11. Bölüm
Hayaliyazar22 / Hayat Tesadüfleri Sever / 11. Bölüm : Yangının Korları

11. Bölüm : Yangının Korları

Hayaliyazar22
hayaliyazar22

Keyifli okumalar dilerimm. 🩵🩵

Geçmiş (ilahi bakış açısı)

Güneş titreyerek yere çökerken bir eli şokla ağzına kapandı. Gözleri elindeki hamilelik testine döndü.

Test pozitifti...

Hamileydi ve bir bebeği olacaktı. Sevdiği adamdan, bu dünyadaki tek ailesinden, herşeyinden bir çocuğu olacaktı.

Ama güneş hastaydı, hemde çok hastaydı. Beynindeki tümör her geçen gün yiyip bitiriyor, onu sessizce öldürüyordu.

Kalbi, sevinç ve korkunun aynı anda attığında kuvvetle göğsünde çırpındı. Karnındaki minik mucize için bir anlık umut serpildi içine…

Ama o umut, gerçek yüzünü çabuk gösterdi; ince bir buz tabakası gibi acının ağırlığında çatladı..

O an tek düşündüğü hayatta kalmalıydı, yaşamalıydı, karnındaki minik mucize ve Demir'i için mücadele etmeliydi.

Buna mecburdu.

Bebeği için, Demir'i, kocası için, yıllarca hiç sahip olamadığı o küçücük aile hayali için mücadele etmeliydi.

Güneş’in hayatı zaten hep savaşmaktan ibaretti. Acının, sessiz çığlıkların, görünmeyen yaraların üzerine kurulmuş acı, hüzün ve hissizlikle dolu 18 yıllık koca bir ömür…

Ve şimdi o ömrün içinde, ellerinin arasında iki çizgilik bir umut duruyordu

Ama Güneş'te bu mücadelenin hayatı boyunca taşıyacağı en derin ve acı dolu yara olacağını bilmiyordu.

Güneş testle birlikte titreye titreye ayağa kalktı. Sanki dünya ayaklarının altından çekilmiş, yerine pamuktan bir zemin bırakılmıştı. Üstünde duruyordu ama her an çökebilirdi.

Bir eli dümdüz olan karnına gitti. Henüz hissedemiyordu, henüz bilmiyordu, henüz tanımıyordu o minik varlığı. Ama kalbinde bir yer, içgüdüsel bir sıcaklıkla kabarmıştı bile.

Gözleri doldu, dudakları titredi.

Hayat, ona yaşadıklarından sonra böyle bir armağan vermişken o nasıl bundan vazgeçebilirdi ki?

Hayır, yapamazdı. Bu imkansızdı, Güneş bebeğinden, umudundan vazgeçemezdi.

Ama kader, daha o cümlenin yankısı bitmeden acımasızlığını hatırlattı.

Başının içindeki o ağır, şiddetli zonklama yeniden yükseldi. Sanki milyonlarca iğne beynine batıyor, çekiçler kafatasını deliyor, kulakları şiddetle çınlıyordu.

Duvar bulanıklaştı, nefesi daraldı.

Duvara tutunmak için elini uzandığında parmakları titredi.

Beynindeki tümör, bedenine o çok iyi bildiği şeyi hatırlatıyordu.

Zamanın daralıyor...

Güneş bunu biliyordu.

Her gün gözünü açtığında, her nefesinde, her adımında ölümün gölgesinin arkasından sessizce yürüdüğünü hissediyordu.

Ama artık yalnız değildi, artık ölme lüksü yoktu.

Karnına dokundu, parmaklarının ucundaki titreme daha da arttı.

Korkuyordu, hemde delicesine korkuyordu.

O sansüre uğramış, yarım bırakılmış çocukluğunda hiç sahip olamadığı şeyi bir ailesi olmasını hep hayal etmişti.

Şimdi o hayal kollarında şekilleniyordu.

Bir an Demir’in gözlerini, gülüşünü, sıcaklığını, varlığını, herşeyden çok sevdiği adamı düşündü.

Bebeğinin onun gibi olacağını, belki koyu renk gözlerini ondan alacağını, ya da siyaha çalan saçlarını ondan alacağını, belki de ikisinin ortası olacağını…

Kalbine ve beynine bıçak gibi saplanan acıya rağmen yüzünde güzel, ışıl ışıl bir gülümseme belirdi.

Demir bunu bilseydi sırtını ona yaslayıp, “Birlikte savaşırız,” derdi. Her şeye rağmen onu ve minik mucizesini korurdu, çok severdi...

Güneş biliyordu, Demir’in nasıl sevdiğini çok iyi biliyordu.

Daha bu sabah 3. evre beyin tümörü olduğunu öğrenmişken aynı gün bir bebeği olacağını öğrenmişti.

Demir'e bir bebekleri olacağını ve öleceğini nasıl söyleyebilirdi? Sevdiği adamın gözlerinden akan yaşlara, onun çaresizliğine nasıl dayanabilirdi?

Demir'in canı çok yanardı, o ölürdü. İkisi için ölürdü.

Güneş yerinde hareketlenip testi cebine koydu ardından gözyaşlarını silip yüzüne gülümseme kondurdu.

Ne olursa olsun Demir'e bu müjdeli, güzel haberi vermeliydi.

Banyodan çıkıp evin sessiz koridorlarında ilerledi. Evde bir tek kendisi vardı.

Demir sabah işe gitmişti ve birazdan elinde papatyalarla kapıya dayanırdı.

Bunu düşünen Güneş'in yüzündeki gülüş büyüdü. Kocası her eve döndüğünde elinde kocaman papatya buketiyle gelir ve karısının tatlılığını, mutluluğunu içi giderek izlerdi.

Güneş'in adımları mutfakta durdu ve uzanıp dolaptan kendine bir bardak aldı. İçine su doldurup içeceği sırada gözleri tezgahtaki küçük, beyaz not kağıdını buldu.

İçi huzursuzlukla dolarken bir an kaşlarını çattı.

Diğer eli nota uzanıp görüş açısına getirdi. Bu Demir'in inci gibi yazısıyla yazılmış bir nottu. Güneş bu yazıyı nerede görse tanırdı.

“Sen, ben ve herşey biz bittik Güneş. Biz bittik ve bir daha var olamayız. Halen şansın varken benim yaptığım gibi git ve benim bulunduğum yere bir daha adımını dahi atma. Elveda bir hiç uğruna olan kadın

Güneş okuduklarıyla beyninden vurulmuşa dönerken başından aşağıya buz gibi sular döküldü.

Bir an donakaldı. Olamazdı, hayır bu yaşanıyor olamazdı. Demir onu asla terketmezdi, onu parçalayıp bir çöp gibi hissettirmez, onun tek bir göz yaşına dayanamazdı.

Algıladıkları doğru olamazdı. Kalbi anlam vermezken beyni olanların çoktan farkındaydı.

Gözlerinden yaşlar firar etmeye başladı.

Her ne kadar bir şaka olabileceğini düşünse de durum ciddi gözüküyordu.

Telefonumu çıkarıp Demir'e ulaşmaya çalıştı ama sonuç elinin bomboş kalmasıydı.

Gerçek ortadaydı Demir Güneş'i bir notla paramparça etmiş, kalbini söküp atmış, onu koca bir hiçlikte bırakıp terk etmişti.

Elindeki bardak tok bir sesle yere düşerken tıpkı Güneş gibi parçalara ayrıldı.

Dizleri daha fazla dayanamadı, vücudu onu taşıyamadı ve sertçe yere düştü. Başı dönüyor, miğdesi bulanıyor, kalbi çok acıyordu. Güzel gözlerinden bir damla yaş aktı.

Oysa yetmemişmiydi onun canını bu kadar yaktıkları? Neden her seferinde daha büyük acılar çekmek zorundaydı?

Güneş kendini aciz hissediyordu, çaresiz, bomboş, hissiz ve asıl şimdi ölüyormuş gibi hissediyordu.

Ama en çok canını yakan şey o son cümleydi ; "Elveda bir hiç uğruna olan kadın"

Gerçekten öyle miydi? Güneş onun için bir hiç miydi?

Gözlerinden yaşlar akarken boğazından acı dolu bir hıçkırık firar etti. Nefes almaya çalıştıkça her nefesi boğazına dizildi. O an ayağına, bacağına batan cam parçaları bile umrunda değildi.

Güneş'in nefesi kesilmişti.

Nefesim dediği adam onun nefesinin kesilmesine neden olmuştu...

O gün Güneş içi dışına çıkana kadar hıçkıra hıçkıra ağlamış, çığlıklar atmıştı. Bütün zehrini, kinini, hüznünü akıtmış kendine son kez zaman tanımıştı.

Çünkü biliyordu onun için hiçbir şey bu saatten sonra aynı olmayacaktı.

Artık o adam yoktu yalnızca yine kendi vardı. Tekrar bu hayata yenilmiş ve yapayalnız kalmıştı.

Oysa yakın bir zamanda bunların on kat daha ağırını yaşayacağını, ölü olan vücudunun bir mezara dönüşeceğini, resmen öleceğini bilmiyordu.

 

✨😭✨

Demir bir anda dizlerinin üzerindeyken ellerini bana uzattı. Gözlerindeki o boşluk, çaresizlik… yıllardır gördüğüm tüm kabuslardan bile daha gerçekti.

Bana doğru yaklaştı ardından kollarını etrafıma doladı. Hareketiyle nefesim daha çok kesilirken onu itmeyi denedim.

“Yapma…” diye fısıldadım, kısık, kırılmış bir sesle.

Kollarının arasında titrediğim, kollarımın arasında titreyen adam, yıllar önce beni paramparça eden aynı adamdı.

Kalbim göğsümde çırpınırken onu itmeye çalıştım.

“Demir bırak beni”

Beni bırakmadı aksine daha sıkı sardı. Sanki ellerini gevşetse ben bir daha asla orada olmayacakmışım gibi hissettirdi bir an.

18 yaşındaki Güneş buna sevinçle kahkaha attı ve mutluluktan havalara uçtu.

"Demir" diye fısıldadım o an acizlikle "yalvarırım bırak beni "

Güneş'in Demir'i buradaydı ve ona hayal edemeyeceği kadar güzel sarılıyordu. Ruhuna ilaç oluyor, varlığı sanki herşeyi unutturabilecekmiş gibi içine işliyordu.

Titreyen ellerim yüzüme kapanırken hıçkırmaya devam ettim.

Demir beni kucağına çekip daha çok sardı. Başım omzuna düşerken saçlarımı okşadı ve bir öpücük bırakıp kokusunu içine çekti.

Kucağında tıpkı küçük bir bebek gibi kalmıştım.

Demir’in kalbi kulağıma yaslanmış, düzensiz bir ritimle atıyordu.

Her nefesinde omzuma çarpan sıcaklığı, beni hem yakıyor hem de tuhaf bir huzura sürüklüyordu.

Ama hayır… bu huzur bana ait değildi, benim olamazdı.

“Gitmemi istesen de,” diye fısıldadı kulağımın dibinde, sesi bitik, yitik, kırık, neredeyse çocukça bir tondaydı. Sanki mahvolmuş gibiydi.

“bırakamam seni Güneş. Bir kez daha değil, bu kez değil”

Başımı kaldırdım, gözlerindeki yaşlar karanlıkta parlıyordu. Canımı acıtırcasına akan her bir göz yaşı bir ok gibi kalbime saplanıyordu.

Ona bakmak bile zordu. Çünkü o gözlerde hâlâ sevdiğim adamın kalıntılarını görmek, nefes almak gibiydi ama benim her nefesim acıydı.

Bir kez daha ittirdim onu göğsüne yumruklarımı geçirirken.

"Elini de varlığını da çek." Yutkunduğumda sesim düşündüğümden daha acı dolu, paramparça çıktı. "Çek ki, yasını tuttuğumu hiçbir zaman unutmayayım"

Güçlükle ayağa kalktığım anda o da peşinden kalktı. Sözlerim kulaklarına dolarken bir an olduğu yerde dönüp kaldı.

Demir, sözlerim kalbini delip geçmiş gibi bir adım geriledi.

Gözlerimin içine bakıyordu ama sanki bir şey göremiyordu… ya da görmek istemiyordu.

Göğsü hızlı hızlı inip kalkıyordu.

Bir an dudakları aralandı ama konuşamadı, nefesi kesildi.

Sanki dünyadaki hava bir anda yok olmuş tüm oksijen çekilmişti.

Gözbebekleri büyüdü, aynı anda dizlerinin bağı çözüldü.

Bir anda önümde dizlerinin üzerine düştü.

Göz yaşlarım yanaklarımı ıslatırken gözlerimi kapatıp başımı öbür tarafa çevirdim.

Yapamadım, ona bakamadım. O gün olmasına korktuğum şeyin yaşanmasına dayanamadım.

Demir çökmüştü, paramparça olmuştu, Demir gözlerimin önünde tıpkı benim gibi ölüyordu.

Sanki ruhu ağırlık yapmış ve bedenine taş gibi çökmüştü.

Ellerini yere koydu. Parmakları titriyordu, nefesi kırık kırık çıkıyordu.

Boğuluyormuş gibiydi.

Başını kaldırdığında göz göze geldik.

Gözlerinden yaşlar sessizce akıyordu. Güzel gözlerinden akan her bir yaş kalbime dikenlerini batırıp kanatıyordu.

Aralık dudaklarından ses çıkmıyordu ama yanaklarını ıslatan yaşlar ardı ardına akıyor durmuyordu.

Sadece gözleri çığlık atıyordu.

“Güneş…” dedi fısıltıyla. Sesinde öyle bir yıkım vardı ki nefesim göğsümde düğümlendi.

Boğulmuş bir suçlulukla konuşuyordu. Sanki her kelime ciğerini parçalayıp çıkıyordu ağzından.

Elini bana uzatmaya çalıştı ama yarıda kaldı. Parmakları havada titremeye devam etti, sonra yavaşça yere düştü.

“Bittiğini… sandığın… o gün…”

Gözlerini kapadı, bir damla yaş daha yanağından süzüldü.

“Benim ölüm günümdü Güneş.”

Yutkundu. Dudakları titredi, çenesine kadar her kası çökmüştü.

“Sen… o notu okuduğunda…”

Derin bir nefes aldı ama o nefes bile yaraymış gibi geldi.

“Ben… o an öldüm.”

Gözleri tekrar benim gözlerime kilitlendi. Ama bu kez sadece acı yoktu.

Yıllardır içine gömdüğü bütün yangın, suçluluk, pişmanlık, yaşanılanlar, yaşamak zorunda kaldıklarımız, zorunda bırakıldıklarımız… hepsi aynı anda yüzüne vurmuştu.

“Ve sen… şimdi…”

Sesi çatladı. “beni yeniden gömdün.”

Yana eğildi, derin bir nefes almaya çalışırken eli kalbinin üzerine gitti.

Avuç içini sıkıca göğsüne bastırdı, sanki acıyı durdurabilecekmiş gibi. Ardı ardına göğsüne yumruklar geçirdi.

Ama durmadı, durduramazdı.

Benim sözlerim, tıpkı onun gibi nefesini kesmişti.

“Güneş…” dedi tekrar bir çocuk gibi, çıplak bir kırılganlıkla.

“Bir daha… kaldırmam bunu.”

Gözyaşı bir adamdan değil, bir ömürden akıyordu.

Ve o an…

Demir gerçekten paramparça olmuştu.

Yutkunup yavaşça yanına eğildim ve gülümsedim.

Elim yanağına giderken parmaklarıma yeni çıkan sakalları battı. Yanağını hafifçe okşadım.

"Benim bebeğim bir akıl hastanesinde benden koparıldı Demir. Ben onun kokusunun nasıl olduğunu bile bilmiyorum çünkü buz gibi ölüm kokuyordu. Onun nerede olduğunu bile bilmiyorum, benden koparıp nereye götürdüklerini çünkü onun bir mezarı bile yok"

Çok sordum Demir...

Yemin ederim çok sordum ama söylemediler, bebeğimizi benden kopardılar.

Nefes bile alamadan beni dinlerken göğsündeki eli daha çok sıkılaştı.

"Ben bunlara rağmen... " sana anlatamadıklarıma rağmen. Yutkundum. "yaşabiliyorum ve sende yaşayacaksın. Önce paramparça olacaksın, nefes alamayacaksın, çökeceksin, her nefesinde öleceksin"

Derin bir nefes alıp elimi ondan çektim. "Sonra... sonra yeniden ayağa kalkacaksın çünkü yaşamalısın buna mecbursun"

Elimi çektiğim anda, Demir’in omuzları bir an daha titredi.

Sanki nefes almaya çalışıyor ama ciğerleri taşla doldurulmuş gibi içindeki boşluğa doğru düşüyordu.

Ayağa kalkmak yerine dizlerinin üstünde kaldı. Boynu öne düştü, omuzlarındaki yılların yükü şimdi katlanarak bastırıyordu.

Ben ondan uzaklaştıkça, o çöktü.

Ben nefes aldıkça, onun nefesi söndü.

Derin bir inleyiş koptu Demir’den…

Bir adamın, dünyası sönen bir babanın, sevdiği kadını mezara gömmüş gibi hisseden bir adamın çığlığı.

Ardından dudaklarından bir çığlık firar etti. Öylesine güçlü, öylesine acı bir haykırıştı ki bütün yer ve gök gecenin sessizliğinde titredi.

Başını kaldırdı.

O gözler…

O güzel, güçlü, her zaman savaşmaya hazır gözler şimdi sadece iki çukur gibiydi. İçinde hiçbir şey kalmamıştı.

“Güneş…” Sesini çıkardığında dudakları bembeyazdı. “Ben… ben sen acı çekme diye yaşadım. Ben acın olmasın diye… kendimden vazgeçtim. Ben seni yaşatmak için öldüm.”

Gözleri tekrar doldu, bir damla yaş yanağından süzülüp çenesinden düştü. Göz göze geldiğimizde içimde birşeyler koptu.

“Benim seni kırmaya hiç gücüm olmadı ki…”

Sesindeki o paramparça olmuşluk bir insanın taşıyabileceği son sınırdı.

Gözlerimi kapatıp başımı gökyüzüne kaldırdım ve ciğerlerimi derin bir nefesle doldurdum.

İstemiyordum, sebeplerini duymak istemiyordum.

Titreyen nefesini bastırmaya çalıştı.

“Ben… o lanet gün… seni bıraktığım gün… zaten nefes almayı bıraktım.”

Sesi son cümlesinde çatladı.

“Sen… benim yaşama sebebimdin.”

Ayaklarım o an istemsizce geri gitti.

Sanki onun acısına bir adım daha yaklaşsam, ben de çökecektim.

O ise diz çöküp ellerini boşluğa bırakmış hâlde, benim geri gidişimi izliyordu.

Gözleri büyüdü, kırıldı, dağıldı.

“N’olur…” dedi bir fısıltı hâlinde, dünya kadar acıyla.

“Gitme.”

O an…

İşte o an Demir’in içindeki tüm duvarlar, tüm maske, tüm gücü paramparça oldu.

Kahretsin!

Ona her baktığımda, her yıkıntısında canım daha çok yanıyordu. Oysa benim yanacak bir canım kalmamıştı ki.

Derin bir nefes alıp yutkundum. “Aynı mezarın iki kişiyi kaldıracak kadar büyük olmadığını öğrendim ben Demir.”

Demir’in yüzündeki ifade…

İnsanın ömrü boyunca unutamayacağı türden bir çöküştü.

Nefesi tekrar kesildi.

Bir elini boğazına götürdü, diğerini yere bastı.

Sanki yerde dursun diye kendini tutuyordu.

Ama o güç yetmedi.

Gözleri bomboş oldu. Sanki içindeki tüm ışık bir anda söndü.

Dizlerinin üzerine kapanmış bir adamdan geriye sadece parçalanmış bir nefes kaldı.

Adımlarımı atarken arkamdan gelen tek ses Demir’in nefesinin kesik kesik kırılışıydı.

O anda bile ses çıkarmamak için dişlerini sıktığını biliyordum.

Benim için güçlü görünmemek için değil…

Çığlığıyla beni durdurmamak için.

Çünkü durdurursam inananırdım, yanardım, geriye kalan küllerim bir bir savrulurdu.

Ve o bunu istemiyordu.

Arkamı dönüp oradan ayrılırken kendime engel oldum.

Ona o kadar çok sarılmak, kokusunu doyasıya içine çekmek istiyordum ki...

Ama yapamadım, yapamazdım.

Ondan uzaklaştığım her adımda kalbim kaburgalarıma çarpa çarpa patlayacakmış gibi acıyordu.

Sanki bir el göğsüme bastırıyor, her nefesimi geri itiyordu.

Adımlarım kararlı görünüyordu ama içim…

İçim yerle bir olmuştu.

Bir an duraksadığımda nefesim boğazıma takıldı.

O an arkamda saklanmış bir hıçkırığın sarsıntısını duydum.

Demir’den geliyordu.

Sanki birinin nefesini çalmış gibi, birinin kalbini sökmüş gibi bir ses…

Gözlerimi kapadım.

Titreyen bir nefes verdim.

Dönseydim…

Biterdi.

Açılırdım.

Kırılırdım.

Onu kollarımın arasına alırdım.

Ve o an kaybederdim, kendimi kaybederdim.

Arkamdan gelen o acı hıçkırık bir kez daha koptu.

Bu kez daha derinden.

Daha çaresiz.

Daha sessiz.

Ama duymamak imkânsızdı.

Demir, beni duymayayım diye ağlamayı öğrenmiş bir adamdı.

Ama bu gece…

İçindeki sesleri susturamıyordu.

Adımımı attım.

İkinci adımda nefesim kesildi.

Üçüncü adımda dizlerimin bağı çözülecek gibi oldu.

Dördüncü adımda onun nefesi tamamen sustu.

İşte o an…

Arkamı dönmeden biliyordum.

Demir çökmüştü.

Omuzları düşmüş, başı öne eğilmiş, sessiz bir yıkıma teslim olmuştu.

Yine de geri dönmedim.

Kendi kendime fısıldadım. "Dayan Güneş… bir adım daha… sadece bir adım…"

Ama içimdeki o küçük kız çığlık atıyordu.

“Dönsene!

Sarıl ona!

O da sensiz nefes alamıyor!”

Gözlerimi kapatıp çığlık atmamak için dudaklarımı sertçe dişledim.

Tam o an…

Tam dördüncü adımımdan sonra gelen o ölüm sessizliğinde…

İçimdeki her şey paramparça olurken başımı eğdim. Bileklerim titredi. Ayaklarım gitmek istemiyor, kalbim dön diye bağırıyordu.

Ama aklım…

Aklım ilk kez kalbimden daha yüksek konuşuyordu.

"Bitmiş bir hayatın üzerinde yeniden yaşam kurulmaz," dedim içimden.

"Bazen onu da… kendini de toprağa gömmekten başka bir yol bırakmazsın."

Hava soğuktu, nefesim buhar olup yüzüme çarpıyordu.

Belki de ilk kez kendime acımıyordum.

İlk kez kendi kalbime savaş açmıştım.

Ve o savaşı kazanmak zorundaydım.

Ayağımı ileri attım.

Bu kez adımım daha net, daha keskin, daha acımasızdı.

Arkamda Demir’in nefes alışının tamamen durduğunu hissettim.

Kitlenmişti.

Sanki hareketsiz bir heykel gibi arkamda kalmıştı.

O an tek bir kelime bile etmedi.

Ben onun gittiğini görememiştim, yanarak hissetmiştim ama onun benim gitmemi izlerken nefes bile almadığını biliyordum.

Belki bilerek…

Belki kendine ceza vererek…

Dizlerim titredi, ellerim buz kesti, boğazıma koca bir yumru oturdu.

Gözlerimden yaşlar akamadı bile.

O kadar acı vardı ki, gözyaşım bile çıkacak yol bulamamıştı.

Bir nefes… sadece bir nefes.

Arkamı dönmedim.

Dönemezdim.

Gözlerimi kapadım ve fısıltıyla kendi kendime söyledim.

“Yaşamak için gitmek zorundayım.”

O an arkadan bir ses geldi.

Bir hıçkırık değildi.

Bir çığlık değildi.

Sadece…

Bir nefes.

Demir’in içinden kopup gelen, kırılmış, kabullenmiş, sonsuza dek iz bırakacak bir nefes.

Benim adımı söylemedi.

Gitme diyemedi.

Dur diyemedi.

Sadece yaşanılanları, ölmeyi kabullendi. Bu onun için en büyük adımdı.

Bu susuş var ya…

Dünyadaki bütün çığlıklardan daha yüksek vurdu kalbime.

Soğuk hava yüzüme çarptı.

O an gerçekten oradan ayrıldım.

Sadece yürüyerek değil…

Hayatımın en büyük acısını omuzlarıma alıp, geride sevdiğim adamı bırakarak oradan ayrıldım.

Kalbim korlar içinde yanarken bir daha asla aynı insan olmayacağımı hissederek yürüdüm bilinmezliğe.

 

Hellooo

Nasılsınız canlarım? Umarım iyisinizdir.

Bölümü nasıl buldunuz?

Güneş? Demir?

Bir sonraki bölümde görüşmek üzere. Oy ve yorumlarınız benim için çok önemli. Desteklerinizi bekliyorum. Seviliyorsunuz. 💖💞

Senin gibi parlak bir yıldız bu kitabın yıldızına basıp onu da parlatırsa çok sevinirim. ✨✨

Bölüm : 23.11.2025 19:52 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...