Ceren Özgür
@hayat_huzur_ruh_
HAKKINDA
Hayat biraz hayalperestlik, biraz da sonsuzluk belki de...
"21
M❤️
YAZDIĞI KİTAPLAR
devam ediyor 1y önce güncellendi Çilekli Panda | Texting
@hayat_huzur_ruh_
Okuma
34
Oy
7
Takip
17
Yorum
2
Bölüm
1
Dikkat yüksek komedi içerir!! Aşka inanmayan, kendi halinde yaşayan bir genç kız... Sıradan hayatına devam ederken aniden gelen bir mesajla hayatı ne kadar değişebilirdi? Aşka inanmayan bir kız aşka inandırabilir mi? Tüm bu soruların cevabı bölümlerde saklı. Eğlenmek istiyorsanız okumanız şiddetle tavsiye edilir!!
devam ediyor 4h önce güncellendi ORFEUS'UN 47. Sfrangısı
@hayat_huzur_ruh_
Okuma
4
Oy
2
Takip
1
Yorum
0
Bölüm
2
Ayliz gözlerini açtığında Barlas’ı tanımıyordu… Ama kalbi tanıyordu. Adını hatırlamayan bir kadının, bir adamın kokusuyla titremesi… Dokunuşuna nefesi kesilmesi… Onu görür görmez içindeki o tuhaf “tamamlanma hissi”— mantıklı değildi. Barlas ise her şeyi biliyor gibi bakıyor, ama hiçbir şey söylemiyordu. Ayliz her “Biz kimdik?” dediğinde Barlas sadece gülümsüyordu: “Önemli olan… yanımdasın.” Ama bazı geceler Barlas’ın fısıltılarını duyuyordu: “Henüz hatırlamıyor.” Ayliz kaçtıkça Barlas’ın koluna çekildi, Barlas sustukça Ayliz’in kalbi bağlandı. Ve Ayliz fark etti: Bilmediği bir geçmiş, Barlas’a her dokunduğunda bedeninde kıvılcım oluyor; anlam veremediği bir sıcaklık kabarıyordu. Sanki Barlas bir zamanlar ona “ev” olmuştu. Sanki ruhu, onunkini daha önce bulmuştu. Sanki unuttuğu bir söz, hâlâ göğsünde atıyordu. Ama anılar geri döndükçe… Ayliz’in hissettiği aşk kadar güçlü başka bir şey daha vardı: Karanlık. Geceleri gözlerinin önüne gelen yabancı ışıklar… Fısıltılar… Ve bir çocuğun çığlığı. Ayliz her “Bu neydi?” dediğinde Barlas’ın yüzü biraz daha soluyor, gözlerindeki o korku biraz daha büyüyordu. Sanki Ayliz hatırlarsa… sadece kalbi değil, kaderi de değişecekti. Belki de unutmak, bir korunmaydı. Belki de aşk, en tehlikeli hafızaydı. Belki de Ayliz ve Barlas’ın hikâyesi… çoktan yarım kalmış bir yerden yeniden başlıyordu. Ve tek bir gerçek vardı: Ayliz, Barlas’tan uzaklaştıkça nefes alamıyordu. Barlas’a yaklaştıkça ise… gölgeler uyanıyordu.
devam ediyor 2h önce güncellendi İMERA'nın sevdası
@hayat_huzur_ruh_
Okuma
2
Oy
0
Takip
1
Yorum
0
Bölüm
1
“Ben Bilim İçin Gelmiştim… Yani Bir Nebze.” Ben Elva. Psikoloğum. Yüksek lisans öğrencisiyim. Aşka inancım var ama modern erkeklere yok. Şaka değil, bilimsel veri gibi konuşuyorum: Son üç yılda İstanbul’da tanıştığım erkeklerin %87’si konuşmaya “Kanka gibi takılalım mı?” diye başladı. %10’u “seni üzmem” sözünün patentini almaya çalıştı. Kalan %3? Onlar hâlâ düşünmede. Ben de dedim ki: > “Kızım sen niye kendini İstanbul erkeklerine feda ediyorsun? Karadenizli erkek sevdasına düşmüşsün, git orada saha araştırması yap!” Evet, evet… Psikolog olduğum için tüm ani kararlarımı “saha araştırması” kılıfına sokabiliyorum. Dönem ödevi: Kültürel bağlamda erkek davranışları. Ama benim iç sesim: Karadenizli erkek bulcam, bakacam, inceleyecem. Gözlem yapacam. En çok da gözüm üstünde duracak bir tane bulacam. Annem tabii inanmadı. — “Kızım sen araştırma için Karadeniz’e mi gidiyorsun, koca bulmaya mı?” — “Anne! Bilim diyorum sana bilim!” — “Hee… Bilim deyince Rimelini 6 çeşit almışsın. Rimelle mi araştırma yapacan?” Babam daha dürüst bir yorum yaptı: — “Kızım ben Karadenizliyim, neyin peşindesin? Karadenizli erkek dediğin huysuz olur. Hırçın olur. Şivesi olur. Sen bunları nereden öğrendin?” — “Dizilerden.” — “He işte o yüzden yanlış biliyorsun zaten.” Ama karar alındı bir kere. Ev arkadaşım bile anlamaya çalıştı: — “Elva cidden gidiyon mu?” — “Evet.” — “Peki bilimsel çalışmanın araştırma sorusu ne?” — “Karadenizli erkeklerin şive kullanımı ile duygusal samimiyet düzeyi arasında bağlantı var mıdır?” — “…Sen var ya, gerçekten manyaksın.” Valizimi hazırlarken kendime bile itiraf edemediklerim vardı. Mesela: ✔ Hırçın görünüşlü ama içi pamuk erkeklere düşmem ✔ “Gel de çay içek” diyen ses tonlarına erim ✔ Şiveli konuşana otomatik olarak gülümsemem ✔ Dalgayla kavga eden adamlara anlam veremem ama yine de hoşuma gider Ve işin acısı: Hiçbir İstanbul erkeği bunları karşılamıyor. Kararında sertlik eksik. Şive hakeza. Bir de sürekli “ya tatlım biz konuşuyoruz ama adı yok işte” kafasında geziyorlar. Ben de ne yaptım? Bilet aldım. Tek yön. Çünkü dönüş tarihini… kader belirleyecekti. (Daha doğrusu kredi kartı limitim, ama kader daha şiirsel duruyor.) Uçağa binerken telefonumu uçak moduna aldım ve kendi kendime dedim: > “Elva, bu bir sosyolojik saha çalışması. Erkek incelemeye gitmiyorsun. Kesinlikle gitmiyorsun. Yeminle gitmiyorsun.” İç sesim: He tabii… Uçaktan inince burnuma çarpan o tuzlu rüzgâr… İşte o anda kararımın doğruluğuna %300 emin oldum. Çay kokusu, mısır ekmeği kokusu, hafif bir yağmur… Ve her yerden birileri bağırıyor: — “Uşaaağğğ gel buraya!” — “Hamsi bitmiş deyyyy!” — “Yağmur geliyiii!” Ben: Evet. İşte burası. İdeal erkek profilinin üreme alanı. Kendimi antropolog gibi hissediyordum. Hatta valiz tekerleği bozulduğunda teyzelerden biri bana: — “Nere gidisun kız?” dediğinde bile profesyonel kaldım: — “Araştırma yapmaya geldim.” Teyze göz kırptı, bana şöyle dedi: — “Bakim… Yalan söliyin de ne araştırmasi? Kim nasip etse sana?” Kızardım. Ama belli etmeyeceğim için yüzümün tamamını saçımla kapattım. İşte böyle başladım hikâyeme… Saf bilim. Bol Karadeniz. Şive takıntısı. İdeal tip arayışı. Aşka dair tez yazmaya çalışan psikoloğun kaçak romantik macerası. Tek bilmediğim şey? Henüz tanımadığım bir adamın şivesiz, İstanbullu, kültür dışı bir mimarın bütün analizlerimi altüst edeceği. Ama o sonraki bölümlerin konusu. Şimdilik sadece Elva’nın Karadeniz’e geliş hikâyesi burada dursun. --- İstersen şimdi 1. Bölüm – Mert ile ilk çarpışma bölümünü yazayım mı? Yoksa tanıtımı daha da uzatalım mı?
Loading...