
Sseelaaaammm aşklarımm bebeklerimm
Nasılssınıızz
Umarım iyisinizdir keyfiniz yerindedir.
Çayınızı kahvenizi alın gelin
Keyifli okumalar 🤍
EMEK MAHALLESİ
20. Bölüm; HUZUR
Doğduğun evdir seni yoran...

🫴
"Gözüm!"
"Gitti gözüm gitti."
Gözlerimi kırpıştırarak karşımdaki kişinin gerçek olup olmadığını sorguladım.
Ben az önce elimdeki gazoz ile Sinan'ın gözlerinin içine etmiş miydim?
Şaka
Şaka olmalı
"Ahh."
Üzerimdeki şoku atıp elimdeki cam şişeyi masanın üstüne bıraktım ve Sinan'ın yanına hızlı adımlarla ilerledim.
"Sinan. İyi misin?"
Yüzünü göremiyordum. Kolunu gözlerinin üstüne bastırmış ve eğilmişti.
Dolayısıyla yüzü aşağıya bakıyordu.
Giydiğim elbisenin müsade ettiği kadarıyla eğildim.
Elimle kolunu tutup gözüne bakmaya çalıştım ama tabii ki başaramadım.
Ne yapacağımı bilmez hâlde bekliyordum.
Aklıma gelen fikirle masanın üstünde duran su şişelerinden birini alıp kapağını açtım.
Biraz eğilip Sinan'ın gözüne doğru suyu döktüm.
Fırlatırcasına döktüğüm için Sinan ikinci bir şoku da o an yaşadı.
"Eline al biraz gözüne tut." dedim suyu uzatarak
"Gerek kalmadı Saye sağ ol."
"Al işte nazlanmanın sırası mı?"
Elimden şişeyi aldı ve bir miktar avucuna döküp gözünü yıkadı.
Gözünü açmasıyla hemen "İyi misin?" dedim.
"Sence?" dedi, haklı olarak
"Yani maşallah baya iyisin, boyun posun yerinde." dedim şakaya vurarak
"Boyum posum yerimde demek." dedi yanmayan gözünü kırparak
"Şaka." dedim ve güldüm.
"Şaka? Öyle olsun bakalım avukat hanım."
Ay gözü çok kızarmış ya
Üflesem geçer mi?
Saçmalama Saye
Ay geçmez mi diyorsun
Yani yani
E peki madem
"İyisin dimi sen." dedim emin olmak için.
Çocukta çok hasar bıraktık. Olmadı böyle
Geçen ayağını ezdim, bugün gözünü yaktım, küçükkende bacağını kırmıştım.
"İyiyim Saye."
Beraber tekrar masaya döndük. Tabi gelir gelmez Aysel teyze Sinan'ın gözünü sormuştu. Onunla beraber masadan birkaç kişi daha sorularını dile getirmişti.
"Ufak bir kaza oldu." diyerek geçiştirdi Sinan.
Bu tatlı da çok güzel olmuş he
(...)
"Günaydın." diyerek büroya giriş yaptım.
Yılbaşı yemeğinin üstünden 1 hafta geçmişti.
Herşey aynıydı. Hiçbir değişiklik yoktu.
Ben harıl harıl çalışıyordum ve sık sık karakola gidiyordum.
Düzeltiyorum gidiyorduk çünkü ben nereye gidersem peşimden Sinan da geliyordu.
Bu olaylar dışında evde hâlâ abime karşı bir kırgınlık vardı. Hepimiz bir duvar örmüştük abime karşı.
Tabii bi nasılsak canım mahallemde abime karşı sert tutumunu koruyordu.
1 hafta bu söylediklerimle akıp gitti. Bürodan ufak bir işim vardı. Bir dosya alıp adliyeye uğrayacaktım.
Üstelik adliyedeki duruşma da ne olacak biliyor musunuz?
Sadece dosyada bir değişiklik olduğunu söyleyeceğiz.
Bakın şaka yapmıyorum bu kadar
Bu kadarcık iş için Allah bilir kaç saat koridorda bekleyeceğim.
O çok önemli dosyayı aldım ve bürodan çıkıp arabaya bindim. Adliyeye doğru ilerledim.
Adliyeye vardığımda arabayı park ettim ve çalan telefonumu elime aldım.
Sinan arıyordu.
"Efendim savcım."
"Saye nerdesin?"
"Adliyedeyim 15 dakikaya duruşmam var." dedim adliyenin kapısından girerken.
Sinan konuşurken bende asansörün olduğu yere ilerledim.
"Duruşma ne kadar sürer peki?"
"Savcım duruşma 20 dakikayı geçmez ama ben 15 dakika sonra duruşmaya girebilir miyim bilmiyorum."
"Klasiktir bekleyeceksin mecbur."
"Öyle." dedim ve devam ettim. "Noldu ki?"
"İşin yoksa kahve içelim mi diyecektim."
"Aslında çok isterdim ama işim ne zaman biter bilmiyorum."
"Tamam o zaman görüşürüz."
"Görüşürüz." dedim ve telefonu kapattım.
Bu sırada duruşma salonunun önüne gelmiştim.
Salonda gerçekleşecek daha 2 duruşma vardı. Çok uzun sürmeyeceğini varsayarsak çok beklemeyecektim.
Nisa Demir
Hastane
"Alp hocam hasta sizinle görüşmek istiyor." dedim ve odadan çıktım.
Yılbaşının üstünden bir hafta geçmişti ve düzenim tekrar eski yerine oturmuştu.
Bazı şeyler ara sıra aklımı kurcalasa da hemen düşünceleri yok ediyordum.
Bu bir nebze iyi geliyordu.
Kan almak için, kan alınan odaya gidiyorum.
Hasta çoktan gelmişti bile
"Hemşire hanım şu kanı alın da bir kahvaltı yapayım." diye söyleniyordu.
Ufak bir tebessüm ettim. Diyecek bir şey bulamadığım için.
Ellerimi iki kez dezenfekte ettim. Birde üstüne eldiven giydim ve iğneleri hazırladım.
Ben kan alırken odaya küçük 4,5 yaşlarında bir çocuk girdi.
"Çok acıycak mı?" dedi ince sesiyle
Rahat bir tavırla hemen abla moduna girdim.
"Yok yakışıklım sinek ısırığı gibi." dedim.
Önümdeki teyzeden kanı aldıktan sonra küçük çocuğun da kanını aldım.
Hiç acımadığını söyledi ve annesiyle beraber gittiler.
Bende başka hasta gelmeden kan tüplerine isim etiketlerini yapıştırdım.
Odaya gelen son hastanın da kanını alıp etrafı topladım. Eldivenler çöp kutusuna, iğneler kesici atık kutusuna...
Son olarak masayı da dezenfekte ettim ve bu odadan çıktım.
Birkaç hastanın serumlarını kontrol ettim ve biraz da olsa dinlenmek için kafeteryaya indim.
Bir kahve alıp oturdum ve sosyal medyada gezinmeye başladım.
Şu verdiğim molanın kıymetini en çok tıpçılar bilir.
Yaklaşık 10 dakika oturduktan sonra kalktım ve hastalarla ilgilenmeye devam ettim.
2 saat sonra yemek molası verecektim.
Allah'ım lütfen 2 saat su gibi akıp gitsin.
Çünkü ben bacaklarımı hissetmiyorum.
(...)
Mehir Sa'ye Soykan
Şehir Merkezi
"Ya nerdesin sen? Çağırdın beni buraya kadar kendini yoksun!" diye sinirle atarlandım.
Duruşma bittikten sonra Sinan'a iişim olmadığını ve buluşabileceğimizi söyledim.
E o da doğal olarak bana kafede buluşalım dedi ve adresi attı.
Adrese geldim ama bir eksik vardı.
SİNAN ORTALIKTA YOKTU.
VE BEN BEKLETİLMEKTEN NEFRET EDERİM.
Sakın ol Mehir Saye.
"Ya Saye trafik var diyorum 5 bilemedin 10 dakikaya ordayım."
"Ya o zaman ne diye beni erkenden çağırıyorsun be adam."
"Ne bileyim ben bu saatte trafik olmaz sandım."
"Senin ben hislerine tüküreyim Sinan tamam mı?"
"Tamam Saye tamam tükür."
Ya ne diye suyuma gidiyorsun? Sende beni terslesene
"Sinan en fazla 10 dakika beklerim burda ona göre."
"Tamam geliyorum ben."
Bir şey söylemeyip kapattım. Ayakta beklemeyeceğime göre kafeye girdim ve boş bir masaya oturdum.
Gelmemle beraber garson dibimde bitmişti.
Hızlı hizmet
"Su getir canım sen bana soğuk olsun."
Başını oynatıp gitti. Bende telefonda takılmaya başladım.
Zeynep'e ve Ceren'e yazdım. İkisi de tabii ki meşgul oldukları için anında cevap verememişti.
Çok takmayıp telefonu kapattım ve garsonun getirdiği suyu içtim.
3 dakika geçmişti bile
Kolumu masaya başımı da koluma yaslayıp dışarıyı izlemeye başladım.
Aradan çok geçmeden kafenin kapısından Sinan girmişti.
Gözleriyle kafeye bir bakmıştı. Beni görünce yönünü bana çevirip yanıma geldi.
"Hiç gelmeseydin Sinan."
"Ee trafik vardı. Ne yapmamı bekliyorsun uçarak mı geleyim?"
"Gerekirse uç. Ben adliyeden buraya kadar senden önce gelebiliyorum."
"Adliye 2 sokak arkanda çünkü."
"Ne fark eder." dedim omuz silkerek
"Sayee." dedi uzatarak
"Ne?"
"Yok bir şey." dedi ve devam etti. "Siparişimizi verelim sonra tartışırız, acıkmışsındır sen."
"Yok aç değilim kahve içeceğim."
"Emin misin?" dedi tek kaşını kaldırıp
"Eminim Sinan."
Garsonu çağırıp 2 kahve istediğimizi söyledi.
Kahvelerin gelmesini beklerken nedense ikimizden de çıt çıkmıyordu.
Aslında benim aklımda bir iki soru vardı.
Sorsam mı?
Soracağım.
"Sinan ben sana bir şey soracağım."
Bir iki saniye yüzümü inceledi ve "Sor." dedi.
Ne soracağımı anlamaya çalışıyordu galiba
Bok anlarsın
"Şu psikopat hakkında bir bilgi var mı elinde? Bir delil veya bir şey."
"Psikopat?"
"Hayatında kaç tane psikopat var Sinan!" dedim ufak bir gerginlikle
"Şimdi sen varsın-
Cümlesine devam etmesine izin vermeden hemen elini cimcikledim.
"Canımı sıkma benim Sinan seni parça pinçik ederim şurda."
"E psikopatsın işte." dedi söylediklerime ithafen
"Sus. Ya da susma soruma cevap ver."
"Sayee."
"Ne var ya?"
"Henüz çok bir şey bilmiyorum. Sizin evin oraya olay yeri incelemeden birkaç kişi gitti. Zemindeki ayak izlerinden belki bir şey çıkar diye peşindeki kişinin ayak numarasını öğrendik. İşimize yarayabilir belki."
"Neymiş?"
"37 numara bir ayakkabı, klasik spor ayakkabıymış. Ayakkabı izinden kadın mı erkek mi olduğunu araştırıyorlar. Tabii sonuç kesinlik içermeyecek."
"Ayakkabı izinden o kadar şey çıkar mı?"
"Çok şey çıkar. En ufak bir iz bir leke bizi peşindeki psikopata götürebilir."
"Başka bir şey biliyor musunuz peki?"
"Hayır." dedi sesine de yansıyan gerginlikle
Bir şey daha soracakken garson siparişlerimizi getirmişti.
Gelen kahvemden bir yudum aldım. Kafede otururken aklımdaki soruyu sormamıştım.
Çünkü biliyordum ki biz tartışacaktık. Tartışmanın boyutunu bilmesemde emindim.
Şimdi bile gerilmiştim. Soruyu sorduğumda veya cevabını aldığımda bağıracağımı biliyordum.
Kahvelerimizi farklı konulardan konuşarak içtik ve hesabı ödeyip çıktık.
"Ben gideyim işlerim var akşam tekrar görüşürüz." dedim.
Gerçekten işlerim vardı büroda.
"Tamamdır görüşürüz o zaman. Dikkat et kendine, bir şey olursa direkt ara tamam mı?"
Başımla onayladım ve arabama doğru ilerledim.
Zaten sürekli beni takip edıyordu. Bazen bunu arabamda olan çiple yapıyordu bazen telefonumdan ulaşıyordu bazende dümdüz arkamdan geliyordu.
O yüzden rahattım.
Daha fazla oyalanmadan arabayı çalıştırdım ve büroya doğru sürdüm.
(...)
Ceren Yılmazer
Ev.
"Deriin kızıım nasılsın annem?" diyerek kızıma doğru ilerledim.
Yarım saatliğine markete gitmiştim ve Derin'i de komşuma emanet etmiştim.
20,21 yaşlarında eğitim fakültesi okuyan doğal olarak da çocuklara aşık bir kızdı komşum Işıl.
Burda üniversite okuyordu ve ailesinden uzaktı.
Çok kısa sürede samimileştik, müsait olduğu zamanlarda evime gelir Derin'e bakardı, oyun oynardı.
Ufak bi sicil kontrolü yaptım ve gayet iyi biriydi.
Kızımı emanet edebileceğim biriydi.
"Derin bak anne geldi." dedi hemen arkamdan Işıl
"Annee." dedi güzeller güzeli kızım kollarını açarak
İsteğini geri çevirmeyip kucağıma aldım. Öptüm, sarıldım bir daha öptüm.
Aslında yarım saat kadar ayrı kalmıştık. Bundan daha uzun zamanlar ayrı kaldığımız oluyordu. Ama özlemiştim işte, 30 dakika 30 saat gibi gelmişti.
Aynı şekilde o da beni öptüöptü ve başını boynuma dayayıp sarıldı.
Bir süre sarıldıktan sonra geri oyuncaklarının arasına bıraktım.
"Çok teşekkür ederim Işıl. Gerçekten bana o kadar yardımcı oluyorsun ki..."
Işıl ufak bir tebbesüm etti. "Rica ederim Ceren abla. Derin çok tatlı ve akıllı bir çocuk bıraksalar sabaha kadar onunla vakit geçiririm."
"Işıl." dedim ama normal bir tonda değil, iyi ki varsın der gibi...
O gün Işıl Derin'e bakarken bende yemek hazırladım ve hep beraber yedik.
Sohbet ettik, güldük, dedikodu yaptık, Derin'in yemeği yiyemeyişine güldük.
Kısacası çok eğlendik.
•
"Anneciğim benim güzel kızım günaydın."
"Günadin anne." diyerek boynuma sarıldı kızım.
Dün Işıl ile yemek yedikten sonra evine gitmişti bizde kızımla biraz oyun oynayıp uyumuştuk.
Sabahta erkenden uyandım evin işlerini hallettim ve kahvaltı hazırladım.
Bilerek işleri erkenden yapmıştım çünkü günümü kızıma ayırmak istiyordum.
Bu kararıma yarın gidecek olduğum görevin de etkisi vardı tabii ki
Yine günlerce belki haftalarca en kötüsü belki aylarca uzak kalacaktık. Kızım yine büyüyecekti. Değişecekti. Bense o değişirken yanında olamayacaktım.
Bu durum beni ne kadar üzsede her şey vatan içindi. Her şeyden, herkesten önce gelirdi vatan.
Sevdiğinden, anne babandan, ailenden, arkadaşlarından, çocuğundan önce gelirdi vatan.
Belki ben yarın gideceğim ve bir daha geri gelemeyeceğim. Haberlerde sadece 15 saniye gösterecekler beni. Adımı söyleyecekler, cenaze törenimi gösterecekler, kızımı ailemi gösterecekler ve bitti.
Bu en iyi ihtimaldi.
Bir altyazı olarak da geçebilirdi adım.
Ne acı dimi? Kendi, ülkenin insanlarını korumak için, vatanını korkumak için sevdiklerinden uzak kalıyorsun ama ülken seni bir altyazı olarak gösteriyor.
Bir altyazı
•
"Çok güzel oldun kızım." dedim iki yandan bağladığım saçlara bakarken
Çok tatlı olmuştu.
Issırasım geldi.
Derin'i hazırladıktan sonra kendim hazırlandım.
Derin de o sırada oyuncaklarıyla oynadı.
İkimizde tam anlamıyla hazır olduktan sonra evden çıktık. İlk önce oyun parkına gidecektik.
Sonrası sonra
(...)
Mehir Saye Soykan
Mahalle
Sinan ile beraber yan yana yürüyorduk.
Biraz ileride boş bir ev vardı. O ev bizim küçükken hep oyun oynadığımız yerdi.
Hevesle elimi kaldırıp o evi gösterdim.
"Sinaan bak bizim evimiz." "Yani küçükken oyun oynadığımız oyun evimiz." diyerek düzelttim cümlemi.
Sinan gözlerini benden çekip gösterdiğim eve çevirdi.
Yüzünde varla yok arası bir tebessüm belirdi.
Birkaç saniye evi izledikten sonra geri bana döndü ve konuştu.
"Eve girmek ister misin?"
Olabilirdi. Sinan gittikten sonra o eve hiç girmemiştim. Bizim dışımızda çok çocuk gelmezdi oraya ama bu 10 yıl öncesi için geçerliydi.
"İsterim, hadi gidip bakalım." dedim sesime de yansıyan heyecanımla
Seri adımlarla eve ilerledim. Sinan da arkamdan geliyordu.
Ben evin kapısına geldiğimde Sinan benden 1,2 dakika yürüme mesafesi uzaklıklığındaydı.
Ben gözlerimle evi incelerken Sinan çoktan gelmişti.
"Nerden gireceğiz?" dedim merakla
"Küçükken nasıl giriyorsak öyle gireceğiz."
Bu ev eski bir öğretmenin eviymiş annem öyle derdi. Sonra o öğretmen gitmiş aradan çok uzun yıllar geçmesine rağmende kimse bu eve gelmemiş.
Çocukları bile
Sonra da ev bize kaldı tabii ki
Ev, duvarlarla sarılıydı. Ama duvarların boyu çok yüksek değildi. Benim belimden biraz daha yukarıdaydı.
Küçükken duvar boşluklarından çıkar eve girerdik.
"Duvara mı tırmanacağız?" dedim hafif şaşkınlıkla
"Neden şaşırdın ki? Hep yaptığımız şeydi." dedi Sinan rahat bir tavırla
"10 yıldır çıkmıyorum ben bu eve kapısı falan var diye düşünüyordum." dedim hızlıca
"Tamam gerilme hemen, bak bir ayağınu şuraya diğer ayağınu da şuraya koy ben seni tutacağım."
Eliyle gösterdiği yerlere ayaklarımla bastım.
"Şimdi ne yapacağım?"
"Sol ayağını şuraya koy."
Dediğini aynen yerine getirdim.
Ya bu duvar çok alçak görünüyordu. Niye böyle oldu ki şimdi.
"Sinan kaldım ben burda çıkamıyorum."
"Sağ ayağını şu boşluğa koy." dedi de o boşluğa benim bacak boyum nasıl yetsin Sinan.
"Bacağım ulaşmıyor oraya." dedim ağlmaklı bir sesle
"Tamam bekle." dedi ve ellerini belimi tuttu.
"Ay ne yapıyorsun be!" diye cırlamış olabilirim ama tamamen refleksten oldu.
"Bağırma kulağımın dibinde atarım bak yere."
"Sıkıyorsa at lan." dedim inatçı tarafımla
"Lan mı? Hiç yakışıyor mu senin gibi birine." dedi alayla karışık bir sesle
"Sana burdan bir çarparım Sinan kim kime nasıl yakışıyor görürsün."
"7'dinde neysen şimdi de o'sun Saye."
"Ağlama hadi çıkar beni ya tuttun bırakmıyorsun da."
Bir şey söylemeyip birazcık yukarı kaldırdı beni oyalanmadan kendimi hemen duvardan aşağıya attım.
Azıcık ayağım acısa da ses etmemiştim.
Sinan da benden hemen sonra duvara tırmanıp yanıma geldi.
Evin kapısı açıktı. Elimle birazcık itip araladım.
Herşey aynıydı.
Hatta oyuncaklarım bile duruyordu.
Küçük ayıcığımın olduğu yere ilerledim ve eğilip aldım.
Adının Sisa olduğunu hatırlıyordum.
Sinan Saye
İsimlerimizden yola çıkıp koymuştum adını.
Sinan'a dönüp ayıcığımı gösterdim. "Sinan bak." dedim hevesle
Elimdekine bakıp "Aaa Sisa." dedi.
İsmini hatırlıyor muydu? Unutmuş olacağını düşünmüştüm.
"Adını nerden hatırlıyorsun." dedim düşüncelerimi dışa vurarak
"Unutmam, ben seninle ilgili hiçbir şeyi unutmam." dedi gözlerime bakarken
İnanmak istemesemde gözleri öyle bakıyordu ki; inan der gibi, sever gibi
Yüzümde hemen bir gülümseme belirdi.
Kendine gel Saye.
Kendine gel Mehir.
Kendine gel Mehir Saye.
"Eee." dedim ne diyeceğimi bilemediğim için.
Ne diyecektim şimdi.
"Ay çok pislenmiş bu." dedim elindeki oyuncağı kastederek
Konuyu değiştirme konusunda çok başarılıyım.
Ama cümle kurma konusunda çok başarısızım.
Çok mükemmel biriyim boşver.
"Bak burda başka oyuncakların da var."
Gözlerimi elimdeki oyuncaktan çekip diğer oyuncaklara baktım.
Hepsi çok pisti. Ama her birine bakınca aklımda çok güzel anılar canlanıyordu.
Geçmiş
Dile kolay 10 yıl her gece unutmak için Allah'a dua ettiğim geçmiş.
Aklıma her geldiğinde ağladığım geçmiş
Aklıma her geldiğinde Sinan'ı özlememe ve bir o kadar da nefret etmeme sebep olan geçmiş
Nasıl olurdu da bana hâlâ güzel gelirdi.
Aklıma yığılan düşğncelerle sabah soramadığım, sormaya fırsatımın olmadığı soruyu sorma kararı aldım.
Bu sorunun cevabı belki Sinan'ı tam anlamıyla affetmemi sağlayacaktı.
Belki de onu bir daha bu gözlerle bakamamama sebep olacaktı.
Bilmiyordum.
"Bir şey soracağım." dedim
"Sor Saye, sabaha kadar sor sabaha kadar cevap vereyim."
"Sinan neden gittin?" dedim açıkca, uzatmadan dolandırmadan sordum.
Bir şey demedi sustu gözlerime baktı dakikalarca
"Neden Sinan neden? Neden beni bıraktın mesela? Neden aileni bıraktın? Neden 10 yıl boyunca gelmedin? Neden hiç aramadın?"
İçimdekileri dışıma dökme vakti gelmişti.
Sinan tam konuşacakken susturdum.
"Sinan bak ben sen gittikten sonra bile seni anlamaya çalıştım. Bir sebebi vardır dedim. Sinan beni bırakmaz yapmaz dedim. Lan herkes seni suçlarken ben seni savundum. Ben sana gelmeye çalıştıkça git dedin bana. Ben acaba yemek yedi mi? Uykusunu alıyor mu? Hasta olmuş mudur diye düşünürken sen gününü gün ediyordun? Sana çok ihtiyacım olduğunu da biliyordun? Ama yoktun. YOKTUN SİNAN SEN YOKTUN. SEN BENİM YANIMDA YOKTUN."
"Ne olduysa artık 10 yıl sonra geldin ben tam toparlandım derken. Üstelik bir kadın ve bebekle. Ben kendimi yedim bitirdim, sen bana şu sebepten gittim bile diyemedin. Bir açıklama bekledim be ben senden bir açıklama bir özür."
"Sinan ben her gece dua ettim. Allah'ım nolur mantıklı bir açıklaması olsun da affedeyim diye her gece dua ettim. Sana mektuplar yazdım. Ama gönderemeyeceğimi biliyordum çünkü senin nerde olduğunu bile bilmiyordum."
Sinirle ne var ne yok hepsini söylemiştim. Yorulduğum için sustum. Cevap vermesini bekledim.
Bir şey diyemedi.
"Konuş, konuşacaksın bu gün burda ne var ne yok her şey konuşulacak Sinan."
"Saye bak seni anlıyorum. Beni ne kadar çok sevdiğini de biliyorum. Ama gitmem gerekiyordu, gittim."
"Tamam peki gittin, neden hiç aramadın? Neden hiç yazmadın?"
"Saye ben senin hep yanındaydım. Doğum günlerinde, mezuniyetinde, iyi olduğunda kötü olduğunda hep yanındaydım. Sadece sen bilmiyordun."
"Ya bilseydim bilseydim ne olacaktı Sinan!"
"Bağlanacaktın bana, zaten bağlıydın kopamayacaktık. Sen bana bağlandıkça bende bağlanacaktım geri dönemeyecektim."
"Dönmeseydin."
Anlamıyorsun der gibi baktı gözlerime, gözlerinde pişmanlık da vardı, sinirde
Sinir bana değildi ama anlamıştım.
Başka birineydi.
Benim gözlerimde ise sadece öfke vardı belki bir nebze de kırgınlık.
Babasıyla tartışıp gittiğini söylemişti Nisa.
Tartışmanın konusunu bilmiyordum.
Sinan susmaya devam edince gözlerim doldu, konuşmasını istiyordum. Bugün burda her şeyin çözülmesini istiyordum.
"Sinan." dedim titrememesi için özen gösterdiğim ama engel olamadığım sesimle
"Sinan lütfen bir şey söyle. Sen beni durduk yere bırakmazsın. Sen bana sözler verip gitmezsin. Biliyorum bir sebebi var. Söyle, söyle ki affedeyim."
Gözlerime baktı, düşündü. Uzun uzun baktı gözlerime, bir çok farklı duygu geçti gözlerinden en sonunda derin bir nefes aldı ve konuştu.
"Oturalım mı?" dedi sakin bir şekilde, bir anda durgunlaşmıştı.
Neyi düşündü bilmiyorum ama onu kötü etkilediğini anlamıştım.
"Saye sana anlatacaklarım için bana kızabilirsin anlarım, uzak durabilirsin anlarım, ama bana kırgın gözlerle bakma. Yak yık yok et ama öyle bakma."
Neden böyle bir şey söyleme ihtiyacı duymuştu ki?
Çok düşünmeden "Tamam." dedim.
"Bu mahalleden gittiğimde 17,18 yaşlarımdaydım ve babam aktif bir şekilde askerdi. Mesleğini en iyi şekilde yerine getiriyordu. Sonra babam yine görevdeyken ben kendimi çok kötü hissettim. O zamanlar 16 yaşımın sonlarındaydım. Midem bulanıyordu. Karnım ağrıyordu, kusuyordum. Başıl felaket derecede ağrıyordu."
"Annemle hastaneye gittik sonra, doktor beyninde tümör var dedi. Algılayamadım. Yanlış teşhis koyulmuştur dedim. Çünkü biliyordum eğer bu tümör bende kalıcı hasar bırakırsa savcı olamayacaktım. En büyük hayalimi yerine getiremeyecektim."
Anlattıkları karşısında ağzım bir karış açık kalmıştı.
Ben bunu nasıl fark etmemiştim. Sinan gözümün önünde erirken ben bunu nasıl fark etmemiştim.
Ben onu ne kadar çok sevdiğimi söylerken o ölüyormuş. Hemde gözümün önünde
Konuşmama izin vermedi, anlatmaya devam etti.
"Artık yapmam gereken tek şey stresten daha doğrusu tümörü tetikleyecek şeylerden uzak durmamdı. Babam, biliyorsun beni çok sert yetiştirdi. Asker olmamı istiyordu. Bu yüzden küçüklükten başlamıştı beni eğitmeye, babam benim tümör olduğuma inanmadı. Oğluna inanmadı. Erkek adamsın sen dedi. İyi huyludur geçer gider dedi. Devam etti beni asker gibi yetiştirmeye, çok stres ve yüksek tempo da tetikledi tabi tümörü. İyice ilerledi hastalığım. Bir yandan saçlarım dökülüyor. Bir yandan babam, aynı zamanda sana belli etmemeye çalışmam beni çok yordu ve babamla olan son tartışmamız da beni Ankara'ya itti."
Gözümden akan yaşlara baktı. "Ağlama Saye, ağla diye anlatmadım. Benden nefret etme diye anlattım. Kurban olurum sana, kurban olurum akan yaşlarına."
"Sinan." dedim. Sesim ağlamaktan garip çıkmıştı.
"Sinan ben nasıl fark etmedim. Sen gözümün önünde erirken ben nasıl." dedim devam edemedim. Hıçkıra hıçkıra ağlıyordum.
"Ağlama, ağlama Saye üzülüyorum yapma." dedi akan yaşlarımı eliyle silerken
"Devam et." dedim biraz sakinleşince.
Tam itiraz edecekti ki susturdum ve anlatması için zorladım.
"Sonrası zaten Ankara'da uzun süren kemoterapi ve iyileşmem, kendimi toparlamam ve savcılık sınavına girmemden oluşuyor." dedi kısaca
"Saye ben seni asla bırakmak istemedim. Evet bazı konularda haksızım şuanki aklımda olsa iyileşir iyileşmez dönerdim ama yapamadım. Sen tam beni unutmuş hayatına devam ederken bir anda karşıns çıkamazdım. Ben ne yaptıysam sen üzülme diye yaptım Saye'm. Ben emindim. Burda kaldaydım sen öğrenecektin hastalığımı ve kendini yıpratacaktın."
"Nisa biliyor muydu?"
"Evet biliyordu."
"Bana söylemediğine göre sen Nisa ile konuştun."
"Aynen öyle."
O gün orda söylenen son cümle de bu olmuştu. Orda, o evde saatlerce konuşmadan oturduk.
Bazı şeyleri düşündük, sorguladık.
Bazı kararlar verdik.
Ama benim orada verdiğim en önemli karar;
Sinan'ı affetmemdi.
Ertesi gün
16.47
"Mehiir kızım kapıya bak." diye bana seslenen annemle uzandığım yataktan kalktım.
Bugün eve şansa erken dönmüştüm.
Duşa girip üstüme rahat bir şeyler giymiştim ve yatağa uzanmıştım ki annem seslenmişti.
Odadan çıkıp kapıya ilerledim.
Kapı deliğinden baktığımda kargocu gibi biriydi.
Ben bir şey sipariş etmedim ki? Annem veya babam mı bir şey almıştı?
Abim evde yoktu, gelmiyordu. Gelmediği evin adresine kargo göndermezdi diye düşünüyorum.
İçimde beliren merakla kapıyı açtım. "Buyrun?" dedim.
Elinde beyaz çiçeklerden oluşan bir buket vardı.
Çiçeği işaret ederek konuştu. "Adınıza bir çiçek siparişi var."
"Anlamadım?" dedim şaşkın bir ifadeyle
"Mehir Saye Soykan siz değil misiniz?" dedi kargocu
"Benim."
"Çiçek size." dedi elindeki çiçeği elime uzatarak
Sinan mı göndermişti?
"Teşekkür ederim." dedim ve elindeki çiçeği aldım.
Kapıyı kapatıp odama geçtim.
O sırada annem seslendi.
"Mehir gelen kimmiş?"
"Kargocu anne." dedim kısaca.
Çiçeğin üstünde bir zarf birde not vardı.
Meraklı melahat bir kişiliğim olduğu için önce zarfı açtım.
Zarfın içinde Sinan ile benim fotoğraflarım vardı.
Beraber konuşurken, kahve içerken, otururken, gülerken.
Bu neydi şimdi?
Fotoğraflara son bir kez göz atıp notu elime aldım.
Mutluluk yakışmamış sana
Sinan'a hiç yakışmamış
Ama üzülme biriciğim... ikinizi de siyah beyaz yapacağım.
-X3
BÖLÜM SONU
-X3
Psikopatı bulmak için bir işaret
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |