2. Bölüm

2 - Yüz Üstüne Çıkmamış Yalanlar

Gamze
haziranege62

Kitabıma adım attığınız için teşekkür ederim. Size keyif dolu bir okuma diliyorum. Sizi, gizem ve tutku dolu bir maceraya sürüklüyorum—kemerlerinizi sıkıca bağlayın, yolculuk başlıyor!

⚠️ Dikkat: Bu kurgu; kan, cinsellik ve rahatsız edici öğeler içermektedir. Küçük yaşta ve çabuk etkilenen okuyucuların okumasını tavsiye etmiyorum.

 

🎵 Daylight 🎵

 

O kadar şey oldu, dağılmadım.
Bir sözünle yerle bir oldum.

Üç Sene Önce

Yüzümde yankılanan tokadın şiddetiyle yere savruldum. Başımı sert zemine çarptığımda kulaklarımda çınlayan ses beni bir süre yerime mıhladı. Karşımda duran adam... O, benim kim olduğum hakkında en ufak bir fikre bile sahip değildi. Beni tanıdığını sanıyordu. Ama o tanıdığı kız çoktan ölmüştü. Eskisi kadar zayıf ve narin değildim artık.

"İnan bana, buraya gelecek kadar aptal olacağını hiç düşünmezdim."

Gözlerinde küçümsemenin alaycı pırıltısı vardı. Eski hatıralara dalıp gülümseyerek sırıttı.

"Buraya neden geldin? Yoksa ölmek mi istiyorsun?"

O kahkaha attığı an, bacağımdaki bıçağı sıkıca kavradım. Tek bir saniye bile tereddüt etmeden hızla bacağına sapladım.

"Hiç de bile... Ben seni öldürmeye geldim!"

Yeri inleten bir çığlık attı. Acıyla kıvranarak yere yığıldı, elleriyle bacağını tutup kanayan yarasına bastırdı. Yanımdaki korkuluğa tutunarak ayağa kalktım. Artık roller değişmişti. Tıpkı istediğim gibi o yerdeydi ve bana yalvaran gözlerle bakacaktı.

"Benden korkacağımı mı sandın? Zavallı... Çocuk gibisin, hiç değişmemişsin!"

Kanayan bacağına gülümseyerek baktım. Ayakkabımın topuğunu tam üzerine bastıracak kadar acımasız hissediyordum. Bağırdığı an, kapının açıldığını fark ettim. İçeri giren Deniz'in gözleri, yerde kıvranan adama ve elimde tuttuğum kanlı ayakkabıya kaydı.

"Duru, iyi misin?"

Gözlerini kısmış, şaşkın bir ifadeyle bana bakıyordu. Sonra kahkaha attı.

"İlerleme kaydedilmiş bakıyorum da."

Yanıma yaklaşıp yerde yatan adamı inceledi. Ama öfkesi hala dinmemişti.

"Demek sana küçüklüğünden beri eziyet eden, baba denilen şahıs bu!"

Gözlerimde bir kıvılcım parladı. Elimde tuttuğum ayakkabıyı göğsüne saplamamak için kendimi zor tutuyordum.

"Bu işi ben hallederim," dedi Deniz. "Sen sadece içinde yanan o intikam ateşinin öcünü al!"

Adamın yakasına yapışıp yüzünü kendime yaklaştırdım. Nefretle gözlerinin içine bakarken, bir anlık öfkeyle tükürdüm. Bana nasıl ihanet ettiğini, nasıl sattığını, nasıl kulaklarını tıkadığını düşündüm.

Tek bir neden istiyordum. Sadece bir neden...

"Beni neden sevmedin?"

Bu soru yıllardır aklımda yankılanıyordu. Neden, hiçbir sebep yokken, benden nefret ettiğini öğrenmek en doğal hakkım değil miydi?

Adam, titreyen sesiyle tükürdü sözleri:

"Sen hiçbir zaman benim kızım olmadın! Seni baban bile terk etti, ben mi sevecektim?!"

Dünya başıma yıkıldı.

Neydim ben? Kimin çocuğuydum? Yıllarca saklanan sır neydi?

"Peki, ben kimin kızıyım?!"

Deniz şaşkınlıkla yüzüme baktı. Beni geriye çekerek gözlerimin içine dik dik baktı.

"Bundan sonrası bende. Ben hallederim!"

Ama hayır. Bu sefer durmayacaktım. Öfkeyle Deniz'i ittirdim, adamın yakasına yapışarak nefesini kesene kadar sıktım boğazını.

"Söyle lan! Benim babam kim?!"

Belimde duran silahı hızla çıkardım. Deniz engellemeye çalıştı.

"Deniz! Kes şunu! Silahı bana ver!"

Tüm gücüyle elimden aldı. Ama ben duramazdım.

Adamın dudaklarından o iki kelime döküldüğünde, kanım dondu.

"Murat... Akar..."

Adam çoktan ölmüştü.

Onu uyandırmaya çalıştım ama nafileydi. Şansımı kendi ellerimle öldürmüştüm.

"Ne yapacağız şimdi?" diye sordum.

Deniz, adamın bacaklarından tutarak oturma odasına doğru çekmeye başladı.

"Duru... Sen arabaya git. Ben hallediyorum."

Titreyen bedenimi hareket ettirerek kapıya yöneldim. İçimde kötü bir his vardı. Sanki bir şey yarım kalmıştı...

 

Bir Ay Önce

 

Etrafa odaklandığımda kırmızı, dar bir koridor beni bekliyordu. Sanki yeterince oksijen varmış gibi hissettirmiyordu ve oldukça sıkışıktı.

"Karşındaki kırmızı kapıdan içeri giriyorsun. Burası iç mekân. Seni orada Alev ve Daniel karşılayacak."

Kafamı karıştırmadan bu iki kişi hakkında kısa bir özet verilse harika olurdu. Kırmızı kapıya doğru ilerlerken içeriden yükselen müziğin ritmi içimi garip bir şekilde ürpertiyordu.

"Alev Tekin, 25 yaşında, gizli bir hacker. Daniel Wrofst ise 27 yaşında bir paralı asker ve kendi ülkesinde aranan biri."

Adam ülkesinde aranıyordu, peki beni mi koruyacaktı? Cidden, Deniz bu sefer umarım yanlış bir işe bulaşmamıştır.

"Sen bunlardan eminsin yani? Sonra başımızı belaya sokmayalım."

Kapının kolunu çevirdiğim anda karşımda kızıl saçlı bir kadın ve yanında iri yapılı, kumral tenli bir adam duruyordu. Onlara doğru merdivenden yavaşça inmeye başladım. Tam o anda ayağım boşluğa takıldı ve dengemi kaybettim.

"İşte sıra sende, Daniel! Bıçağı ver ona!"

Elimi hızla uzatıp bıçağı düzelttim ve kürkün içine yerleştirdim. Daniel kolumu sıkıca tutup beni sakince kaldırırken, Alev yüzüme endişeyle baktı.

"İyi misin? Yaralandın mı?"

Alev'in sesi tizdi. Daniel ise kolumu hafifçe bırakırken gözleriyle bana etrafı incelememi işaret ediyordu. Tam o sırada Deniz'in sesi kulaklarımda yankılandı.

"Şimdi plan zamanı, arkadaşlar. Herkes tanıştı ama asıl mesele şimdi başlıyor."

Deniz, konuya girsen iyi olacak. Yoksa burada boşuna vakit kaybedeceğiz. Daniel bize dönerek gülümsedi.

"Bir şeyler mi içsek? Hem sohbet ederiz, kızlar."

Alev, barın yanında duran koltuklardan birine oturdu. Belli ki bizim gelmemizi bekliyordu.

"Şimdi ilk işimiz, Alev'i sistemlerine sokmak. Bu bizim için en önemli kısım. Kanıt yoksa cinayet de yok!"

Alev, elindeki telefonu göstererek bize döndü. Yapacağı şeyi tam olarak anlamamış olsam da onu dikkatle dinledim.

"Öncelikle beni güvenlik odasına sokmanız lazım. Ne kadar süreceğini bilmiyorum ama telefonu sisteme bağladıktan sonra 30 dakikamız olacak. Süreyi iyi değerlendirmeliyiz. Benim işim bu."

Bu işin bizim için ne kadar kolay olacağını göreceğiz. İlk olarak güvenlik odasını bulmakla başlamalıyız.

"Güvenlik odası üst katta, sağdan ilk kapı. Şu an içeride yalnızca iki kişi var gibi görünüyor ama her ihtimale karşı Daniel da sizinle olsun."

Deniz'in söylediklerini dikkate alarak fazla dikkat çekmemek için birer bira söyledik. Derin bir nefes alarak bardaktan küçük bir yudum aldım. Boğazımdan aşağı kayan acı tatlı bir his bırakıyordu; mesleğin gereği alışmak zorundaydım.

Ayağa kalkarken Alev'i de kaldırmak zorunda kaldım. Başımın döndüğünü belli edersem işimiz kolaylaşırdı.

"Alev, tuvalete kadar bana eşlik eder misin?"

Alev başını memnuniyetle salladı ve koluma hafifçe girdi. Deniz etrafı tarayıp bize döndü.

"Tuvalet yukarıda, sağdan ikinci kapı. İyi şanslar."

Ayağımdaki topuklular hiç bu kadar acıtmamıştı. Merdivenden yukarı çıkarken kapıların yanındaki isimliklere göz gezdirdim. Deniz'in dediği gibi ilk kapı güvenlik odasıydı ama henüz oraya girme vaktimiz değildi.

Tuvalete girdiğimizde Alev kapının açılmaması için koluna demir bir çubuk sıkıştırdı. Kabinleri kontrol ettik, içerisi temizdi.

"Şimdi ikinci kısım. Duru, havalandırma kısmında bulunan çantayı al ve güvenlik odasına geç. Oradan uyku gazını etkin hale getireceksin, gerisini ben hallederim."

Tavana bakınca havalandırma deliğinin içindeki sırt çantasını fark ettim. Klozetin üzerine çıktım, kapağı tek bir hamlede diğer tarafa indirdim ve çantayı Alev'e fırlattım. Hızlı refleksleri sayesinde çantayı havada yakaladı ve içini kurcalamaya başladı. Uyku gazını elime uzatırken tereddüt ettiğini fark ettim.

"Bir sorun mu var?"

Alev başını hayır anlamında sallasa da bir şeylerin yolunda gitmediği belliydi.

"Sadece tek bir gaz maskesi var. Senin hemen buradan çıkman gerekecek."

Sorun olmadığını göstermek için gülümsedim.

"Sen takarsın. Ben zaten bu tür işlerden pek anlamam."

Alev başını sallayarak tebessüm etti ve benim içeri girmemi bekledi. Derin bir nefes alıp iki kolumu havalandırma deliğine soktum. Yavaşça içeri süzülerek kendimi kanalın içinde buldum.

"Harika, çok iyi gidiyorsun Duru!"

Deniz, biraz çeneni kapatırsan dikkatim dağılmaz! Havalandırmadan gelen sesleri takip ederek doğru yolda olduğumu anladım.

"Plakaları tek tek kontrol edin. Patron özellikle istedi."

Adamın sesi oldukça net ve emrivakiydi. Koca ekranda beliren güvenlik sistemi tüm araçları tarıyordu.

"Vay be, şu sisteme bak! Bizde olsa neler yapardık, Duru?!"

Deniz yine konuşmaya başlamıştı. Risk almamak adına havalandırmanın altına uyku kapsülünü bıraktım ve hızla geri çekildim.

"İşlem tamam. Hazırız."

Kapsülü atıp kaçmamla Alev'e işaret verilmesi bir oldu. Sessizce havalandırma deliğinden süzüldüm. Alev, meraklı gözlerle bana baktı.

"İşlem tamam mı?"

Başımı evet anlamında salladım. Çantasındaki maskeyi takarken nefesi düzensizdi.

"Hazır mısın?"

Onayladığında Deniz araya girdi.

"Pekala, çok az kaldı. Bu son işlem. Bunu da halledersek içeri sızacağız."

Alev havalandırmadan süzülerek içeri girdi. Deniz onu lenslerle izliyordu.

"Çok az kaldı. Havalandırmanın kapağını kırıp içeri gir."

Belimdeki silahı yerleştirip kapıya yöneldim. Tam çıkarken Deniz'in sesi çınladı:

"Hemen çıkın oradan! İkiniz de!"

Düşün Duru, düşün!

Gözlerim hızla etrafı taradı. "Çamaşır odası" yazan kapı dikkatimi çekti. İçeri girip kapıyı kapattım. Işığı açtığımda kirli sepetinin yanında garson kıyafetlerini gördüm.

"Bana iki dakika kazandır, Deniz."

Hızlıca kıyafetlerimi değiştirirken Deniz'in tiz sesi kulaklarımda yankılandı.

"Hadi Duru! Hızlı ol!"

Üzerime beyaz gömlek ve kısa siyah eteği geçirip kendimi dışarı attım. Tam önümde uzun boylu, otuzlarında bir adam belirdi.

"Senin mesain bitmemiş miydi?"

Bakışlarımdan şüphelenmişti. Elini yüzüme yaklaştırdığında bileğini hızla kavrayıp döndürdüm. Şaşkınlıkla irkildi.

"Sen... Ne yaptığını sanıyorsun?"

O anda arkasında Alev'i gördüm. Elinde bıçak vardı. Adamı hızla yere ittiğimde Alev hamle yapmaya çalıştı ama bıçağını tek hamlede yere düşürdüm.

Ve o an... Her şey değişti.

Bir rafta bir fotoğraf gördüm.

Yaklaştım. Gözlerim büyüdü.

"Baba..."

Kaos, damarlarıma işlemişti.

Şimdi sıra, bu kaosu dünyaya yaymaktaydı...

 

Sonsuza kadar beklerim sanıyordum, ama öyle olmuyormuş. Benim sevgimi bildiği halde, umursamadığını gördükçe yoruldum.
Uzaklaştım, mesela eskisi gibi heyecanlanmıyorum onu görünce. Tüm hevesimi ve heyecanımı yok etti. Böyle olsun istemezdim ama...
Vazgeçtim.

Gitti.
Bitti.

O gece gözlerden akan yaşlar, intihar etti...

Günümüz...

Elimdeki telefonun hakimiyetini kaybettiğimde yere sertçe düşüşüne şahit oldum. Telefonumda yazan yazıyı zar zor idrak ettiğim sırada, deponun içinden silahın keskin sesini duydum.

Belimdeki silaha elimi attım, hızlı adımlarla merdivenlerden aşağı sessizce indim. Kapının yanına geldiğimde, yarım yamalak açık olan tarafa doğru göz gezdirdiğimde gördüğüm manzara karşısında dehşete düştüm. Dudaklarımdan sessiz bir çığlık yankılandı, tıpkı kor bir ateşin üstüne su atmak gibi.

"Deniz..."
Deniz yerde kıvranarak kanlar içerisinde yatıyordu. Gördüğüm tam olarak buydu. Nefesimi tutup neler yapabileceğimi anlamaya çalışırken içerden bir ses daha yükseldi.
"Onu da bulun, fakat öldürmeyin; ölümü bu caninin ellerinden olacak."

O yeniden buradaydı. Vücudum, onun sesiyle adeta buz kesilmişti. Bir şey yapmalıydım. Deniz'i bırakamazdım, beni böyle bırakamazdı... Yalnız...

Derin bir nefes alıp, kulağa delice gelecek bir hamle yaptım. En mantıksız anlarda bile iş görecek bir şey.
"Beni aramana da, benim yüzümden birilerini öldürmene de gerek yoktu."

Teslim olmak, yani kısmen ona çaresizlik içinde görünmem, onun doymayan gözünü doyuracaktı.

Belimden çıkardığım silahı gördüklerinde, tüm korumalar silahlarını bana doğrultmuştu. Silahtaki şarjörü çıkartıp mermileri içinden aldım, ardından hiçbir şey olmamış gibi yavaş hareketlerle yere bıraktım. Silahı keskince ayağımın tersiyle onlara doğru gönderdim.

"Bak, aslında teslim olmak bu kadar kolay. Hadi sen de olsana, itiraf etsene!"

Yüzünde hiçbir mimik yoktu. Kendinden emin bir adımla, belinden çıkardığı silahla tek elini bile titretmeden göğsüme doğru sıktı.

Yumru gibi bedenime saplanan kurşun canımı yakmıştı. Gözlerimi kısarak, acının sanki böyle yapınca geçeceğinden emindim. Nefes alıp verdikçe içimdeki kurşunun acısının doruklarına çıkıveriyordum.

"Bu diğer kurşunlar, bir dahakine beynin içinde yer alacak. Ama sen, onun acısını bile hissedemeden ölmüş olacaksın."

Sözcüklerini beynimin en can alıcı noktasına kazıyordum ki; vakti geldiğinde, onun beynini de babamın çakısıyla kazıyabilmek içindi.

"En iyi yapabildiğin bu mu? Sadece öldürmek mi? Ben daha çok, senin bir orosp*çocuğu olduğuna inanıyorum da!"

Karnımı delip geçen kurşuna bile eyvallahım yokken, sana kendimi yedirtemezdim. Aksi takdirde, bunlar benim genlerime ters.

"Babanı bu dünyadan temizlediğim gibi ve senin de dediğin gibi, acının derinlikleri içime işlediğinde sevdiklerimi bile gözüm görmez."

Bu cümle ona haftalar önce söylediğim sözdü. Eğer birine sevdiğinden çok bağlanırsan, acıyı derinliklerinin içine işlemesini sağlardım.

Deniz, yerde yavaşça kıpırdayarak, Karan'ın dikkatini çekmeye başlamıştı. Yüzünde garip bir tebessümle bana baktı.

"Sanırım ölmek için çok yavaşsın, işini hızlandırsak mı?"

Yüksek bir sesle kahkaha attım, onu aşağılarcasına gözlerinin içine baktım. Salak, bu adam ya... Beynini biraz çalıştırsa, bu kadar kolay olamayacağını anlardı.

"Cidden, bazen ölümü kontrol bile edebileceğini sanman çok komik, bir zayıf noktan."

Kafasını çevirip, Deniz'e doğru bakmasıyla, elindeki silahla ona iki el kurşun sıktı. Gözlerimin önünde yaptı bunu, elini bile titretmeden. İçimde garip bir boşluk hissi sızladı, o boşluk bir daha asla dolmayacaktı.

Kalbim hiç atmayacak gibi delice atıyordu, gözümden süzülen tuzlu, acı dolu yaş yüzümden kayıp gitti, tıpkı az önce Deniz'i ölüme sürüklediğim gibi.

"DENİZ...!"

Çığlık sesim bütün depoda yankılandı. Ayakta zar zor kalan bedenim yere hızla düştü. Ellerimle ona uzanmaya çalışırken, Karan yavaşça yaklaştı, pis ellerini yüzüme sürüp iki yanağımdan tuttu. Gözleriyle buluştuğumda,
"Acıyı hissedebildin mi?"

Bunu bana soran, az önce gözlerimin önünde kardeşimi, can dostumu öldüren kişiydi.

Tüm gücümle tırnağımı yüzünde keskin bir iz yapmak için, güçlükle dudağını parçaladım. Hızla geri çekildiğini gördüğümde, parmaklarından aşağıya kanların hafifçe aktığını gördüm.

"Böylesi daha iyi!"

Yerde kanlar içerisinde kalan bedenimi kurtarmak için direniyordum ki, Karan dudağındaki kanı parmağıyla silip bana doğru yaklaştı. Parmağını sertçe dudaklarıma değdirdiğinde, dudaklarımda artık onun kanıyla boyanmıştı. Gözlerimi açık tutmak için uğraştım. Yavaşça kapanan gözlerim, sonsuzluğuma mı, yoksa intikamı uyanacak mıydı, bilmiyordum.

Tek bildiğim farklı bir hayatta olsam bile, intikamımı alacak olmamdı.

1 Ay Önce
Babamın fotoğrafı ile göz göze geldiğimde içimde bir yerlerde garip bir his oluştu. Fotoğrafa biraz daha yakından bakmak için kısa süreliğine elime aldım. İncelediğim ilk detay, babamın muhteşem gülüşüydü.

"Duru, acele et! Çıkın oradan artık!"

Deniz'in kulağımdan yankılanan sesi beni hep tetikte tutmuştu. Fotoğrafı yerine koyduğum sırada içeri giren kişi, işte bu o kişiydi. Hayatımı, hayallerimi; ailemi, benden alıp koyan tek kişi Karan Karahan'dı.

"Sonunda buldum seni."

Karan yavaşça elindeki belgeleri masasına usulca koyarak bana döndü.

"Demek benim yeni korumam, Devin Ceyhan sensin?"

Anlamsız bir ifadeyle ona bakarken, Deniz'in kulağıma fısıldamıştı sanki.

"Evet, bu doğru. Belgelere bu kadar kısa sürede nasıl baktı bu adam?"

Garipser bir şekilde tebessüm ederek ona döndüm. Elimi yavaşça uzatarak, bana karşılık vermesini bekledim.

"Sakıncası yoksa ben tokalaşmam, hem de tanımadığım kişilerle asla!

Devam Edecek...

 

Bölüm : 02.09.2024 22:24 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...