündeki bu yumuşak ifade ondandı.

“Kimle konuşuyormuş gibi görünüyorum. Kendimle konuşuyorum. Güzelliğimden başım döndü. “

“Buradan bakılınca daha çok delirmişsin gibi görünüyor.” Yüzünde muzip bir ifade vardı.

“Sence ülkede akıllı var mı? Ayrıca güzelliğimin farkında olmak delilik değildir. “Ben güzelliğinin farkında olan bir kadınım. Aynı zamanda Kimsenin güzelliğimi onaylamasına ihtiyacı olmayan bir kadınım. Açık konuşmak gerekirse böyle olmaktan da gurur duyuyorum.

“Sabah sabah dilin de maşallah pabuç gibi!” Bunu onu terslediğim için kızıyormuş gibi söylemişti. Ama öyle olmadığını biliyorum. Sesinin tonu hiç kızıyormuş gibi değildi. Daha çok beni konuşturmaya çalışıyor gibiydi.

Nefesimi bıkkınlıkla verdim. “Seninle daha fazla muhatap olamayacağım, köpeklerimi gezdirmem gerekiyor.” Barkın hemen karşısındaki pencereden dışarıda yağan kara baktı. Bu havada köpekleri gezdirmek istememi garip bulmuştu.

“Dışarıda kar yağıyor.” Hadi canım öylemi mi söylemese bunu hiç fark etmemiştim.

“Yani karda köpek gezdirilmez diye bir şey mi var?” Köpeklerimden biri Sibirya kurdu olduğu için bu havaları çok seviyor. Onu özellikle kötü havalarda dışarı çıkarıyorum.

“Yok, ama hasta olacaksın.” Bu havalar beni hasta etmezdi. Benim soğuğa karşı bağımlılığım var. Ormanın içindeki küçük şelalenin altına yaz kış girdiğim için bağışıklığım çok güçlüdü.

Soğuk zihnimi açıyor. Soğuk suyun altında daha iyi düşünmeye başlıyorum. Vücut ısım düştüğünde olaylara kendi gözümden değil de başkasının gözünden bakmaya başlıyorum. Bu da her şeyi daha net görmemi sağlıyor. Kışın şelalenin altında, yazınsa odamdaki küveti buzla doldurup onun içinde düşünmeyi tercih ediyorum.

Ama soğuk suya girmemin en önemli nedeni suyun acılarımı azalttığını düşünüyorum. Suyun acı hafızası olduğu için acıları alıp götürüyor. Tıp dünyası da beni destekleyen açıklamalar yapıyor.

Soygunlarla ilgili ne zaman düşünmeye ihtiyacım olsa o şelaleye gidiyorum. Şu anda aklımdaki sis bulutunun yanında kalbime sızmaya çalışan duyguları atmam için o şelaleye gitmem gerekiyor.

Tabi bunu Barkın’ın bilmesine gerek olmadığı için ona söylemedim. Daha şimdiden benim hakkında çok fazla bilgiye sahipti. Daha fazlasına sahip olmasına gerek yok.

Üstümde yarattığı yıkıma rağmen sesimi sakin tutmaya çalışarak cevap verdim.

“Ben soğuktan etkilenmiyorum. Benim için endişelenme.” Kendimden emin adımlarla Barkın’ın yanından geçerken elini bileğime koyarak beni durdurdu. Elinin değdiği yer ateşe dokunmuşum gibi yanmaya başladı. Barkın’a bu kadar yakın olmaktansa kızgın volkanlarda yürümeyi tercih ederim.

Üstümdeki etkisini fark etsin istemediğim için içimdeki dört nala koşan tayları yok saymaya çalıştım. Barkın’ın gözünde ilk defa gördüğü birine karşı bir şeyler hissedebilen biri konumuna düşmek istemiyorum. Kendimi Barkın’ın gözünde güçsüz, iradesiz göstermek şu an olmasını isteyeceğim en son şey bile değil.

Barkın’ı görmeden önce öyle biri değildim. Şimdi de olmak istemiyorum. Üstelik ona karşı ne hissettiğimi de bilmiyorum. Üstümde bir etkisi vardı ama bu etkinin ne olduğunu ben de bilmiyorum.

“Sana ne etki eder.”

Cevap vermemi beklemeden gözleri çapkın bir şekilde üzerimde dolaşmaya başladı. Üzerimde dolaşıyor demek haksızlık olurdu. Gözleriyle beni yiyordu resmen.

En son gözleri göğüslerimde takılı kaldı. Dudakları yarım bir şekilde yukarı kalktı.

“Dur cevap verme bunu kendim keşfetmek isterim.”

Lanet olsun! Bu adam melek görünümlü bir şeytandan başka bir şey değildi. Beni her gecen saniye büyüsü altına alıyordu. Bu da beni deli ediyor. Bu zamana kadar peşimden koşan hiçbir erkeğe, Barkın’a karşı oluşan hislerimin yarısı bile oluşmamıştı.

“Saçlarını toplamak yakışmış.” Dedikten sonra kulağıma doğru yaklaştı. Önce boyun girintim de derin bir nefes aldı. Ardından Önemli bir şey söyleyecek kısık bir ses tonuyla “Ama gene de açık saçlı halin kadar değil. Öyle daha güzel, daha masumsun.”

Bu zamana bir sürü iltifat duydum ama hiç kimse bana masum olduğumu söylememişti. Gerçi söyleselerdi de beni etkilemezdi. Çünkü ben masum olmadığımı biliyorum. İnsan kendini bilince başkalarının söyledikleri önemsiz kalıyor.

Başını boyun girintimden çıkardı. Ela gözleri gök mavi gözlerimde takılı kaldı. Barkın’ın ela gözlerinin dizlerimle bir bağlantısı olmalı, ne zaman ela gözleriyle bana odaklansa dizlerimin bağı çözülüyor. Beni ayakta zor tutuyorlardı. Bu kulağa çok aptalca geliyor biliyorum.

Sanırım bir günde Ql seviyem eksilere kadar düştü. İnsanlara ne kadar cahil olduklarını daha az söylemeliydim!

Aramızdaki bu gereksiz yakınlığa bir son vermek için kendimi geri çekmeye çalıştım.

“İltifatın için teşekkür ederim ama ben masum değilim. Hayat benim masumiyetimi alalı çok oldu.” Barkın ondan uzaklaşmaya çalışma istediğimi anlamış gibi üstüme doğru bir adım atarak bu isteğimi geri çevirmişti.

“Sana masumsun demedim. “Boş elinin parmaklarının ucuyla at kuyruğu yaptığım saçlarıma dokundu. Bu temasıyla olduğum yerde sabit durmaya çalıştım. Vücudum bu yakınlığa tehlike çanları çalıyordu.

“Güneşi bile kıskandıran saçlarının, seni masum gösterdiğini söyledim.” Bunu derken başını biraz daha aşağı eğerek saçlarımı kokladı.

Bunu yapma işte! Benimle fiziki temasta bulunma. Bunu yaptığında aklımı başımda tutmaya daha çok zorlanıyorum. Bilmiyorsun ki ben delirmeye meyilli biriyim.

Kendimi bir adım geri çekerek “ Daha dün tanıdığın birine karşı hep böyle mi davranırsın.”

“Davranışlarımda ne var ki! Sen Neden bu kadar kızdın? Seni etkiliyor muyum?” Lanet olsun ki tam olarak yaptığı buydu. Beni kendi yolumdan çıkarmaya çalışıyor. Bunu bütün hücrelerimle hissediyorum.

Samimiyetden yoksul bir kahkaha attım. Mavilerim yüzünde çarpık gülümsemesini buldu. Gülünce kısılan gözleriyle dünyanın yedinci harikası gibiydi. Kendime bir iyilik yapıp düşüncelerimi içimde tutmaya karar verdim.

“Kendini fazla önemsemiyor musun? Senin neyinden etkileneyim. Alt tarafı hapisten çıktıktan sonra her önüne gelene yürüyen bir adamsın.” Cümlem bittiğinde yüzümdeki kendini beğenmiş ifade tiksinme ifadesine dönüştü.

Şu an yaralı bir aslan gibiyim. Barkın Canımı yaktıkça kendimi korumak için daha sert bir şekilde ona saldırıyorum. Dudaklarımdan çıkan kelimeler silahtan çıkan mermiler gibiydi. Peş peşe çıkıp Barkın’ı yaralıyordu.

“Ben senin düşündüğün gibi biri değilim. Hapisten çıktığım için her önüme gelene asılmıyorum. Aramızda bir çekim olduğunu düşünmüştüm. Anlaşılan yanılmışım.” Bunu küskün bir ses tonuyla söylemişti.

Bana trip mi atıyordu?

“Ama haklısın benim gibi hapisten çıkmış birinden neden hoşlanasın ki. Beni evinde istemiyorsan da giderim. Ben buraya İsrafil ısrar ettiği için geldim. Bana acımana ihtiyacım yok.”

Bana kesin trip atıyordu!

Ona acımıyordum. Ben de hayatta istemediğim şeyler yaşadım. Bunların hiçbiri benim elimde olan şeyler değildi. O yüzden başkasının yaşadıklarını yargılayacak biri değilim. Herkes kendi acılarından sorumludur.

Barkın’ın sorusuna cevap vermeden yanından uzaklaştım. Sakin kafayla düşünmek için kendimi bir an önce dışarı atmam gerekiyordu.

Üstüme kısa olan şişme montlarımdan birini giydim. Evin kapısını açtığım an yüzüme soğuk hava dalgası çarpmıştı. Beş tane köpeğimin olduğu bölüme göz gezdirdim. Etrafta kimse görünmüyordu. Ama Halit’in köpeklerimi mamasız bırakmayacağını biliyorum. Sabah daha kendi kahvaltı yapmadan köpeklerimi beslerdi.

Kazım koşarak yanıma geldi. Tuhaf bir şekilde Halit’le Orhan bahçede kavga etmiyordu.

“Asya Hanım siz hiç yorulmayın köpekleri ben gezdirmeye çıkarırım.”

“Ben zaten yürüyüşe çıkacağım Kazım. Siz her ihtimale karşı evde kalın.” Artık tek başıma yaşamadığım için evin güvenliğine ekstra dikkat etmem gerekiyor. Artık her yere yüz tane korumayla gidemem.

“Peki Asya Hanım siz nasıl uygun görürseniz.” Kazım yanımdan uzaklaşma yerine mahcup bir şekilde beklemeye devam etti. Bu demek oluyordu ki. Söyleyecekleri vardı. Ama nasıl söyleyeceğini bilmiyordu.

“Sen de mi beni güncelleyeceksin.” Dün akşam Orhan’la yaptığımız konuşmaya atıfta bulundum. Kazım o an yanımızda olmadığı için yüzüme haklı olarak boş gözlere bakmaya devam etti.

Köpeklerim kokumu aldıkları gibi yerlerinden fırlayıp kuyruklarını sallayarak kendi etrafında dönmeye başladılar. İçimden Hayvanlardaki sadakat keşke biraz insanlarda da olsaydı diye geçirmeden edemedim.

“Ne diyeceksen de Kazım akşama kadar burada bekleyemem.” Kazım, Orhan ve Halit’e göre daha utangaç biriydi. O yüzden benimle mecbur kalmadığı sürece konuşmaz. Özel hayatımla ilgili konulardan uzak durmaya çalışırdı.

“Efendim, ailenizin adamları olduğunu iddia eden adamları yakın takibe aldık.” Gözleri bir an yüzümde dolaştı. Kanımın damarımda donduğunu hissetsem de yüzümdeki ifade o kadar kötü olmasa gerek ki Kazım konuşmaya devam etti.

“Kim için çalıştığını öğrendik. Siz de kim için çalıştıklarını öğrenmek istersiniz diye bulduğumuz bilgileri çalışma masanıza bıraktık.”

Beni terk eden insanların kim olduğunu öğrenmiş olabilirdi. Tabi o adamlar doğru söylüyorsa.

Şu an içimde adlandıramadığım bir şey his vardı. Buna sevinmeli miydim? Ya da üzülmeli miydim bilmiyorum. Çok tuhaf ama onların yerini öğrenmek içimde hiçbir duyguyu uyandırmamıştı. Onların Beni ölüme terk ettikleri gün ben ölmemiştim. Ama onlar benim için ölmüştü.

Bu zamana kadar onları hiç merak etmedim. Kim olduklarını nasıl bir hayatları olduğunu bilmiyorum. Onları merak etseydim yerlerini bu zamana kadar bulurdum. Ama buna hiç gerek görmedim.

Sadece beni neden ölüme terk ettiklerini merak ettim. Bir anne kendi evladını neden sevmez. Bir bebek daha anne karnındayken ne yapmış olabilir de annesi onu ölüme terk eder. Bin yıl da yaşasam böyle bir vicdansızlığı anlamayacağım.

“Çok mu zenginler?” Kalbim bir avucun içinde sıkılıyormuş gibi tekledi. Sorumun cevabını biliyordum. Ama gene de duymak istedim.

“Evet efendim. Ülkenin sayılı zenginlerinden.” dediği an elimle konuşmasını durdurdum. Devamında söyleyeceği hiçbir şeyi duymak istemiyordum. Söyleyecekleri kabuk bağlayan yaramı kanatmaktan başka bir şeye yaramayacaktı. Bu kadar kötülük bu karanlık dünyaya bile fazlaydı.

Köpeklerimin tasmalarını çözerken derin nefesler alarak kendimi sakinleştirmeye çalıştım. Birkaç saniye sonra her zaman yaptığım gibi umursamazlık zırhımı üstüme kuşandım.

“Yakın takibe alın. Tekrardan bana ulaşmaya çalışırlarsa o zamana onlarla ilgileniriz.”

Ben artık o bıraktıkları zavallı bebek değilim. Güçlü kendi ayaklarının üstünde duran bir kadınım. Benim ayak bastığım yerde saygıdan toprak bile titriyordu. Ben bu saygınlığı kazanabilmek için kaç kere Azrail’le savaşa girdim. Hepsini bileğimin gücüyle kazanmayı bildim.

Kazım’ı bahçede bırakıp Köpeklerimle evimin karşısındaki ormanın patika yoluna girdik. Rahat gezmeleri için Tasmalarını çıkardım. Çünkü benden çok fazla uzaklaşmayacaklarını biliyorum.

Köpeklerim etrafta koştururken ben de kullandığım küçük şelalenin olduğu tarafa doğru adımlarımı peş peşe atmaya başladım. Şelalenin önüne geldiğimde kar yağışı iyice yoğunlaşmıştı.

Gök delinmiş de gökyüzündeki bulutlar yeryüzüne inmek zorunda kalmış gibi kar yağıyordu. Kar taneleri İnsanların kötülüğünü kendi güzelliğiyle gizlemeye çalışıyorlar gibiydi. Bu da az da olsa dünyayı iyi kılıyor.

Köpeklerim etrafta koşturup oynarken üstümdekileri çıkarmaya başladım. İşe her zaman olduğu gibi ilk şişme montumla başladım. Hemen ardından üstümdeki kazak yerde mortumun yanını buldu. Soğuk hava çıplak kollarıma değdiğinde hafif bir iç gıdıklanması hissi yarattı.

Yurt dışında buz duş çok meşhurken bizim ülkemizde hiç uygulanmıyor. Aslında ne kadar çok şey kaçırdıklarını bilmiyorlar. İlk başta insana kendini canlı hissettiriyor. Sonra daha dayanıklı yapıyor. En önemlisi Kalbimin tam üstüne yumruk yemişim hissine başka iyi gelen bir şey yok.

İç çamaşırlarım dışında bütün üstümdeki giysiler sırasıyla yerdeki yerlerini aldılar. Çıplak ayaklarım kara değdiğinde ilk an ateşe basmışım gibi ayaklarımın altında yanma hissettim. İşte bu his dünyalara bedeldi.

Soğuktan buz tutmuş su birikintisine girdiğim anda ilk başta hafif bir üşüme hissi olsa da zamanla vücudum buna alışmıştı. Yavaşça su birikintisi içine doğru ilerlemeye başladım.

Aradan beş dakika bile geçmeden ormanın içinden tanıdık bir ses duydum. Yüksek sesle adımı bağırıyordu. Peşinden köpeklerimin havlama sesleri yükseldi.

“Asya neredesin? “

Sesler ormanın içinden yaklaşmaya başlamıştı. Çıplaklığımı gizlemek için bacaklarımı kırarak suyun altına biraz daha girerek kafamdan aşağısını görünmez yaptım.

Su o kadar soğuktu ki buna ne kadar dayanırım kestiremiyorum. Tamam soğuğu severim ama bu kadar soğuk bana bile fazlaydı.

Barkın şelaleye gelen patika yoldan çıktı. Gözleriyle giysilerimi bulduğu an elalarının hedefi suyun içindeki ben oldum. Gözleri dehşetle büyüdü. Aramızdaki mesafeye rağmen sert bakışlarından ne kadar kızgın olduğunu anlayabiliyordum.

“Senin burada ne işin var?”

“Söylenenler gerçekten doğruymuş. Asya sen kafayı mı yedin? Hava zaten eksilerde bu havada suya mı giriyorsun!” Soruma cevap vermeden kendi sorularını peş peşe sıralamıştı.

Pes etmeden demin sorduğum soruyu bir daha sordum. “Senin burada ne işin var?” Kıyafetlerimi yerden eline aldı. Üstlerine yağan karı elleriyle temizledi.

“Asıl senin burada ne işin var? Kafayı mı yedin sen?” Ses tonu kızgın demir gibi yakıcıydı.

“Ben sana akıllı olduğumu iddia etmedim.” Suyun içinde durmaya daha fazla dayanamadığım için yavaşça ayaklarımı olduğum yerde düzleştirdim.

“Düşünmeye geldim.” İnsana düşünürken bile rahat vermiyorlar.

“Sen sıcak evinde düşünemiyor musun? illa buz gibi havada suya mı girmen gerekiyor.” Ağzından çıkan her bir kelime küfreder gibi çıkmıştı. Şu an içinden bildiği bütün küfürleri ediyor muş gibi hissettirdi.

“Nerede düşüneceğimi sana mı soracağım. Kıyafetlerimi yere bırakıp arkanı döner misin?” Etrafta koşturan köpeklerimin sesi daha fazla duyulmaya başladı. Orman da yabani hayvana denk gelmiş olmalılar.

“Hasta olacaksın. Önemli bir soygun öncesi hasta olamazsın.” Söylenmeye devam ederken ne kıyafetlerimi yere bırakmıştı. Ne de arkasını dönmüştü.

“Arkanı döner misin suda daha fazla kalamayacağım.” Şu an kendimi ezilenler kitabındaki 823 kelimelik cümle gibi hissediyorum. Duyuluyorum ama ne anlattığım anlaşılmıyor.

“Beni oraya getirtme arkanı dön.” Beni çıplak görmesini istemiyorum. Ama biraz daha zorlarsa dışarı çıkıp onun kafasını kırmaktan büyük bir zevk duyacağım.

“Gelirsen ne olur.” Beni kızdırmak için bilerek arkasını dönmüyordu. Ben ona kızdırdığım için o da beni kızdırmayı kendine hak görüyordu.

“Oraya gelirsem senin ağzınla gözünün yeri değişir.” Barkın’ın yüzünde sıkıyorsa gel de yap ifadesi belirdi. Bakışlarıyla bana meydan okuyordu. İyi madem o arkasını dönmüyor ben de onu bekleyecek değilim ya. Beni iç çamaşırlarımla görmesinden utanacağımı sanıyorsa çok yanılıyordu. Ben böyle şeylerden utanacak biri değilim.

İç çamaşırlarımla sudan çıktığım an Barkın’ın göz bebekleri büyümeye başladı. Böyle bir şey yapmamı gerçekten beklemiyordu. Konuşmayı yeni öğreniyormuş gibi dudaklarını birkaç kere açıp kapattı. Hemen peşinden dudaklarını bir kere daha açtı.

Etrafta havlayan köpeklerime “Ponçik, Pamuk buraya.” diye seslendim. Belki gelir Barkın’ı benim için ısırırlardı.

“Asya ben senin koruman değilim. Tehdit edip beni susturamazsın.” Ben ona yaklaştıkça Barkın da bana doğru yürümeye başladı.

“Ayrıca ben tehdit altındayken uysallaşmam tam aksine daha saldırgan olurum. O yüzden beni tehdit etmeyi bırak.” Sözleri sertti. Ama bakışları pamuk gibiydi. Soğuktan kızarmış tenimi baştan aşağı inceledi.

“Tehditle istediklerini diğerlerine yaptırabilirsin ama bana yaptıramazsın. Her kuşun eti yenmez.”

“Neyse ki her kuşun etini yemeyecek kadar zenginim. Ben sadece avlanma peşindeyim. Yanlış gökyüzünde uçuyorsun. Seni öldürmek bir kurşunuma bakar.”

Barkın’la laf dalaşı yaparken titremeye başladım. Dışarısı suyun altından daha soğuktu. Ve ben çıplaktım.

Barkın soğuktan titrediğimi fark ettiği an elindeki kıyafetlerimi bana doğru uzattı. Tek tek elinden giysilerimi alırken Barkın gözlerini bile kırpmadan beni izliyordu. Gözlerindeki arzuyu görebiliyordum. Arkasını dönmeyerek aklı sıra beni zor duruma sokacaktı. Şu an zor durumda olan kendisiydi.

Taytımı ayaklarımdan geçirirken bir yandan konuşmaya devam ettim. Barkın’a ne kadar kızarsam kızayım içimdeki öfke dinmiyordu.

“Burası benim evim. Benim sınırlarım. Benim gölgemde bana diklenmek gibi bir hata yapma.” Üstüme kazağımı geçirirken cümleme devam ettim. “ Hiç kimse benim evimde at koşturamaz. Buna izin vermem. “

Her horoz kendi çöplüğünde öter burası da benim çöplüğüm. Burada patron benim bunu ne kadar çabuk anlarsa onun için o kadar iyi olurdu.

Barkın söylediklerimi bütün ciddiyetsizliğiyle dinledi. Gözlerindeki o alaycı bakışlarından bile ciddi olmadığı belliydi. Beni ciddiye almadığı yetmiyormuş gibi çapkın bir bakışla beni yemeye devam etti.

Ben mortumu giyerken bana doğru yaklaşmaya başladı. “Asya bana karşı bu kadar sertken diğerlerine karşı neden bu kadar güler yüzlü ve anlayışlısın. “

Montumun fermuarını kapatmak için önüme geçti. Elleri fermuarı çekerken elaları okyanuslarımdaydı. “Bana karşı kapı duvarken, yüzünde mimik oynamazken diğerlerine karşı pamuk gibisin.” Sesinde gizli bir sitem yakalamıştım. Yeni tanıdığım birine karşı neden iyi olayım ki.

“Buna korumalarında dahil.” Fermuarı boğazıma kadar çekmişti. Orhan ve Halit’le aramdaki bağ can bağıydı. İsrafil’le onu nasıl can bağı bağlıyorsa onlarla beni de öyle can bağı bağlıyor. İki yıl önce onları bulduğumda yüksek doz uyuşturucudan ölmek üzerelerdi. Onların hayatlarını kurtardığım için bana karşı bu kadar iyiler.

Şu an karşımda yirmi sekiz yaşında bir adam değil de on yaşında bir çocuk varmış gibi hissediyorum.

“Çünkü onlar benim hayatıma dün girmedi. Hepsini Kaç yıldır tanıyorum haberin var mı?” Hepsi kaç kere benim için hiç düşünmeden canlarını tehlikeye attı.” Onlarla nasıl tanıştığımı anlatacak değilim.

Bu adam daha ilk günden ayarlarımla oynuyordu. Ona adamlarımla ilişkim hakkında açıklama yapmama bile gerek yoktu. Ama kendimi bir anda ona açıklama yaparken bulmuştum.

Benim büyük bir ciddiyetle yaptığım açıklamayı duymazlıktan gelip bana doğru eğildi. Dudaklarımız birbirine yaklaşıncaya kadar durmadı. Allah aşkına bu adamın derdi ne!

“Ne yapmaya çalışıyorsun?” Kendimi geri çekmeye çalıştığımda elini belime koyarak buna izin vermedi.

“Seni daha yakından tanımak için senden izin istiyorum. Belki ben de senin hayatını sayısız kere kurtarırım. “Dudakları dudaklarıma değmeden konuşmaya devam etti. “O zaman belki bana da gülersin.” Yaptıklarıyla beni kurtarmıyor. Tam aksine öldürüyor.

Kendimi sakin tutmaya özen gösteriyordum. Hayatta kalmak istiyorsam tehlike anında sakin kalıp mantığımı kullanabilmem lazım.

“Tekrardan soruyorum ne yapmaya çalışıyorsun.” Eli beni olduğum yerde sabit tutarken belimde aşağı yukarı hareket etmeye başladı.

“Sen ne kadar inkâr etmeye çalışsan da aramızdaki bağı gösteriyorum.” Aramızda lanet bir çekim olduğunun ben de farkındayım. Bunu bana göstermesine gerek yoktu. Teninin tenime değmesi bile aramızdaki çekimi alevlendiriyor. Tenlerimiz birbirine kavuşmak için yanıp tutuşuyordu.

Belimdeki eli boynuma oradan saçlarıma gitti. Kazağımın altındaki ıslak saçlarımı eliyle geriye işkence sayılacak bir yavaşlıkta attı.

“Buraya beni yakından tanımak için şans istemeye mi geldin.” Yüzünde bir gülümseme vardı. Bunu sorduğum soruya cevap vermemek için yaptığını biliyorum.

Barkın yaptıklarıyla, dedikleriyle gardımı düşürmeme neden oluyordu. Bir insanın gardını düşürmek istiyorsanız ona mutlu sonlu bir gelecek için umut verin. Umut bütün savunma sistemlerini parçalayan bir kurşundur.

“İlk başta evet ama artık hayır. “Etrafımızdaki köpek sesleri daha fazla artmaya başladı. Köpeklerim buldukları yabani hayvanı kovalıyor olmalılar.

O ne demek olduğunu ben sormadan Barkın açıklamaya başladı. Ayrıca neden bana dokunmadan yapamıyordu. Lanet Dokunuşları beynimi uyuşturmaya yetiyor hatta artıyordu.

Barkın da anlayamadığım bir şey vardı. Onun bana yakın olması celladın kurbanına yakın olması gibiydi. Bana yaklaştığı her saniye beni ne zaman öldüreceğini beklemekle geçiyor.

“Uslu bir kız olup buna izin vereceğini biliyorum. Vermezsen de….” Deyip sustu. Dudakları dudaklarımdan minim uzaklaşıp çeneme geldi. Varla yok arasında bir öpücük kondurdu.

“Vermezsem.” Yarım bıraktığı cümleye devam etmesini bekledim.

“Vermezsen de ben almasını bilirim Asya. Beni daha önce tanıdığın piçlerle karıştırma. Ben bir kadını istersem, o kadın benim için fethedilecek toprak gibi olur. Onu fethedinceye kadar durmam.” Beni fethedilecek bir toprak olarak mı görüyordu.

“Sen benim krallığımı kurmak istediğim o yersin. Seni hiçbir şeyi istemediğim kadar istiyorum.” Sanırım bugün bu ormanda şaşkınlıktan inme geçirerek öleceğim. Her söylediği bir öncekinden daha fazla beni şaşırtıyordu.

Dudaklarından çıkan her kelimenin içimdeki tayları harekete geçirmesini saymıyorum. Şu an kalbimin içinde sayısız at aynı anda koşuyor. Dışarı çıkmak için duvarımı yok sayıyorlar.

Önce derince bir yutkunup hemen ardından “Yalnız ben sahiplenilecek bir kara parçası ya da bir eşya değilim. Beni sahiplenemezsin. “ Sahiplenmezdi değil mi?

Başını beni onaylamaz bir şekilde salladı. “Yanıldığın bir konu daha, seni sahiplenebilirim. Öyle de yapıyorum. Bu hayatta bazı şeyler tek başına anlamsız olur. Nasıl ki çiçek toprağa, bulut gökyüzüne ait sen de bana aitsin. Sadece bunun farkında değilsin. “Beni daha dün gördü. Nasıl kendinden bu kadar emin konuşabiliyordu.

“Sana ait filan değilim. Şöyle şeyler demeyi de bırak daha beni tanımıyorsun bile” Yeni tanıdığı birine böyle şeyler demesi çok mantıksızdı değil mi? Benim karanlık tarafımı net olarak görememişti. Neler yaptığımı ya da neler yapabileceğimi bilmiyordu. Ellerimdeki kandan haberi yoktu.

“Senin bana ait olduğunu anlamam için senelerin geçmesine gerek yok. İnsan ait olduğu yeri ilk gördüğünde anlar. Ben seni ilk gördüğümde bana ait olduğunu anladım. Bunu sen de anladın. Sadece anlamamazlıktan gelmek kolayına geliyor. “Gözleri dudaklarıma bir yiyecekmiş de Barkın günlerce aç kalmış gibi bakıyordu.

“Senin de böyle hissettiğini sana kanıtlayabilirim. Bunun için yapmam gereken tek şey seni bir kere öpmek. O zaman sen de anlayacaksın benim olduğunu.” Ben daha dediklerini algılayamadan Barkın dediğini yaptı. Dudaklarımın hemen yanında olan dudakları dudaklarımı kavradı. Dudakları dudaklarımı hoyratça sömürüyordu. Yıllardır hep bu anın hayalini kurmuş gibiydi. Beni öpmüyor Kime ait olduğumu beynime kazımaya çalışıyordu. Dişleriyle alt dudağımı canımı yakmayacak şekilde ısırdığında kendimi geri çekmeye çalıştım. Buna izin vermek yerine açılan dudaklarımdan dilini ağzımın içine soktu. Bu sayede öpücüğü daha derin oldu.

Barkın’ın dudakları dudaklarımı tutkulu bir şekilde öperken ona karşılık vermedim. Ama kendimi bir daha geri çekmeye de çalışmadım. Barkın tarafından öpülmek bu zamana kadar öptüğüm diğer erkeklerin izini siliyordu. Beni ilk öpücüğüm gibi heyecanlandırıyor. İçimde deli taylar koşturuyor. Demin soğuktan yanar tenim şimdi Barkın’ın sıcağından alev almıştı. Barkın ikimizi de yakmadan bırakmayacaktı.

Ellerimi yukarı kaldırdım. Parmak uçlarımı boynuna sardığımda bu hareketim Barkın’ın parmaklarının enseme gitmesine neden oldu. Aramızdaki öpücük artık tek taraflı değildi. Bugün bu ormanda ilk defa kalbime yenilmiştim. Sonumun başlangıcına gökten inci tanesi gibi düşen kar taneleri de şahitlik etmişti.

Elleri ensemden önce boynuma daha sonra da sırtımda gezinmeye başladı. Parmakları tenimi hafif sıkıyor hemen artından sıktığı yeri ovuyordu. Bu hareketi neredeyse bütün vücudumda yapmıştı.

Bizi ayıran ne ben olmuştum ne de Barkın bizi ayıran önce silah sesi sonrasında da bir kurşunun yanımızdan geçmesiydi.

Barkın silah sesini duyduğu an kendisiyle beni yere attı. Ne olduğunu anlamaya çalışır bir şekilde kurşunun hangi taraftan geldiğini anlamaya çalışıyordu. Etrafımızı kurşun sesleriyle birlikte köpek sesleri de sarmıştı.

O an bir aydınlanma yaşadım. Köpeklerimin kovaladığı şey yabani hayvan değildi. Bu adamları kovalıyorlardı. Evden çıktığımızdan beri beni ve köpeklerimi takip ediyor olmalılar.

Başımızın üzerinden peş peşe kurşunlar geçiyordu. Ama benim tek dikkat edebildiğim Barkın’dı. Bana bir şey olmaması için bedenini bana siper etmiş kollarını başımın etrafına sarmıştı. Bir insan yeni tanıdığı biri için kendi canını hiçe sayar mıydı?

“Asya rahatını bozuyorum ama tepemizden kurşunlar geçiyor.” Gözlerimi Barkın’ın gözlerinden çekip yüzünde dolaştırdım. Aşağıdan bakınca daha yakışıklıydı. Kemikli çene yapısı ona ayrı bir yakışıklılık katıyor. Sağ yanağındaki kalemle çizilmiş gibi olan küçük beni çekiciliğine çekicilik katmış.

“Farkındayım, beş santim uzağımızdan geçtiği sürece sıkıntı yok. Mesele bir santimden sonra başlıyor.” Barkın benden ne cevap bekliyordu bilmiyorum. Ama bunu beklemediği kesindi. Yüzüme doğru homurdanmaya başladı.

“Ne yapacağız adamların ne kadar sürede gelirler.”

Şişme mortumun cebinden her zaman yanımda taşıdığım küçük tabancamı çıkardım.

“Adamlarımın bizi duyduğunu sanmıyorum. Tipi silah seslerini bastırıyordur.” Silah seslerine bakılırsa adamların sayısı en az yirmi kişiydi. Yeteri kadar hazırlıklı olsaydım yirmi adam benim için bir hiçti. Ama şu an ki şartlarda altı kurşunla yirmi adamı öldürebileceğimi düşünmüyorum. Tabi bir mucize olmazsa.

Hep güzel günler görüp öyle öleceğimi sanırdım. Görünüşe bakılırsa güzel günler görerek değil de güzel bir manzarayla öleceğim.

“Siktir. Burada kaderimize mi terk edildik.” Barkın belinden benim evin içine gizlediğim silahlarımdan birini çıkardı. Bu silahı nereden bulduğu ya da ne zaman aldığını sormadım. Çünkü şu an ona bunun için minnettardım. Güzel şeyleri sorgulamamak gerekir.

Bu içimdeki cılız olan umut ışığını güçlendirdi.

“Durum o kadar da kötü değil iki kişiyiz. Ve ikimizin de silahı var. Bence adamları paket yapabiliriz.” Barkın’ın ne ölçüde silah kullandığını bilmiyorum. Ama daha önce birini öldürdüğününe göre çok da kötü değildir. Ormanlık alanda adamları temizleyerek evime doğru yaklaşırsak adamlarım silah seslerimizi duyar bize yardıma gelirdi.

“İkimiz bu kadar adamı nasıl paket yapacağız Asya? Biz Süpermen miyiz? Gelen seslere bakılırsa etrafta bu adamlardan başkaları da var.”

Başımı yukarı kaldırıp yüksek sesle söylenmeye başladım. “ Allah’ım bu haksızlık, biz sadece iki kişiyken onlar Anadolu’yu işgal etmeye gelen haçlı askerleri gibi akın akın geliyorlar. Bir kerede değil sefer üzerine sefer düzenliyorlar. “

“Senin tarih bilgine sokayım Asya. Şu an bile tarihten örnek veriyorsun. Kızım biraz sonra biz tarih olacağız burada senin haberin var mı?” Hırıltılı sesiyle aslan gibi kükredi. Ama yavru aslan.

“ Bir hanımefendinin yanında küfür edilmez sana öğretmediler mi?” Ben soyadım kadar asil bir kadınım!

Barkın söylediklerime inanamıyormuş gibi gözlerini devirdi. Bu adam bana ne demek istiyordu. Benim ne kadar asil biri olduğumu bütün ülke biliyor.

“Sen mi asilsin Asya! Güldürme beni. Ayrıca belirtmek isterim. Zamanın bile adaleti yoktur Asya. Sen neyin adaletinden bahsediyorsun. Beklerken yavaş geçen zaman acelemiz olduğunda köprünün altındaki su misali akar gider. Şimdi bu siktiğimin ormanında adamlarının bizi fark etmesini beklerken geçmeyeceği gibi. “Barkının hala adamlarımın sesimizi duyacağına dair umudu vardı. Bu iyi bir şey demek ki iyimser bir kişiliği var.

Kötü olan zaman hakkında söyledikleriydi. Bir hapishanede on yıldan geri saymak onun için hiç kolay olmamış. Bunu düşünmek bile içimde Barkın’a karşı merhamet duygusu uyandırdı. Onun da öfkesi en az benim kadar diriydi.

Tipinin ortasında daha fazla açık hedef olmak istemediğim için hemen yanımızda duran kayayı işaret ettim.

“Şunun arkasına saklanalım. “Elimle geldiğimiz patika yolu işaret ettim. “Yolumuzu temizleyerek ilerleyelim. Eve yaklaştığımızda adamlarım silah seslerini duyup bize yardıma gelirler. “

Planım Barkın’ın kafasına yatmış olmalı ki başıyla beni onayladı.

“Yolda temizlediğimiz adamların silahlarını alarak kendimizi mühimmat da buluruz.” Yerde sürünerek kayanın arkasına doğru ilerlemeye başladık. Barkın’ın yerde sürünmemize rağmen yüzünde bir gülümseme vardı.

“Asya sen şeytan gibi kızsın. Şu an ki şartlarda bile hemen plan yaptın.” Kayanın yanına ulaştığımız an arkamızdaki adamları kontrol etmek için cebimden telefonumu çıkardım. Kamera bölümüne girdim. Elimi kayanın arkasından çıkarmadan fotoğraf çekme tuşuna birkaç kere üst üstte bastım.

Amacım kendimi hedef haline getirmeden adamların bize ne kadar yaklaştığını anlamaktı. Yeterince fotoğraf çektiğimi düşünüp telefonu geri çekmeye çalıştığım an elimdeki telefonu bir kurşun dağıttı.

Kurşunun telefonuma gelmesiyle hızla elimi geri çektim. Muhtemelen aramızda birkaç adımlık mesafe vardı. Bu da attığım hiçbir kurşunun boşa gitmemesi anlamına geliyor.

“Telefonumu vurdun! Onun içinde kaç tane güzel fotoğrafım vardı senin haberin var mı?” bu adamların güzelliğe hiç saygısı yok. Ben bu güzelliği koruyabilmek için cilt bakımına ne kadar çok para harcıyorum.

Olduğum yerde dikleşip silahımın emniyet kilidini açtım. Birkaç saniye önce telefonumu parçalayan kurşunun hizasına hedef alarak ateş ettim. On adım gerimizde duran adamı tam beyninden vurup tekrardan kayanın arkasına saklandım.

“Şeytan gibi kız ne ya! Ben işi öğrenmesi için şeytanı yanıma çırak olarak alıyorum.” Barkın söylediğime kahkaha atıp yerinde dikleşti. Şu an ölmek üzere olabiliriz ama o bulunduğumuz durumdan gayet eğleniyordu. Onun bu neşeli hali benim de dudaklarımın yukarı kıvrılmasına neden oldu.

Başını kaldırıp arkamızda olan adamlardan birini kalbinden vurdu.

“Bak bu doğru işte daha önce hiç bu kadar kanunsuz birini tanımamıştım. “Barkın aşağı çökerken ben yukarı kalkıp başka bir adamı başından vurdum.

“Kanunlar sıradan insanları bir arada tutmak için vardır. Sıradanı daha fazla sıradan yaparken zengini daha fazla zengin yapar. Sen daha önce hiç kanunlara uyan bir zengin gördün mü?” Ben eğilirken Barkın tekrardan yükseldi. Yeni bir hedefe nişan aldı.

Ben de hemen peşinden kalkıp başka bir takım elbiseli adama nişan aldım. Barkın soruma cevap vermek için dudaklarını araladığı zaman onun yerine söze girdim.

“Ben söyleyeyim hayır! Kanunlar zengine uyar. Para her zaman güçtür. Ve ben her zaman güce hükmederim. Hayatta ben de varım demenin adı kanunsuzluksa evet ben kanunsuzum.” Söylediklerimde haklı olduğumu o da benim kadar biliyordu. Ama buna rağmen beni onaylamadı. Yüzünde beni yargılayan bir ifade vardı.

Ben artık yaptıklarım için onay bekleyecek yaşı çoktan geçtim. Neyi neden yaptığımı en iyi ben biliyorum. O yüzden kimsenin onayına ihtiyacım yok.

Kurşunum bitinceye kadar bizi sıkıştırmaya çalışan adamları tek tek indirdik. Son kurşunum kaldığında yerimde sabit kaldım.

“Kurşunum bitmek üzere bir an önce çıkmamız gerekiyor. “Barkın söylemese de onun da kurşununun bitmek üzere olduğunu biliyorum.

“Tamam benim de kurşunum az kaldı. Şimdi dediğimizde kayanın arkasından çıkıp patika yola doğru ilerliyoruz.” Barkın “şimdi” dediği an ikimiz de dışarı çıktık. Ben son kurşunumu harcarken Barkın ikimizi de korumak için beni hemen arkasına çekerek üst üste ateş etmeye devam etti.

İkimiz de koşarak patika yolda büyük bir meşe ağacının arkasına sakladık. Birkaç adım ilerimizde duran öldürdüğümüz adamların silahlarının nerede olduğuna baktım.

“Sen burada bekle ben adamlardan silahları alıp geliyorum.” Benim kurşunum bittiği için beni dışarı çıkarmak istemiyordu. Bunu beni korumak için yaptığını bilmek kendimi tuhaf hissetmeme neden olmuştu. Daha önce hep koruyan taraf ben olmuşumdur. İlk defa bir çatışmada korunan tarafım.

Barkın öldürdüğümüz adamların silahlarıyla yedek şarjörlerini de alıp geldi. Elindeki Springfield markasına ait silahları uzattı. “ Seç hangisini istersin.” İkisinin de özellikleri aşağı yukarı aynı olduğu için bana yakın olana uzandım.

“Senin hayatını kurtardığıma göre buradan çıktığımızda bana seni daha yakından tanımak için şans verecek misin?” İçimden binlerce hayır yükselse de dudaklarımdan kısık sesle bir “ Evet “ çıktı. Çünkü benim için barış yapmak savaşmaktan daha zordu. Hayatta kalmak için her zaman savaşmak zorunda kalan birine silahla değil de çiçekle gelinince bir anda ne yapacağını bilemez. Çünkü barışın ne demek olduğunu bilmez.

Bir yanım bunu yaptığım için pişman olacağını biliyordu. Ama gene de diğer yanım bunu yapmak istedi. Çünkü ben iflah olmaz bir salağım.

Barkın’ın dudakları yukarı kıvrılırken gözleri kısıldı. Bir anda bu kadar mutlu olması kendimi kötü hissettirdi. Şu an elimde geri sarma tuşu olsa Barkın’a evet demezdim.

“Sana beni yakından tanıman için şans veriyorum. Lütfen içimdeki son iyilik kalıntısını yok etme.” Barkın’ın yüzündeki ifade yavaşça silinmeye başladı. Sanırım ona şans veriyorum derken onunla evlenmek istediğimi sanmıştı. Şu an nikah masasında ona evet demişim gibi korkuyla yüzüme bakıyordu.

Aramızdaki gerginliği sonlandırmak için “ Beni sana şans verdiğim için pişman edersen ülkeden en kestirme yolla kaç. Aksi takdirde seni bulursam çıplak ellerimle seni boğarım.”

Söyledim uzaktan tehdit gibi görün

ebilir ama hepsinde son derece ciddiydim. Onu önce boğup sonra da asitle yok derim.

Barkın üstündeki gerginlikten tam anlamıyla kurtulmasa da yüzündeki ifade biraz olsun gevşemişti. Bu adam sanırım tehdit edilmekten hoşlanıyor.

“Boğma konusunda ciddi olduğumu bil.” Sanırım bu konuda şaka yaptığımı sanıyor ama böyle ciddi konularda şaka yapmam.

“Sen de boğmakla kafayı bozdun.” Çünkü yakından kan görmek içimi bir hoş yapıyordu. Bayılmıyorum ama yemek yememe engel oluyor. Kendimi tanımasam vicdan azabı çekiyorum derim ama bende vicdan olmadığını bilecek kadar kendimi tanıyorum. Kan lekesinin giysilerden çıkmaması da çabası.

Bir dakika önce Barkın’ın yüzünden silinen o sinir bozucu ifade tekrardan yüzünde belirdi.

“ Seni kan tutuyor olamaz değil mi?” Lanet olsun şu an hiç eğlenmediği kadar eğleniyordu. Şu an karşısına iki ayı çıkarıp oynatsam bu kadar gülmez.

“Kan tutmuyor sadece yakından birini öldürdüğümde üstüme bulaşıyor bundan hoşlanmıyorum.” kıyafetlerimin ne kadar pahalı olduğundan haberi var mıydı?

Gözlerinde bir ampul yandı. “O yüzden yakınındaki değil de uzağındaki adamları öldürüyorsun.” Mecbur kalmadıkça her zaman ilk uzaktan başlarım. Uzaktakini öldürünce yakındaki sıranın ona geleceğini anlayıp kaçmaya başlıyor. Bu da bana temiz kıyafetler bırakıyor.

“Kan tutan katil mi olur?”

Elimdeki silahı kaldırıp Barkın’ın tam alnına dayadım. “Kayıtlara geçmesi için tekrardan söylüyorum. Kan tutmuyor giysilerimin pislenmesinden hoşlanmıyorum. Ayrıca tek kelime daha edersen şarjörü kafana boşaltırım. “Benimle daha fazla dalga geçmesine izin verecek değilim.

“Ruhun gökyüzüne çıkarken görürsün kan tutuyor mu tutmuyor mu?” Barkın şu an kurşunlanmıyormuşuz ya da alnının ortasında bir kurşun yokmuş gibi rahat davranmaya devam ediyordu. Bu adam gerçekten ölmekten korkmuyordu değil mi?

“Benim ruhum seni ilk gördüğü an gök mavisi gözlerine yükseldi bile.” Bu adam her koşulda asılabiliyordu. Damarlarında çapkınlık akıyor.

Artık net bir şekilde benden korkmadığını gördüğüm için daha fazla zaman kaybetmeden elimdeki silahı indirdim. Burada tartışıp daha fazla zaman geçirmenin anlamı yoktu.

Etrafımızda kurşun sesleriyle birlikte köpek sesleri yükselmeye devam ediyordu. Dört bir yanımızı sarmışlar.

Barkın arkasına saklandığımız meşe ağacın gövdesinden uzaklaşıp bize yaklaşmakta olan bir adamı daha yere indirdi.

“Asya senden önce hep can sıkıntısından öleceğimi sanıyordum. Ama artık senin yanındayken böyle bir şeyin olmayacağını anladım.” Dedi şakayla karışık. Şu an ki halimizde bile Keyifli olması normal mi?

“Ne güzel işte renksiz hayatına renk getirdim.” Barkın’ın arkasından çıkıp uzaktaki adamı indirdim.

“Bu doğru renksiz hayatıma gökkuşağı oldun. Senden önce bu kadar renk olduğunu bile bilmiyordum.” Barkın’ın dudaklarından pervasız bir şekilde dökülen kelimeler dudaklarımın sahra çölüne dönmesine neden oluyordu. Üstümde bu kadar etki bırakmasından nefret ediyorum. Bu bana kendimi güçsüz hissettiriyor.

“Çenen değil de elin iş yapsın yoksa ikimiz de burada öleceğiz.” Sesimi umursamaz tutmak geçen her saniye daha zor olmaya başlamıştı.

“Şimdi biz neyiz diye sormayacak mısın?” diyerek konuyu kapatma girişimimi karşılıksız bıraktı.

“Sormayacağım. Çünkü hiçbir şey değiliz. “ Verdiğim cevapla birlikte aramızda bir an ölüm sessizliği oldu. Havada barut kokusuyla birlikte ölüm sessizliği de asılı kaldı.

Patika yolda önümüzü açarak gitmeye devam ediyorduk. Barkın bir an başını bana çevirdi. Gözlerinde öfke ya da sinir yoktu. Onun yerine benimle ne yapması gerektiğini bilmiyormuş bir ifade vardı. Ona naz yaptığımı düşünüyordu. Ama öyle bir şey yapmıyordum.

Beni tanıma şansı verdim. Ama bu demek değil ki hayatımda özel bir yer edinecek. Kalbim bir yandan Barkın’a yakın olup onu yakından tanımak istiyor. Diğer yandan da arkasına bile bakmadan kaçmak istiyordu. Kalbimin içinde uyandırdığı hisler beni korkutuyor.

“Şimdilik değiliz. Ama olacağız bunu sen de biliyorsun.” Barkın’la ne oluruz ya da olmayız bilmiyorum. Ama muhtemelen benim ölüm nedenim olacağını biliyorum. Azrail ölüm anında bazı insanlara güzel görünürmüş korkutmamak için. Benim Azrail’im de Barkın’dı. Beni ölüme ikna etmek için güzel görünüyordu.

“Öyle bir şey olmayacak.” Kalbim savunma hattını güçlendirip inkara başvurdu.

“Neden biliyor musun? Çünkü dünyada mutlu ilişki diye bir şey yoktur. Birini hayatına almak neşeli bir cenazeye benzer. Bir cenaze ne kadar neşeliyse ilişkilerde o kadar neşelidir. “Bir kere hayatına aldı mı bütün büyü bir anda bozulur. Hayat mutlu sonları kabul etmeyecek kadar adaletsiz. Bu hayatta ne kadar mutsuz olursan o kadar var olursun.

“Ben sana mutlu bir ilişki vaat etmiyorum ki. Tam aksine her gün seninle birlikte olduğumuz için pişman olacağımı biliyorum.”

“Benimle mutsuz olacağını bile bile hayatıma mı girmek istiyorsun.” Sanırım şu an adrenalinden ne dediğini farkında değildi. İnsan mutuz olacağını bile bile niye biriyle birlikte olur ki.

Kendi kendime sorduğum soruya kendim cevap verdim. Beni öldüreceğini bildiğim halde onunla neden konuşmaya devam ediyorsam ondandır.

“Seninle mutsuz olacağım demedim. Beni küstah ağzınla her gün pişman edeceğini söyledim.” Bana küstah dediğine alınganlık yapmadım. Hatta dediği hoşuma bile gitti. Beni gerçekten tanımaya başlıyordu.

Hemen yanımızdan geçen kursun bugün ikinci defa bizi bölmüştü. Barkın’ın ölen adamlardan aldığı silahın kurşunları bitmiş yedek şarjörlere geçmiştik. Gök delinmiş gibi yağan kar işimizi zorlaştırıyor. Bizim bu ormanda köşeye sıkışmamıza neden oluyordu.

“Ayaklı zelzele gibisin daha ilk günden beni öldüreceksin.” Barkın’ın sitem dolu sözleri yüzümde gülümsemeye neden oldu. Çünkü gerçekten öyleydim. Bana yakın olmak kıyamete yakın olmakla eş değer.

Az ilerimizde yükselen kuşun sesinden sonra köpeklerimden birinin acı dolu havlaması yükseldi. Sanırım bu şerefsizler köpeklerimden birini vurmuştu. Köpeğime bakmak için sesin geldiği yöne doğru gitmeye başladım. Hemen arkamdan gelen ayak seslerine bakılırsa Barkın da benimle birlikte geliyordu.

“Ben tek başıma giderim sen burada bekle. “Silah sesinin geldiği yönde ağaçların sayısı daha azdı. Bu da bizi açık hedef haline getirecekti. İkimizin aynı anda açık hedef haline gelmesine gerek olmadığı için onu arkamda bırakmak en mantıklı seçenekti.

“Seni o sırtlanların içine tek başına yollayacak değilim.” Barkın’ın yüzünde kararlı bir ifade vardı.

“ Ben aslanım sence sırtlanlar bana bir şey yapabilir mi? “Sırtlanların borusu aslanlar gelinceye kadardır.

“Olsun gene de ben de seninle geleceğim.” Ne dersem diyeyim onu ikna edemeyeceğimi biliyorum. O yüzden pes edip köpeğimin acı dolu inlemelerinin geldiği yere doğru yürümeye devam ettim. Barkın da bir adım gerimden beni takip ediyordu.

“Öne ben geçeyim.” Barkın’ın önerisini kabul etmedim. Uzun zamandır ölmekten korkmuyorum. Artık ölüm benim için bir son değil bir başlangıçtı. Ne kadar günahkâr olsam da ölümün beni bu hayat kadar incitmeyeceğini biliyorum.

“Hiçbir zaman başkasının arkasına saklanmadım. Saklanmayacağım da” Elimdeki silahı yirmi beş metre ilerimizde ağacın arkasına saklanan adama nişan aldım. Ateş etmek için ağacın arkasından dışarı çıktığı an adamı tam başından vurdum.

İçindeki cesaret ateşi ne kadar çok yanarsa o kadar dokunulmaz olursun bu hayatta. İnsanlar yanmaktan korktukları için yangınına el sürmezler.

Cesedin hemen arkasında birkaç tane adam daha vardı. Barkın’la aynı anda onlara ateş etmeye başladık. Hepsini yere serdiğimizde yerde kanlar içinde yatan köpeğim göründü. Vurulan köpeğim çoktan ölmüş. Acı dolu havlama sesi pamuğun kardeşinden geliyordu. Bulut kardeşinin öldüğünü anladığı için ağlıyordu.

Kardeşlik böyle bir şeydi işte. İnsanda da hayvanda da sadece kardeş ağlıyordu.

“Peşimizdeki adamlar kim olabilir. Bildiğin bir düşmanın var mı?” Bunu cidden soruyor muydu? Türkiye’deki karanlık işler yapan her adamı neredeyse soydum. Gerçek kimliğimi öğrenmek için peşime taktıkları adamların sayısı bile küçük bir il eder.

“Peşimdekilerin sayısı İstanbul’un kayıt dışı nüfusunun sayısından bile daha fazladır.”

“O zaman en çok kim peşinde?” En çok kimin canını yaktığımı düşünmeye başladım. En son Selami Demirkan’ı soysam da içimdeki ses onun olmadığını söylüyordu. Lanet olsun ben bunu niye düşünemedim.

“Ata Erdem.” Her yerde yana yakıla beni arıyordu. Kimliğimi öğrenmiş olmalı. Oğluna yaptıklarımın intikamını almak için peşime adamlarını taktı. Onlarda beni tek yakaladıkları ilk yerde saldırdılar.

“Ata Erdem dediğin İsrafil’i hapiste öldürmeye çalışan adam mı?” Başımı evet anlamında aşağı yukarı salladım.

Barkın panik halinde kolumu çekiştirmeye başladı. “Buradan hemen çıkmamız gerekiyor.”

İsrafil’e yaptıklarından sonra Ata Erdem’den korkmuş olmalıydı. Haklı olarak ona da bir şey olacağını düşünüyordur.

“Korkma derdi seninle değil benimle” Peşimizden hala silah sesleri geliyordu. Ama artık evimin arazisine yaklaştığım için adamlarım silah seslerini duymaya başlamıştır. Birkaç dakika sonra burada olurlar.

“Sence korkuyor muyum?” Etrafa göz gezdirdi. “Burada açık hedef halindeyiz. Köpeğini öldürenler bizi de öldürebilir. “

Haklıydı. Ormanın içindeki tek boşlukta bekliyorduk. Ormanın içinde olduğumuz için çevrede keskin nişancı olduğunu düşünmüyorum. Ama gene de bulunduğumuz yer tehlikeliydi.

“ Onu burada bırakamam.” Onu almazsam Bulut da kalırdı. Onu da öldürebilirlerdi.

“Tamam, ben sonra gelip köpeğini alacağım. Şimdi lütfen şuradan gidelim.” Ses tonu ciddiydi. Ama aynı zamanda sesi samimi değildi. Şu an beni kandırmak için böyle diyor olabilir.

Burada kimin patron olduğunu göstermek için elini tutup ısırdım.

“Ah! Asya sen beni ısırdın mı?”

“Kurtlar da güçlü olan diğerine kimin patron olduğunu göstermek için ısırıyormuş.” Barkın açıklamama inanamıyormuş gibi şaşkın gözlerle bakıyordu.

“Sence biz kurt muyuz?”

“Hayır ama ben patronum. Dumanı almazsan seni asitle eritir seramdaki çiçeklere gübre yapalım.” Barkın tehdidimi görmezden gelmekle kalmadı. Sabır çeker gibi başını yukarı kaldırdı

“Sen şimdi komik olduğunu mu sanıyorsun?” ona şaka yapmadığımı söyleyecek zamanı bana bırakmadan konuşmaya devam etti. “Düşük bütçeleri komedi filmlerinden fırlamış adamlar gibi espri yapma bana.”

Ayaklarımıza yakın bir yere ateş edildiğinde barkın kolumdan tutarak beni saklanacak yer aramaya başladı.

“ şaka yapmamıştım. “ barkın beni sürüklerken bile gözlerim yerde ölü yatan köpeğimdeydi. Kanı yerdeki beyaz karı kırmıza bulamış. Kasvetli hava daha da kasvetli olmuştu. köpeklerimi seviyorum. Onlarda olan sadakat çoğu insan da yoktu.

“Ayrıca mizah anlayışımı beğenmediysen değiştirmem için ne önerirsin. Anlaşılan bu işlerden baya anlıyorsun.”

“ya da sen hiç konuşmasan daha iyi şuan senin mizah anlayışın dan daha ciddi sorunlarım varımız. “ bu adam beni susturmuş muydu? İlk defa biri benimle bu kadar açık bir şekilde konuşuyordu. İsrafil bile duracağı noktayı bilirdi.

Bu adam benim sonum olacak. Onun yerinde başka biri olsaydı. Daha cümlesi bile bitmeden onu çeker vururdum. Ama şuan gözlerimi devirmekten başka bir şey yapmadım.

Yerde kanlar içinde yatan köpeğime baktı. Üzüldüğümü görüyordu. Beni kızdırarak üzüntümü hafifletmeye çalışıyordu. O da muhtemelen benim gibi karşısındakini teselli etmesini bilmiyordu.

“ üzülme sen çok zenginsin yenisini alırsın.” Evet ben çok zenginim ama yenisini almak istemiyorum. Çevremdeki bütün canlılara ölümden başka bir şey getirmiyordum. Ölümle lanetlenmiş gibiyim. Belki de ailem olacak insanlar üzerimdeki laneti fark edip beni ondan bir kış günü ölüme dert etmişlerdir.

“Aldığımda ölsün diye mi alayım.” Şu an bulunduğumuz kasvetli havadan kurtulmaya çalıştım var gücümle. Her şeyin bir zamanı olduğunu biliyorum. Yas tutmanın da bir zamanı vardı. Ve şu an o zamanda değildik. Şu an savaşma ve hayatta kalma zamanındaydık.

Barkın bizi beş metre ilerimizde duran ağacın arkasına çekti. Hala kurşunlar hava da uçuyordu. İyi olan tek şey uzaklardan kurşun sesleri gelmeye başlamıştı. Adamlarım silah seslerini duymuş bize yardıma geliyor olmalılar.

Barkın dizlerinin üzerine kalkarak ateş ettiği için gözlerimin hemen önünde kalçaları vardı. Sıkı poposu Günaha davet eden şeytan gibi tatlı tatlı aklımı çeliyordu.

Kalçalarına bakmamak için kendimi ne kadar zorlasam da olmadı. İçimdeki savaşı kaybedip Göz ucuyla kalçalarına baktım. Arkada sanki gözü varmış gibi önce homurdanmaya benzeyen bir ses çıkardı hemen ardından söylenemeye başladı.

“Popomdan gözlerini ne zaman çekmeyi düşünüyorsun?” Bunu hiç düşünmemiştim. Ama anlaşılan düşünmem gerekiyormuş. Bunu beni utandırmak için değil bulunduğumuz kasvetli havayı dağıtmak için söylemişti.

İşe de yaramıştı. Beni utandırdı mı hayır ama suç üstünde yakalandığım için panikledim.

“Ben senin şekilsiz popona neden bakayım ki. Ayrıca belirtmek isterim benim popom seninkinden daha güzel. Baksam kendi popoma bakarım.” Ağzımdan peş peşe çıkan mantıksız cümlelere Barkın gülerek karşılık vermeyi tercih etti.

Dizlerinin yere eğdiğinde “Bakayım.” Dedi. Anlamaz gözlerle Barkın’a bakarken tekrardan konuştu. “Benden daha güzel olan popona bakayım. Gerçekten doğru mu söylüyormuşsun?” Yaşadığımız olayın ve adrenalinin bana verdiği yetkiyle beynim Barkın’ın dediklerini yapmak için harekete geçti.

Dizlerimin üstüne kalktım, arkamı döneceğim zaman duyduğum kıkırtı sesiyle benimle dalga geçtiğini anlayıp yerime hızla oturdum.

“Buradan bir çıkalım seni öldüreceğim.” Alınmış bir ses tonuyla “Sapık herif ne olacak!”

Barkın’ın kıkırdamaları gülmeye dönüştü. Kahkahalarının arasında “Sen bu akılla tek başına nasıl hayatta kalmayı başarıyorsun?” Dedi.

“Ben normalde çok zeki biriyim sadece…”

“Sadece aşk konularında tecrüben olmadığı için ne yapacağını bilmiyorsun.” Diyerek benim yarım bıraktığım cümleyi tamamladı.

Erkeklerin hep yaptığı işe devam ederek inkâr etmeye devam ettim. “Kafana kurşun mu geldi senin? Saçma sapan konuşuyorsun. Ben kimseye aşık değilim.”

“Sana sadece beni tanıman için şans verdim. Birlikte olacağız demedim.” Bu cümleyi bugün kaç kere kullanmak zorunda kaldım bilmiyorum. Bazen Barkın’ın yanında Türkçemin yetersiz kaldığını hissediyorum. Bu da o anlardan biriydi.

“Sence kafama kurşun yesem konuşabilir miyim? Farkında mısın bilmiyorum ama geçen her saniye sohbetimizin kalitesi düşüyor.” Elimde silah varken beni kızdırmakla ne kadar büyük bir hata yaptığını farkında değildi. Ama bu gidişle yakında farkına varacak.

“Biraz daha konuşmaya devam edersen beni vuracağım.” Yanımızdan geçen peş peşe kurşunlar Barkın’ın dikkatini Ata Erdem’in adamlarına verdi. Böylece zekâ akan sohbetimiz son bulmuştu. Umarım bu konuşmayı birine anlatıp beni utandırmazdı.

Barkın tekrardan dizlerinin üstüne kalkıp onlara ateş etmeye başladı. Ben de zaman kaybetmeden ayağa kalkarak önümüzdeki meşe ağacına doğru koşmaya başladım. Ben meşe ağacının önüne geldiğimde Barkın ateş etmeyi bırakarak benim olduğum yere doğru koşmaya başladı.

Hemen ayağının dibine kurşun geldiğinde birkaç saniye yerinde bekledikten sonra tekrardan koşmaya başladı. İşte o an beynimde bir ışık yandı. Barkın nasıl bu kadar iyi silah kullanıyordu. Ya da kurşundan kaçmasını nereden biliyordu?

O an beklemeseydi bir sonraki kurşunun üstüne gitmiş olacaktı. Daha önce silahlı çatışmaya girmemiş deneyimsiz insanlar kurşun geldiği an koşmaya başlarlar. Hiçbiri kurşundan hızlı koşamadığı için bir sonraki kurşunun üstüne giderek vurulurlar. Ama Barkın bunu biliyordu. Bir sonraki kurşunun üstüne gitmemek için beklemişti.

Bu da onun silahlı çatışmalarda deneyimli biri olduğunu gösteriyordu. On yıl hapis yatan biri silahlı çatışmalarda nasıl deneyimli olabilirdi. Böylece içimdeki deli taylara rağmen aklımdaki soru işaretlerine bir yenisi daha eklenmişti. Ya bize geçmişi hakkında anlattıklarından çok daha fazlası vardı. Ya da gerçekten on yıl hapis yatmamıştı. Adamlarımın bulduğu güvenlik kayıtları on yıl hapis yattığını gösteriyordu.

Barkın bakışlarımdan bir terslik olduğunu anladı ama ne olduğunu anlamamıştı. Üzerimizden geçen kurşunların içinde onunla bu kadar önemli bir konuyu konuşmak istemedim. O yüzden gözlerimi üzerinden çekip iki ağaç ilerimizde duran adamı saklandığı ağacın arkasında açıkta kalan ayağından vurdum. Adam acı içinde kıvranmaya başlayıp kendini ağacın arkasından dışarı attığı an kafasına nişan aldım.

Ben nişan aldım. Ama karnımda peş peşe yanma hissi oluştu. Etimin parçalandığını hissediyorum. Kanımın metal kokusuna bakırsa tek nişan alan ben değildim. Karnım kızgın demir bastırılmış gibi yanıyordu. Bu acıya rağmen kendimi zorda olsa karşımdaki korumanın beni bir kere daha vurmasına izin vermeden ağacın arkasına inmeyi başardım.

Barkın hala vurulduğumu anlamamıştı. Çevremizden o kadar çok kurşun geçiyordu ki hangisinin nereden geldiğini ya da nereye gittiğini fark edebilecek durumda değildi.

Şu an karnımı bedenimden koparıyorlarmış gibi hissediyordum. Ama buna rağmen büyük bir tepki vermemeye çalışıyordum. Şu an ben paniklersem Barkın da paniklerdi. Ben belki bugün bu ormandan sağ çıkamazdım. Ama şu an paniklersem Barkın’ın da sağ çıkmasına engel olurdum.

Diğer Köpeklerim havlama sesleri yaklaştığında Barkın şakayla karışık “Bunlar mı ponçik! Canavar gibiler. Hadesin üç başlı köpeği bile bunların yanında ponçik kalır.” Diyerek bana takıldı.

Barkın’a cevap vermek yerine karnımdaki kurşun yaralarına tampon yapmaya başladım. Kanamam çok fazlaydı. Bu tamponun işe yaramayacağını biliyordum. Ama adamlarım gelinceye kadar Barkın’a zaman kazandırmalıydım.

Çok fazla Kan kaybettiğim için ayaklarım uyuşmaya başlamıştı. Bununla birlikte yaz kış kaynayan kanım buz tutmuştu. Damarlarımda akan kan artık beni ısıtmıyordu. Nefes aldıkça canımın acısı artıyor. Bir an bu acıyı hissetmemek için ölmeyi diledim.

Barkın son söylediklerine cevap vermediğim için elindeki silahın başını bana döndürdü. Muhtemelen söylediklerine kızdığım için cevap vermiyorum sanmıştı.

İlk başta ne olduğunu anlayamadı. Ama bir tuhaflık olduğunun da farkındaydı. İlk baharın bütün güzelliklerini gözlerinde barındıran gözleri beni baştan aşağı süzdü.

Kanımı parmaklarımın ucundan damlarken gördüğü an ilkbahar kadar güzel olan gözlerine kışın kasveti çöktü. Bir saniye panikle yerinde donup kaldı. Gözlerindeki korku soyut olmaktan çıkıp somut bir şeye dönüştü.

Göz bebekleri büyüdü. “Asya sen vuruldun mu? “ Elindeki silahı yere bıraktı. Montumun fermuarına yöneldi. Elini yaralarımın üstünde duran elimin üstüne koydu. “ Yarana bakayım çok mu kötü?” Sorularına cevap vermedim. Ama o zaten cevabı biliyordu.

Sesini ne kadar düz tutmaya çalışsa da sesindeki acıyı hissedebiliyordum. Yarama bakarken Yaşadığı çaresizliği bütün benliğimle hissedebiliyorum. Yarama bakan gözlerinden durumun ne kadar ciddi olduğunu anlayabiliyorum.

“Kurşun derinde görünüyor o yüzden bu kadar çok kan akıyor. Buradan bir an önce çıkmamız gerekiyor.” Sesi jilet gibi keskin, yüzüyse ölüm kadar kararlıydı.

Buradan adamlarım gelmeden çıkamazdık. Etrafımızı adamlar çevirmişken olmazdı. Ben vurulduğum için Barkın’a yük olmaktan başka bir şey yapmazdım. Beni taşımaktan yolumuzu açamazdı. Beni bırakıp gitmesini söylesem bunu yapacağını düşünmüyorum. Onun yerine burada benimle ölmeyi seçecek gibi kararlıydı.

“Bana öyle bakmayı keser misin?” Yüzünde acı, huzursuzluk, korku karışımı vardı. Kontrolu kaybetmek istemiyordu. Ama çoktan kaybetmişti.

“Seni yakından tanıyabileceğimi söyledin.” Yarama bakmaya devam ediyordu.

“Yakından derken hiç organlarımı izleyebilirsin anlamına gelmiyor.” Küstahça yaptığı yoruma aynı şekilde karşılık verdim zor da olsa. Artık konuşurken ağzıma kan tadı gelmeye başlamıştı. Sanırım gerçekten burada bir ağaç dibinde sevdiklerimden uzakta öleceğim.

Barkın ağzımdan gelen kanı fark ettiğinde daha çok paniklemeye başladı. Acı içinde yere kıvrılırken “Ben iyiyim, adamlarım gelinceye kadar idare edebilirim.” Diye onu teselli etmeye çalışıyordum. Barkın’ın burada benimle ölmesini istemiyorum. O özgürlüğüne daha yeni kavuştu. Hapisten çıkışıyla ölmek onun hapishanede çektiği zorluklara haksızlık olur. Benim göremediğim güzel günleri belki o görürdü. Belki de annesiyle kardeşini bulup hiçbir zaman sahip olmadığım aileye kavuşurdu.

Halit’in çatışma anındaki bağırma sesini duyabiliyorduk. Birkaç dakikaya yanımızda olurlardı. Barkın da buradan tek başına çıkamayacağını farkındaydı.

“Tamam ama kanamanı kontrol altına almak için karnına tampon yapmaya devam edelim.” Şu an itiraz etsem bile onu durduramayacağımı bildiğim için sessiz kaldım. Barkın tampon yapmak için mortunu çıkarıp içindeki yeşil renk gömleği çıkardı. Yaramın üstüne baskı uygulamaya başladığında acıyla yerimde kıvranmaya başladım. Baskıyla birlikte canım daha fazla acımıştı.

Ben acı içinde yerde kıvrılırken bütün ormanda tanıdık bir ses yankılandı.

“Patron yettik.” Halit bağıra bağıra yanıma geliyordu.

“Asya Hanım neredeki, koca ormanda yerlerini nasıl bulacağız.”” Halit’in sorusuna Orhan zaman kaybetmeden cevap verdi.

“Cesetler hala sıcak uzaklarda olamazlar.”

“Bu iş bittiğinde bu iki geri zekâyı kov.” Korumaların bize yaklaşmasıyla Barkın’ın yaşayacağıma olan umutları artmıştı. Sesi daha umut dolu geliyordu.

“Barkın, ben ölürken olsun rahat bırak beni.” Artık ağzımdan kan öyle çok gelmeye başlamıştı ki. Kendi kanımda boğulacak gibi hissediyordum. Nefes almak daha çok zorlaşmaya başlamıştı.

“Asya ben yanındayken ölemezsin. Buna izin vermem.” Derin bir nefes aldı. “Daha seni yeni tanıdım. Öylece elimden kayıp gidemezsin.”

Dudaklarımı tekrardan zor da olsa açıp şu an aklımdan geçen tek şeyi sordum. “Sevip kavuşamamak mı? Yoksa hiç sevmemek mi?” Soruyu sormak bile bir dakikadan fazla zamanımı almıştı. Artık sona yaklaştığımı hissediyorum. Vücudumu saran karıncalanma hissi artık bilincimi de sarmaya başlamıştı.

“Hiç sevmemek. Sevip kaybedince ondan kalan boşluğu hiçbir şey dolduramaz. Ama hiç sevmezsen, sevmenin ne demek olduğunu bilmediğin için acısı olmaz.” Verdiği cevap beni şaşırtmamıştı. Sevmeyi bilmeyen birinin sevip kavuşamamayı seçmesini beklemek hataydı. Bu kör olan birinden renkleri tarif etmesini beklemekle aynı değerde.

“O zaman sevmenin ne demek olduğunu bilmeyeceksin. Sevilmenin nasıl hissettirdiğin…” Çok kan kaybetmiştim. Artık vücudum tamamen uyuşmuştu.

“Asya gözlerini aç. Şimdi buradan çıkacağız.” Barkın söyleyinceye kadar gözlerimin kapandığını bile anlamamıştım. Ben cevap vermek için kendimi zorlarken Barkın diğerlerine seslenerek bizi bulmalarını sağlıyordu.

Boynumda bir sıcaklık hissettim. Bilmiyorum belki de ben artık soğumaya başlamıştım. İçimde dinmek bilmeyen bir üşüme vardı. Dudaklarımı zor da olsa son kez araladım.

“Hayat sadece mutsuz sonları yazar.” benim dudaklarımdan dökülen son kelimelerdi.

“Asya uyan. Bak adamların geldi. Şimdi hastaneye gideceğiz.” Barkın’ın sesinin yanından bir ses daha yükseldi.

“Asya Hanım.” Sesin sahibinin sesi titredi bir an. Sesin sahibi benim gibi acı çekiyordu.

“Orhan buraya gelin çabuk Asya Hanım’ı buldum.” Bir saniye nefes alıp “Vurulmuş durumu ciddi.” Diye bağırdı.

Dünyadaki bütün sesler soldu. Geriye sadece sessizlik kaldı. Önce konuşma sesleri sonra da kurşun sesleri kesildi. Bilincim kapanmadan önce hatırladığım son şey bir elin beni yukarı kaldırmasıydı.

Bölüm : 09.12.2024 18:49 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...