
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM.
“KAVUŞMA.”
İstanbul trafiğinin ortasında direksiyon simidini parmaklarımı acıdan hissetmeyecek hale gelinceye kadar sert sıkıyordum. Kendimi bir an önce sakinleştirmem gerekiyordu. Yoksa her an arabanın içindeki silahımı alıp hemen arkamda beni sıkıştıran arabanın kapısına dayanabilirdim. Akşam haberlerinde kendimi izlemek istemediğim için kendimi sakin tutmaya devam ediyordum.
İsrafil’i almaya tek başıma gelmem bir hataydı. İstanbul trafiğinde araba kullanmam başka bir hataydı.
“Sakin olmalısın Asya. Arabadan inip arkandaki öküzü alnının ortasından vurmayacaksın. Böyle bir şey yaparsan İsrafil’in hapisten çıktığı gün sen hapse girersin. Böyle bir şeyi istemeyiz değil mi?” Diye kendimi sakinleştirmek için kendi kendime konuşuyordum. Evet iki yılın ardından İsrafil sonunda bugün çıkıyordu. Neden bilmiyorum ama onu almaya tek başıma gitmek istedim. Eski günlerde olduğu gibi.
Bir yanım arkada beni sıkıştıran cahil yüzünden öfke krizi geçirirken, diğer yanım her şeye rağmen neşeliydi. Bugün sonunda iki yıllık hasret bitecekti. İki yıl kulağa çok uzun gelmese bile benim için çok uzun bir süreydi. İsrafil’in yokluğunda çok şey değişmişti. En önemlisi de ben değişmiştim.
Gerçi bir yanım İsrafil’in iki yıl içinde çıktığına inanamıyordu. Dışarı çıkacağı kesinleştiğinden beri içimde kelimelere sığmayan bir korku var. Bir aksilik olurda çıkamaz diye tedirginlik içindeyim.
Bir yanım coşkuyla İsrafil’in çıkmasını beklerken bir yanım endişe ve korku içindeydi. İsrafil hapisteyken çok şey değişmişti. Bunlardan en önemlisi artık grubumuzdaki diğerlerinin benim yanımda olmamasıydı.
O soygun akşamı Aras’la yollarımız ayrıldı. Karsu, Aras’ın bizim yanımızdan ayrılmasının ardından bir ay bile geçmeden “Artık tek takılmak istiyorum.” diyerek gruptan ve benim yanımdan ayrıldı.
Karsu’nun hemen peşinden Işıl “Ben artık bu işi yapmak istemiyorum. Dünya turuna çıkmak istiyorum.” diyerek ayrıldı. İsrafil’in tutuklanmasından sonra kendini toplayamamıştı Işıl. Bunu bize hiçbir zaman yüksek sesle dillendirmedi. Ama İsrafil’in yokluğunda doğru düzgün yemek yemez olmuştu. Gülmüyor, konuşmuyor bir robot gibi yaşıyordu. Çocukluğumuzdan beri İsrafil’e karşı bir şeyler hissettiğini bizim grupta herkes bilirdi. Yani bir kişi hariç, İsrafil.
İsrafil bu durumu hiçbir zaman görmek, anlamak istemedi. Işıl’a karşı her zaman kör ve sağır olmayı tercih etti. İsrafil’in siz benim kardeşim gibisiniz davranışlarına rağmen Işıl aşkından bir an bile vazgeçmedi.
İsrafil tutuklandıktan sonra her şey onu hatırlattığı için her şeyi arkasında bırakıp çok uzaklara gitti. Şu an ülke ülke geziyor. Işıl’ı durdurmak için hiçbir şey yapmadım. Çünkü mutlu olmasını istiyorum. Nerede mutluysa orada olsun. İsrafil’den sonra benim yanımda mutlu değildi. Onu mutsuzluğa mahkûm etmek istemedim. Ama gene de içimin buruk olmadığı anlamına gelmiyordu.
Gruptaki arkadaşlarla hiç ayrılmayacağımızı düşünürken şu an hepimiz sonbaharda ağacını terk eden yapraklar gibi ayrı yerlere savrulmuştuk. Hayat insana bu kadarı da olmaz dediği her şeyi full hd izletiyormuş.
Işıl dışında diğerleriyle ayrıldığımız günden beri hiç konuşmamıştık. Ama adamlarıma ne yaptıklarını araştırtıyordum. Uzakta da olsak başının belaya girmesini istemem. Şu an ki hayatımın bir parçası olmasalar da çocukluğumun bir parçasıydılar. Onları kendi kaderine bırakmak çocukluğuma ihanet olur.
Aras soygunlardan kazandığı bütün parayı kumarda kaybetmiş. Ufak tefek soygunlara kalkışmıştı ama onlarda da pek de başarılı olmamış. Birkaç kere küçük soygunlardan yakalanmış ama bir şey çıkmamıştı. Karsu Aras’ın arkasını temizleyeceğim diye uğraşmaya devam ediyordu. Bunu yaparken bütün birikimini kaybetmişti. Aras tefecilere borçlandığı için onu kurtarabilmek uğruna her şeyden vazgeçmişti.
Bense İsrafil’in yokluğunda başladığım makyaj videolarında büyük bir kitleye uğraştım. Bu kadarını ben bile beklemiyordum. Ben bu işe zengin ailelerin çocuklarıyla tanışırken dikkat çekmemek için başlamıştım. Ama durum bir anda başka bir boyut oldu. Bir yıl bile olmadan milyonlarca takipçim oldu. Takipçilerim doğal hallerimi samimi buluyor her gün binlerce kişi beni takip etmeye devam ediyordu.
Takipçilere birlikte reklam anlaşmaları, mankenlik teklifleri yağmur gibi yağdı. Sosyal medya fenomenliğinden azımsanamayacak kadar çok para kazanmaya başladım. Ama hala soygunlara devam ediyorum. Hala ilk başta koyduğumuz kurala sadık kaldım.
Mazlumdan tek kuruş bile çalmıyorum. Kirli ellerimle temiz olan hiçbir şeye dokunmuyorum. Bu dünyada temiz kalmak çok zor. Ben kalamadım ama kalmaya çalışanı da kendi karanlığıma çekmiyorum. Bu yüzden her zaman hedeflerim hep kara para peşinde olanlar oluyor. Onlar çalıyor ben soyuyorum. Diğerleriyle Aramızdaki en büyük fark buydu. Hırsızlık el çabukluğuna giriyor. Eli iş yapan herkes hırsızlık yapabilir.
Soygun ise zekâ cesaret işine giriyor. El çabukluğu soymak için yetmiyor. Kıvrak bir zekân ve cesur bir yüreğin olmazsa bu işi yapamazsın. Zekâ güce, güç her şeye hükmediyor. Şu an benim gizliden istediğim her şeye hükmetmem gibi.
Grubun dağılması beni daha cesur biri haline getirmişti. Başkalarının cesaret edip giremediği yollarda ben defile yapıyorum. İnsanın bu hayatta kaybedecek bir şeyi olmaması onu daha cesur yapıyormuş. Korkularımız bizi hayatta güçsüz ve aciz kılıyor. Hayat korkularımızın bittiği yerden başlıyor.
Hayatımdaki diğer bir değişiklik ise büyüdüğümüz yetimhaneye en son bağış yapmak için gittiğimde yeni gelen müdür takım elbiseli zengin görünümlü insanlar geldiğini, benim hakkında bir sürü soru sorduklarını söyledi. Gelen adamların şüpheli görünüşleri olduğu için müdür hakkımda bilgi vermeyi reddetmiş.
Gelenlerin basına bilgi taşımak için geldiğinden şüpheleniyormuş. Basından geçmişimi gizlediğimi bildiği için kimseye hakkımda bir şey söylememiş. Ama içlerinden biri biyolojik ailemle ilgili olduğunu, beni bırakan kadının beni tekrardan bulmaya çalıştığını söylemiş. Bunu ilk duyduğumda içimde öfke, kızgınlık, kırgınlık gibi binlerce duygu oluştu. Yeni müdüre beni başka soran olursa cevap vermemesini, bu saatten sonra hayatımda aileye yer olmadığını söyledim.
Bu doğruydu. Bir çocuğun annesine çocukken düştüğünde, korktuğunda, ağladığında ihtiyacı olur. Yirmi üç yaşında kendini hayatını kurduktan sonra değil. Onlar beni bebekken istememişlerdi ben de bu saatten sonra onları istemiyorum. Biyolojik ailemin beni neden yetimhaneye bıraktıklarını bu zamana kadar merak etmedim. Yetimhanedeki arkadaşlarımın aksine hiç biyolojik ailemin peşine düşüp onları bulmaya çalışmadım.
Hangi nedenden olursa olsunlar onlar beni doğduğum gün kaderime terk etmişlerdi. Bunun hep bilincindeydim. Daha beş yaşındayken bile istenmeyen olduğumu biliyordum.
Yirmi üç yaşına kadar hayat birçok şeyi kafama vura vura öğretmişti. Bunlardan biri de seni istemeyeni sen hiç isteme olmuştu. O yüzden de onları hiç merak etmiyordum. Ama gene de fakirlikten ya da zor şartları olduğu için olduğunu düşünmüştüm.
Ailemin adamı olduğunu söyleyen adamın görüntüsünden bile zenginlik akıyordu. Beni terk etmelerinin nedeni fakirlik ya da zor şartlar değilmiş. Beni sevmemeleriymiş! Zaten ben de ne bekliyorsam.
Keşke bu dünyada herkes çocuk sahibi olmasa. Hükümet çocuk sahibi olmak isteyenleri doktor kontrolünden geçirip anne baba olmaya uygun mu diye baksa. Bunu yapamayacaklarsa bile psikolojik testler yapsınlar. Bu bile büyük bir fark oluştururdu. Böyle bir şey olsa sokak çocuğu, yetimhane çocuğu diye bir şey olmazdı.
Beni soğuk bir kış günü kaderime bırakan kadının ben yetimhanede yarı aç yaşamaya çalışırken onun bolluk içinde yaşadığını öğrenmek içimdeki kimsesiz kız çocuğunu daha çok kimsesiz yaptı.
Bu dünyada adalet yoktu. Adaletsizlik kuralsızlığı getiriyor. Oyunu kuralsız oynarsan ya kan kaybedersin ya da kan dökersin. Kaybedecek bir şeyim kalmadığı için ben de hayatı kuralsız oynamaya başladım. Ya ölecektim ya da öldürecektim. Ben de öldürmeyi seçtim. Tıpkı arkamdaki arabadan bir kere daha kornaya sesi büyüksediğinde şoförü öldürmek istediğim gibi. Artık Son sabır damlası da dolmuştu. Arabamı parka alıp el frenini çekerek dışarı çıktım. Öfke halinde elimden bir kaza çıkmaması için silahımın yanımda olmadığına emin oldum.
Arkamdaki arabanın ne derdi olduğunu anlamak için camına sertçe iki kere vurdum.
“Ne korna çalıp duruyorsun? Görmüyor musun? Trafik var ilerleyemiyorum. “Sanki ben bu trafikte burada olmaktan memnundum.
Arabanın içinde esmer takım elbiseli genç adam vardı. Üstüne tam oturan takım elbiseye bakılırsa beyaz yakalardandı.” Hanımefendi benim acelem var. Bana yol verin.” Diye saçma bir cümle kurdu. Cümleden buram buram cahillik akıyordu.
Hemen önümdeki trafiğe, bir de arabanın içindeki adama baktım. Ya bu adamın gözlerinde sorun vardı ya beyninde. Görünüşe bakılırsa ikinci seçenekti.
Ben yol versem ne olacak yol kapalı olduktan sonra. Yolun kapalı olduğunu idrak edemiyor muydu? Ya da dahada önemlisi bu geri zekalılar İstanbul trafiğinde çatacak hiç kimse yokmuş gibi beni buluyordu. Bir gün birini alnının ortasından vuracağım o olacak.
Sinirden gözüm seğirmeye başlasa da sesimi sakin tutmaya çalıştım. Burada bir olay çıksın istemiyorum. Her yerden bir hayranım daha da kötüsü magazinci çıkabilir, benim öfke nöbetimi görebilirdi.
“Bu trafiğin içinden nasıl çıkmayı düşünüyorsunuz Alaaddin’in halısı mı gelip sizi alacak?” Esmer adam bir tepki vermek yerine yüzüme karaya vuran balık gibi boş ve ölü gözlerle bakıyordu. Konuyu kapatmaya çalışmak yerine beni daha çok kızdıracak bir cümle kurdu.
“Hanımefendi acelem var benim.”
Benim sanki yoktu. Buradaki herkesin acelesi var. Adamın boş ısrarı sonucu gözüm daha çok seğirmeye başladı. Beynimin içindeki şartelleri kapatmama çok az kalmıştı. Silahımı yanıma almadığıma ciddi anlamda sevinmiştim. Yoksa şu an yüzüme boş bakan adamı boşluğa yollamış olabilirdim.
Genç adam büyük ihtimalle beni kadın olduğum için basit lokma görüyordu. O yüzden de beynini kullanma gereği duymuyor ya da bilmiyorum belki de normal hali de cahildir.
Kullandığım Ferrariden dolayı beni zengin bebesi zannetmişti. Onun altındaki Bugattiye bakılırsa o da en az benim kadar zengindi. Beni cahil cahil konuşarak sindirmeye çalışıyordu. Ama bilmiyordu ki beni kimsenin sindirmesine müsaade etmem. Boğazında kalır onu boğarım.
“Bana bak tahammül sınırımı çoktan doldurdun. O yüzden daha fazla şansını zorlama. Yoksa senin o bana karşı gelen ses tellerini teker teker yolar ellerine veririm. Bu trafikte hastaneye de gidemezsin şuracıkta ölürsün. “Diyerek uyarıda bulundum. Etrafımızda bu kadar çok insan olmasaydı uyarma gereği duymazdım. Dediklerimi direk uygulardım.
Esmer Adam geri adım atmayacağımı anladığı halde susmak yerine ısrarına devam etmeyi tercih etti. Kendimi sakinleştirmek için içimden “Ona yumruk ya da kafa atmayacaksın, atmayacaksın. Unutma sen dünya barışını isteyen bir fenomensin. her yerden takipçilerin çıkabilir. ” Diye tekrarlıyordum. İtiraf etmeliyim ki kendimi sakinleştirmek için söylediklerim pek işe yaramamıştı.
“Laftan anlamıyor musun sen? Acelem var benim. Kadınlara ehliyet vermemeleri gerekiyor. Sonra böyle oluyor. “
“Bana bak, hayatının geri kalanına kötürüm devam etmek istemiyorsan sus. Çevremizde insan var dinlemem boynunu gövdenden ayırırım.”
Sinirden beynimin içinde alarm ışıkları yanıp sönüyordu. Kontrolumu kaybetmeme minim kalmıştı. Esmer adam uyarımı ciddiye almayı değil de hayat defterinin artık kapanmasına karar vermişti.
Esmer adamın penceresinden elimi uzatarak adamı yakasından yakaladım. Kafasını pencereden dışarı çektiğim de sonunda şaka yapmadığımı idrak edebilmişti.
“O çeneni kapayıp efendi gibi arabanda oturmazsan. Seni arabadan çıkarır, kendi arabanın benzinini üstüne boşaltır seni ateşe veririm. Sonra da karşına geçer tırnaklarımı törpülerim.”
Genç esmer adam ellerimin arasında korkudan titremeye başladı. İşte durumu bu raddeye getirmeden o çenesini kapatmış olsaydı kollarımın arasında kuş gibi çırpınmayacaktı. Titreyen elleriyle boğazını sıkan ellerimden kurtulmaya çalışıyordu.
Ellerimi sıktığında onu bir kere daha uyardım. “Bırak elimi yoksa bileğimi tuttuğun elini kökünden keserim.”
Bunu yaparken bugünkü sabrıma hayret ediyordum. İsrafil’in hapisten çıkacak olduğunu bilmek bile beni daha sabırlı bir insan haline getirmişti.
Başını hızlı bir şekilde aşağı yukarı sallayarak tamam demeye çalıştı. Ona bu kadar korkunun yeteceğini düşündüğüm için ellerimi adamın boğazından çektim.
Boğazından elimi çekmemle derin bir nefesi ciğerlerine çeken adama gözlerimi bir kıpmadan baktım.
“Bir daha trafikte kadın sıkıştıracağın zaman altındaki arabaya değil de gözlerine odaklan. Bu sayede sende olmayan yüreği görür ona göre davranırsın.”
Ben arabama doğru birkaç adım attığımda arkamdan bağırma sesi yükseldi. Aramızda yeterince mesafe olduğunu düşünmüş ona buradan zarar veremeyeceğimi düşünüyordu.
“Bu işin burada kalmadığını biliyorsun değil mi? Plakanı aldım seni polise şikâyet edeceğim.”
Arkamı döndüğüm an arabanın camını hızlı bir şekilde kapatarak bana olmayan yüreğini bir kere daha göstermiş olmuştu. Beni bir daha görmemek için şikâyetçi olmayacağını biliyordum.
“Nereye gidiyorsan siktir git.”
Arkamdaki trafik öküzünü bırakıp kendi arabama doğru yöneldim. Şubat ayın başında olduğumuz için hava çok soğuktu üstelik ben öfkeyle dışarı çıktığım için üstüme kabanımı almayı unutmuştum. Şu an bir yerlerim soğuktan donuyordu. Daha fazla dışarı da kalamazdım.
Arabama bindikten sonra yolun geri kalanında Arkamdaki bugattinin içindeki esmer adam beni bir daha hiç sıkıştırmamıştı. Ben de trafikte daha fazla oyalanmak istemediğim için kavşaktan sola dönerek sahil yolundan çıktım.
Yarım saatlik yolun ardından sonunda İsrafil’in kaldığı hapishanenin önüne varabilmiştim. İçimde bayram sabahını bekleyen çocuklar gibi masum bir heyecan vardı. Bazen kendime şaşırıyorum bu kadar pisliğin içinde bile nasıl böyle duygular hissettiğim için.
Arabamdan çıkmadan etrafa göz gezdirdim. Kapının önünde bekleyen kimsecikler yoktu. Bu zamana çıkması gerekiyordu. Avukat evrak işlerinin çok uzun sürmeyeceğini öğlen mesaisi bitmeden dışarı çıkmış olacağını söylemişti.
İçimi bir anda panik kapladı. İçeri de ya bir şey olduysa. Hapishanede kaldığı iki sene boyunca ona saldıranlar olduğunu biliyorum. İçeriden tanıştığı biri ona yardım ettiği için saldıranların elinden kurtulduğunu biliyorum. Ya gene öyle bir şey olduysa. Arabanın içinde yüksek sesle “Lanet olsun.” Diye bağırdım.
İçimdeki korkuyla arabanın kapısına yöneldim. Hapishanenin önünde bekleyen askere İsrafil’in dışarı çıkıp çıkmadığını soracaktım. Bunu yaparken bir yandan telefonumdan avukatın numarasını buluyordum. İsrafil’in çıkıp çıkmadığını sormak için.
Telefonumun rehberinden avukatı ararken bir anda yolcu koltuğunun camı tıklatıldı. Boş bulunduğum için boşta olan elim direk olarak silahımın olduğu yere gitti.
Demin trafikte kavga ettiğim adamın beni takip ettiğini düşünerek elime silahımı alıp başımı yolcu tarafına çevirip baktım. Bunların hepsini yapmam iki saniye sürmüştü.
Karşımdaki cam da İsrafil’i çocuksu gülümsemesiyle gördüğüm de bir an ne hissedeceğimi bilmez bir şekilde dona kaldım. İsrafil içeriden çıkmış beni bekliyordu. Onu tekrardan dışarı da görmek göğümsüme saplanan vicdan oklarının birazını çıkarmamı sağlamıştı. İçimdeki panik hali hızlı bir şekilde değişmişti. Bu kadar hızlı duygu değişikliği yaşamak beni sersemletmeye yetti.
Elimde emniyet kilidi açık olan silahı aynı hızla aldığım yere geri bıraktım. Arabanın kapısını açıp hiç düşünmeden İsrafil’in tarafına doğru koştum. İki yıldır beklediğim an sonunda gelmişti. Ben İsrafil’in kollarına atlarken o ise onu yetimhanede ilk gördüğüm gün gibi gülümsüyordu. Tek bir farkla artık gülüşünde yılların yorgunluğu vardı. Yaşadıkları onu yormuş ve yıpratmış, gözlerinin ışığını söndürmüş. Hapishanede her an arkasını kollamak onu yormuş görünüyordu.
Artık ikimizin de bahçeleri rengârenk değildi. Ama bu kara kış da geçecek tekrardan güneş açacaktı. Gerekirse dünyayı alt üst eder güneşi tersten doğdururum. Ama doğdururum.
İsrafil’in bizim için ne kadar büyük bir fedakârlık yaptığını biliyorum. Bizim için yaptığı fedakârlığı karşılıksız bırakmayacağım. Bunu yapmaya da sevdiği her şeyi bir araya getirerek başladım. Seveceğini düşündüğüm motoru, arabayı ve evi aldım. Bunlar daha hiçbir şeydi. İsrafil istesin onun için bütün birikimimi ayaklarının altına sererim.
Ama Yapacağım hiçbir şey hapiste geçen iki yılını telafi etmezdi. Bunun farkında ve bilincindeyim. Çünkü İçimizde özgürlüğüne en düşkün olanımız İsrafil’di. Kendini özgür hissettirmediği için arabaya değil de çoğunlukla motora binerdi. O bizim için bu hayatta en çok değer verdiği şeyden vazgeçmişti. Ben onun için ne yaparsam yapayım bunu telafi edemem.
İsrafil üzerimizdeki duygusallığı bozmak için sarı saçlarımdan bir tutamını çekti. Bunu çocukluğumuzdan beri yapardı. Ne zaman ağlamaya kalksam ağlamamam için saçımı çeker bu da daha çok ağlamama neden olurdu.
Gözlerimin yaşını silerek “Hayvan mısın sen saçımı çekmesene. Unutma gömleği ütü, kadını saçı güzel gösterir.” diyerek İsrafil’in üstümüzdeki duygusallığı atmasına izin verdim.
İsrafil onu terslememle dudaklarından bir kahkaha saldı. Anlaşılan benimle uğraşmayı bile özlemişti. “Kızım seni saç da kurtarmıyor. Şu hale bak sarı civciv ” Diyerek sataşmaya devam etti. Bana sarı civciv dediği için gözlerimi devirmekten kendimi alamadım. Çocukluğumdan beri bana civciv demesinden nefret ederim. İsrafil de bunu bildiği için ne zaman beni kızdırmak istese sarı civciv derdi.
İsrafil benim gözlerimi devirmemi görmezden gelerek arabanın içine baktı “Diğerleri nerede?” Diye sordu. Duymaktan en çok korktuğum soruydu.
Çünkü Ona diğerleriyle koptuğumuzu daha anlatamamıştım. Geçen iki sene boyunca hapishaneye ziyarete gitmemiştim. Cenk’in babasının soygundan sonra bizi bulmak için İsrafil’e ziyarete gelenleri takip ettirdiğini biliyordum. Tabi Cenk de babasından aşağı değildi. Ona yaptıklarımdan sonra bütün işini bırakıp sadece beni bulmaya odaklandığını biliyorum.
Her yerde beni arıyordu. Arkamda hiçbir delil bırakmadığım için bana dair hiçbir şey bulamadı. Bu Cenk’i öfkeden deli ediyordu. Soygun gecesi yaptığım makyajdan ve peruktan dolayı bambaşka biri gibi görünüyordum. Cenk salağı kimliğimi gizlemek için peruk taktığımı hiç düşünmemişti. Adamlarımın söylediğine bakılırsa Suç işlemiş bütün kızıl saçlı kadınların dosyalarını araştırmaya başlamış. O gece gördüğü kadın gerçek olmadığı için bana dair hiçbir şey bulamadı.
Cinsel hayatını bitirdikten sonra. Tek derdi beni bulmak olmuştu. Soygun gecesi olanları Ata Erdem servetini kullanarak herkesten saklamayı başarmıştı. Kimse soygun gecesi Cenk’e ne yaptığımı bilmiyordu. Açıkçası Cenk’e ne yaptığımı herkesin bilmesini isterdim. Özellikle de tecavüz ettiği kız çocuklarının bilmesini isterdim.
İsrafil’in benden cevap bekleyen bakışlarını görmezden geldim. Şu an bir hapishane kapısında onunla diğerleriyle nasıl koptuğumuzu konuşmak istemiyorum.
“Görmeyeli yaşlanmışsın.” Diyerek sorusunu bertaraf ettim.
İsrafil tek kolunu omzuma atıp “Ne yaşlanması kızım, ben hala gencim.” Bedenen gençti. Daha yirmi altı yaşına yeni girmişti ama ruhen binlerce yaş almıştı.
“Sen öyle san, artık seni alan da çıkmaz.” Hapishanenin büyük demir kapısı açıldı. İçeriden iki kişi çıktı. Birinin avukat olduğu elinde tuttuğu cüppeden belli oluyordu. Diğeri de müvekkiliydi. Etrafa şaşkın bakışlarına bakılırsa bir süredir hapisteymiş.
Burada daha fazla beklememize gerek yoktu. Bu hapishaneyi de bizden aldıklarını da bir an önce arkamızda bırakmak istiyordum.
“Artık buradan gidebilir miyiz? Seni bir an önce yeni evimize getirmek istiyorum. Eminim ki bayılacaksın.” İsrafil’in yokluğunda İstanbul’un çıkışında ormanlık alan içine kendime özel bir kale yaptırdım. Ultra lüks bir malikane, içinde ve dışında bir sürü çalışan vardı. Bu demek oluyordu ki eskisi gibi işleri kim yapacak diye kavga etmeyecektik. Sığınağım aynı zaman da bir kaleden bile daha sağlam ve daha güvenliydi. Her yer son teknoloji güvenlik sistemleriyle doluydu. Soygunlardan kazandığım parayla hemen malikaneye yaptırdım.
Malikanenin içindeki güvenlik sistemlerini Hintli bilişimcilere kurdurdum. Şu an dünyanın en iyi bilişimcileri onlarda. O yüzden sadece güvenlik sistemleri kurdurmakla kalmayıp onlardan araştırmalarım için bir ekip kurdum. Soygun yapmak bir sanat eseri yapmaya benziyor. Öncesinde büyük bir uğraş gerektiriyor. Onlarda benim için bu süreci kolaylaştırıyordu.
“Diğerleri beni orada mı bekliyor?”
“Hayır, seni orada beklemiyorlar. Konuşmamız gereken çok fazla konu birikti.”
İsrafil bir şey demek yerine susmayı tercih etti. Ama bir şeylerin yolunda gitmediğini anlamıştı. Bakışlarımdan bir cevap arıyordu. O geceden sonra Aras’la aynı olmayacağımızı biliyordu. Ama ne kadar kötü olduğumuzu kestiremiyordu. Şu an olduğumuz yerden dolayı bu konuyu üstelemedi. Arabanın kapısını açıp yolcu koltuğuna bindi. Bu konuları konuşabilmek için bir an önce malikaneye varmak istiyordu.
Hapiste kaldığı süre boyunca sadece avukatı aracılıyla konuştuğumuz için bilmediği çok şey vardı. O yüzden hiç zaman kaybetmeden arabayı çalıştırdım. Bir an önce sırtımdaki kamburdan kurtulmak için can atıyorum.
Arabanın içinde dakikalardır süren sessizlikten rahatsız olduğu için başka bir konu açmak için konuşmaya başladı.
“İki saat seni bekledim. Borç sayın artıyor.”
“Trafik yüzünden geç kaldım. Buraya gelmek için yolda bir adamla kavga ettim. Neredeyse herkesin içinde onu öldürecektim.” Gözümün önünden adamın kendini beğenmiş ifadesi geçtiğinde elim istem dışı silahımın olduğu yöne gitti.
“O anı görmek isterdim. Bir şey yapmamak için kendini tutarken ki yüz ifaden çok komik oluyor.” Komik mi? Adamın boğazına yapıştığımda korkudan ellerimde titriyordu.
İsrafil’in söylediklerine karşılık vermek yerine sadece omzumu silktim. Şu an birini öldürmek üzereyken ne kadar korkunç olduğum hakkında konuşmayacaktım. Çünkü hayatımdaki bütün olumsuzluğa rağmen İsrafil’i çok özlemiştim. O yüzden de ki söylediklerine alınamıyordum bile.
İsrafil arabamın her detayını inceliyordu. Eskiden de bir şeyler çaldığımız için paramız vardı. Ama şu an olduğu kadar değildi. Böyle bir arabamız hiç olmamıştı. Arabanın değerinden onun yokluğunda ne kadar çaldığımızı anlamaya çalışıyordu.
“Asya siz benim yokluğumda banka mı soydunuz?” Banka soymak yerine kendime daha büyük hedefler seçmeye başladım. Hedeflerim çoğunlukla Meksika’dan ülkemize sokulan uyuşturucu tacirleri oluyor. Bilişimci adamlarım uyuşturucu işi yapan adamların telefonlarını takip edip takas yapılacakları zamanı öğreniyorlar. Bende diğer adamlarımla olay yerine gidip takastaki parayı çalışıyorum. Bu işlerde bok gibi para vardı. Böyle üç soygunla malikaneyi yaptırdım.
Olay yerinden ayrılmadan önce ülkeye soktukları uyuşturucuyu da ortadan kaldırıyorum. Daha fazla masum insanın canı yanmasın diye.
Bu soygunlar Peşimdekiler listesine daha tehlikeli adamlar ekleniyordu. O öyle bir listeydi ki Cenk bu listede en masumu kalıyordu.
“Hayır, bilirsin kolay olan şeylerden hoşlanmıyorum. O yüzden de işleri daha karışık hale getiriyorum.”
İsrafil sorgulayıcı bir bakış attı. Aklından birkaç fikir geçiyordu. Düşüncelerinin ne kadarının doğru olduğuna emin olmak için “Nasıl işleri zorlaştırıyorsun?” diye sordu.
“Deminki soruma cevap vermedin. Bu kadar paranın kaynağı ne? Hedefleri ne kadar büyüttünüz?” Konuşmalarımızdan tek başıma çalıştığımı anlamamış mıydı?
“Hedeflerimi çok büyüttüm. Ama merak etme bazı kurallar aynı. Hala masum olan hiçbir şeye kanlı ellerimi sürmüyorum. Karanlığımı içimde yaşıyorum.”
“Biliyorum. Biz karanlığımızı her zaman içinde yaşarız. Ama gene de kendini kötülükler tanrısı ilan eden adamlardan uzak durmalıyız.”
“Yerin altı kendini tanrı ilan edenlere dolu. O yüzden benim için değil de o aptallar için üzül.” İsrafil’in yüzünde onu bakışlarımla taşlıyor muşum gibi acı dolu bir ifade belirdi.
“Bizde onlardan biriyiz, bizim sonumuz da bu gidişle mezarda bitecek.” Acı da tıpkı mutluluk gibi bulaşıcıdır. İsrafil’in yüzündeki acı dolu ifade benim yüzüme de bulaşmıştı. Ben hayatta mutlu son olmadığı gerçeğiyle yüzleşecek kadar çok şey yaşadım.
“Bu hayatta kötü sonlar unutulmaz olur. Mutlu sonlarsa ise sıradan olur. Benim çektiğim acılar sıradan olmayı hak etmiyor. “
“Hâlbuki ki ben sıradan olmaya hazırdım.” İsrafil fısıldar gibi dedi. O kadar kısık sesle söyledi ki hemen yanımda olmasına rağmen söylediklerini duymayı zor başarmıştım
İsrafil yolun geri kalanında bir daha konuşmadı. Başını cama yaslayarak derin düşüncelere daldı. Düşüncelerini dile vurmasa da yetimhanedeki yaralarımızı düşünüyordu. Onun acıları benden de daha fazlaydı.
Malikânenin önüne geldiğim de büyük demir kapıyı korumalar bizim için açmıştı. İsrafil gözlerini bile kıpmadan evin çevresini inceliyordu. Dudakları hayret içinde bir açılıyor bir kapanıyordu.
Araba durduğunda İsrafil arabanın kapısını yavaş bir şekilde açtı. Ayağı toprağa gelmeden önce şaşkınlıkla şok arası bir ses tonuyla konuşmaya başladı.
“Asya bana bu evin senin olduğunu söyleme sakın.”
“Sana işleri büyüttüğümü söylemiştim.” İsrafil tam bana cevap vereceği zaman yanımıza Orhan koşarak geldi. Orhan’ın gelişiyle İsrafil sustu. İsrafil’in susmasını gerektirecek hiçbir şey yoktu. Orhan Halit, Kazım onlar en çok güvendiğim adamlarımdı. Aynı zamanda tam olarak ne iş yaptığımı bilen nadir insanlardan biriydi de.
Yaptığım soygunlardan sonra kaç kere arkamı temizlediğini hatırlamıyorum bile. Ona o kadar çok güveniyordum ki. Evimin güvenlik şifrelerini bile söylemiştim.
Orhan arabayı park etmek için yanımıza geldiğinde arabaya binmeden önce elimi sırtına koydum. Onu İsrafil’le tanıştırmak istiyordum.
“İsrafil seni Orhan’la tanıştırayım. En güvendiğim adamlarımdan biridir.” Elimi dostça Orhan’ın sırtında aşağı yukarı gezdirdim. “Orhan bu da İsrafil kardeşim dediğim insan. Bundan sonra bana nasıl davranıyorsanız ona da öyle davranın.” Orhan söylediklerime önce başını sallayarak onayladı. Artından bunun yetersiz olduğunu düşünerek “Tabi Asya Hanım siz nasıl dilerseniz.” Diye kısık sesle cevap verdi. Orhan arabaya binip otoparka giderken İsrafil bir şey demeden bakmaya devam ediyordu.
“Civciv, ilk başta buna ihtimal vermiyordum ama merkez bankasını mı soydun ne yaptın.” Eliyle korumaları işaret etti. “Bu kadar adamı nasıl tuttun?”
İsrafil’i gören korumalarım hepsi ellerini önlerinde birleştiriyordu. Sabah evden çıkmadan önce Orhan’a önemli bir misafirimin geleceğini korumaların ona göre davranmalarını söylemiştim. Orhan’ın onlarla konuştuğu her hallerinden belli oluyordu. Gerçi korumalarımın hepsi normalde de çok saygılı adamlardı. İki yıldır yanımda çalışmalarına rağmen hiçbir yanlışlarını görmemiştim.
“Hedeflerimin merkez bankasından daha büyük olduğunu sana söylemiştim.”
Eve girmeden önce İsrafil’e onun için aldığım motoru göstermek niyetinde olduğum için adımlarım kapalı otoparkın önüne doğruydu. İsrafil ne olduğunu anlamasa da hemen yanımdan yürüyerek beni takip ediyordu.
“Sana bir sürprizim var.”
İsrafil yüzünde haylaz bir ifadeyle “Nasıl bir sürpriz bu, yoksa bana kız mı ayarladın.” Yüzümü olabildiği kadar ekşiterek “Oradan bakınca pezevenk gibi mi görünüyorum. Sana neden kız ayarlayayım.” İnsan hiç mi değişmezdi. İki yıl hapiste kaldı çıkınca aklına ilk gelen şey karı kız olmuştu. Işıl burada olup İsrafil’i duysaydı onu öldürüp bu sefer kendisi hapse girerdi.
İsrafil benim kızgınlıkla söylediğime başını geri atarak kahkaha attı.” Seni delirtmeyi özlemişim. Gerçi akıllı biri olduğundan ciddi şüphelerim var.” Dedikten sonra bir anda gülmesi kesildi. Neden sustuğunu anlamak için gözlerimi etrafta büyük bir merakla bizi inceleyen korumalardan çekip İsrafil’e baktım.
İsrafil zümrüt yeşili gözlerini gözlerime kenetleyip “Diğerleri nerede?” Diye sordu. Cevabını alıncaya kadar bunu sormaktan vazgeçmeyecekti.
İsrafil’den gerçekleri daha fazla saklayamayacağımı bildiğim için gerçekleri dökülme zamanının geldiğini biliyordum. Yara bandını bir anda çekmeye karar verip lafı hiç dolandırmadan “Hepsi kendi yoluna gitti.” Dedim. İsrafil’in gözlerindeki hayal kırıklığını görmek istemediğim için gözlerimi tekrardan önüme çevirdim.
Kapılı otoparkın önüne birkaç adım kalmıştı. İsrafil’e hediyesini göstermeden bu konuları konuşmak istemiyordum. Ama İsrafil’in durmayacağını da bildiğim için açıklamaya devam ettim.
“O geceden sonra Aras’la yollarımız ayrılmıştı zaten. Ondan sonra Karsu tek kalmak istediğini söyleyip Aras’ın peşinden gitti. Ben de gitmesine izin verdim. Nerede mutlu olacaksa orda olmak hakkıydı.” Şubat soğuğunu ciğerlerime doldurdum. Şu an konuştuğum konu mu daha soğuktu. Yoksa dışarıda yağan kar mı soğuktu karar veremiyordum. Ama gene de konuşmaya devam ettim.
“En son da Işıl, dünyayı görmek, gezmek istiyorum diyerek yanımdan ayrıldı.” Senin yokluğunda mevsimini şaşırıp kış günü açan çiçek soldu. Diyemediğim için Sadece gitti demekle yetindim.
İsrafil duyduklarına şaşırmış gibi görünmüyordu. Hatta daha kötüsünü bekliyor gibiydi.
“Ama adamlarım onları uzaktan da olsa takip ediyorlar. Başlarına ciddi bir şey gelmesine izin vermiyorum.”
Ama ışıl için aynı şeyi söyleyemem. Yurt dışında olduğu için onu takip edemiyorum. Işıl ayda bir gittiği yerlerden beni arıyordu. Her aramada sesi öncekilerden daha iyi geliyordu. Buradan uzaklaşmak ona iyi gelmişti. Gittiği yerlerde konuştuğu adamlar bile olmuş. İsrafil’e aşkından artık vazgeçmiş, diğer adamlara şans vermeye başlamış. Bu onun için iyi bir şeydi. Artık sonu olmayan bir yolda kanlar içinde koşmasına gerek yoktu.
Motorun önüne geldiğimiz de kendimi gülmeye zorlayarak tekrardan söze girdim. “Artık tek başıma çalışıyorum. Tek olduğum için de daha çok kazanıyorum.”
İsrafil duyduklarına kızmasını ya da üzülmesini bekliyordum. Ama onun yerine sakin kalmayı seçmişti. Bu omzumdaki yükten kamburlaşan sırtımın daha fazla eğilmesine neden oluyordu. Keşke ona yokluğunda emanetlerine sahip çıktım diyebilseydim.
“Olan her şey için üzgünüm.”
“Üzülme, o günden sonra bir arada olmanızı zaten beklemiyordum. Ama gene bir umut işte.” Sesinin burukluğundan durumun tam aksi olduğunu anlayabiliyordum. Bir arada olduğumuzu düşünüyordu.
İsrafil’i hayal kırıklığına uğrattığımı biliyorum ama olanlardan sonra Aras’la hiçbir şey olmamış gibi yoluma devam edemezdim. Aras’ın bile isteye yaptığı şey İsrafil’in iki yılını hapiste tek başına geçirmesine neden oldu. Ama en çok öfkem kendime Aras’ın bu kadar ileri gideceğini tahmin etmem lazımdı. Onun para konusunda ne kadar doyumsuz olduğunu biliyordum. Planın gidişatını ona bırakmamalıydım.
Motorun hemen önünde durdum. Motorun üstündeki örtünün ucundan tek seferde çektim.
“ Da,da,da işte sana sürprizim.” İsrafil motoru gördüğü an yüzünde yeni oyuncağına kavuşmuş çocuk gülümsemesi belirdi.
“Asya bu ne böyle?” Motorun etrafından bir tur döndü. Hemen artından motorun anahtarını çevirerek motorunu çalıştırdı. Ara gaz vererek evimin yanındaki ormanı inletti.
“Asya bu mükemmel bir şey hemen deneme turu atmak istiyorum.”
“Saçmalama kışın motora binemezsin.” Özellikle de orman yolunda böyle bir şeye izin vermezdim. İsrafil’in ensesinden yakalayıp onu eve doğru çekiştirmeye başladım.
Evin içine girdiğimizde kemikleri derin bir oh çekmişti. Dışarıda kar soğuğu olduğu için neredeyse kemiklerim bile buz tutacaktı. Üstümdeki kürkü çıkardığımda biraz daha rahatlamıştım.
İsrafil evin içini kontrol etmeye başladı. Lüks eşyalarda gözlerini yavaşça gezdirdi. Bunu yaparken de ıslık çalmayı ihmal etmedi.
“Asya bu evin içi minik bir tarihi eser müzesi gibi.” Değerli eşyalar değeri bilinenin elinde olmalı. Yani benim.
Malikanemin girişinde bulunan yemek odasını es geçerek hemen yanındaki misafir salonuna yöneldim. Evet malikanem de birkaç tane salonla yemek odası vardı. Bu odayı genel de fenomenlikle ilgili görüşmeye gelenler için kullanıyordum. O yüzden biraz daha resmiydi.
“Beğendin mi? Yeni evini.” Sorumun cevabını biliyordum. İsrafil eve bayılmıştı. En çok da gözlerden uzak olmasını sevmişti.
“Civciv bu soru mu? Kızım beğenmek ne demek bayıldım.” Yanımdan geçerek salonda bulanan kahve deri koltuğa oturup bacak bacak üstüne attı.
“Çevrede hiç insan yok ya burada acayip parti yapılır.” Öyle bir şey yapmaya yeltendiği an arazimi korumak için aldığım köpekleri üstüne salar akşam yemeği olarak onu yedirirdim.
Uyarı niteliğinde kaşlarımı çattım hemen ardından da “Onu aklından bile geçirme.” Diyerek İsrafil’in karşısındaki koltuğa oturdum. Tüm ciddiyetimle konuşmaya devam ettim. “Burada parti filan yok. Burası benim kalem. Kalemin içinde yabancı hiç kimseyi istemiyorum.”
İsrafil’in de fark ettiği üzere burada tektim etrafta benden başka hiç kimse yoktu. Bunu ben bilerek tercih ettim. Ama gene de kötü tarafları yok değildi. Evimin çevresi orman olduğu için yabani hayvan çok geliyordu. Korumalar her akşam yabani hayvan kovalıyor. Özellikle de kış ayında olduğumuz için aç hayvanlar kapımdan eksilmiyor.
Keşke sadece kapıma hayvan gelse bazı geceler ormanın içinden silah sesleri geliyordu. Gecenin bir yarısı ormanlık alandan neden silah sesleri geldiğini çok iyi biliyordum. Ormanın girişindeki yoldan ilerleyince soldaki büyük ağaçların hemen dibinde benim şahsıma ait bir mezarlık da vardı. İki yıl boyunca nadir de olsa kimliğimi tespit edenler olmuştu. Kimliğimi öğrendikten sonra akılları sıra bana baskın verip beni öldüreceklerdi. Daha bahçemdeki mayınlı bölgeye bile gelmeden hepsini öldürmüş oluyordum. Öldürdüğüm adamları oraya gömüyorum.
Evet arazimin birçok yerinde mayınlar var. Burası için kale derken ciddiydim. Korumalarımın dışında her yerde bir tuzak vardı. Korumalarımın mayınlı bölgelere girmeleri yasak olduğu için korumalarıma bir şey olmuyor. Güvenlikle ilgili her şeyi en ince ayrıntısına kadar düşünüp yaptırdım.
Şeytanla dans eden adımlarını ona göre ayarlar. Bende soyduğum insanların şeytandan farksız olmadığını bildiğim için onlara göre önemler aldım. Ama gene de her ihtimale karşı korumalarıma geceleri için ekstra dikkat etmelerini tembih ederim. Kaza kurşununa kurban gitmeye gerek yok.
İsrafil homurdanarak “Hala çok sıkıcısın Asya.” Dedi. Dediğine dayanamayıp kıkırdamıştım çünkü bunu bana söyleyen tek kişi İsrafil’di. Fenomenlik hayatım boyunca herkes beni çok eğlenceli, çok komik buluyordu. Videolarımın altına bir sürü seninle bir gün geçirmek için nelerimi vermezdim yorumları geliyordu.
“Neye gülüyorsun civciv, söylediklerimde ciddiyim görmeyeli daha sıkıcı olmuşsun.”
“Sıkıcı olduğum için hala hayattayım.” İsrafil de gülmeye başladı. İki yılın ardından dışarı çıktığı için buruk da olsa mutluydu. Ama gözleri etrafta diğerlerini aramayı bırakmıyordu. Sanki olmayacağını bilse de bir yerden çıkmalarını bekliyordu.
“Civciv, dışarıda bir ordu koruman varken evde hizmetçin yok mu?” Çalışanlarım tabi ki de vardı. Ama evde tek olmasını sevdiğim için benim için temizliği ve yemeği yapıp malikanenin arkasında çalışanların kaldığı eve geri dönüyorlardı.
Her ne kadar alt katıma çalışanlar girmese de onların yokluğu bana kendimi daha rahat hissettiriyordu. Evde tek başıma olduğumda soygunla ilgili hazırlıkları daha rahat bir şekilde bitiriyorum.
“Evin içinde de çalışanım var tabi ki. Onlar arka bahçemdeki evde kalıyorlar. Gün içinde gelip temizlik ve yemek gibi işleri yapıp sonra da geri dönüyorlar. Fakirhanemde tek başıma kalmasını seviyorum.”
“Burası fakirhaneyse bizim daha önce kaldığımız yerler neydi!” Diye kendi kendine mırıldandı. Ama dediğini bende duymuştum. İşin acı tarafı dediğinde haklıydı. Bizim yetimhanede kaldığımız yer askeriye koğuşunu aratmıyordu. Küçücük yerde on iki kişi kalıyorduk. Üstüne kışın doğru düzgün ısınmazdı. Bütün kışı hasta geçirirdik. Yetimhanede bunlar yetmezmiş gibi doğru düzgün yemek de çıkmazdı. Çıkan yemeklerin içinde de hep şeyler çıkardı.
Et türü yemeklere hiç girmiyorum bile, neredeyse yılda bir kere çıkardı. Eskiden bizim gibi yetimhane kuşları için et yemek bir hayaldi. O yüzden şimdi her öğünde et yiyorum. Yetimhanede geçirdiğim yılların acısını çıkarıyorum.
“Daha önce kaldığımız yeri unut, daha önce yapamadığımız her şeyin acısını çıkaracağız.” İsrafil ile hak ettiğimiz gibi bir hayat yaşamak istiyorum artık. Açlık olmadan soğuk kış günleri olmadan yarın yemek bulabilecek miyiz derdi olmadan bir hayat yaşamak istiyorum.
Ailelerimizin bizi istememesi bizi değersiz yapmazdı. Bu onların değersizliğinden kaynaklanıyordu. Onların yaptıkları hataların sorumluluğunu daha fazla omuzlarımda taşımak istemiyorum.
Kendime yeni bir hayat hediye edecek kadar kendime değer veriyorum. Ama bir gün yakalanırsam diye bütün mal varlığımı İsrafil’in üstüne yaptım. Bana bir şey olursa bile benden sonra rahat bir hayatı olmasını istiyorum.
“Asya bu değirmenin suyu nereden geliyor. Bu hayatı yaşamak için benim yokluğumda kaşıkçı elmasını mı çaldın.” Aklıma uzun süredir üstünde çalıştığım planım gelince yüzümde sinsi bir gülümseme belirdi.
“Şimdilik değil ama ondan daha iyisini çalacağım.” Büyük planım için yaptığım hazırlıkları beynimin içinde tekrarlamaya başladım. Bir yıldır beynimin içinde sadece bu plan dönüyordu. Her şey planladığım gibi olursa en büyük vurgunu yapmış olacağım. Ondan sonra da belki bu işleri bırakır kendimize yurt dışında sıfırdan bir hayat kurardık.
“Bilirsin hedeflerimi küçük tutmayı sevmem.” Diye ekledim. İsrafil’in ne planladığımı sormasına izin vermeden oturduğum deri koltuktan kalktım.
“Aç mısın? “ Diye sordum. Daha ilk günden İsrafil’le soygunlar hakkında konuşmak istemiyordum. Hapisten daha yeni çıktı. Belki bundan sonraki hayatından bir daha böyle işlere bulaşmak istemezdi. Eğer istemezse buna saygı duyarım. Menajerim benim için bir yıllık plan yaparken benim yarınım bile kesin değildi. Soygunda yakalanabilirdim ya da ölebilirdim. Daha önce soyduğum adamlar kimliğimi öğrenir ani baskına gelebilirlerdi. Saydıklarımın hiçbirinden korkmuyorum. Bu işlerin içine girdiğim de bütün riskleri kabul etmiştim.
Unutulmaz bir hayatın olmasını istiyorsan ona göre davranmalısın, risk almadan hayatını ortaya koymadan unutulmaz olamazsın. Aynı zamanda risk almadan yaşam şartlarını yükseltemezsin. Ama bunlar İsrafil için geçerli değildi. Onun bizim için yaptıklarından sonra bende onun için canımı ortaya koyup ona temiz bir hayat sunabilirdim.
İsrafil salonun tavana kadar uzanan pencerelerinden dışarıda bütün şehri soğuktan donduracakmış gibi yağan kara baktı. Olduğum yer şehir merkezinden yüksek olduğu için buraya daha çok kar yağıyordu.
“Bir ara hiç sormayacaksın sandım. Sabah doğru düzgün kahvaltı yapamadım.” Çıkacağı için heyecanlı olmalı onun için kahvaltı yapamamıştır. “Menüde ne yemek var?” diye ekledi. Açıkçası ben de bilmiyordum. Sabah Gülfem’e özel bir şeyler yapmasını söylemiştim ama ne yapacağını sormak aklıma gelmemişti.
“Salak mısın sen? Bende eve seninle geldim. Nereden bileyim ne yemek var?” İsrafil çıkışımla gözlerini devirdi.
“Kızım maşallah dilde pabuç gibi, Allah dile vermiş.” Eliyle boyumu işaret etti. “Başka yerlerden almış. “ Ben kısa değilim o çok uzun yoksa benim boyum çok ideal. Ben bir altmış beş yolundayken İsrafil en az bir seksen beş yolundadır. Çocukluğumdan beri yanında küçücük kalıyordum.
“Hadi benim için elinle hazırlamadığın yemekleri yemeye giderim.” Yeni yaptırdığım tırnaklarıma kısa bir bakış attım. Bu tırnaklara kıyıp nasıl yemek yapmamı bekler.
Salonun kapısından çıktığında Mutfağın yerini aramaya başladı.
Malikanem bodrum katıyla birlikte üç katlıydı. Bin metre kareden daha büyüktü. Giriş katında misafir salonluyla mutfak ve yemek odası vardı. Salonların duvarı komple kurşun geçirmez camla yaptırdım. Arazimin en sevdiğim yanı manzarası. İstanbul’un ayaklarımın altında olmasını seviyorum.
Üst katımdaysa komple yatak odaları ve çalışma odam var. Makyaj videolarını orada çekiyorum. Ama evin en sevdiğim yeri Bodrum katıydı. Soygunlarımla ilgili bütün hazırlıkları orada yapıyorum. Aynı zaman kostüm odası, silah odam hepsi oradaydı.
Orayı kimsenin görmesini istemediğim için de hiç pencere ekletmedim. Havalandırmak için bütün alt kata özel bir sistem yaptırdım.
Evden gizlice kaçmam gerekirse diye Çalışma odamın alt tarafına gizli bir mahzen yaptırdım. Orada da sahte kimliklerim pasaportlarım ve beni bir süre idare edebilecek kadar para var. Ayrıca mahzenin içinde gizli bir geçit var. Ormanlık alana çıkıyor. Onlar beni evin içinde ararken ben mahzenin içindeki geçitten kaçıp ormanlık alanda izimi kolaylıkla kaybettirebilirim. Her şeyi en içe ayrıntısına kadar düşünüp ona göre de evimi yaptırdım.
Ben önde İsrafil bir adım arkamda mutfağa doğru yürürken arkamdan önce bir ıslık artından da “vay anam vay.” Sesi yükseldi. Birkaç saniye sonra tekrardan keyifle söze girdi.
“Asya burası çok güzel be kızım.” Yüzümde gururlu bir ifade belirdi.
Mutfağa girdiğimizde burnumuza mis gibi et kokuları geliyordu. Gülfem her zaman olduğu gibi et yemekleri yapmış. Ama bu sefer tek kişilik değil iki kişilik yapmış yemeği.
Gülfem’i yemek masasını hazırlaması için çağırmak yerine her zaman yaptığım gibi hazırlanmış yemeği tabaklara kendim koymaya başladım. Gerçi ben beklesem bile İsrafil’in Gülfem’in gelip yemek masasını hazırlamasını bekleyebileceğini sanmıyorum. Yemek tencerelerine meraklı bakışlarından açım derken şaka yapmadığı belli oluyordu.
İsrafil’le ikimize Gülfem’in yaptığı biftekleri tabağımıza koyup mutfak odasına geçmeden kırmızı bir şarap açtım. İnsan gibi yaşamak bizim de hakkımızdı.
Yüzümde hafif bir tebessümle şarabımdan bir yudum aldım. Gözlerimin önünden İsrafil’le ilk tanıştığım gün sisli bir duman gibi geçti.
Yaşıtlarımdan daha zayıf ve kısa olduğum için yetimhanede hep dayak yer ezilirdim. Beni dövenlere İsrafil de dahildi. Beni bir keresinde yemek sırasında öne geçmeye çalışırken bilerek yere düşürdü.
Yere düştüğümde canım çok acımamıştı. Bunun nedeni tek İsrafil değildi. O gün tuvalette başka bir kızdan da dayak yemiştim. Artık güçsüz olduğum için herkesten dayak yemek canıma tak ettiği için düştüğüm yerde ayaklarımı yere vura vura ağlamaya başlamıştım. O kadar çok ağlamıştım ki İsrafil bana acıyarak bakıyordu. İsrafil çok güçsüz olduğumu diğerlerinden de dayak yediğimi bildiği için beni koruması altına almıştı.
O günden sonra kim bana sataşsa ya da beni dövmeye çalışsa İsrafil araya giriyordu. Beni her zaman kurtarırdı. O günden sonra her zaman kimsenin bana zarar vermediğinden emin olurdu. Aras’la da ilk o zaman tanışmıştım. Onlar benden önce de arkadaşlar oldukları için ben onların arasına katıldım. Çocukluğumuzdan beri Aras’la hiçbir zaman İsrafil’le olduğumuz kadar yakın olmamıştık. Ama hiçbir zaman da bu kadar kötü olmamıştık.
Çocukluğum yokluk ve kimsesizlikle geçti. Ama gene de beşimizin bir arada olduğu zamanları özlemiyorum dersem yalan olurdu.
“Şimdi bu saray yavrusunda, dur bir dakika buna yavru demek hakaret olur. Bu saray da tek başına mı yaşıyorsun.”
“Daha kaç defa demem gerekiyor bilmiyorum ama burada tek yaşıyorum. Benim olanı başkalarıyla paylaşmayı sevmiyorum.”
Bunda insanlara yakın olmayı sevmemem de etkisi vardı. Bu evin dışına çıktığımda dışarıda sevgi yumağı gibi gezmem gerekiyor. O yüzden evimde olsun rahat etmek istiyorum. Rol yapmak zorunda olmadığım tek yer burasıydı.
“Benimle paylaşabilecek misin?” Bu sorunun cevabını o da biliyordu. Bu adama hapisteyken ne olmuş böyle bildiği soruları sorup, sorup duruyor.
“Kararımdan vazgeçmeden gel sana evi gezdireyim.” Salonun girişinde merdivenlerle yukarı çıktık. Yatak odalarını göstermeye İsrafil’in odasıyla başladım. Çıkış günü belli olduğunda İsrafil’in seveceğini düşündüğüm şekilde odasına mobilyalar almıştım.
Odasının kapısını açıp “Bu oda senin odan.” Elimle odasının tam karşısındaki odayı işaret ederek ”O odada benim. Onun dışındakiler boş, sadece iki tanesi dolu.” İsrafil’e fenomen olduğumu artık söylemem gerekiyordu. Yoksa Menajerim reklam çekimleri için geldiğinde anlayacaktı.
“Odanın birinde makyaj videosu çekiyorum. Diğerinde de hazırlık yapıyorum.” İsrafil makyaj videolarını duyduğu an kaşları yukarı kalktı. Hemen peşinden yüzünde muzip bir ifade oluştu. İşte beklediğim an gelmişti. Benimle dalga geçecekti. Öyle de oldu. İsrafil makyajla videoyu aynı cümlede duyduğu an beni kızdırmaya karar vermişti.
“Ne videoları çekiyorsun?” Dudakları yukarı kıvrılmış bir şekilde “Daha da önemlisi o videoları kim izliyor?” Makyaj videolarının neden çekildiğini biliyordu. Tamam iki senedir hapis yatmış olsa da fenomenliğin ne demek olduğunu bilecek kadar cahil değildi.
“Mal mal konuşma İsrafil makyaj videolarını sence kim izler?”
“Ne bileyim kızım ben, makyajla ne işim olur benim. Sabah yüzünü soğuk suyla yıkayan adamım ben.” Söylediğinde haklıydı. Çocukluğumuzdan beri Sabah yüzünü suyla yıkama dışında hiçbir şey yapmazdı. Buna rağmen yüzünde bir tane sivilce ya da başka bir şey çıkmazdı. Bu hayatta en büyük özenin özensizlik olduğunu kanıtlar gibiydi.
“Çoğunlukla kadınlar izliyor.” Erkekler de videolarımı izliyor. Ama onlar çoğunlukla kombin videolarımı izliyor. Özellikle de elbise deneme videolarımın altına benimle evlenir misin yorumları atıyorlar.
“Kadınlar makyaj videosu neden izliyor ki. Siz kadınlara doğduğunuz an makyaj yapma becerisi yüklenmiyor mu?” Dudakları iyice yukarı kalktı. “Civciv o videolar nerede var. Canım sıkkın olduğunda arada açar eğlenirim.” Göz bebeklerim öfkeden büyümeye başladı.
“İsrafil seni gebertirim. Parçalara ayırır her parçanı başka yerlere gömerim.” Ben kızdıkça İsrafil keyifleniyordu.
“Videolarımda ayı mı oynuyor da eğleneceksin.” İsrafil son söylediğime kahkaha atmıştı. Cidden beni kızdırmaktan aşırı keyif alıyordu. Yanımdan biraz uzaklaşıp o lanet çenesini tekrardan açtı.
“Asya sen civciv görünümlü bir kartalsın. Bıçaktan sivri pencerelerinle ne zaman birini parçalayacağın belli olmuyor.” İsrafil’in söyledikleri bitmeden yatağının üstündeki yastığı alıp kafasına fırlattım. Ama ani bir refleksle yastıktan kaçtı.
“Ben sana hiçbir şey öğretemedim mi? Hala hedef alman çok kötü. Hedefinin hangi yana hareket edeceğini hesaplayıp ona göre atman gerek.” Dediğini ben de biliyorum. Sadece şu an bile ona kıyamadığım için, kaçacağını bildiğim halde öyle attım. Bu nankör iyilikten ne anlardı.
“İsrafil seni parçalarım.” Bunu dediğimde İsrafil yatak odasından çoktan dışarı çıktı.
“Hadi evin kalanını da bana göster. Civciv görünümlü kartal.” Şu an beni biraz daha kızdırırsa gözlerini oyacağımın farkında mıydı?
İsrafil’in peşinden yatak odasından dışarı çıktım. “Senin o laf ettiğin makyaj videolarından ben milyonlar kazanıyorum. Senin haberin var mı bundan?”
İsrafil son dediğime şaşırmış bir şekilde bakış attı. “Sana yüzünü boyamak için para mı veriyorlar bir de. Ben hapisteyken çok şey değişmiş.” Lanet adam ben bunun mu hapisten çıkması için gün saymıştım. Evin dört bir yanında saklı olan silahlarımı aramaya başladım. En yakın silahın nerede olduğunu tahmin etmeye çalışıyordum.
Şu an benden diğerlerini yanımda tutamadığım için intikam aldığını bilmesem hemen yanımda duran vazonun içinde duran silahı alıp İsrafil’i topuklarından vururdum. Bana kızmakta haklı olduğu için öyle bir şey yapma yerine peşinden yürümeye devam ettim.
“Sen neden makyajını video altına alıyorsun ki. Nasıl yaptığını mı unutuyorsun. “Benim için saçma olan bu soruyla damarıma daha çok basmaya devam etti.
“Balık mıyım ben? Neden yaptığım makyajı unutayım.”
“Sen dalga geçiyorsun ama reklam iş birliğinde iyi para var. Ayrıca…” dediğim an İsrafil cümlemi benden önce tamamladı.
“Soygunlardan kazandığın parayı böyle gizliyorsun. Kimse senden şüphelenmiyor.” İsrafil çok zeki bir adamdı, küçüklüğünden beri böyleydi. Bir şeyi daha ben demeden anlardı. Şu an da en başından beri neden video çektiğimi anlamıştı. Sadece beni kızdırmaya çalışıyordu.
“Ama anlamadığım şey soygunlardaki parayı gizleyecek kadar, o videolardan para kazanıyor musun?” Bu soruyu beni kızdırmak için sormamıştı. Bu sorunun cevabını gerçekten merak ettiği için soruyordu.
Soygunlardan aldığım kadar olmasa da sosyal medyadan da iyi kazanıyordum. On milyon takipçim olduğu için reklam ücretlerim yüksekti. Ama her önüme gelen firmayla anlaşmıyorum. Çünkü Takipçilerimin güvenini kaybetmek istemiyorum. Böylece güvenirliğim artıyordu. Bu da daha lüks markaların iş birliği için gelmesine neden oluyordu. İşbirliklerinden aldığım para soygundan aldığım parayı gizlemeye yetiyordu. Benim için önemli olan da buydu.
“Beni hafife alma, benim bir reklam çekimim neredeyse milyon dolar neredeyse. O yüzden çaldıklarımı kolaylıkla gizliyor.”
Merdivenlerden inerken İsrafil’in yüzündeki ifade ciddileşmişti. Eliyle çenesini kaşıyarak “Bu sayede kimse paranın kaynağını sorgulamıyor. Bunu anladım ama anlamadığım şey madem o videolardan para kazanıyorsun neden çalmaya devam ediyorsun.”
Çalmaya devam ediyorum çünkü adaletsiz bir dünyada kendi adaletimi sağlamak için çalıyorum. Benden başka hiç kimsenin bana iyi bir gelecek sunmayacağını bildiğim için çalıyorum. İnsan gibi yaşamak hakkım olduğu için çalıyorum. Çalışıyorum, ama hiç masumun hakkına elimi uzatmadım. Kimsenin vebaline girmedim. Çaldıklarım da devletten çalıyordu. Vergi kaçırıyor, kara para haklıyorlar. Onlar da en az benim kadar suçlular.
“Çalmaya devam ediyorum çünkü, annem olacak kadının bana biçtiği kaderi reddediyorum. Bu hayatta sokaklarda yaşayıp tanımadığı adamlar tarafından taciz edilen o kız çocuğu olmak istemiyorum. Ya da soğut sokaklarda ölümü bekleyen o kız olmak istemiyorum. Çalıyorum çünkü, ben insan gibi yaşamayı hak ediyorum. “
İsrafil çalmama neden bu kadar takılıyordu ki. Kirli ellerimle temiz olan hiçbir şeye dokunmuyorum. Bunu o da biliyordu. Çaldıklarım da bu hayat gibi kapkaranlık ve pis.
“Endişelenme yeni bir plan üstünde çalışıyorum. Bu iş olduğunda bu işi bir daha yapmama gerek kalmayabilir. “
Silah odamın olduğu katın kapısının önüne geldiğimizde cümleme devam ettim.” Bu iş bitince seninle dünyanın herhangi bir yerine gidip orada kendimize sıfırdan bir hayat kurarız. Işıl da yanımıza katılır. Eski günlerdeki gibi oluruz.” Işıl’ın adı geçince İsrafil’in gözlerinde anlamlandıramadığım bir bakış belirdi. Hüzün ve umut doluydu bakışları. İki zıt duyguyu bir arada barındırıyordu.
Önce göz bebeklerimi okutup ardından da yüzümün çizgilerini hesaplattım. Bunlar son teknoloji güvenlik önlemleriydi.
Birkaç saniye Karanlık koridorun ışıklarının aktif hale gelmesini bekledim. Koridorun ışıkları ve hava temizleyici çalışmaya başladığında İsrafil’le içeri girdik.
İsrafil bir yandan uzun koridordaki kapısı kapalı odalara bakıyor içinde ne olduğunu anlamaya çalışıyordu.
“İki de bir bahsettiğin şu planı bana da açıklamayı düşünüyor musun? Yoksa meditasyonla beyninin içini mi okumalıyım?” Her koşulda espri yapabilen insanlara bayılıyorum. Bu donmadan önce gelen huzur hissi gibiydi.
İsrafil şüpheyle bana bakmaya başladı. Şu an aklında kırk tilki dolaştığına emindim. Şu yaptığım planın mafyayla bağlantılı olduğunu düşünüyordu. Hedeflerimiz genel de yer altı dünyasından olduğu için bu seferkinin de öyle olduğundan emindi. Ama yanılıyordu. İlk defa hedefim çalmak değildi. Hedefim yer altında olanları gün yüzüne çıkarmaktı.
“Böyle önemli bir konuyu böyle ayak üstü konuşmak istemiyorum. Ama sana şunu diyebilirim ki. Bu konunun mafyayla ilgisi yok.” Mafyayla ilgisi yok çünkü hükümetle hatta başka ülkelerin hükümetleriyle ilgisi var.
Buna sevinmesi mi üzülmesi mi gerektiğini daha sonra kendisi karar verirdi. Ama ben şahsi adıma üzülmüyordum.
İsrafil böyle önemli bir konuyu sonra konuşmak istememe saygı gösterdi. Konuyu şimdilik üstelemeyi bıraktı. Onun da aklından planlar var gibi görünüyordu. Sadece planın hangi kısmından başlaması gerektiğine karar veremiyormuş gibiydi.
İçimden bir ses planı her neyse bunu sevmeyeceğimi hatta nefret edeceğimi söylüyordu.
“Burayı da gezdikten sonra benim dışarı çıkmam lazım.” Biliyordum beni kızdıracak bir şeyler geleceğini biliyordum.
Elim çalışma odamın kapısının önüne geldiğinde bir hışımla arkama döndüm.
“Aras’a gidemezsin.” Onun Ata Erdem’den intikam alma hırsı yüzünden iki yıl hapiste kaldı. İsrafil çok bir şey anlatmak istemese de içeride çok zorlandığını biliyorum. Ata Erdem’in Cenk’in cinsel organının alınması sonrası içeride İsrafil’e yapmadığını bırakmadığını avukatım aracılıyla öğrenmiştim. Cenk’in cinsel organının alınması benim yüzümden olabilirdi.
“Gideceğim Asya sen de buna hiçbir şey demeyeceksin. Demediğin gibi bana Aras’ın adresini vereceksin.” Dediklerini ancak cehennem buz tutarsa yaparım. Ben itiraz etmek için dudaklarımı araladığımda İsrafil eliyle beni durdurdu.
“ Asya!“ İsmimi vurgulayış şeklinden beni ikaz ettiğini anlayacak kadar onu tanıyordum. Kapının kulpunda olan elimin üstüne elini koydu. Benim kapıyı açmamı beklemeden kulpu aşağı indirdi elimle beraber. Özel yapım güçlendirirmiş kapı açıldığında içeri girmek yerine tam karşımda durdu.
“Şunu hiçbir zaman unutma yalnız kurt her zaman ölmeye mahkumdur. Kurtlar sürü halinde takıldıklarında etkili olur. Neden biliyor musun? Çünkü sürünün geri kalanı birbirini kollar. Ben de sürümü tekrardan bir araya getireceğim. “ İşaret parmağını havaya kaldırıp “Ayrıca bunu bana borçlusun. Onları bir arada tutmanı istedim senden ama sen daha ilk akşam Aras’ı sürüden kovdun. Karsu’nun onun peşinden gideceğini bildiğin halde.”
İsrafil’in söyledikleri beni bir çivi gibi yerime sabitlerken İsrafil daha birkaç saniye önce ağzından alevler saçarak konuşmamış gibi açık olan kapıdan içeri girdi.
“Maşallah sözlerin düşmanlarımı aratmıyor.” İkisi beni öldürmeye çalışıyor gibiydi. Biri fillen öldürmeye çalışıyordu. Biri teoride!
İsrail söyledikleriyle kalbime bir hançer saplamıştı. Saplamakla kalmayıp bir de hançeri kalbimi tamamen parçalaması için ileri geri hareket ettiriyordu.
Dost görünümlü hain ne olacak. Ben ona dağ olup sırt vermeye hazırken o ise onu savunmak için yaptıklarımı yüzüme vuruyordu.
“Düşmanlarının hepsinin seni korumak için arkanı topladığını sanmıyorum. Dışarıdaki korumalara güveniyorsan güvenme! Onlar kim daha çok para verirse ona hizmet eder. Ama biz birbirimize kimsesizliğimizle bağlıyız.”
Bu hayatta bazı kelimeler anlamlarına sığmıyor. Mesela güvenmek dudaklarından ne çabuk çıkıyordu. Ama anlamı çok büyüktü. Uygulaması daha da büyüktü. Ben bu saatten sonra nasıl Aras’a eskisi gibi güvenebilirim.
“Ben Aras’a bir daha güvenip onunla iş yapamam.”
“Güvenirsin, dışarıda parayla satın aldığın adamlara güveniyorsan ona da güvenirsin. Bu hayatta bir kere hata yapanı silebilecek kadar masum değiliz.” İsrafil bugün beni kesinlikle öldürmeye çalışıyordu. Artık buna hiç şüphem kalmamıştı.
Ben mağlup bir şekilde başımı eğerken İsrafil odamın içini gezmeye başladı. Gözleri çalışma masamın üstünde duran dosyalara takıldı. Dosyalar da yeni planım olduğunu anlamış, hiçbir ayrıntıyı kaçırmak istemiyormuş gibi bakıyordu.
İlk dosyayı eline alıp göz gezdirmeye başladı. Ama gördüklerinden hiçbir şey anlamamıştı çünkü elindeki bütün dosyalar Yunancaydı. Elindeki dosyayı çalışma masama geri bırakıp yerine yeni bir dosya aldı. Onda da aradığını bulamamıştı. Çünkü oda Yunancaydı. Diğer dosyalarında Yunanca olduğunu anladığı için pes etmiş bir şekilde elindeki dosyayı masanın üstüne geri bıraktı.
“Civciv planını kimsenin öğrenmesini istemediğin için karınca dilinde mi hazırlık yaptın?” İsrafil’in cahilce konuşmalarına gözlerimi devirdim.
“Çok cahilsin seni kitap okumaya davet ediyorum özellikle de tarih kitapları okumaya.” Göz devirme sırası İsrafil’e gelmişti. Umursamaz bir şekilde odamın içindeki eşyaları kurcalamaya devam ediyordu.
Medeniyet denen şeyden bir haber bir şekilde eşyalarımı kurcalamaya devam etti.
“Eşyalarımı karıştırabilirsin tabi.” Diye kendi kendime homurdandığımda bunu umursamadı bile. Büyük bir ciddiyetle kaldığı yerden devam etti. Odamda soygunlarla ilgili olanlardan çok odanın içindeki değerli dekoratif eşyalar dikkatini çekmişti. Eline özel tasarım gold saati aldı. Gerçek altın mı anlamlayamadığı için saati ağzına getirip hafif bir ısırdı.
“Bu gerçek altın mı?”
“ Tabi ki de gerçek ona bir şey olursa böbreğini satar yenisini alırım.” İsrafil elindeki saatin gerçek olduğuna inanmıyor muş gibi bir kere daha ısırdı.
“Oha kızım dişimi kırıyordu. Bu gerçek.” Ben başka bir şey demiştim sanki.
“Geri zekalı sana gerçek olduğunu söyledim ya.” İsrafil saati pantolonun cebine sokmaya çalıştığında olduğum yerde kıkırdadım. Bu evde olan her şey benim olduğu kadar onundu. Kendi malını çalmasına gerek yok.
“Bana olsun yapma şunu.”
“Mesleki deformasyon kızım ne yapayım.” Beni baştan aşağı süzmeye başladı. Üstümdeki dizimin bir karış üstünde biten mavi renk vücut hatlarımı belli eden triko elbiseyi yeni fark etmiş gibiydi.
“Asya farkında değilsin herhalde ama dışarı da kar yağıyor. Sense kısacık elbise giymişsin altına da topuklu, onlarla üşümüyor musun?” Elbisem triko olduğu için üşümüyordum. Ayrıca evimin içi çıplak gezsem bile üşümeyeceğim kadar sıcaktı. Neredeyse her odada bir şömine var. Çalışanlarım benim için her zaman şöminelerimi yakıyordu. Ayrıca evin zemininde elektrikli ısıtıcılar var. Bu evde kutupta olsan bile üşümezsin.
“Elbisem kısa değil dizimde, ikincisi de elbisem kışlık bu elbiseyle üşümem mümkün değil.” İsrafil söylediklerime inanmadığını belli eden bir bakış attı.
“Sana inanıyorum.” Dedi ama bana inanmadığını açıkça belli ediyordu. Onun ukalalığını bile özlemem normal mi? İsrafil’in yokluğunda ailemden uzakta gurbete gitmişim gibi hissediyordum. Onun yanıma geri dönmesiyle birlikte gurbetlik bitmişti.
“Aras’ın yanına gitmekte ciddi misin?”
Çalışma odamdan çıktığımda sorduğum soruyla başını evet anlamında salladı. Hapisteyken sadece benden değil Aras’tan da vazgeçmemişti. Bizi tekrardan bir araya getirme konusunda kararlı bir hali vardı.
“Kardeş olmak kavga etmemek demek değil. Kardeş olmak her şeye rağmen kopamamak Asya. Biz kardeşiz her şeye rağmen kopmayız.” Sanırım ben o kardeşlik bağını koparmıştım. İki yıl boyunca Aras’tan ve diğerlerinden uzakta tek başıma hayatta kalmayı başarmıştım.
“Aras’la barışman için ne yapmamı ya da onun ne yapmasını istiyorsun.” Diye sordu büyük kararlı bir şekilde.
“Aras’la ikimiz için ayet inse gene de onun barışmam. Ben senin gibi değilim birini sildim mi onu mahşer gününde bile affetmem.” Ben İsrafil gibi affedici hiçbir zaman olmadım. O yüzden onu affedebileceğimi hiç sanmıyorum. Aras’ın o an ki para hırsı ve kini İsrafil’i bizden iki yıl kopardı.
“Kızım adım melek ismi diye sen de çok abarttın. Senin için vahiy indirecek halim yok ya.” Söyledikleri istemsizce kıkırdamama neden oldu. Ben cahil dediğimde bana kızıyor ama Cebrail ile İsrafil arasındaki farkı bile bilmiyordu. Bu dünyadaki sınavdan kalmıştık. Bu gidişle ölünce vereceğimiz sınavdan da kalacaktık.
“Sen İsrafil’sin vahiy indirmiyorsun Cebrail yapıyor o işi. Sen kıyamet günü Sur’a üfleyeceksin. Madem söyleneceksin adam akıllı yap şunu cahil.” İsrafil söylediklerimi umursamadan koridorda yürümeye başladı. Bir insanda hiçbir şey değişmez mi?
“Aferin ben seni okul da ders dinlemiyor sanıyordum. Meğerse dinliyormuşsun.” Okyanus mavisi gözlerimi devirdim. Ondan daha çok ders dinlediğimi biliyordu.
“Senin gibisi dünyada çok var biliyorsun değil mi?” İsrafil kaşlarını çatıp yüzüme baktı. Ne demek istemediğimi anlamamıştı. “Cahilsin aynı zaman da küstah, senin gibisinden çok var.”
İsrafil utanması olmayan bir insan olduğu için söylediklerimden utanma yerine kahkaha attı.
“Bari ilk gün o çatallı dilini ağzında tutmayı başar.” Normalde çatallı dilin ona nasıl olduğunu gösterirdim ama dediği gibi bugün ilk gündü. O yüzden konuyu daha fazla uzatmadım. Tıpkı demin Aras’la barışmak istediğinde konuyu uzatmadığım gibi ama gene de ona bu konu hakkında söyleyeceklerim vardı.
“Sen Aras’la konuşmak istiyorsan konuş ama beni karıştırma.” Diyerek düşüncelerimi belirttim. İsrafil dediğime cevap vermedi ama dudakları yukarı kıvrılmaya devam etti. Onun bu sinsi gülüşünü çok iyi tanıyorum. Beni delirtecek şeyler yapmadan önce hep böyle gülerdi.
“Asya sen hala aile olmayı anlayamamışsın. Aile içinde herkes birbirinin arkasını kollar.” Ben gerçekten aile olmayı bilmiyor muyum? Ben onları korumaya çalışırken onları ateşe mi atıyordum. Benim yapmadığım şeyi Aras yapmıştı. Hepimizi tehlikeye atı. Ben sessiz kaldığım için İsrafil beni ikna etme çalışmalarına devam etti.
“Asya Aras küçüklüğünden beri sınır tanımıyor bunu ben de biliyorum ama o bizim kardeşimiz. Tek başına senin gibi başarılı da olamaz biliyorsun. Ağzı da sıkıdır bir şey olduğunda bizi satmayacağını da biliyorsun.”
Evet bu konuda ben de hemfikirdim bizi satmaz ya da yakalanırsa bizi ihbar etmezdi. Ama gene de bu sınırları zorladığı gerçeğini değiştirmiyor. En son sınırları zorladığında olanlar da belliydi.
Ben kendi içimde savaşırken İsrafil “Benim sana söylemem gereken bir şey var.” Diyerek ortaya bir bomba daha attı.
“Ben içerideyken yeni biriyle tanıştım.“ Bunu avukatımdan duymuştum. Ata Erdem içerideyken birkaç kere İsrafil’i öldürmeye çalışmış. İçeriden biri İsrafil’e yardım ettiği için başarılı olamamış çok şükür ki.
“İçerideyken birkaç kere benim hayatımı kurtardı. Adı Barkın.” Diye basitçe açıkladı ama ben bu işin bu kadar basit olmadığını çok iyi biliyorum.
“Her neyse işte o da yarın hapisten çıkacak. Senin için de uygunsa onu buraya getirmek istiyorum. Bundan sonra bizim yanımızda çalışsın.” İsrafil’in söyledikleriyle bir an yutkunamadım. Geldiğinden beri beni kızdıracak o kadar çok şey söylemişti. Ama hiçbiri bu kadar saçma değildi. Ben güvenemediğim için Aras’ı yanımıza almak istemezken o gidip tanımadığım bir adamı mı içimize sokacaktı. Hele ki büyük bir işin içine girmeden önce.
Umarım kulaklarım duyma işini doğru yapamamıştır. İsrafil’in bizim içimize yeni birini getirmesindense duymamayı tercih ederim.
Şaşkın halime bakarak “Endişelenme benim ona güvenim tam. O içerideyken kaç kere benim hayatımı kurtardı. Şimdi sıra bende. Ben de ona yeni bir hayat sunmak istiyorum.”
“Bu Barkın’ın evi barkı yok muymuş? Ailesi filan onların yanına gitsin.”
İsrafil cevap vermek yerine başını hayır anlamında salladı. İsrafil’i kırmak istemiyorum kaç kere onun hayatını kurtarmış. Ama tanımadığım birini de işe dahil etmek istemiyorum. Hele burada bizimle yaşamasını hiç istemiyorum.
“Bu Barkın da mı hırsızlıktan girmiş.” İsrafil tekrardan başını hayır anlamında salladı. Daha sonra ağzı olduğunu hatırlayıp tekrardan konuşmaya başladı. “Yok cinayetten girmiş.” Benim gözlerim şaşkınlıktan büyürken İsrafil anlatmaya devam etti.
“Üvey babasını kız kardeşine taciz ederken yakalamış. Barkın da dayanamamış yemek masasının üstündeki bıçakla üvey babasını öldürmüş.” Çocuğun başına gelenlere ne kadar üzülsem de bir katili aramıza alamam. Bu iş bittiğinde parayı almak için içimizden birini öldürmeyeceğinin de garantisi yok.
“Bir katili nasıl aramıza alacağız?”
“Biz de katiliz Asya. O bir kişiyi öldürmüş bizim öldürdüğümüz adamların sayısı bile belli değil. Aramızdaki tek fark o yakalanmış biz yakalanmadık. “
“İşte o yakalanacak kadar salakmış. Bizim ekipte salak birini istemiyorum.”
“Ben de yakalanacak kadar salağım o zaman beni de ekipte istemiyorsun.” İsrafil’in bam diye bizi korumak için yakalandığını yüzüme vurmasıyla diyeceklerimi yutup sustum. Bundan sonra hep böyle mi olacaktı. İşine gelmeyen bir konu olduğundan bunu yüzüme mi vuracaktı.
Gerçi onun yerinde ben de olsam öyle yapardım. İki yıl hapis yat. İçeride sayısız kere beni öldürmeye çalışsınlar. İsrafil bunu az bile kullanıyordu.
“Ayrıca O katil değil, kader mahkûmu.” Bir de bu vardı. Her adam öldüren katil değil kader mahkûmu oluyordu.
“Birini öldürmedi. Dünyadan bir pislik temizledi. Ne yapacaktı Asya? Bıraksaydı da kardeşine tecavüz mü etseydi. “
İsrafil her söylediğiyle bir öncekinden daha çok beni şaşırtmasını başarıyordu. Bir an kendimi Barkın denen adamın yerine koymadan duramadım. Karsu’nun ya da Işıl’ın başına böyle bir şey gelseydi ben ne yapardım diye düşündüm. Bunun düşüncesi bile kanımın damarımda kaynamasına yetmişti. Ben mavilerimden ateş çıkarırken İsrafil beni ikna etmek için elini omzuma koydu.
“Barkınla bir tanış. Sevmezsen işe dahil etmezsin. Burada da kalmaz sadece bir tanış.”
İsrafil’in ısrarını kıramayacağım için bu teklifi istemsizce başımı sallayarak onayladım. Onunla tanışsam bile işe dahil etmeyi düşünmüyorum. Tanıştıktan sonra ona başka bir iş teklifi edebilirdim.
İsrafil elini bir kapının kulpuna attı. “Bu odada ne var.”
O oda benim spor salonumdu. Odanın içini spor aletleriyle doldurmuştum. Evim şehir merkezine uzakta olduğu için her gün spora gidemiyordum. Ben de çözümü evime spor aletleri almakta buldum. Soygunlar için her zaman çevik hızlı hareket etmem gerekiyordu. Bu da bolca spor yapmak anlamına geliyordu.
İsrafil konuyu daha fazla uzatmak istemiyordu. Açıkçası ben de uzatmak istemiyordum. Çünkü ağzımdan onu kıracak bir şey çıkabilirdi.
“Burayı seveceksin.” Gerçekten burayı severdi. İsrafil çocukluluğumuzdan beri spor yapmayı çok severdi. İsrafil on sekiz yaşına gelince zorla yetimhaneden kovuldu. Onun çıkışıyla biz de yetimhaneden kaçmıştık. O zamanlar kimse bize iş vermek istemezdi. İsrafil de bize bakabilmek için çözümü sokak dövüşlerine takılarak bulmuştu. Oradan kazandığı parayla bize bakmaya çalışırdı.
O zamanlardan beri spor yapmasını çok severdi. Şimdi biraz paslanmış görünse bile eminim ki birkaç haftaya eski formuna geri dönerdi.
İsrafil’in spor odamı görünce gözleri büyüdü. Evdeki her detay onu büyülüyor gibi bakıyordu. “Buradaki aletlerin çoğunu en son iki yıl önce görmüştüm. “İsrafil’in dudaklarından çıkan kelimeler kalbime bir ok gibi saplandı. Bunu beni üzmek için demiyordu ama varlığını bile unuttuğum vicdanım sızlamaya başlamıştı. Ben burada her şeye sahipken o hapishanede hiçbir şeye sahip değildi. Bizden uzakta tek başına hayatta kalmaya çalışıyordu.
Gözlerim bugün tekrardan istem dışı dolmuştu. “Özür dilerim.” Zor da olsa dudaklarımdan bu kelimeler çıkmıştı.
“Bunu üzül diye demedim.” diyerek beni teselli etti. Söylediklerinde samimi olduğunu biliyorum. Bu merhametinden bile belli oluyordu. İsrafil dışarıdan bakılınca soğuk ve duygusuz biri gibi duruyordu. Ama onu yakından tanıyan herkes öyle olmadığını bilirdi. İsrafil görünüşünün aksine merhametli ve yufka yürekliydi. Sırf Yemekhanede beni ağlattığı için beni koruma altına almıştı. Aras küçükken onunla yemeğini paylaştığı için onunla tekrar görüşüyordu. İsrafil için bu hayatta en önemli şey vefaydı. Ona yapılan hiçbir iyiliği karşılıksız bırakmazdı. Tıpkı ona yapılan hiçbir kötülüğü karşılıksız bırakmadığı gibi.
“Biliyorum. Sadece bizim için yaptığın fedakârlıklar beni üzüyor.” O bizim için bu kadar çok şeyden vazgeçmişken bense burada durmuş önemsiz detaylar için onunla kavga ediyordum.
İsrafil haklı galiba ben aile olmayı öğrenememiştim. Hayat bana hayatta kalmayı öğretmişti ama aile olmayı öğretmemişti. Aile olmak sonradan öğrenebilir bir şey mi açıkçası onu bile bilmiyorum.
“Biliyorum ama üzülme artık yanındayım. O günler geçmişte kaldı. Ve biz her zaman önümüze bakarız.” Sulu gözlerimle başımı sallayarak onaylıyordum. Söylediklerinde haklıydı. Geçmişe bakarsak önümüzü göremeyiz. Bu da bize hata yaptırır. O yüzden hep önümüze bakar anı kurtarırız. Bizim gibi yetimhane çocukları için en önemli şey anı kurtarmak.
İsrafil’le bu şekilde durursak her an ağlayabilirdim. Bunun olmasını engellemek için Spor odasında daha fazla oyalanmadan dışarı çıktık.
Spor odamın hemen karşısında duran Soygunlar için hazırlık yaptığım kostüm odasının kapısını açtım.
İsrafil üstündeki duygusallığı anında attı. Odaya girer girmez baştan aşağı odayı incelemeye başladı. Yüzünde hafif de olsa bir şaşkınlık vardı.
Bu kadar hazırlıklı olmamı beklemiyordu. Eskiden bu kadar hazırlık yapmazdık. Tek başıma olduğum için her şeyin yolundan gittiğinden emin olmam gerekiyor.
Duvardaki askılarda neredeyse her renk ve her model duran peruklar vardı. İsrafil’in peruklara bakarken ki yüz ifadesi işkence çekiyormuş gibiydi. Onun bu haline neredeyse gülecektim.
Eline mor renkteki peruğu alarak “Seni mor saç içinde düşünemedim.” Dedi. Peruğu yerine koyarken perukların yanındaki kostümleri incelemeye başladı. Her kostümde ağzı biraz daha açık kalıyordu. Çünkü baktığı her kostüm bir öncekinden daha açıktı. Özellikle bazıları Neredeyse hiçbir yerimi kapatmıyorlardı.
“Bana bunları dışarıda giydiğini söyleme.” Dedi elindeki kırmızı danteli baleti göstererek. Onun yokluğunda moda anlayışı çok değişmişti.
Yüzümdeki sinsi bir ifadeyle “Tabi ki giyiyorum. Beni içinde bir hayal etsene.” İsrafil söylediğimle elini hızla danteli baletten çekti. Yüzünü buruşturdu.
“Asya senin için zor olacak ama ben gene de edebe davet ediyorum.” İsrafil’in yüzü kızarırken ben daha fazla dayanamayarak kahkaha attım. Ben her şeyden utanan bir kız değildim. Hiçbir zaman da olmadım. Utanmak gibi masum duygular için fazla kirliyim.
İsrafil’in kostüm odasındaki makyaj malzemelerinin yanındaki haritayı fark etmesi sadece birkaç saniyesini almıştı. O haritayı hazırlanırken büyük planımın üstünden geçmek için getirmiştim. Görünüşe bakılırsa da sonra burada unutmuşum.
“Bunlar da ne?” Bunlar yeni planımdı.
Haritaları kahve içmek için gittiğim mekânın karşısındaki binada oturan adamın evinden aldım. Adam her gün aynı saatlerde evden çıkıp aynı saatlerde evine geliyordu. Bu ilk başta dikkatimi çekmese de daha sonra akşamları evine gelirken elinde kutularla dönmeye başladı. Bu durum bir süre daha tekrar edince dikkatimi çekmeye başlamıştı. En son merakıma yenik düşüp adamın evinde olmadığı bir gün evine girdim.
Evine girdiğimde adamın kim olduğunu da öğrenme şansım olmuştu. Yabancı Adam İngiliz bir arkeoloji uzmanıymış. Evin birçok yerine güvenlik önemlileri almıştı. Bunlardan biri de kapıya kurduğu silah sistemiydi. Kapısına parmak izi okuyucu takmış. Yabancının biri evine girmeye çalıştığında içerideki silah kendiliğinden ateşlenerek kapının önündekini vuracaktı. Arkeoloğun kullandığı sistemlerin hepsini ben de kullandığım için biliyordum.
Hint bilişim uzmanlarım benim için bütün güvenlik sistemlerini dakikalar içinde kapatmıştı.
İçeri girdiğimde dikkatimi ilk İngiliz arkeoloğun getirdiği kutular çekti. Daha sonra da etrafta bulunan dosyalar. Evin içinde o kadar çok dosya vardı ki merakıma yenik düşüp onları incelemeye başladım. Her dosyada aynı şey vardı. Bizans döneminden kalan gizli bir oda. İstanbul’un fethi zamanında Bizanslılar değerli eşyalarını çalınmasın ya da kaybolmasın diye o odaya koymuşlar. Ama içlerinde bir şey varmış ki çok değerliymiş. Bir elmas kaşıkçı elmasından bile daha büyük daha değerliymiş. Onu oraya Bizans’ın son kralı Konstantin Paleologos şehrin daha fazla dayanamayacağını anladığında bırakmış. Ona da önceki kraldan kalmış.
Belgelere göre o elmasın Roma döneminden kaldığı söyleniyormuş. O elması bulmak için daha önce hem İngilizler hem de Yunanlılar ülkemize gelerek elması arama çalışmaları başlatmışlar. Ama yerini bir türlü tespit edememişler.
Aramaya gelen her arkeoloji uzmanı yaptıklarını bir sonraki gelecek olan arkeoloji uzmanı için kağıda dökmüş. O yüzden de etrafta bir sürü dosya vardı.
İlk başta okuduklarımın doğru olduğunu düşünmedim. Ama gene de acaba demedim değil.
Önümdeki kutulara göz gezdirdim. İçlerinde ne olduğunu az çok tahmin ediyordum. O elması ararken bulamam ihtimaline karşı eli boş gitmemek için küçük tarihi eserler kaçırmayı düşünüyordu.
Kutuların içindekileri dikkatlice incelediğimde bir sürü Osmanlı döneminden kalan kupalar, altınlar olduğunu fark ettim. Eski Osmanlı döneminden kalan mezar taşları bile vardı. O dönem mezar taşlarını niye çaldıklarını bilmiyordum. Sonradan öğrendiğime göre onlar yurt dışında ciddi paralar ediyormuş. Biz ülkemizdekilerin kıymetini bilmezken onlar ölülerimizi bile rahat bırakmıyorlardı. Ne kadar acınacak bir durum.
Son kutuya geldiğimde içinde anlam veremediğim bir parşömen parçası buldum. Ne olduğunu anlamasam da çok önemli olduğu belliydi. Kutunun içindekileri biraz daha incelemeye devam ettim. Hepsi bir şekilde birbiriyle bağlantılıydı. Bu demin okuduklarımdan sonra kafamdaki soru işaretinin daha da çok belirmesine neden oldu.
İngiliz arkeoloji uzmanının evinde daha fazla zaman kaybetmek istemediğim için belgeleri ve parşömeni yanıma alarak evden dışarı çıkmıştım. Belgeleri garajdaki sahte plakalı arabama koyduğumda Hintli bilişimciler hemen ardımdan güvenlik kayıtlarını silmişti. Yüzümün göründüğü hiçbir şeyi arkamda delil bırakmadığımdan emin oldum. Çünkü İngiliz arkeoloji uzmanı evine birinin girdiğini gördüğü an peşime düşecekti. Beni bulmasını imkânsız hale getirmek için her şeyin silinmesi gerekiyordu. Arkamda kimliğimi belli eden hiçbir şey bırakmamalıydım.
“Bunlar, bundan sonraki hayatımızın garantileri.” İngiliz arkeoloji uzmanının evinden çıktıktan sonra ilk iş tarihi kitapları alıp bu işin doğru olup olmadığını araştırmaya başladım. Aslında tanıdığım birkaç tarihçi vardı. İlk başta onlara sormayı düşünsem de daha sonra vazgeçtim. Belgeler çalındığı için, çalan kişinin içinde ne olduğunu anlaması için tarihçilere gideceklerini bildikleri için bilinen güvenilen tarihçileri takip altına alacaklarını biliyorum. O yüzden kendim araştırmaya başladım.
Bu konu hakkında Türk kaynaklarında bir şey yazmadığı için ben de İngiltere’ye giderek araştırmaya başladım ve bingo oradaki kaynaklardan bir sürü yeni bilgi öğrendim. Türkiye’ye döndüğümde artık bilginin gerçekliğini bildiğim için belgeleri tekrardan gözden geçirmeye o gizli odanın nerede olduğunu öğrenmek için planlar yapmaya başladım.
O gizli odanın nerede olduğunu öğrenmem tam bir yılımı aldı. Sonunda nerede olduğunu öğrenmiştim. O odayı sorunsuz bir şekilde boşaltabilirsem bir daha çalmama gerek kalmayacaktı. İngiltere’de bulduğum kaynaklara göre o elmas kaşıkçı elmasından beş kat daha büyükmüş. Dünyanın en büyük elması olduğu söyleniyormuş ve paha biçilemiyormuş.
İsrafil parşömene boş boş bakarak “ O ne demek oluyor.” Diye sordu. Ona kaşıkçı elmasından bile daha değerli olan bir elmasın yerini bulduğumu söylesem ne yapardı acaba.
“Bunu daha sonra sana uzun uzun anlatırım demek. Şimdi bir anda cahil beynini zorlamayalım. Grupta birinin okuması gerekiyordu, zekâ seviyesini yükseltebilmesi için.” İsrafil söylediğime alınmak yerine tekrardan kahkaha attı. Her zaman olduğu gibi çokça yüzsüzdü.
İsrafil makyaj masamdan kalkıp elindeki parşömeni gelişi güzel bir şekilde masanın üstüne attı.
“Neyse artık bana Aras’ın adresini ver de onunla konuşayım.” Gitmemesi için onu ikna edemeyeceğimi bildiğim için gitmesine izin verdim. Gitmeden önce onun için aldığım telefonu, çıkardığım banka kartlarını da vermeyi ihmal etmedim.
İsrafil evin kapısından dışarı çıkarken ona seslenip “ Adamlarım seni bıraksın.”
İsrafil hevesli bir şekilde beni onayladı. “ İlk defa özel şoför beni bir yere bırakacak. Kendimi önemli biri gibi hissettim.”
Söylediği dudaklarımın yukarı kıvrılmasına neden olmuştu. Orhan İsrafil’i Aras’ın yanına getirirken ben de Işıl’la iletişime geçecek fırsatı bulmuş oldum.
İsrafil’in artık özgür olduğunu duyduğunda ne yapacağını çok merak ediyordum. Yanımıza tekrardan gelir miydi? Eski günlerdeki gibi planımın bir parçası olur muydu? Bu sorularımın cevaplarını öğrenebilmek için eve girdim.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |