9. Bölüm

7.Bölüm

Hayaldenyazarr
hayaldenyazarr

Hızlıca dolaba yönelerek rastgele bir elbise aldım ve üstüme geçirdim. Ayakkabılarımı giymeye çalışırken kapı çalmaya başladı. Lanet olsun! Brenda gelmişti. Onunla beraber babası, yani kralın yanına gidecektik. Benim ayılıp bayılmalarım araya girince, nasıl geri döneceğim konusu arada kaynamıştı. Tanrı’ya şükürler olsun ki hala hayattaydım. Kendi evrenime gitmekte acele etmiyordum çünkü orada bir tek üvey annem vardı. Fakat onunla zaten hiç konuşmazdık, bana küçükken bazen iyi davranırdı. Yani işine yararsam. Babam ve annem iş gezisinden sonra eve dönerken ölmüştü. Beni de yetimhaneden alan Catherine büyütmüştü.

 

Bunları şu an düşünmenin sırası değildi, hemen kendimi toparlayarak koridora çıktım. “Laura!” Bakışlarımı sesin geldiği yere çevirdim. “Brenda, günaydın.” Beni görünce her zamanki gülümsemesini takındı. “Günaydın, nasılsın?” Beraber kralın olduğu odaya yürümeye başladık. “Biraz daha iyiyim, teşekkür ederim.” Koluma girerek beni yürütmeye devam etti. “Kahvaltıyı babamın yanından dönünce yaparız diye düşündüm.” Onaylayarak başımı salladım. O da sözlerine devam etti. “Babamın yanından geliyorum. Ve babam, seninle özel konuşmak istiyor Laura. Ben seni dışarıda bekleyeceğim.” Bu beni biraz tedirgin etse de, belli etmeden gülümseyerek kafamı salladım. Her zaman sızlanamazdım. Peki, bir kralla nasıl konuşulurdu?

 

Kafamdaki düşünceleri tartarken gözlerimin pencerelere döndüğünün farkında bile değildim. Gördüğüm parlak şeyle gözlerimi kıstım ve kaşlarımı çattım. Umarım bu gördüklerim bir halüsinasyondur. Yoksa sabah sabah ateş böceği mi görüyordum? Koluma dokunulmasıyla daldığım yerden irkilerek çıktım. Ne zaman geldik bilmiyorum ama geçen seferki kapının önündeydik. “Laura, hadi.” Derin bir nefes aldım ve kafamı dağıtmaya çalışarak, kapıya yaklaştım. Muhafızlar yine kılıçlarıyla X şeklini oluşturmuştu, bizi görünce selam verip kapıyı açtılar. “Buyurun efendim.” İçeriye girmeden Brenda’ya baktım ve onun sakinleştirici gülümsemesine karşılık verdikten sonra önüme döndüm. İçeriye birkaç adım atmıştım ki arkamdan kapı çat diye kapandı. “Hoş geldin.” Kafamı krala doğru kaldırdım. Bana üstten üstten bakıyordu. Selam vermemi bekliyorsa, daha çok beklerdi. Ona doğru adımlar atarken bir yandan konuşmaya başladım. “Hoş buldum. Beni kabul ettiğiniz için de teşekkür ederim. Direkt konuya girebilir miyiz? Ben nasıl buraya geldim? Ve Tanrı aşkına otobüs ile nasıl başka diyara gelebilirim?” Ucuza binmeyecektim,ekonomi kötü, yani ben ne yapayım? Sanırım çok hızlı konuşmuşum ki kral hafifçe kaşlarını çatmış bana bakıyordu. İlk kendimi mi tanıtsaydım? “Sen buraya portal sayesinde geldin. Otobüsteki diğer insanlar gibi senin de ölmen gerekiyordu, fakat yaşıyorsun.” Ne kadar açıklayıcı oldu ya, sağ ol! “Ama ben tek hayatta kalan değildim. Newt diye bir arkadaşım vardı, fakat onu…” Onu kim öldürmüştü? “Biri öldürdü!” Ben ne diyorum ya? “Ormandaki yaratıklar vahşidir küçük hanım. Bir hayvana kurban gitmiş olabilir.” Kaşlarım çatıldı. “Bende o ormandan geçtim ama hayattayım?” Hem de tek bir çizik olmadan geçmiştim. Sonunda zaten Brenda beni bulmuştu. Kral sıkıntıyla nefesini verdi ve tahtına yaslandı. Kapkara gözler rahatsızca bakıyordu. “İşte bütün sorun burada. Arkadaşın öldü çünkü ölmesi gerekiyordu, bu diyara gelen her insan ölür. Fakat sen hayattasın, bu da senin burada olman gerektiğinin göstergesi. Kimsin sen çocuk?” Bana şüpheyle bakması sinirlerimi bozmaya başlamıştı. Kaşlarımı öfkeyle çatarak, ben de ona bakmaya başladım. “Sizce ben ne olduğumu biliyor gibiyim? Saygısızlık etmek istemiyorum ama buradan nasıl çabucak defolup gidebilirim? Bunu biliyorsanız, lütfen hemen konuşun.” Burada bir saniye bile kalmak istemiyordum artık. Pek iyi bir hayatım yoktu, ancak buraya da bayıldığım söylenemezdi. Kral dik dik bana bakmaya başlayınca gözlerimi kaçırdım. “Unutulmuş Sözler kitabında çıkış yolun yazıyordur. Yarın senin için onu kütüphanemden bulurum. Fakat sana çıkış için yardım edemem. Eğer yardım edersem, bunun sonuçları benim için çok ağır olur.” Tahtında dikleşti. “Ayrıca benimle böyle konuşamazsın küçük hanım. Burası senin diyarın değil. Serseriler gibi saygısız bir üslupla konuşamazsın. Bu seferlik ses etmiyorum, ama bir daha ki görüşmemizde kelimelerine dikkat et çocuk.” Çekinerek ona bakmaya başladım. Haklı olabilirdi, kendimi bile tanıtmadan sorulara başlamıştım ve onlar bana kapısını açmıştı. “Üzgünüm, buraya ait değilim. Saygısızlık etmek istemedim.” Gerektiğinde özür dilemeliydik. Bana yanlışı olmamıştı, o yüzden özür dilemeyi sorun etmiyordum. Kral bu sefer hafifçe gülümsedi. “Çekinme, en son isteyeceğim şeylerden biri bir çocuğun benden korkması.” Bana bir daha bana çocuk derse camdan atlarım. Ben 23 yaşındayım ya! “Gidip biraz daha dinlen. Tam iyileşmeden hareket edemezsin. Nasıl zorluklarla baş edeceğini bilmiyorum.” Yorgun hissetmiyordum, fakat gülümseyerek kafamı salladım ve Kral’ın yanından ayrıldım.

 

Koridora bakındım ama Brenda’yı göremedim. Hizmetçilerden biri çardakta kahvaltı yapmak için beni beklediğini ve beni ona götüreceğini söyleyince peşine takıldım. Tam bahçeye çıkmıştık ki o parlak şeyler görüş alanıma girdi. Hizmetçi onu takip ettiğimi bildiği için yürümeye devam ediyordu ama o parlak şeyler dikkatimi çekmişti. Ani bir kararla hızlıca o şeyin olduğu yere doğru koşmaya başladım, o kadar hızlı ilerliyordu ki ne kadar koştuğumu bilmiyordum ama ne zaman geldiğimi bile anlamadan kendimi ormanın içinde buldum. “Harika! Kesin kayboldum.” Yeterince derdim vardı, şimdi bul, bulabilirsen çıkış yolunu. Ormanda yavaş yavaş yürümeye başladım. O parlak şey de artık ortalıkta yoktu. Anlık bir merakla yaptığım halta bak! Ayağımı sert bir şeye vurmamla çığlık atıverdim. Kafamı eğerek çarptığım şeye baktım. “Bu da ne?” Büyük bir yumurta vardı. “Nesin sen, tavuk yumurtası mı?” Kendi kendime güldüm ama sanki daha önce bu yumurtayı görmüştüm. Sağa sola bakındım. “Annen seni terk mi etti?” Tam yanına diz çökmüştüm ki yumurtadan çat diye bir ses çıkması ani oldu. Ben omlet hayali kurarken yumurtanın bana yaptığı hainliğe ne demeli? “Dinazor falan çıkarsan arkama bakmam, kaçarım.” Bu diyardan her şey beklenirdi. Yumurta yavaş yavaş kırılmaya başladı, ben de onu bekledim. Sanki on yıldır çiftliğim vardı, ne diye bekliyordum ki? Dakikalar geçti. Bende meraklı meraklı bakmaya devam ettim. Yumurta en sonunda çatladı ve içinden çıkan şeyle çığlığı basarak geriye kaçtım. “Aman Tanrım, ejderha!” Keşke dinozor çıksaydı! Popomun üstüne düştüğüm için adeta sürünerek geriye kaydım. Yavru ejderha gözlerini yavaş yavaş açarak bana baktı. “Cici ejderha, güzel ejderha, beni yemezsin değil mi?” Küçücük ejderha beni yemezdi herhalde. Hızlıca ayağa kalktım. “Ne sen beni gördün ne de ben seni, herkes kendi yoluna.” Arkamı dönerek hızla yürümeye başladım. Fazla yürüdüğümü anlayınca arkama baktım ve hayal kırıklığı her tarafımı sardı. “Sen niye benim peşimden geldin ya!” Acaba acıkmış mıydı? Annesi de yoktu ortalarda. Ona doğru döndüm ve diz çöktüm. “Acıktın mı? Seni böyle bırakmaya gönlüm el vermiyor.” Yavaşça onu kucağıma aldım. Sanki ben onun için güvenli bir yermişim gibi bana sokuldu. “Ne kadar tatlısın sen ya. Saraya gidelim ve karnını doyuralım.” Bir ejderhayla konuşuyor, onu saraya götürüyordum! Sonum hiç iyi değildi.

        

 

 

 

🐉🐉🐉

 

Ajan gibi saraya girmeye çalışıyordum. Her yerde muhafız mı olurdu yahu?

 

“Laura!” Duyduğum sesle adımlarım hızlandı.

“Beni duymamazlıktan mı geliyorsun?” Sesi öfkeli gibiydi. “Bana bak, Laura.” Öyle bir ses tonuyla söylemişti ki, sanki ona bakmasam ölecektim. Eris’e omzumun üzerinden baktım. Bir yandan ejderhayı saklamaya çalışıyordum. Bu adam neden sürekli buraya geliyordu yav? “Ne var? Alacaklı gibi bağrıyorsun.” Bana yaklaştı, gözlerini kıstı.

“Nasıl olduğunu sormak istedim.” Senin yüzünden iyi değilim. Ormanda kanlar içinde seni gördüğümün ertesi günü capcanlısın “Teşekkür ederim, iyiyim.” Bunu daha sonra da tartışabilirdik. Hem bunun bir rüya olup olmadığını daha anlayamamıştım. Bana yine şüpheyle bakmaya devam etti. “İyi o zaman, görüşürüz.” Onun cevabını beklemeden koşar adımlarla saraya girdim. Kimseye rastlamamaya çalışarak odama doğru ilerledim. Umarım ejderha havasızlıktan ölmezdi. Odama vardığımda ejderhayı yatağa bıraktım. “Ejderhalar ne yer?” Tam o sırada kapı çalmaya başladı. Ses çıkarmadım, saraya döndüğümü fark eden bir kişi vardı, o da peşimden saraya neden girsin ki? Hizmetçilerde böyle alacaklı gibi vurmazdı kapıya. Brenda olabilirdi fakat şuan onu çekemezdim. “Laura, aç kapıyı, içerdesin biliyorum.” Hadi be oradan! Eris seni kara listeye aldım oğlum. “Müsait değilim!” Daha sert kapıya vurmasıyla yerimden sıçradım. “Kapıyı aç hemen!” Bu herif kim oluyordu da bana emir verebileceğini sanıyordu? Kapıya yürüdüm ve ben de sertçe vurdum. “Bana emir vererek konuşabileceğini sandın? Gevşek seni! Açmıyorum lan kapıyı! Ne yapabilirsin?” Gözlerim ejderhaya kaydı, halimize gülüyor gibi bir hali vardı. Ejderhaya da rezil olduk, iyi mi! “Laura.. Laura.. açar mısın kapıyı acaba?” Dişlerinin arasından konuşuyor, sesini öfkeli tutmamaya çalışıyordu. Kıkırdamadan edemedim. “Sihirli kelime?” Biraz onunla uğraşsam fena olmazdı. Öfkeli bir gülüş sesi geldi. “Kapıyı açar mısın lütfen?” Acaba bu adamda sinir hastalığı mı vardı? ”Maalesef açamam, müsait değilim.” Bir küfür savurdu. “Kapıyı kırdırtma bana!” Eğer kırmak gibi bir delilik yaparsa herkes buraya toplanırdı. “Beni ispiklemeyeceksin. Bunu yaparsan bile sonuçları daha ağır olur.” Kapıyı yavaşça açtım. Eris kolayca kapıyı ittirerek açtı. “Ne yapıyorsun be!” Eris odaya girdi ve etrafa bakındı tabii ki ejderhayı görmüştü! Öfkeyle bana döndü. “Sen deli misin? Ejderhayı neden saraya getiriyorsun Laura?” Hiç şaşırmışa benzemiyordu. “Daha önce ejderha gördün mü sen?” Eris beni umursamadan yavruya doğru yürüdü. “Hadi ona geri götürelim. Annesiyle babasını çok yakından tanıyorum.” Aval aval ona bakmaya başladım. “Ne?” Ejderhayı kucağına almaya çalıştı ama ejderha ona hırladı. Aferim sana oğlum/kızım. Cinsiyeti neydi acaba? “Bırak, ben alırım. Seni hiç sevmedi.” Havalı havalı yürüyerek yatağa yaklaştım ve yavruyu kucağıma aldım.Yine bana sokuldu. Eris’e sırıtarak baktım. “Gördün mü? Beni çok seviyor.” Ejderhaya baktım. “Dimi tatlım?” Parmağımla Eris’i gösterdim. “Tüh kaka o, sevme onu.” Eris sabır çeker gibi başını iki yana sallarken önünden geçerek odadan çıktım. O da beni takip etti. “Hangi manyak ejderhayı saraya getirebilir? Tabii ki sen.” Yürümeye devam ederken omzumun üstünden ters bir bakış attım.

 

“Sen niye her zaman bana manyak diyorsun? Sensin manyak!”

“Ben mi manyağım?”

“Evet.”

“Sen kendine bak, manyak kadın.”

“Salarım yavruyu üstüne! Sapık, manyak!”

“Onun ailesini tanıyan benim, üzerime salsan ne olur? Hem sapık derken günahıma giriyorsun he!”

“Beni tehdit ederek zorla odama girdin!”

“Bilerek mi tehdit ettim? Kapıyı açmadın! İyi ki girmişim, ejderha saklıyormuşsun odanda.”

“Kapa çeneni ya!”

 

Hızlı adımlarla bahçeye çıktım. ”Nerede bu çocuğun anasıyla babası?” Aniden arkamda bir hırlama duydum ve karşıma simsiyah büyük bir ejderha çıktı. Sırtı, kanatları, kuyruğu, gözleri ve boynunun iç kısmı kırmızıydı. Eris hemen ejderhanın yanına gitti. ”Shadowflame! Sakin ol oğlum!” Ben geriye doğru kaçarken başka bir hırlama sesi duyuldu. Ormanda gördüğüm mavi, siyah ejderha! Adının Shadowflame olduğunu öğrendiğim ejderhaya hırladı, önüme geçti. Beni korumuştu. ”Annesi de geldi.” Ben ise şaşkın şaşkın ikisine de bakmaya devam ettim. Newt’i öldüren ejderhaya baktım. Bana bakıyordu. İrkilerek bakışlarımı Eris’e çevirdim. Lanet olsun! “Bu Stormynight, buz ejderhası. Ve Shadowflame ise gölge ejderhası.” Hadi oradan ya! Şansımı cidden! “Bu ejderha senin mi?” Eris bana yaklaştı. ”Bu yanlış bir tabir. Ve çok kabaca. Biz onunla yakın dostuz. Hadi yavruyu annesine ver.” Stormynight’a döndüm ve yavrusunu uzattım. ”Al bakalım. Onu bir daha tek bırakma olur mu” Ejderha yavrusunu kokladı ve başını eğdi. Yavruyu oraya koydum. Ejderha kafasını kaldırdı ve teşekkür etmek ister gibi alnını alnıma yasladı. ”Rica ederim.” Sesim fısıltılı çıkmıştı. İçimden bin tane dua çoktan okumuştum. Ejderha yüzümü yaladı ve geri çekildi.

 

Eris’e baktım, ejderha dostuna yaslanmış, hafif bir tebessümle bizi izliyordu. "Yavruya isim koyabilir miyim?" İçini çekti ve güldü. "Bazı şeyler hiç değişmiyor. Koyabilirsin." Gözlerimi devirdim, sanırsın kırk yıldır tanışıyorduk. ”Senin ismin… Moonflame olsun.” Ejderhaya doğru baktım ve hafifçe tebessüm ettim. “Senin içinde, karanlığın ve soğukluğun arasında bir denge var. Ay, gecenin derinliğinde parlayan tek ışık gibi, senin de içinde taşıdığın güçler görünmeyen bir ışıkla birleşiyor. Babandan aldığın gölge, annenin buzu, ama her ikisini de yıkıcı bir alevle aydınlatıyorsun. Senin varlığın, bu zıt güçlerin bir araya gelip birbirini tamamladığı bir hikaye. Evet, işte bu ismin senin gibi bir yavru ejderhaya yakışır!” Eris burada olduğunu hatırlatmak ister gibi öksürdü. “Şaşırtıcı derecede güzel konuştun.” Bilmiş bilmiş sırıtmaya başladım. ”Ben her zaman güzel konuşurum.” Ejderhalar kanatlarını çırpmaya başlayınca bakışlarımı onlara çevirdim. Eris’in kısık gülüşünü duydum. “Ona ne şüphe, leydim.” Kısa sürede uçarak uzaklaştılar. Yanımdaki adama döndüm. “Ejderhalar saklanıyorlar mı?” Nefesini sıkıntıyla verdi, pek sevdiği bir konu değildi sanırım. ”Evet, bir ara sana bunu anlatırım. Hadi, geç oldu, saraya dön.” Kaşlarımı çatarak hemencecik kapanan havaya bakıyordumki. Tam o sırada at sesleri duyuldu, Eris bir küfür savurarak ben daha ne olduğunu anlamadan kolumdan tutup yanına çekti. Çalıların arasından atlı şövalyeler ve ortalarında siyah cüppeli, simsiyah saçlı bir adam çıktı. ”Gölge Kralı Eris, yine karşılaştık.” Ne kralı? Bekle, kral mı? Ben şaşkınca bakarken, Eris’in sert yüz ifadesi belirdi. Öne doğru adım attı. ”Ne istiyorsun yine, Sezar?” Sesindeki soğukluk beni bile ürpertecek cinstendi. Sezar denen adam atından indi ve bize doğru yaklaştı. Onun dediğini duymamazlıktan gelmişti. Gözleri beni buldu. ”Burada kimler varmış? Yeni sevgilin mi Eris?” Elimi tuttu ve üstümü öptü. Sanırım kusacağım! Eris’in bakışları, onun elimi tutan eline sabitlenmişti, adamı buracıkta öldürmek istiyor gibi bakıyordu. Bu adamı tanımıyordum ama izinsizce bana dokunmasına sinir olmuştum. Elimi sertçe çektim. Eris’in dudağının kenarı kıvrıldı ve Sezar’a döndü. “Evet Sezar, ilk defa o beynini kullandın.” Daha çok sırıttı.

”Bu benim sevgilim Laura.”

Ne?

***

 

 

 

Merhabalarr umarim bolumu begenmissinizdir. İnstagram hesabimizi takip etmeyi unutmayinn 💓💓

İnstagram: hayaldenyazarr

Shadowflame:

Stormynight:

Moonflame:

Bölüm : 29.12.2024 00:53 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...