
DÖRDÜNCÜ BÖLÜM
“YENİ BİRİ.”
arkadaşlar pamuk eller yıldıza:)
Kulağıma gelen son ses müzik ve kahkaha sesleriyle bir anda yatağımdan sıçradım. Nerede olduğumu anlamak için şaşkın gözlerle etrafa bakıyordum. Kendi yatağımda olduğumu görünce bir an rahatladım.
“Ne oluyordu lan böyle. Ben uyurken İsrafil sura mı üfledi. Bu sesler de ne böyle?” Kulaklarım son ses açık olan müzikten uğuldamaya başlamıştı.
Kulaklarımdan alevler çıkarak yatağımdan kalktım. Takipçilerim için günaydın storisi bile atmadan ne olduğunu anlamak için merdivenleri ikişer ikişer inmeye başladım. İndiğim her merdivende kahkaha sesleriyle müzik sesleri yükseliyordu.
Sadece sesler değil aynı zamanda benim öfkem de yükseliyordu.
Salona girdiğim an dans eden bedenleri gördüm. Gördüklerimin hayal olduğunu düşündüğüm için gözlerimi peş peşe birkaç kere kapatıp açtım. Tuhaf bir şekilde evimin içindeki insan sayısı her geçen her gün artıyordu.
Müzik sistemini kapattığım da dans eden bedenler sonunda durmuştu. Salondaki bütün gözler bana dönmüştü. Şu an hudut savaşında aşağıdan üç bin kişilik düşman ordusu gelirken tek başına tepede bekleyen okçu gibi hissediyordum. Dışlanmış ve öfkeli!
“Sabah sabah ne oluyor burada?” Bu soruyu sorarken salonumun diğer ucunda sakin bir şekilde oturan yabancıya bakıyordum. İsrafil’in bahsettiği arkadaşı gelmiş olmalı.
Salonumun diğer köşesindeki yabancıyı incelemeye başladım. Uzun boyluydu. Çok uzun iki metreden uzun olduğuna emin gibiydim. Fit bir fiziği vardı kaslıydı ama karşındakinin gözüne sokacak kadar değildi. Açık kahve rengi saçları vardı. Özenle arkaya doğru yapılmışlar. Gülerken kısılan elayla kahverengi karışımı gözleri insanı hipnoz ediyordu. Salonumun ortasında Yunan heykeli gibi duruyordu. Sanki aramıza sonradan katılmamış yeri hep buraya aitmiş gibi görünüyordu. Bizim ailemizin bir parçası gibiydi. Benim bir parçam gibi! Ama öyle olmadığını biliyordum.
Ben salonumun ortasındaki yabancıyı incelemeye devam ederken İsrafil elini yabancı adamın omzuna koydu. “Asya, uyandın demek. Biz de Barkın’ın dışarı çıkmasını kutluyorduk.” Benim evimde benden habersiz kutlama yapmalarına takılmadım. Çünkü odanın ucunda beni baştan aşağı süzen adamdan gözlerimi çekemiyordum. Diğerleri ayaktayken o kahverengi deri koltuğumda Oturuyordu. Oturduğu yerden bile çok heybetli görünüyordu.
Bana eski bir tanıdığa bakıyormuş gibi bakıyor, bakışlarını bir an bile üzerimden çekmiyordu. Bir yandan da beni baştan aşağı süzüyordu. Gözleri soygunlar sırasında aldığım yaralara takıldı. Sol kolumda iki tane bıçak sol kalçamın beş santim altındaysa kurşun yarası vardı. Yara izlerim çok büyük değildi. Dikkatli bakmayınca göze bile çarpmıyordu. Ama o fark etmişti. Yerlerini biliyormuş gibi gözleri direk yara izlerinin üstüne gitti.
Gözlerini yara izlerimden çekip okyanus mavilerime kilitledi. Değerli bir eşyanı gözünün önünden ayrılmazsın ya kaybolur diye. Bakışları bana kendimi onun kaybetmeye korktuğu eşya gibi hissettirmişti.
Uzaktan hiç konuşmadan bakışlarıyla bile üzerimde bıraktığı etki damarlarımdaki kanı yavaşlatıyordu. Ölüm gibiydi acılı ve yavaş. Son nefesini vermeye çalışıyor ama veremiyor muşsun da acı içinde kıvranıyormuşum gibiydi. Daha önce hiç görmediğim biri karşısında böyle olmam ne kadar normaldi. Ya da daha önce böyle bir şey hissetmemem normal miydi? Hiçbirini bilmiyorum. Barkın’ın gözlerini üstümdeyken zihnimin içinde kelimelere dökülmeyen bir sürü soru dönüyordu.
Barkın oturduğu koltukta eliyle omuzlarına tam oturan gömleğini düzeltirken gözlerini üstümden çekmemeye devam etti. Barkın nasıl beni tanıyormuş gibi bakıyorsa onda da bana tanıdık gelen bir şeyler vardı. Bu da bana onu daha yakından inceleme gereksinimi hissettiriyordu.
Dostunu yanında tut ama düşmanını daha yakın tut. Şu an düşmanım mı yoksa dostum mu olduğunu kestiremiyordum.
İsrafil bir anda bir şey fark etmiş gibi yerinden huzursuzca kımıldandı. Önüme geçip görüş alanımı kapatmaya çalıştı. Bunu başardı da kocaman cüssesiyle önüme geçince Manzaram kapandı.
Görüş alanımdan Barkın’ın sorgulayıcı ela gözlerinin çıkmasıyla hipnozunun etkisinden zar zor çıkmayı başarmıştım.
“Kızım sen evin içinde böyle mi dolaşıyorsun?” Üstümdeki kısa saten geceliğim için bunu diyordu. Buna cevap vermedim. Çünkü daha ciddi sorunlarım vardı. Şu an benim evimde benden habersiz kutlama yapıyorlar ve aynı zaman da evimin salonunda yabancı biri vardı. Bana kararsız gözlerle bakıyordu. Beni öldürmeyi mi yoksa yaşatmayı seçmeli bilmiyormuş gibiydi.
Ayrıca evet ben evin içinde böyle dolaşıyorum. Üstümdeki gecelik benim için çok normal bir şeydi.
Yana bir adım atarak İsrafil’in arkasından çıktım. “Kutlamayı illa sabahın köründe mi yapmanız gerekiyordu. Bir an İsrafil sura üfledi zannettim. Yerimden nasıl fırladım haberin var mı? “İsrafil yüzsüz biri olduğu için sinirlenmem hoşuna gitmişti. Yüzünde bir gülümseme belirdi. Tıpkı salondaki herkes gibi benim bu şaşkın halimle eğleniyorlardı.
İsrafil tekrardan önüme geçerek görüş alanımı bir daha kapattı. “Merak etme daha sura üfüremedim. Sana dedim ya bugün arkadaşım gelecek diye.” Açıklama yaparken gözleri etrafta bir şeyler arıyordu. Ne aradığını sormadım çünkü şu an ne aradığı umurumda bile değildi.
“Arkadaşım gelecek dedin ama sabahın köründe demedin. Ayrıca dışarıdaki güvenlikten nasıl geçti.” Sesimi elimden geldikçe normal tutmaya özen gösterdim. Beni ne kadar bozguna uğrattıklarını belli etmemeye çalışıyordum.
Korumalarım tanımadığım hiç kimseyi eve almazlardı. Tanıdıklarımın bile ben haber vermeden içeri girmesine izin vermezlerdi. Burası her anlam da benim kalemdi. Burada benden habersiz kuş bile uçmazdı.
“Sabah mı? Saat öğlenin üçü, neredeyse akşam olacak. Orhan’ları diyorsan Barkın’ı zaten o getirdi.” Duyduklarımla öfkeli bir şekilde gözlerimi kapatıp açtım. Orhan iki gündür yaptıklarıyla şansını çok zorluyordu. Artık onu kişisel mezarlığımın en nadide parçası yapmama çok az kalmıştı.
Üzerimdeki bütün gözlere rağmen “Halit” diye bağırdım. Hemen artından “Bana silahımı getir.” Diye ekledim.
Aras panikle yerinde kımıldanmaya başladı. “Görüyorsun değil mi? Bu manyak tekrardan beni vurmak için silah arıyor.” Eliyle beni işaret ederek “Beni öldürmeyi kafasına koymuş.” diyerek gözlerimin önünde İsrafil’e beni şikâyet etmeye devam etti. Bilmiyor ki şu an İsrafil ondan daha kötü durumda.
İçimden sabır çekerek “Yok önce Orhan’ı ardından seni öldüreceğim. Ama Beğenmiyorsan kapı orada defolup gidersin.” Evime zorla çöktü bir de utanmadan beni şikâyet ediyor.
Hemen yanımızdaki sehpanın üzerinde duran vazo bir an gözüme çarptı. Şeytan sadece bir an al o vazoyu Aras’ın kafasında parçala dedi. Ama sonra o vazoya dokuz yüz seksen iki bin elli dokuz kuruş verdiğim aklıma gelince bu fikirden saniyeler içinde vazgeçtim. Evet kuruşuna kadar hatırlıyorum. Ben kolay soygun yapmıyorum. O yüzden neye ne kadar harcadığımı her zaman bilirim.
Evimin özel yapım olan üç metrelik giriş kapısı açıldı. Halit elinde bir silahla içeri girdi.
“Yettim patron. Hangisinden başlayayım?” Silah olan eliyle Barkın’ı işaret ettikten sonra tekrardan söze girdi. “Benim bu yabancının eve gelmesiyle hiçbir ilgim yok. Bunu bilesiniz her şey Orhan dalyarağının başının altından çıktı. Hatta ben Orhan’a yapma dedim onu durdurmaya çalıştım. Patron bunu duyunca çok kızacak dedim. Gene bizi bahçedeki mayınların üstüne oturtacak dedim ama beni dinlemedi.” Salondaki uğultu Halit’in dedikleriyle kesildi. Herkesin bakışları bir anda salonumun bir duvarını kaplayan pencereye döndürdü.
“Bana Orhan’ı bul.” Halit elindeki silahı indirmeden “Hemen mi bulayım yoksa içlerinden birini ya da birkaçını öldürdükten sonra mı bulayım.” Diye emin olmak için sordu. Halit’in hiç düşünmeden tetiği çekmesini seviyorum. Ama bulduğu her fırsatta birini öldürmeye çalışmasını sevmiyordum.
“Siz nasıl uygun görürseniz patron.” Halit elindeki silahı indirip salonumdan dışarı besmele görmüş şeytan gibi çıktı. Ona da kızmamdan korkuyordu.
Halit’in ortamdan ayrılışıyla Karsu önce derince yutkunup hemen ardından çekimsel bir ses tonuyla konuşmaya başladı.
“Bahçede mayın mı var?”
“Karsu sana inanamıyorum, takıla takıla buna mı takıldın.“ Aras birkaç saniye önce Halit’in çıktığı kapıyı işaret ederek. “Belki duymamışsındır ama adamları mayınların üstüne oturtuyormuş bu manyak.” Aras’ın delirmişim gibi bakışlarıyla söyledikleri salonumun ortasındaki yabancıyı güldürmüştü. Benden tam olarak böyle çılgınca şeyler yapmamı bekliyor gibi bakıyordu. Daha beni tanımadan benden böyle bir şey yapmamı nasıl beklerdi.
Barkın’ın kendinden emin bakışları bana daha ilk saniyeden beri görünmez iplerle birbirimize bağlanmışız gibi hissettirmeye başlamıştı.
Her zaman bir erkeğin benimle ilgilendiğini ya da beğendiğini hemen anlayabilen biri olmuşumdur her zaman. İnsanların yüz ifadelerinden ne hissettiklerini yakalayıp boşlukları doldurup onları da manipülasyon etmede kullanırım. Ama şu an salonumdaki yabancı hakkında tek hissettiğim tehlikeli biri olmasıydı.
İnsanlar kalabalığın içinden büyük bir özenle celladını bulurmuş. Bu adam da benim celladım olacaktı bunu hissediyordum.
Elaları okyanuslarımı bulduğunda ciğerlerime çektiğim oksijen fazla gelmeye başlamıştı. Yavaşça ciğerlerimi boşaltırken kendimi bu hipnozdan kurtarmaya çalıştım.
“Seni de oturtmamı istemiyorsan o çeneni kapat.” Dedim. Salonumdaki yabancıyla aramızda görünmez bir savaş vermiyormuşuz gibi. Bir savaşı güçlü olan değil iyi rol yapan kazanır. Güçsüzleştiğini görenler daha fazla üstüne gelir. Ama sen dağ gibi yerinde durursan insanlar bu yıkılmaz diyerek saldırmaktan vazgeçer. Yetimhanede ilk öğrendiğim şeylerden biri bu olmuştu.
O yüzden de salonumdaki yabancıya üstümde etki bıraktığını göstermek gibi bir aptallık yapmadım.
“Patlamaya hazır fay hattı gibisin biraz sakinleşir misin?” Bu doğru tespiti yapan Aras değildi, İsrafil’di.
“Biraz sakinleşirsen sana bir sürprizimiz var seveceğini düşünüyorum.” Şu an dünya üzerinde beni mutlu edebilecek bir şey yoktu. Şu an kıyamet kopsa neden kopmuş diye sorgulamam. İsrafil arkadaşını evime getirerek benim için sura üflemişti. İçimden bir ses kıyametim salonumdaki bu yabancı olacak diyordu. Hayatta kalma becerim salonundaki bu yabancıdan hemen kurtul diyordu. Ama bunu yaparsam İsrafil’i de kaybedeceğimi bildiğim için hiçbir şey yapamıyordum.
Ben kendi içimde meydan harbi yaparken o ise gözlerini bile kırpmadan bana bakmaya devam ediyordu. Olayları değil sadece beni takip ediyordu.
“Kavga etmeniz bitti mi?” Arkamdan duyduğum tanıdık sesle içimdeki dalgalar duruldu. Hemen gelmiş olabilir miydi? Işıl’la dün akşam konuştum bana dönme tarihiyle ilgili net bir şey dememişti. Ama bu kadar kısa zaman da gelebilir miydi?
Sarı saçlarımı omzumun üstünden attım. Başımı çevirdiğimde gözlerim gün doğumu gibi parlayan kızı buldu. Lanet olsun gerçekten gelmişti. “Se, sen ne zaman geldin.” Bir an heyecandan konuşamamıştım. Dün akşam Işıl’a İsrafil’in çıktığını söylediğimde bu kadar çabuk gelmesini bekliyordum. Ama bu kadar çabuk değildi. İki yıldır ne zaman dönüş tarihini sorsam beni geçiştiren kadın, sevdiği adamın dışarı çıktığını duymasıyla soluğu yanında almıştı.
“Bu sabah geldim. Ama anlaşılan benim yokluğumda hiçbir şey değişmemiş. Hala Aras’la kedi köpek gibisiniz.” Onun yokluğunda çok şey değişti. Ayrıca Aras’ a köpek demek köpeklere haksızlık olur.
“Çok şey değişti. Mesela artık birini öldürürken düşünmüyorum.” Lafımın yerine gidip gitmediğini görmek için bakmadım. Çünkü gittiğini biliyorum.
Işıl’a kırgın da olsam sarılmak için kollarımı açtım. Benden ayrı kaldığı zamanların acısını çıkarmak ister gibi bana karşılık vermişti. Birkaç saniyeden uzun süre sarıldığımız için Karsu daha fazla beklemeden eşlik etti. Uzun kollarını ikimizin de omuzlarına koydu.
Yetimhanedeki günler gibi sarılmamız içimdeki ateşi biraz olsun azaltmıştı. Ama sadece biraz. Hala onlara çok kızgınım.
Şu an üçümüz de duygusal olduğumuz için konuşmuyorduk. Konuşmamıza da gerek yoktu. Bizim anlaşmamız için sözcüklere gerek yoktu. Biz çoğu zaman susarak anlaşırdık. İsrafil bütün büyüyü bozarak bizim yerimize ortamdaki sessizliğin içine etmişti.
“Açım ben, hadi kahvaltı yapalım.” Öküz ne olacak! Dudaklarını tekrardan açtığında kaşlarım yukarı kalktı.
Eliyle beni işaret ederek “Sen de önce bir üstünü değiştir. Elin adamının yanında böyle durma.” Yanlış anlaşılma olmasın elin adamı derken arkadaşını kastetmiyordu. Halit’i kastediyordu. Arkadaşı onun için elin adamı olmaktan çoktan çıkmıştı. Birlikte büyüdüğü insanlarla aynı kefeye koyuyordu.
Arkamızdan tekrardan ses duyulduğunda bu sefer kalkan kaşlar benim değildi. Salonumda duran üç adama aitti.
“Bizi kastediyorsanız biz patronun bu hallerine alışkınız.” Halit Orhan’ı bulmuş. Orhan’ı içeri yollarken Halit de peşinden gelmiş. Bunun yapmasının nedeni ben Orhan’a kızarken bunu kaçırmak istememesiydi.
İki salağın yanına üç yaşında çocuk koysam bunlardan mantıklı davranır.
İsrafil önce üzerimdeki popomu anca kapatan saten geceliğe artından Halit’e baktı. “Ne demek siz Asya’nın bu hallerine alışkınsınız?” Halit salondaki üç adamın ona öldürecek gibi bakışlarına aldırmadı. Bunlar Halit’i korkutmazdı. Onlar benim yanımdayken daha kötü durumların içinde kalmışlardı. Bunlar onları için vız gelip tırız giderdi.
“Patron evde hep böyle. Dolaşırken bir keresinde banyo havlusuyla dışarı bile çıkmıştı.“ İsrafil’le arkadaşının dehşetle gözbebekleri büyüdü. Kızlar ise onların bu halini keyifle izliyordu. Onlara da eğlence çıkmıştı.
“Halit ilk başta doğru bildin. Tekrardan bahçedeki mayınların üstüne oturacaksınız ama bu sefer bunu Asya değil ben yapacağım.” Sabır dilenir gibi derin bir nefes çekti ciğerlerine. “Dışarıdaki adamların için havluyla mı çıkıyorsun? Bu soruyu bana bakmadan sorsa da bana sorduğunu bildiğim için önce umursamazlıkla gamsızlık karışımı omuz silktim hemen ardından “Bunda ne var ki! Dışarıdaki havuzu kullanmayacaksam neden yaptırdım?”
İsrafil havuzu duyduğu an dışarı baktı. “Sen o kadar adamın içinde iç çamaşırıyla mı geziyorsun?” Bu adam medeniyet denen şeyi duydu mu acaba. İsrafil’in duyup duymadığını bilmiyorum ama yanındaki arkadaşının duymadığı kesindi.
“İç çamaşırı değil o bikini öküz. Azıcık medeni ol.” İsrafil söylediklerime alınmayı bırak doğru düzgün dinlemedi bile. Mağara adamı ne olacak!
Barkın gözlerini benim üstümden tamamen çekmişti. Artık yeni odak noktası Halit idi. Keskin bakışlarla biri ölseydi. Şu an Halit ölmüş olurdu. Şu an neden bu kadar kızdığını anlayamıyordum. Beni kıskandığını düşünsem çok saçmaydı. İnsan ilk defa gördüğü birini kıskanır mıydı?
Ama o kıskanıyormuş gibi bakıyordu. Hatta kıskanmak değil ben ona ait bir eşyaymışım gibi beni sahipleniyordu. Duygusuz biri olmasam sevgisiz büyüyen ruhuma anlamlar çıkarırdım.
Bu konunun daha fazla büyümesini istemediğim için Orhan’a “Dua et arkadaşım geldi. Yoksa bu sefer seni köpeklerime top olarak atar, peşinden koştururdum. Şimdi beni dışarıda bekleyin. Reklam görüşmeleri için birileri gelirse de içeri almayın.” Orhan başıyla onaylayıp dışarı çıktı. Halit hemen dışarı çıkmak yerine bana doğru bir adım attı.
“Asya hanım böyle bir şey yaparsanız bana da haber verirsiniz değil mi?” Orhan’ın peşine köpekleri salarsam eğlenceyi kaçırmak istemiyordu.
“Belki de seni de onunla sararım.” Halit duyduğundan hoşnutsuz bir şekilde kımıldandı.
“Ben anladım Asya Hanım.” Dedikten sonra İsrafil ve onu çiğ çiğ yemek isteyen adamı görmezden gelip uzaklaştı.
“Kızım bunlar nasıl koruma böyle! Seninle nasıl bu kadar rahat konuşabiliyorlar.” İsrafil sitem ederken arkadaşı hala Halit’in gittiği yere bakıyordu.
“Onlarla aramdaki ilişki sadece koruma ilişkisi değil.” İsrafil’in dediği gibi sadece koruma olsa en çok kim para verirse beni onlara satabilirlerdi. Ama aramızdaki yakınlıktan böyle bir şey yapmayacaklarına neredeyse emindim.
Barkın oturduğu koltuktan ayağa kalktığında cüssesi tamamen belli olmuştu. Tahminlerim doğru çıkmıştı. Bu adam iki metreden daha uzundu. Ayağa kalkınca otururken belli olmayan kasları daha belirgin hale gelmişti.
Barkın her an kavgaya karışacak bir şekilde etrafa bakınmaya devam ederken ben konuşmak için yutkundum.
“Hadi aç karnımızı doyuralım. Gülfem bizim için kahvaltıyı hazırlamıştır.”
Çocuklar mutfağa gitmek için adım atarken ben arkalarından yavaşça onları takip ediyordum. Ben onların aksine mutfak yerine giyinme odama gideceğim için onların geçmesini bekliyordum.
Merdivenlere yaklaştığımda sırtıma konan elle bir an yerimde donup kaldım. Kızlar önümde yürüdüğüne göre elin sahibi kim olabilirdi. İsrafil’le Aras da önümde yürüyordu. O yüzden onlar da olmazdı. Geriye sadece bir kişi kalıyordu.
Omzumun saçımı tek omzumdan uzaklaştırıp bir adım arkamda sadece karın kasları görünen bedene baktım. Barkın’ın cüssesinin yanında ufacık kalıyordum.
Barkın sanki elini çıplak sırtıma koymamış gibi bana bakmadan beni yürümem için adım atmaya zorluyordu. Ben yerimde donup kaldığım için adım atamıyordum. Bu ona aramızdaki bir adımlık mesafeyi kolayca kapatma fırsatı vermişti.
Eli sahiplenici bir şekilde sırtımda durmaya devam etti. Elinin değdiği yer elektrik akımına uğramış gibiydi. İçimden bir titreme yükseliyordu.
Hafif bana doğru eğilerek kısık sesle konuşmaya başladı. “ İsrafil haklı bu şekilde o kadar adamın içinde durma.” Bana doğru eğilmesiyle kahve, çikolata karışımı kokusu burnuma doldu. Bu adam kesinlikle benim sonum olacak.
“Önemli olan rol yapmak Asya. Yüzünü mimiksiz tutarsan seni okuyamaz” diye kendi içimden konuşurken bir yandan da aramıza mesafe koymak için bir adım uzaklaştım.
“Pardon da sen kim oluyorsun da bana ne yapacağımı söylüyorsun. Ayrıca o elini de üzerimden çek. Yoksa ben bir yerine sokmak zorunda kalacağım.” Bedenim söylediklerimi yalanlamaya çalışır gibiydi. Elini çıplak sırtımdan çektiği an tenimde bir eksiklik hissetim.
“Asya kendine gel. O iki yıl boyunca kadın görmemiş olabilir ama sen her gün binlerce erkek gördün. Hiçbirinde böyle olmadın. Şimdi sana ne oluyor?” Diye içimden kendime kızmaya devam ettim. Şu an kendimi kör koyulara atıp merdivensiz bırakasım geliyordu.
“Pardon rahatsız etmek istemedim ama çok yavaş yürüyordun. Sana yol vermek için elimi sırtına koydum.” Barkının da bedeni söylediklerini yalanlar şekildeydi. Elini sırtımdan çektiğinden beri baston yutmuş gibi yürüyordu.
Kokusu burnuma gelmeye devam ettikçe midemde bir kasılma oluşuyordu. Mide ekşimesiyle bulantısı arasındaydı. Midemde bir şeyler hareket ediyordu. Sanırım dün yediğim et bozuktu.
“Bir daha olmasın. Sen İsrafil’in arkadaşı olabilirsin ama benim değilsin.” Diğerleri bizden on adım uzaktaydı. O yüzden hala kısık sesle konuşmaya devam ediyorduk.
Yüzünde yamuk bir gülümseme belirdi. “Seninle arkadaş olmak istediğimi sanmıyorum.” Dudakları biraz daha yukarı kalktı. Ela gözleri flörtöz hallerine uyum sağlayan bir şekilde parlıyordu. “Daha fazlası olabilir tabi.” Diye ekledi.
“Anlaşılan hapisten yeni çıktığın için önüne gelen her kadına yürüyorsun.” Ses tonum iç sesimden daha kuvvetli ve kendinden emindi. Hiç kimse içimdeki dalgaların kıyılarımı dövdüğünü hissedemezdi.
“Hayır her kadına değil. Sarışın, mavi gözlü, bir çocuk gibi masum gülen, aynı zaman da bir kadın gibi derin bakan kadınlara karşı böyleyim.” Bende masumluk namına hiçbir şey kalmamıştı. O yüzden saydıklarını üstüme alınmadım.
“Ben masum değilim.” Biz burada birbirimizi yerken diğerleri mutfağa girmişti. Gülfem kahvaltıyı mutfaktaki masaya hazırlardı. Diğerleri benden önce kalktıkları için Gülfem kahvaltıyı hazırlarken görmüş olmalılar.
“Ben bu dünyada masum olmaktan en uzak insanım.”
“Sana masumsun demedim. Masummuş gibi gülen dedim.” Allah aşkına biri bana bu adamın benim hakkımda neler bildiğini anlatabilir mi? Ela gözleriyle bana öyle bir bakıyordu ki daha önce okuyup ezberlediği bir kitabı tekrardan okuyormuş gibiydi.
“Bir daha bana dokunmak gibi bir hata yapma yoksa dokunduğun kolunu keser köpeklerime yediririm.” Barkın’ın efsunundan kurtulabilmek için hızlı adımlarla merdivenlere yöneldim. Odamın kapısını açtığım an ciğerlerimi oksijenle doldurdum. Alt katta aldığım hiçbir oksijen ciğerlerime dolmamış gibi hissediyordum.
İsrafil bana arkadaşının geleceğini söylediğinde böyle bir şey kesinlikle beklemiyordum. Aslında İsrafil’in yanında arkadaşını getirmesini de beklemiyordum. Daha düne kadar tek kişilik bir hayatım varken şimdi bir anda evimde beş kişi vardı. Dördünü tanısam da onlara aynı evde olmak bana çok garip hissettiriyordu.
Üstümü değiştirmek için giyinme odama girdim. Üstüme siyah bir taytla sporcu sütyeni geçirdim. En sade kombinlerimden biriydi.
Alt kata indiğimde gülüşme sesleri duyulmaya başladı. Aras’la Barkın bir şeyler hakkında sohbet ediyorlardı. Bunlar daha bugün tanışmadı mı? Hangi ara bu kadar samimi oldular. Kendiyle ilgili sırları nasıl bu kadar kolay anlatabiliyordu.
Aras benim mutfağa girdiğimi sonunda fark etti. Sadece mutfağa geldiğimi değil, ona salak mısın bakışlarımı da fark etti.
“Civciv nerede kaldın? Sen gelmeyince biz başladık. Senin için sorun olmaz değil mi?” Üstümü değiştirdikten sonra cilt bakımı yapıp öyle çıkmıştım. Ondan biraz geç kaldım.
Barkın’ın masada benim yerime oturduğunu fark etsem de bir şey dememeyi tercih ettim. Diğerlerinin gözlerinin önünde onunla kavga ederek onları eğlendiremem. Gerçi İsrafil’le Işıl’ın bir köşede sohbet etmelerine bakılırsa kavga etsem de bunu fark edecek gibi değillerdi. Hiç yoksa İsrafil etmez. Işıl sandalyesinde çivi varmış gibi diken üzerindeyken İsrafil kaz tüyünde oturuyormuş gibi rahattı.
“Yatırım yapıyordum.” Karsu önüme bir kupa koyarken “Ne yatırımı? “Diye sordu.
“Kendime yatırım yapıyorum. İnsanlar gelip geçicidir kırışıklıklar kalıcı. “
Benim takipçilerim mikroskopla bakılsa bile anlaşılmayacak kırışıklıklarımı telefondan zoom yaparak hemen buluyorlardı. Teknoloji çağında yaşamak gerçekten çok zordu. Özellikle de fenomensen daha zordu. Bu ışıltılı hayatı ben seçmiş olabilirim ama bazen zorlanmıyorum anlamına gelmiyor.
Karsu’nun önüme koyduğu kupaya göz ucuyla baktım. Kupanın üstünde yüzen papatyaları gördüğümde gözlerimi devirmeden yapamadım. Papatya çayı yapmış sakinleşmem için. İki gündür olanların bünyeme fazla geldiğini birinin fark etmesi güzeldi. Ama benden gerçekten papatya çayıyla sakinleşmemi mi bekliyordu. İçimizde olaylara en olumlu bakan kişi Karsu olmuştur ama bu onun için bile çok fazlaydı. Şu an bir kupa çay değil bütün papatya tarlalarını yesem sakinleşmem.
Aras’la Barkın tekrardan gülüşmeye başlamışlardı. Şu an onları kasırga olup evimin içinden kıyıya vuran balık gibi sokağa atmamak için kendimi zor tutuyorum. Gözlerim tekrardan Barkın’a döndüğünde gözleri anında beni buldu. Ona bakacağımı biliyor, ya da bakmamı bekliyor gibi görünüyordu.
Demin aramızda olanlardan sonra yüzünde çapkın bir gülümseme vardı. Bunu beni kızdırmak için yapıyordu. Çünkü ben de aynısını yapıyorum. Karşımdaki insanda etki bırakmak için önce onu kızdırıyordum. Sonra suyuna gidiyordum.
Barkın’ın gözlerinin içine daha dikkatli baktığımda ne düşündüğünü bilmesem de kararsız olduğunu anlayabiliyordum. Bir seçim yapmak zorundaymış gibi bakıyordu. Ama aynı zamanda hangisini seçeceğine karar veremiyormuş gibiydi. Aklı ona doğru olanı seçmesini söylerken kalbi onu yanlış olanı seçmesi için ikna ediyordu.
Bir işin içine kalp girerse o işten bir bok olmayacağını biliyorum. Bu da içimdeki tehlike çanlarının çalmasına neden oluyordu.
İsrafil geldiğimi yeni fark etmiş gibi beni baştan aşağı tekrardan süzdü. İsrafil’in beni süzmeleri sonunda benim de kendime bakmama neden oldu. Taytımla takım olan sporcu sütyenimle çok sade bir görünüşüm var.
İsrafil giydiklerimden memnun olmuş olmalı ki yorum yapmadan gözlerini benden çekip kahvaltı masasına çevirdi. “Civciv, bu evde et dışında bir şey yenmiyor mu?” Masayı işaret ederek “Masadaki her şey etli.” Dedi. Bu doğruydu. Çoğunlukla et ağırlıklı besleniyorum. Çünkü pahalı bir damat tadım vardı.
“İlker bir kavimde yaşıyor gibi fosa et yiyorsun. Azıcık sebze de ye beynine kan gitsin.” Dedi Aras. Aras’ın söyledikleri mutfaktakileri güldürmeye yetmişti. Hatta öyle bir gülüyorlardı ki gören de karşılarında ünlü bir komedyen mesleğinin zirve şovunu yapıyor sanırdı.
Benim evimde benim yemek masamda bana gülenlerin içinde Barkın da vardı. Diğerlerinin gülmeleri zoruma gitmedi ama Barkın’ın yüzündeki tebessüm bir ok gibi kalbime saplandı. Bu adam da ne vardı da bana bu kadar tanıdık geliyordu. Onu kendime yakın hissettiren neydi?
Sonra aklımda İsrafil’in Barkın hakkında söyledikleri belirdi. Kardeşini taciz etmeye çalışan üvey babasını öldürmüştü. O zaman gözlerimin önündeki sis bulutu dağıldı.
Barkın’da tanıdığım şey acı ve sevgisizlikti. Onunla acılarımız aynıydı. Kimsesizliğimiz hayatta yok sayılışımız aynıydı. Ruhlarımızdaki yaralar birbirini çekiyordu. Yaralı bir çocukluk başka bir yaralı çocukluğu nerede görse tanırdı. Belki de onun bende gördüğü benim de onda gördüğüm yaralı çocuktur.
“Aras herkesin damarına bas ama kendi can sağlığın için benimkine basmayı aklından bile geçirme. Yoksa artık basacağın bir ayağın kalmaz.”
“Bilmez miyim? Daha önce de beni ayağımdan vurdun zaten”
“Bak hala ayağının üstüne basabiliyorsun bu senin için bir kazanç.”
Sandalyemi geri iterek kalktım. Masadaki herkese tavırlı bir şekilde mutfaktan çıkarken Işıl “Nereye gidiyorsun?” diye sordu.
“Bütün mal varlığımla kendime papatya tarlaları satın almaya gidiyorum.” Bütün papatya tarlasını yesem bile sakinleşeceğimi sanmıyorum. Başımın üstünden son kez arkama baktım. Masadaki bütün gözler benim üzerimdeydi. Ama en çok Barkın’ın gözleri.
Bana aç köpekmiş gibi bakması yetmiyormuş gibi sol dudağı çarpık bir şekilde yukarı kalktı. Benim bu kadar kızmam hoşuna gitmiş gibiydi.
Ben mutfaktan çıkarken İsrafil’in Barkın’a “Asya çok komik biridir şu an şaka yapıyor. Zamanla birbirinize alışırsınız.” Dediğini duydum. Aras İsrafil’in ortalığı yumuşatmasına karşı “Ama sen gene de çelik yelek giymeden yaklaşma. Ne zaman vuracağı belli olmuyor.” dedi. Şu an onu iki yıl önce o gece orada öldürmediğime o kadar pişmandım ki.
Üst kattaki çalışma odamda anlaşmalı olduğum reklam çekimleri için hazırlanmaya başladım. Bu iş en az iki saatimi alırdı. Çünkü çok fazla markayla iş birliği yapıyorum. Kamerayı açtığım an fenomen rolüme girdim. Yüzümde kocaman bir gülümsemeyle kameraya karşı makyajımı yapmaya başladım.
İki buçuk saatin ardından reklam çekimlerim bittiğinde full makyajlı bir şekilde çalışma odasından dışarı çıktım. Böyle anlarda içim buruk oluyor. Full makyajlıyım ama benden başka gören olmuyor.
Tabi şu an evimde benden izinsiz beş kişi daha yaşıyordu. İçlerinden biri yasak elmaydı. Onu yersem Adem’le Havva’nın cennetten kovulması gibi kendi hayatımın merkezinden kovulacaktım.
Beni günaha davet ediyordu. Bu öyle güzel bir davetti ki hiçbir şeyi düşünmeden davetine katılmak istiyordum. İçimdeki son mantık kırıntısıyla bu davete karşı koymaya çalıyorum. Bir yanım Barkın’a karşı koyarken bir yanım kendime çok kızgındı. Daha ilk günden nasıl bu kadar büyüsüne kapıldığımı anlayamıyorum.
Çalışma odamdan dışarı çıktığım an kafam sert bir şeye çarptı. Neye çarptığımı görmek için başımı kaldırdığımda iri cüssesiyle Barkın’ı gördüm. Elimi alnıma koyup yavaşça çarptığım yeri ovmaya başladım.
“Sen ne yapıyorsun burada? Beni mi takip ediyorsun?” Mutfaktaki alaylı sırıtması tekrardan ortaya çıktı. Bana karşı ilk günden nasıl bu kadar rahat olduğunu sorgulamadan edemedim. Ben bile soygunlarım için araştırma yaparken mekânın sahibini tuzağıma çekmek için bu kadar çabuk yaklaşmıyordum.
“Aşağıda yokluğun hissedilmeye başladı. Ben de gelip sana bakayım dedim.” Bu şimdi bana kur mu yapıyordu. Dışarı rol yaparken bu işlerde çok iyi olsam da özel hayatımda bu işlerde iyi olduğum söylenemezdi. Ben düz bir insanım. Karşımdakinin de bana düz olmasını isterim. Yolu uzatmaya gerek yok.
“Bana kur mu yapıyorsun sen?” Aklımdaki soruların cevapları bende olmadığı için ben de sorumu kaynağına sordum. Barkın’la arama güvenli mesafe koymak için peş peşe iki adım geri attım.
“Böyle bir şey yapmayacak kadar zeki bir olduğunu düşünmek istiyorum. Misafir gittiğin evin sahibine asılmayacak kadar karakter sahibi olduğunu düşünüyorum.” Bu yalandı. Öyle bir şey düşünmüyorum. Tam aksine ben de bunu yapabilecek biri olduğunu biliyorum ki yapıyor da.
Sorduğum soruya cevap vermedi onun yerine Sırtını bana döndü. “Görüyor musun?” diye sordu. Gözlerimi sırtında şöyle bir dolaştırdım. Sırtındaki kaslarını göstermiyorsa eğer onun dışında hiçbir şey yoktu.
Kaşlarımı çatarak “Neyi? “diye sordum. Barkın yüzünü bana dönerek omzunun üstünden bakarak elaları okyanus mavilerimi buldu.
“Sırtıma sapladığın hançerleri. Nasıl görmezsin Ortalık kan ve reva içinde.” İstem dışı dudaklarım yukarı kalktı. Barkın gülümsediğimi fark et ettiğinde konuşmaya devam etti. ” Seninle ne zaman konuşmaya çalışsam beni küstahlığınla ezip geçiyorsun.” Asıl o farkında değildi ama beni varlığıyla ezip geçiyordu. İçimdeki sevilmeye muhtaç kızı ortaya çıkarıyordu. Barkın tarafından sevilmenin nasıl bir şey olduğunu merak etmeme neden oluyordu.
Aramızdaki şey iki mıknatısın birbirini çekmesi gibiydi. Yan yana olduğum an aramızda kelimelerle açıklanamayan bir bağ oluyordu. Ben bu şeyden kurtulmaya çalıştıkça Barkın beni daha çok zorluyor.
Bir an önce olay mahalinden uzaklaşmak için yana kayarak Barkın’ın varlığından uzaklaşmak için ayaklarımı hareket ettirdim. Burada biraz daha kalırsam sağ çıkabileceğime dair olan düşüncem her saniye azalıyordu.
“Bu küstahlık değil zekâ, seni zekamla ezip geçiyorum.” Sesimin titremediğinden emin olarak konuştum. Barkın’la iki kere konuştum ve ikisinde de sesimin güçlü çıktığından emin olmak zorunda kaldım. Bu nasıl çekimdi böyle.
Önüme bir adım atarak ondan uzaklaşmama izin vermedi. Sonra bir adım daha ayaklarımızın ucu birbirine değinceye kadar durmadı yaklaştı.
Eliyle ikimizi işaret ederek “Boşuna kaçmaya çalışıyorsun bunu biliyorsun değil mi? Aramızdaki çekimin sen de benim kadar farkındasın. Onu yok sayman alevi daha fazla korlaştırmaktan başka bir şeye yaramayacak. “ Bu da ne demekti. O da benim hissettiklerimi hissediyor muydu?
Gözlerinin içine baktığımda yabancı birinden çok tanıdık birine bakıyormuşum gibi hissediyorum. Sanki hep hayatımın bir parçası gibiydi. Bu yirmi katlı bir binan çatısından atlamak ve hiçbir yara almadan inip yürümeye devam etmekle aynı mucizeydi.
Böyle bir şey olması imkânsız! Ne onun için ne de benim için. İkimiz de bataklığın içindeydik. Yan yana gelirsek birbirimizi daha çok batırmaktan başka bir şey yapmayız.
“Neden bahsettiğinle ilgili hiçbir fikrim yok.” İlk reddetmeden sonra kendime mantıklı düşünmek için zaman kazanmaya çalıştım. “Bu kadar da dibime girme. Fazla yakınlıktan hoşlanmam.” Bir şeyin varlığını kabul edersen gerçek olur. Ben de o yüzden en iyi yaptığım şeyi yapıp inkâr ettim.
Barkın inkâr etmeme inandı mı bilmiyorum ama kendinden emin olan yüz ifadesi bir an silindi. Onun yerini hayal kırıklığı belirdi.
Hırslı bir şekilde kolumdan tuttu beni kendine yaklaştırdı. “Aramızdaki bu çekimi tek başıma hissetmediğimi biliyorum.” Boştaki elini çeneme koyarak ona bakmamı sağladı. “Asya seni ilk gördüğüm an aramızda bir şeyler olacağını hissettim. Senin de hissettiğini biliyorum. “Dudaklarından dökülen kelimeler kalbimi, elleri ise tenimi bir volkan gibi yakıyordu. Beni yavaşça ağıyla sarıyordu.
Ormanları andıran elayla yeşil karışımı gözleri olduğum yere daha fazla sinmeme neden oluyor. Ben aramızdaki bu çekimi inkâr etmeye çalışarak kurtulmayı planlıyordum. Karşılıklı olduğunu bilmek beni günaha davet eden şeytan gibi aklımı çelmeye başlamıştı.
İkimiz de ölüm kokuyoruz bizim yan yana gelmemiz dünyaya vahşetten başka bir şey getirmez. Barkın bunu göremiyorsa bile ben görünüyorum. O yüzden de ondan uzak durmaya çalışıyorum.
“Sen şimdi ilk görüşte aşık da olmuşsundur bana.” Bunu alaycılıkla söylemiştim. Ellerini vücudumdan çekmesi için huzursuz bir şekilde kımıldanmaya çalıyordum. Her bir zerrem tehlikenin farkındaydı. O yüzden bir an önce uzaklaşmaya çalışıyordu. Ama başarılı olduğum söylenemezdi.
“O kadar değil. Aramızdakinin aşk olduğunu düşünmüyorum. Bu Daha çok tensel bir çekim olabilir.”
Bir de aşk öldü derler!
Barkının söyledikleri beynimin içinde bozuk bir kayıt gibi tekrarlayıp duruyordu. Evet belki de aramızdaki kelimelere sığmayan bu şey basit bir tensel çekimdi. Belki de ben abartmış anlamlar çıkarmaya çalışmıştım. Tensel bir şey olması ilk görüşte birine tutulmaktan daha mantıklı geliyordu. İçinde kötülük dışında bir şey olmayan kalbimin birini sevebilmesi kulağa imkansız geliyor.
Benim için son iki yıldır varsa yoksa işim olmuştu. Soygunlardan vakit ayrılıp en son ne zaman biriyle birlikte olduğumu bile hatırlamıyorum. Bu da Barkın’ın dediklerini güçlendiriyordu. Belki de uzun zamandır hayatımda biri olmadığı için artık vücudum alarm veriyordu.
Sahi en son ne zaman seks yapmıştım üç yıl olmuş muydu? Olmuştur İsrafil daha tutuklanmamıştı. Ondan sonra tek başıma olduğum için soygunlarda hayatta kalabilmem için daha dikkatli olmam gerekti. Daha sonra tarihi eserlerin yerini bulmak için gece gündüz araştırma yapmaya başladım. Çalışmaktan yeni biriyle tanışamamıştım. Şimdi de hayatıma yeni giren ilk erkeğe karşı bir şeyler hissetmeye başladım.
Evet, olan buydu. Yeni biriyle tanışacak zamanım olmadığı için Barkın’a karşı bir beğeni hissettim. Aramızdaki bu şey sadece bir arzuydu.
Üzerimden bir anda tonlarca yük kalkmış gibi hissettim. Bu rahatlama dergin olan kaslarımı rahatlamasına neden olmuştu.
“Haklısın bu sadece bir arzu. Ben işlerden yeni biriyle tanışamadığım için böyle oldu.“ Yüzümde güneşi kıskandıran bir gülümsemeyle “Artık tek başıma çalışmadığıma göre yeni birileriyle tanışabilirim.“ Benim gevşeyen kaslarımın yerini Barkın’ın gerilen kasları aldı.
“Yeni biriyle tanışmana gerek yok. Ben varım. Başını yavaşça eğerek kulağıma fısıldar gibi konuşmaya devam etti. “Benim sana verebileceğim zevki bir başkasında bulabileceğini hiç sanmıyorum. “
Barkının dudaklarından öylesine çıkan sözler benim kalbimde bir deprem etkisi yaratıyordu. Sözlerinin vücudumdaki etkilerini gizlemeye çalıştım.
“Bir daha evime girerken egonu dışarıda bırak. Bu eve bir ego yeter o da benimki. Teşekkürler ama başka adayları da görmek istiyorum. Mümkünse evimde misafir olmayan biri. Ayrıca arkadaşımın arkadaşı olmayan biri olması da benim için önemli bir kriter. Yani kısaca bu iş bittiğinde bana zorluk çıkarmayacak biri. Hiçbir kriterimi karşılayamadığının farkınsın değil mi?”
Barkın İsrafil’in arkadaşıydı. Görünüşe bakılırsa arkadaş olmaya devam edecekler. Onunla birlikte olursak aramızdaki bu şey bittiğinde ikimiz de birbirimizi görmeye devam edebiliriz. Bu isteyeceğim bir şey değil. Ama bir yanım bunu istiyordu. Yanlış olduğu için mi bu kadar doğru geliyor bilmiyorum.
“İsrafil’le arkadaş olmamızın bu işle ne alakası var. İkimiz de yetişkin insanlarız. Aramızdaki ilişki sadece ikimizi ilgilendirir.“ Dudakları yukarı kıvrıldı. “Neden İsrafil’den korkuyorsan korkma. O kızıl kafa varken hiçbir şey anlamaz.” Işıl’dan bahsediyordu. İsrafil hapisteyken bazı şeyleri daha iyi düşünmüş anlamış görünüyordu. Belki de artık gözleri bakmakla görmek arasındaki farkı anlamıştır.
İçimde az da olsa mantıklı düşünen taraf işi ele aldı. “Seninle aramızda oluşabilecek herhangi bir yakınlık planı tehlikeye atabilir. Böyle bir şey olmasına izin vermem. “Vücudum seks istiyor diye kaç yıllık emeğimi silip atamam. Bu bana haksızlık olur.
“İsrafil’le kızıl planını tehlikeye atmıyor mu ya da Aras’la siyah kafa.” Onların arasında bir şey yoktu. Bu imkânsız ama hadi oldu diyelim. Onların birlikteliği bize zarar vermezdi. Çünkü onlar aynı makinenin parçalarıydı. Bir şekilde makineyi çalıştırmaya devam edebilirler. Barkın’la ben aynı makinenin parçaları değiliz. Kazayla bir araya gelirsek sadece etrafımızdaki çalışan parçaları bozmaktan başka bir şey yapmayız.
“Onların arasında bir şey yok. Olsa bile onların ilişkisi senin bahsettiğin ilişki gibi olmaz. Onlar birbirini...” Cümlemin devamını söylememe izin vermedi. Cümlemi benim için tamamladı.
“Birbirilerini seviyorlar sadece farkında değiller. Senin de farkında olmadığın onların bu yakınlığı işini daha çok tehlikeye atıyor.” Elini kolumdan çekmedi. Aramızdaki bu teması koparmıyordu. Elleri vücudumdan ayrılmayı reddediyor gibiydi.
“Neden biliyor musun? Çünkü onların ilişkilerinde duygular işin içine giriyor. Duygular her insana hata yaptırabilir. Ama bizde öyle değil. Bizde işe mantık giriyor. İkimizin de sadece rahatlamaya ihtiyacı var. İkimiz de bunu dışarıda yabancıyla yapmaktansa, planı tehlikeye atmadan kendimiz halledebiliriz. “Şeytanın günaha daveti gibi Barkın ’da söyledikleriyle beni büyük bir günaha davet ediyordu.
Seks olması için karşımdaki insanla aramda duygusal bağ olması gerektiğini düşünecek kadar naif biri değilim. Ama bu da evimdeki misafirle yatacağım anlamına gelmiyordu. Dediği gibi aramızdaki şey sadece arzuysa bunu başka yollara karşılamayı tercih ederim.
Barkın söyledikleriyle beni düşündürdüğünü farkında olacak kadar zeki biriydi. O yüzden bu tatlı işkencesine devam etti. Parmaklarını kolumda bir aşağı bir yukarı hareket ettirerek “Seni ilk gördüğüm an aklımdan ne geçtiğini biliyor musun? Tadının nasıl bir şey olduğunu merak ettim. Bir düşünsene aramızdaki bu tensel uyumun nasıl mükemmel olacağını bir düşün. Ben daha önce hiç kimseyi bu kadar çok istememiştim.”
Lanet olsun! Daha şimdiden aramızdaki tensel uyumun tavan olacağını ben de hissedebiliyordum. Beni günah kokan sözleriyle daha fazla etkilemesine izin vermemek için ona var gücümle direnmeye çalışıyorum.
En samimi gülümsememle “Gene de teklifini kabul edemeyeceğim.” İçimdeki ses Barkın’la birlikte olmanın benim sonumun başlangıcı olacağını söylüyordu. Ben de içimdeki sese güvenmek istiyorum. Beni bu zamana kadar hiç yanıltmadı.
Barkın teklifini kabul etmememle kendini kastığı için yüzündeki kasları gerildi. Alnındaki damarlar belirgin olmaya başladı.
Sesini sakin tutarak reddetmeme karşılık verdi. “Sen istesen de istemesen de bu olacak Asya. Bundan kaçman bana daha şiddetli gelmenden başka bir şeye yaramayacak. Çünkü biz seninle aynıyız.” Başını hafifçe eğerek saçlarımdaki kokuyu içine çekti.
Gene de çetenin beyni olarak böyle bir hataya düşmek istemiyorum. Diğerlerinin hata yapmasını bir şekilde telafi edebilirim ama kendi hatamı edemem. O yüzden içimdeki bu arzuyu görmezden gelmek benim için de diğerleri için de en iyisiydi.
Başımı hayır anlamında salladım. Bu sohbeti sonlandırıp üzerimdeki ellerinden kurtulmaya çalıştım. Kolumdaki elini belime doladı. Beni kendisine doğru çekerek bedenlerimizin birbirine temasını sağladı.
Bu hareketi rahatlayan kaslarımı tekrardan gerilmesine neden oldu. Bir kere daha üzerimde böyle bir etkisi olduğu için kendimden nefret ettim. Lanet kalbim kan pompalamak yerine vücuduma ölüm pompalamaya başlamıştı.
Zihnimin içinde demin söyledikleri dönüp duruyordu. “Seni ilk gördüğüm an aklımdan ne geçtiğini biliyor musun? Tadının nasıl bir şey olduğunu merak ettim.” Çifte lanet olsun.
“Böyle bir şey olmayacak sen İsrafil’in arkadaşısın öyle de kalacaksın. Seninle aramızdaki tek ilişki soygunla ilgili olacak.” Belli ki ben uyurken İsrafil’le plan hakkında konuşmuşlar ama neyi ne kadar bildiğini bilmiyordum. O yüzden güvenirliğinden emin olmadan bu konu hakkında konuşmak istemedim. İçimden bir ses sadece soygunla ilgili konuşmadıklarını da söylüyordu.
Barkın söylediklerimi umursamadı. Gözlerinden bile aramızda daha fazlasını olacağını düşündüğünü okuyabiliyordum. Bana inanmaz bir şekilde “ Hımm” dedi. M harfini uzatarak. Bu adam aklıma zarardı.
Kendimi sakinleştirmek için nefes almak istediğimde hava da oksijen molekülleri bir anda yok olmuştu. Ciğerlerimin yanmasından oksijenin gitmediğini anlamıştım.
“Beni dipsiz kuyulara atmaya çalışıyorsun. Çalışma.”
İmalı bir şekilde “Seni dipsiz kuyulara atmaya çalışmıyorum. Seni dipsiz kuyulardan kurtarmaya çalışıyorum.” Diye yanıtladı.
“Ama kurtarmıyorsun. Böyle bilmiş bilmiş konuşuyorsun ama benim hakkımda hiçbir şey bilmiyorsun. “Ben elinde onlarca insanın kanı cebindeyse kara para taşıyan biriyim. Benim hayatımda güzellik yok. Hissetmemem gereken duygularsa yer hiç yok.
“Yanılıyorsun Asya senin hakkında her şeyi biliyorum.” Bu da ne demekti! Benim hakkımda nasıl her şeyi biliyordu? Aklıma iki yıl boyunca İsrafil’le aynı ceza evinde kaldıkları gelince beynimin içinde yanan soru işareti cevabını buldu.
Her şey üst üste geliyordu. Kendimi cehennemde gibi hissediyordum. Barkın da benim özel zebanimdi. Ruhumu kör kuyularda bin bir parçaya bölüyor sonra onları tekrardan birleştiriyordu. Ve bunu bu kadar kısa zaman içinde başarmıştı. Benim felaketim onun başarısı olacaktı. Bunu hissediyorum.
Barkın ellerini üzerimden yavaşça çekti. Barkının ellerinden kurtulmamla ondandan uzaklaşmam aynı anda oldu. Ellerinin yokluğu tenimde şok etkisi yaratmıştı. Şubat soğuğunda dışarıda kalmışım gibi tenim buz kesti.
Gözlerinde sabah anlam veremediğim o ifade tekrardan yıldırım çarpması gibi belirti. Yapması gereken bir görevi başaramamış gibi öfkeli. Ama Pes etmeyecek gibi kararlı görünüyordu.
“Diğerleri kutlama yemeği hazırladı. Başlamak için senin gelmeni bekliyorlar.” Bunun için mi buraya gelmişti. Aramızdaki çekimi konuşmak için değil beni yemeğe çağırmak için. Barkın konuyu kapattığı için ben de üstünde daha fazla durmadım. Konun kapanması ikimiz için de en iyi seçenekti.
“Tamam üstümü değiştirip geliyorum. Sen gidebilirsin.” Üstümü değiştirme ayrıntısını verdiğim an gözleri büyük bir hevesle üstümde dolaştı. Üstümde giysiler yokmuş da beni çıplak görüyormuş gibi sırıttı.
Bu Adam gerçekten benimle yatmak istiyordu. Bakışlarında arzu vardı. Ama sadece arzu değildi. Başka bir şey daha vardı ama şimdilik ikimiz de bunu bulamamıştık.
“Tamam, seni bekliyor olacağım.” Aşağı inmemi beklemediğini anlamak zor değildi. Bu adam ateşin ta kendisiydi. Ve bana cehennem ateşlerini vaat ediyordu.
Giyinme odamda elbiselerimin olduğu bölümde kendime kırmızı sırtı açık bir elbise seçtim. Normal hayatımda daha sadece renkler giymesini tercih ederim ama şu an elbiselerimin içinde makyajıma en çok bu uyuyordu.
Merdivenlerden inerken gülüşme sesleri geliyordu. Herkesin keyfi yerindeydi. Sanki onca şey hiç yaşanmamış, hiç ayrılmamışız gibiydik. Hepsi neşe içindeydi. Bense zihnimde bin bir dertle uğraşıyordum. Soygunla ilgili dertlere ayrı, peşimdeki polislere, ayrı soyduğum mekanların sahipleriyle ayrı uğraşıyordum. Fenomenlikle ilgili şeyleri saymıyorum bile.
Bu kadar derdimin arasına bir de Barkın eklenmişti. Ben burada baykuş gibi ne yapacağımı düşünürken o içeri de az önce aramızda geçen konuşma hiç olmamış gibi diğerleriyle sohbet ediyordu.
“Asya Hanım bir bakar mısınız?” Merdivenlerin bitiminde bekleyen Orhan’a baktım. Yüzünde her zaman olduğu gibi ciddi bir ifade vardı. Bu da demek oluyordu ki dertlerime dert ekleyecek.
“Dertlerime dert ekleyeceksen bu konuşma gerçekleşmesin.” Orhan kaşlarını çatsa da hemen kendini topladı.
“Efendim yeni dert eklemeyeceğim. Var olan dertlerinizi güncelleyeceğim. “Cümlenin devamını nasıl getireceğini bilmez bir şekilde ağzını birkaç kere açıp kapattı.
“Ne güncelleyeceksen güncelle Orhan. Nasıl olsa bilmediğim şeyler değil.” Diyerek onu konuşması için cesaretlendirdim.
Orhan verdiğim gazla nefes bile almadan konuşmaya başladı. “Ailenizin adamları olduğunu iddia eden adamlar tekrardan gelmiş. Ama bu sefer sadece soru sormamışlar. Müdürü baya sıkıştırmışlar, Ailesiyle tehdit etmişler. Müdür şimdilik bir şey dememiş ama böyle bir şey bir kere daha olursa sessiz kalabileceğini sanmıyorum. “Bir de bu konu vardı. Beni yirmi üç yıl önce bırakan ailemin adamları bir anda ortaya çıkıp her yerde beni aramaya başlamışlardı.
“Bu nasıl güncelleme lan bütün sistemi çökerttin.” Zaten beynim yeterince doluydu. Çok değil yarım saat önce Barkın sistemlerime çok fazla yüklenmişti.
“O zaman diğer güncellemeyi daha sonra yapayım.” Bu adamın ağzından hayırlı bir şey çıkmayacak mıydı?
“Üçüncü dünya savaşı mı çıktı?” Bir başıma bu gelmemişti. Bunun olmasına çok bir şey kalmayacağına eminim. Daha yirmi üç yaşında olabilirim ama bu yaşıma kadar bir darbe girişimi, bir pandemi, iki savaş gördüm. Görmediğim bir İsrafil’in sura üflemesi bir de üçüncü dünya savaşı kaldı.
“Ben maaşını güncellemeden ne diyeceksen de.” Mutsuzca homurdandım. Hala aklım ailem olacak insanların beni tekrardan arayamaya başlamasındaydı. Ne olmuş olabilir de şu an dönüp dolaşıp her yerde beni arıyorlardı.
“Emniyetteki adamımız, soygunların kimin yaptığına dair kanıtlar bulduklarını söyledi. Baştakilerin kimliğinizi öğrenmesi an meselesiymiş. Daha dikkatli olmanız gerekiyor.” Kimliğimi öğrenmeleri gerçekten mümkün müydü? Değildi. Çünkü hiçbir zaman aynı kostümü ikinci kere kullanmadım. Arkamda DNA ya da başka bir kanıt bırakmadım. Gerçekten arkamda kanıt bırakmış olsaydım. Polisler çoktan beni tutuklamış olurdu. Onlar tutuklamadıysa bile peşimde olan adamlar beni öldürmek için harekete geçerdi. Bunların en başında Ata Erdem vardı.
Orhan gitmek yerine durduğu yerde beklemeye devam etti. Söyleyecekleri daha bitmemiş olmalı.
“Ne diyeceksen devam et.”
“Emniyetteki adamamız bir de şey duymuş. Kimliğinizi öğrenmişler hatta yanınıza adam sokmuşlar. Bir yıldır içimizdeymiş. Doğru anı bekliyormuş. “Son söylediği sıkkın olan canımı daha çok sıkmayı başarmıştı. Evimin çevresindeki adamlarım iki yıldır benimleydi. Onlara güvenim tamdı. Hepsini işe aldıktan sonra güvenlik soruşturmasından geçirmiştim. Ekstra kendim de güvenliğinden emin olmak için onları sınava tabi tuttum.
Hepsi de hem benim sınavımı hem de güvenlik soruşturmasından geçmeyi başarmışlardı. Onların dışında fenomenlik işlerinde bana yardım etmesi için birkaç asistanım vardı. Onlar karanlık tarafımı bilmediği için onları çok araştırmadım. Gerçekten yanıma adam sokmayı başardılarsa onlardan olabilirdi.
“Şehir merkezindeki evde çalışanları soruştur. Asistanlarda dahil. Onlardan biriyse bile bir şey çıkmaz. Onlar sadece benim sosyal medyada görünen yanımı biliyor. “
“Halit ve Kazım’a dedim araştırıyorlar. Sizin Hintli bilişimciler de teknolojik geçmişlerini araştırıyor.” Başımla onayladım. Diğerlerinin yanına geçmeden “Müdürü de koruma altına alın. Bir daha o gelen adamlar gelirse arkadaki depoya getirin.” Madem benimle konuşmak istiyorlar. Onlara aradıklarını vereceğim. Ama benim dilimde konuşacağız.
“Siz nasıl uygun görürseniz Asya Hanım.”
Orhan’ı merdivenlerin yanında bırakıp diğerlerinin arasına katıldım. Benim misafir salonuna girmemle bir saniyelik sessizlik oldu.
Işıl oturduğu yerden kalktı. Kolumu girmek için ellerini bana doğru uzattı. “Civciv bu güzellik ne böyle! “Bu iltifatın aramızda sorunun olmadığını teyit etmek için olduğunu biliyorum. Işıl’la konuşurken gözlerimi onun üstünden çekmiyordum. Çünkü gözlerimi çektiğim an Barkın’la göze göze geleceğimizi biliyorum. Şu an ona bakmasam bile bakışlarının benim üstümde olduğunu hissedebiliyorum. Elbisenin tenimde açık bıraktığı yerler kızgın bir kor gibi yanıyordu.
Işıl’la konuşmaya devam ediyorum. Ama gene de iki yıl önceki kadar yakın değildik. Bunun o da benim kadar farkındaydı. Bana sırnaşarak bu soğukluğu kapatıyordu.
“Sana kızgın değilim. O yüzden sırnaşma. “Kolumu ince parmaklarından kurtarmaya çalıştığımda buna izin vermek yerine ahtapot gibi daha çok sardı parmaklarını koluma.
“Biliyorum. Ben de o yüzden sana yemek yaptım o kadar Yol yorgunluğuyla. Bunu yüzüne vurmama gerek yok değil mi?” Bir an düşünmeden edemedim benim bu grubun içinde ne işim var diye.
“Ben mi sana yemek yap dedim. Bıraksaydın Gülfem mis gibi yemekler yapardı. Biz de senin yanık, tatsız, tuzsuz yemeklerini yemek zorunda kalmazdık.” Diye tersledim. Yalan söylüyordum. Yemekleri çok lezzetli görünüyordu.
Işıl söylediklerime alınganlık yapmak yerine neşeli bir şekilde “Bana kızgın olduğun için böyle dediğini biliyorum.”
Ev sahibi olarak yemek masasına oturduğumda kızlar soluma otururken İsrafil’le Aras sağıma oturdu. Barkın ise tam karşımdaki sandalyeye oturmayı tercih etmişti. Etrafımızdaki insanlara rağmen gözlerini bir an bile benden çekmiyordu. Bana aç bir aslanın avını takip etmesi gibi bakıyordu.
Masadakiler yemek boyunca havadan sudan konuşurken ben arada sırada bana soru sorulduğunda cevap veriyordum. Barkın’la olan konuşmamızdan sonra Orhan’ın söyledikleri bütün neşemi kaçırmıştı. Ama en çok Barkın’ın bu kadar yakın olması beni tedirgin ediyordu.
Yemek boyunca gözlerimi masanın karşısına getirmemeye özen gösteriyordum. Çünkü ne göreceğimden emindim.
Masada şarap şişeleri peş peşe açılıyordu. Ben ne kadar yavaş gidiyorsam diğerleri o kadar hızlı gidiyordu. Kafalar güzelleştikçe gülüşme sesleri de artmıştı. Bugün dünyanın son günüymüş gibi eğleniyorlardı. En son telefondan müzik açıp hep birlikte söylemeye başladılar.
Hepsinin sesi kargayı aratmasa da söyledikleri şarkılardan keyif almadım desem yalan olurdu. En son ben de şarkılara eşlik etmeye başladığımda şarap bardağını dudaklarıma getirip bir yudum aldığımda önüme bir el uzatıldı. Elin sahibini görmek için kafamı kaldırdım. Gördüğüm beni hem şaşırtmıştı hem şaşırtmamıştı.
“Benimle dans eder misin?” Barkın’ın sorusuna cevap vermeden önce masadakilerin tepkilerini görmek için başımı hafif çevirdim. Hepsi bütün dikkatini bize vermiş vereceğim cevabı bekliyordu.
Barkın’ın yaptığı dikkatlerini çekmişti ama onu reddetmemin daha çok dikkatlerini çekeceğini bildiğim için teklifini kabul ettim. Şarap bardağını yavaşça masaya koyup nazik bir şekilde ince ince uzun parmaklarımı avucunun içine bıraktım.
Barkın beni yemek masasından uzaklaştırdığında kısık bir sesle “Neden böyle bir şey yaptın ki?” diye sordum. Barkın’ı tanımıyordum ama gene neden yaptığını tahmin edebiliyordum. Bütün gece ona bakmayarak onu yok saydığım için böyle bir şey yapmıştı. Aklı sıra bana beni ne kadar yok sayarsan o kadar var olurum diyordu.
“Nedenini çok iyi biliyorsun.” Elini bel boşluğuma koyup beni kendine doğru sert bir şekilde çekti.
“Diğerleri bize bakıyor biraz mesafeli olur musun?” Olmayacağını biliyorum. Çünkü diğerlerinin bizi yanlış anlamalarından hiç korkmuyordu. Korksaydı bütün gece İsrafil’in yanında gözlerini bana dikmezdi.
“Seni daha cesur biri olarak hayal etmiştim ama sanırım düşündüğüm gibi değilsin.” Ah şu an ne yapmaya çalıştığının farkındayım beni gaza getirmeye çalışıyordu. Teklifini kabul etmem onunla birlikte olmam içindi hepsi. Aramızdaki elektrik o kadar fazlaydı ki neredeyse gözle görülecekti. Barkın da bunun farkındaydı. Beni bir ilişkiye sokabilmek için beni kandırmaya çalışıyordu.
Beni bir ilişkiye sokmak istiyordu ama bunu duyguları için değil de mantığı için yapıyor gibi hissediyorum. Hislerim teklifini kabul etmemem için bile yeterdi.
Ben Asya Asil’im böyle basit numaralara kanar mıyım? Tatbiki de hayır. Barkın bilmiyor ama ben karşımdaki kişiyi cenazeme diye mezarlığa getirip mezara onu gömer öyle ayrılırım mezarlıktan. Ben şeytanla dans etmem, ben şeytanın ta kendisiyim. Onlar benimle dans etmek istiyorsa adımlarına bana göre ayarlamak zorundalar.
“Beni tanımadığın ne kadar belli. Neler yaptığımı bilsen boş konuşmak yerine ayaklarıma kapanıp başardıklarım için beni tebrik ederdin.”
Bebekliğimden beri hayatta kalmak için savaşıyorum. Kimse başarılarımı takdir etmedi. Kimsenin de etmesine ihtiyacım yok. Onlar benim ne zorluklar yaşadığımı bilmiyor ama ben biliyorum. Kaç gece açlıktan ağlayarak uyuduğumu, yağmur yağınca ayaklarım ıslanmasın diye su alan ayakkabımın içine poşet giydiğimi. Onlar bilmiyor ama ben biliyorum. Ben onların aksine başardıklarımla gurur duyuyorum.
Bir kış günü karda ölmek üzere olan bir bebeği alıp dünyayı ters çevirebilecek kadar güçlü bir kadın haline getirdim.
Barkının dudakları sinsice bir şekilde yukarı kıvrıldı. Aklında kırk tane tilki dolaşıyormuş gibiydi.
“Senin hakkında her şeyi biliyorum Asya. Adrenalin sevmen seni cesur yapmaz. Cesaret böyle bir şey değil.” Beni tanımadığı buradan bile belli oluyordu. Adrenalin sevdiğim için bunları yapmıyorum. Hayatın bana yeni bir başlangıç borcu olduğu için yapıyorum.
Alaylı bir şekilde güldüm. Umursamazlık maskemi yüzüme takıp ses tonumun güçlü çıktığından emin olur bir şekilde konuşmaya başladım
“Kendini çok akıllı sanıyorsun değil mi? Hatta belki buradaki en zeki insan olduğunu sanıyorsun.” Böyle bir çıkış beklemediği için bir an afallasa da bozuntuya vermedi. “Sana bir sır vereyim mi? Değilsin buradaki en zeki insan değilsin. Ne yapmaya çalıştığının farkındayım. Yapma.”
Elini yukarı kaldırıp beni kendi etrafında döndürdü. “Ne yapmaya çalışıyor muşum? “
“Seninle birlikte olmayacağımı bildiğin için beni bir ilişkinin içine sokmak için kandırmaya çalışıyorsun. O yüzden yukarıda o saçmalıkları söyledin. Direk birlikte olalım desen kabul etmeyeceğimi bildiğin için beni ilişkiye böyle sokmaya çalışıyorsun.”
Barkın planını anladığım için hiç şaşırmamıştı. Bunu bekliyor gibi bir hali vardı.
“Bu da dediklerimde haklı olduğumu gösteriyor. Aramızdaki çekime rağmen ilişki istemeyecek kadar korkaksın.” Bana korkak mı dedi o!
Kaşlarım yukarı kalktı. Avını yakın takibe alan atmaca gibi Barkın’ın gözlerinin içine bakıyordum. Gözleri o kadar güzel olmasaydı. Elayla yeşil arasındaki sonsuzluk gibi bakan gözlerini kaşıkla oyar önüne koyardım.
Ben itiraf etmek için dudaklarımı açtığımda buna izin vermedi.
“Korkuyorsun çünkü kimse seni hak ettiğin gibi sevmemiş. Yaralarını sarmamışlar. Sevilmenin ne demek olduğunu bilmediğin için sevmekten korkuyorsun.” Bu sefer söyledikleri beni şaşırtmadı inme indirdi. Bu adam benim hakkımda nasıl bu kadar kolay var sayımda bulunabiliyordu.
“Asya böyle yaşayamazsın. “Beni kendine tekrardan çekti.” Aramızdaki bu çekim ne olur bilmiyorum. Belki mutlu oluruz belki mutsuz. Ama ben üzüleceğimi bilsem de aramızdaki bu çekimin peşinden gidebilecek kadar cesurum. Ya sen? “
Üzüleceğimi bildiğim halde hiç tanımadığım birine içimdeki son iyilik kırıntısını emanet edebilir miydim?
Yere çaktıracağımı bildiğim halde aşk denen o uçurumdan aşağı atladım diyelim En dibi bulduğumda bir daha kendimi toplayabilir miydim? Zihnimin içinden geçenler delilikle aynı eş değerdeydi. Ve ben ne kadar deli olduğumu bilmiyorum.
“Seni tanımıyorum bile daha ilk defa bugün gördüm. Ve sen buna rağmen beni öldüreceğini bildiğim halde bütün silahlarımı bırakıp sana teslim olmamı bekliyorsun.” Yaptığı tam olarak buydu? Onda anlayamadım bir şey vardı.
Duygularını ifade etmekten çok acelesi varmış gibi davranıyordu. Ama benim aptal kalbim bunu hissettiği halde ona inanmak istiyordu. Bazen gerçekten çok saf birine dönüşüyorum.
Kendimi toplamak aklımdaki düşünceleri kendime saklamak için derin bir nefes aldım. “Bir de bunu önemli bir iş üzerine çalışırken yapıyorsun. Kazanacağım hiçbir şey yok, ama kaybedeceğim çok şey var. Bunu göremeyecek kadar aptal değilim.”
Yıllardır su içmemişim gibi kuruyan boğazımı temizlemek için derince bir yutkundum. Ama hiçbir şey değişmedi. Şu an dünyadaki bütün suları içsem bile içimdeki yanma geçmeyecekmiş geliyordu.
Bir insanın en zor savaşı kendiyle olan savaşmış. Ben de şu an Barkın’la değil kendimle savaşıyordum. Aklım ve mantığım kılıçları kuşanmış meydan muharebesı içindeler.
Yüzünde hiçbir duygu olmadan konuşmaya başladı. Yüzü ne kadar duygudan yoksulsa gözlerinde o kadar duygu vardı. “İnsanlar birbirini ilk defa gördüklerinde tanımazlar Asya. Birlikte zaman geçirdikçe tanırlar. Ben de senden seninle zaman geçirme şansı istiyorum.” Beni güçsüzleştirmek için benden şans istiyordu.
“Ayrıca seni kazanacaksın Asya. Sevilmenin ne demek olduğunu kazanacaksın. Hayat böyledir, bir şey kazanırsın bir şey kaybedersin. İkisi aynı anda olmaz.” Sevilmenin ne demek olduğunu öğrenmek için içimdeki son iyilik kırıntısını kaybetmemi istiyordu. Ruhumdaki parçaları bir arada tutan son kırıntıyı istiyor. Bu aptallıktan başka bir şey değil.
Elimi omzundan aşağı indirdim. “Sana beni tanıma şansı vermiyorum. Aramızdaki tek şey soygun olacak. Onun dışında iki yabancı olarak kalmayı tercih ederim.” Diğer elimi avucundan aldığımda elleri boşluğa düşmüştü. Birkaç saniye parmaklarımı çektiğim avucuna baktı. Ne yapacağını bilmez bir şekilde ellerini ceplerini soktu.
Arkama bile bakmadan yanından uzaklaştım. Kendimi toplamak için her zaman yaptığım şeyi yapmaya başladım; Çalışmaya. Aklım ne zaman karışsa çalışırım. Daha fazla çalışırım. Ağlamak üzülmek beni kurtarmaz ama çalışmak daha fazlası için emek vermek kurtarır. Kurtardı da bugün burada olmam, şu an sahip olduğum imkanlara sahip olmam , bunların hepsi vaktinde uykusuz geçirdiğim geceler sayesinde oldu.
Uzaktan bakınca kötü biri gibi görünebilirim ama değilim. Her şeye sahipken soymaya devam ediyorum. Ama benim için asıl mesele sahip olduklarımı nasıl kullanmak katilin de elinde bir bıçak var doktorunda.
Ben imkanlarımı soyduğum insanlar aksine ihtiyacı olan kişilere de veriyorum. O yüzden ben her zaman daha fazla çalışmak zorundayım. Sevilmek için elimdeki her şeyden vazgeçemem. Bunu önce arkadaşlarım sonra yardım etmeye devam ettiğim kişiler için yapamam.
Çalışma odamın güvenlik kilidini devre dışı bırakarak içeri girdim. Planımın üstünden geçmeye başladım. Çalışma masamın üstünde duran rapora göz attım. Bunu bugün Orhan vermişti. Ama daha raporu inceleyecek zamanım olmamıştı.
Soygun için yurt dışından birkaç makine getirtmiştim. Makinelerin daha sessiz çalışmaları için üstünde birkaç değişiklik yapmak zorundaydık. Bunun için de Orhan gerekli mühendisi ayarlayıp üstünde istediğim değişikliği yaptırıyordu. Elimdeki rapora bakılırsa değişiklikler tamamen bitmiş görünüyordu. Artık soygun için neredeyse tamamen hazırdım.
Diğerlerine soygunla ilgili planımı anlattıktan sonra onlarla plan üstünde bir hafta çalışmam gerekiyor her ihtimale dair. Ben hep bu işlerin içinde olsam bile diğerleri iki yıldır eline silah almadı. Makinelerin nasıl çalıştıkları hakkında hiçbir bilgileri yok. Kusursuz bir soygun olması için onları bu soyguna hazırlamam gerekir.
Belgeleri kontrol ederken Bir yandan Çalışma masamdaki bilgisayardan üst katta olan gizli güvenlik kameralarını açıp diğerlerinin ne yaptığını kontrol ediyordum. Kızlar olduğu yerde sızıp kalmışlar İsrafil’le Aras onlardan farklı değildi. Kafalarını bedenlerinin üstünde tutabildikleri bile söylenemezdi. İçlerinden sadece Barkın sarhoş değildi. Bütün gece benim gibi sadece bir kadeh bir şey içmişti.
Oturduğu sandalyeden ayağa kalktı. Ne yapacağını merak ettiğim için diğer güvenlik kamerasına geçerek Barkın’ı takip etmeye başladım. Onunla ilgili bir şeyler içime sinmiyordu. Ama kalbimin sesi içimdeki şüphe tohumlarını siliyor. Nedenini bilmediğim bir şekilde bir yanım beni yok edeceğini bildiği halde ona inanmak güvenmek istiyordu.
Barkın etrafı inceleyerek mutfaktan salona geçti. Gözleri etrafta bir şeyler arıyor gibiydi. Benimle ilgili mi yoksa soygunlarla ilgili mi bir şey arıyordu bunu çözemedim.
Salonumdaki pahalı eşyalara bakmadan etrafta dolaşmaya devam etmesine bakılırsa kendine çalınacak bir şey aramıyordu. Bir hırsız bir hırsızı gördüğünde onu bakışlarından tanırdı. Barkın’ın bakışları hırsız gibi değil de daha çok tehlikeli bir volkan gibi bakıyordu. Ne zaman etrafa lavlarını saçacağı belli değildi.
Ekranı yaklaştırarak demin bakmaya cesaret edemediğim ormanın en güzel kuytusu gibi olan gözlerine daha dikkatli baktım. Ekrandan bile gözlerinin içindeki öfke ateşi belli oluyordu. İçimden neye kızdığını merak etmeden kendimi alamadım. Teklifini kabul etmediğim için mi kızmıştı. Yoksa ona beni tanıma fırsatı vermediğim için. Ya da başka bir şeye mi kızmıştı.
Barkın şu an benim için bilinmezlikle dolu bir bulmaca gibiydi. Benim bir yanım deli gibi onu çözmek isterken bir yanım da önündeki işe odaklan diyordu.
Barkın pantolonunun cebinden bir telefon çıkardı. Kaç saattir onunla yan yana olduğumuz halde cebindeki telefonu fark etmemiştim. Bu çok tuhaf ben genelde bakmakla görmek arasındaki farkı bilir ve ona göre davranırdım. Bu içimden kendime kızmama neden olmuştu.
Salonun ses sistemlerinin sesini biraz daha açtım. Barkının telefonla ne yapacağını bekliyordum. Ailemle konuşmuyorum demişti. Gerçekten ailesiyle konuşmuyorsa şu an kiminle konuşacağını merak ediyordum. Güvenlik kamerasını Barkın’ın üstünde odaklandırdım. Telefonunda ne yaptığını görmeye çalışıyordum. Ben kameraya odaklandıkça kamera bulanıklaşıyordu. Buna rağmen şu an telefon rehberinde olduğunu görebilmiştim. Ama maalesef ki rehberdekilerin ismi okunmuyordu. Dudaklarımdan birkaç homurtu çıktı.
“Ben size dünyanın paralarını verdim. Bir şeye bile odaklanamıyorsunuz.”
Barkın onu izlediğimi hissetmiş gibi başını etraftaki pahalı eşyalarımın içinde bir kere daha dolaştırdı. Ardından evimin içindeki gizli kameralardan birinde bir an göz göze geldik. Barkın’ın onun kamera olduğunu anladığını düşünmüyorum. Evimin içinde gizli kameraların hepsi dikkat çekmemesi için son teknolojiydi. Bu işlerden anlayamayan birinin onların gizli kamera olduğunu anlaması imkansızdı. Aras teknoloji islerinde çok iyi olduğu halde evin içindeki gizli kameraları fark edememişti. Onları ayırt etmek neredeyse imkansızdı.
Barkın vazo görünümlü gizli kameraya bir kere daha baktı. Ve biz bilgisayarımın ekranından bir kere daha göz göze geldik. Bu bile bütün tüylerimin diken diken etmeye yetmişti.
Barkın elindeki telefonun rehberinden çıkarak arkasını kameraya döndü. Böylelikle görüş alanımı kapatmayı başarmıştı.
Bunu bilerek mi yapmıştı yoksa öyle mi denk gelmişti emin değilim. İçimdeki ses bunu bilerek yaptı diyordu. Ama içimdeki mantıklı olan tarafımda bunun imkânsız olduğunu söylüyordu. Son on yılını hapiste geçirmiş biri nasıl son teknoloji güvenlik kameralarını fark edebilir diyordu.
Tabi söyledikleri doğruysa! Belki de bize anlattıklarının hepsi yalandı.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |