11. Bölüm

11. BÖLÜM

Hilal
hilal_akdag

“Çok sıkılıyorum ben ya.” Diye söylendim telefonumu yanıma bırakırken. Bu gün, günlerden Salıydı. Dün hep birlikte birkaç yer gezmiş sonra da eve gelmiştik. Bu gün de bir şeyler yapalım dediğimde hepsinin azarına maruz kalmıştım, her gün de dışarı çıkılmazmış.

Şimdi herkes kendi halinde takılıyordu. Telefona bakarken kendiliğinden akan gözyaşlarım yüzünden uykum gelirken oflayarak ayağa kalktım.

Mutfağa giderek dolabı açtım. İçinde ki malzemeler ile bakıştım bir süre, canım bir şey istemeyince geri kapattım.

“Aysima! Telefonun ötüp duruyor, bak şuna.” Diyerek içeriden seslenen Fırat ile telefonumun yanına koşturdum. Kaç gündür beklediğim mesaj veya çağrı bir türlü gelmiyordu, ben de salak gibi her bildirime koşuyordum.

Oturma odasına girip telefonu koltuğun üzerinden alıp ekrana baktım. Yabancı bir numaradan gelen mesajı görünce gözlerim büyüdü. Telefonu kapatıp kimseye bakmadan odaya koştum.

“Bu bir haltlar çeviriyor ama hadi neyse.” Diyen Acar’ı takmadım.

Odaya girdiğim gibi hemen kapıyı kapattım. Tekrar telefonu açarak yatağa oturup mesaja baktım.

0543 ****: Merhaba, bu gün müsait misin?

0543 ****: Ben Mestan.

“Ay bilemedim ki simdi. Müsait miydim acaba?” Kendi kendime sırıttım.

Cevap yazmaya başlamadan önce numarayı kaydettim.

Ben: Merhaba Mestan. Evet, müsaitim.

Cevap beklerken telefonu bırakıp ellerimi yelpaze gibi sallayarak serinletmeye çalıştım. Heyecanlanmıştım da biraz.

Bildirim gelmesi ile tekrar bakışlarımı ekrana çevirdim.

Mestan: Bütün gününü bana ayırmanı isteyeceğim senden, kısa bir vakitte gezdiğimiz yerleri, ne yaptığımızı anlayamayız. Senin için de uygun mu?

Bizimkilere ne derim diye düşünmedim değil şimdi. Aman, hallederdim bir şekilde. O değil de, neden resmiyiz bu kadar? Gören de sanır iş görüşmesindeyiz. Ağırdan mı alsaydım biraz? Bilemedim dersem çok şey mi olurdu ki?

Ben: Tamam, anlaştık. Nerede buluşuyoruz?

Mestan: Seni, geçen sefer bıraktığım yerden alabilirim.

Bizimkiler de görsün, onlar da gelsin. On numara aktivite gerçekten.

Ben: Beni almaya kapının önüne gelme. Bizim sokağa doğru dönmeden, köşe vardı, oradan alabilirsin.

Mestan: Olur, yirmi dakikaya oradayım.

Oha hayır, ne yirmi dakikası? Çevrim dışı olduğunu görünce yataktan fırladım. Ne giyecektim? Acaba düzgün kıyafet getirmiş miydim? Dolaba yerleştirdiğim kıyafetlere doğru hücum ettim.

“Lâçin! Lâçin koş kız help.”

Kapı açıldı. “Efendim?”

Yanıma çağırdım. “Gel de yardım et, ben gidiyorum.” Anlamayarak yanıma adımladı.

“Nereye gidiyorsun?” bir kıyafeti çıkartıp aynanın karşısında üzerime tutarak kendime baktım, bu olmazdı.

“Kocaya gideceğim Lâçin.” Kafama vurdu.

“Sen şöyle şakalar yapmasana, gerçek mi şaka mı ayırt edemiyorum.” Kafamı tutup sinirle ona baktım.

“Mestan ile buluşacağız, ayrıca kafama vurma rica ediyorum.”

Sıkıntıyla nefes aldı. Dolaba yaklaşıp bakındı, birkaç parça kıyafet çıkarttı. Kıs bir an üstümü süzüp seçtiği kıyafetleri yatağa fırlattı. “Bunları giy.”

“Ne çabuk seçtin öyle? Ay teşekkür ederim.” Diyerek yanağını öptüm. “Neyse hadi çık, hazırlanmam lazım.”

Göz devirip gülerek odadan çıktı. Kıyafetleri hızla üzerime geçirdim, saçlarımı salık bırakıp az biraz da makyaj yaptım. Bu sıcakta akar belki korkusuna adam akıllı makyaj da yapamıyorduk.

Telefondan saate baktım, iki dakikam kaldığını görünce hızla gereken eşyaları çantaya doldurup kapıya koşturdum.

“Ben çıkıyorum, biraz gezeceğim. Allah belamı versin ki belaya bulaşmayacağım, geç gelirim.” Diyerek çıktım kapıdan. Ne güzel halletmiştim bizimkileri ya.

Asansörün düğmesine basıp gelmesini bekledim. Geldiği gibi binerek en alt katın düğmesine bastım, o değil de ne bu acele? Biraz yavaşlasam iyi olacaktı. Bir iki dakika beklesindi.

Asansör durduktan sonra indim hemen. Apartmandan çıkmadan önce bir durup üzerime çeki düzen verdim. Derin bir nefes alıp apartmandan çıkmak için hareketlendim. Bilerek aheste aheste yürümeye başladım. Çaktırmadan telefondan saate baktım, üç dakika geçmişti.

Köşeye doğru geldiğimde durdum, kafamı hafif uzatıp orada olup olmadığına baktım. Ay valla oradaydı! Geriye çekildim hemen, tekrar yürümeye başladım, köşeyi döndüğüm gibi ne hikmetse rüzgâr esti birden, saçlarım yüzüme doğru gelirken onları geriye ittim.

Gözüm Mestan’a kaydı, arabadan inmiş, arabaya yaslanarak bana bakıyordu. İnşallah düşmezdim. Yanına yaklaşmaya başlayınca yaslandığı yerden ayrıldı.

“Selam.” Diyerek gülümsedim. Gözlerime baktı, “Selam, hoş geldin.”

“Hoş buldum.” Dedim ben de gözlerine bakarken. Göz temasımızı kesti, “Gidelim mi?” kafamı sallayarak onu onayladım.

Arabanın kapısını benim açarak binmem için geri çekildi, utandığım için yanaklarımın ısındığını hissettim. Ben de açardım ama yine de düşünmesi artı bir puandı.

Ardından o da binerek arabayı çalıştırdı. “İlk nereye gidiyoruz?” diye sordum. Arabayı sürmeye başlarken bana bakıp ufak bir gülümseme gönderdi, o kadar ufaktı ki ben bile gülümsediğini düşünmek istemiş olabilirdim. Biraz mimik yoksunuydu ama olsundu, daha yolun başındaydık.

“Birçok seçenek var aslında, gitmek istediğin bir yer varsa önce oraya gidebiliriz.” Diyerek seçme işini bana bıraktı.

Kısa bir an düşündüm. “Kaleiçi’ni görmeyi isterim ilk o zaman?” bahsettiğim yer küçük ama güzel bir mahalleydi, dar sokakları ve tarihi evlerini sadece fotoğraftan görmüştüm.

“Rota belli oldu o zaman. Gidelim bakalım.” Konuma gerek duymadan arabayı bahsettiğim yere sürdü. Biraz uzun süren yolculuktan sonra bahsettiğim yere gelmiştik, arabayı park edince indik birlikte. O arabayı kilitlerken benim bakışlarım çevredeydi, yanıma doğru geldi, elinin birini öne uzattı.

“Önden lütfen.” Gülerken teşekkür edip öne geçtim. Birlikte yürümeye başladık, tam yanımdaydı şimdi. Ben telefonumu çıkartıp hoşuma giden yerleri fotoğraf çekiyordum.

Bizden başka bir sürü insan vardı. Evlerin yanında geçerken insan istemeden hayranlık duyuyordu. “Şu eve baksana! Çok hoş.” Diyerek heyecanla Mestan’a döndüm. Önce gösterdiğim eve baktı, ardından bana bakarak heyecanımı izledi.

“Gerçekten güzelmiş.”

İlerlemeye devam ettik. “Sen buraya sık geliyorsun galiba, konuma gerek duymadan geldik hemen.” Yanımızdan geçek kalabalık yüzünden bana doğru yaklaştı, geçen grup bütün yolu kaplamıştı adeta. Kolu, omzuma değdi. “Sık değil, arada. Ben de senin gibi ilk defa geziyorum aslında, normalde kardeşimi görür, sonra geri dönerdim.” Diyerek açıklama yaptı.

“Yani biliyorsun ama gezmedin? Desene ikimiz de ilk defa göreceğiz.” Diyerek kocaman gülümsedim. Bu sefer o da gülümsedi ve kafasını salladı. “Evet, ikimiz de ilk defa göreceğiz.” Ben ona bakarken yürümeye devam ederken kolumdan tutup kendine çekti. Şokla gözlerim büyürken ne olduğunu kavrayamadım.

Olduğumuz yerde duruyorduk. İkimiz de aynı anda geri çekildik, elini kendine çekip ensesine götürdü. Ben de ani yakınlık ile utanmışken hala neden böyle bir şey olduğunu çözememiştim.

Ne kadar utansam da ona baktım anlamayarak. “Çarpma diye.” Dedi diğer yanımı işaret ederken. Usulca diğer yanıma döndüm. Yerde ki uyuklayan köpeği görünce gözlerimi kapattım sımsıkı. Deve kuşu gibi kafamı yerin dibine sokarak saklansam ne güzel olurdu tam şu an.

Mahcup bir şekilde tekrar Mestan’a baktım. İkimiz de önümüze dönerek ilerlemeye başladık, adımlarımı daha dikkatli atarken o da bunun farkındaydı. “Burada güzel bir restoran olduğunu duymuştum, aç mısın?”

“Aslında henüz aç değilim. Eğer sen açsan gidelim ama?” beni reddetti.

“Aç değilim, gezmeye devam edelim bakalım.” Biz süre daha gezdik sokakları.

Birinin bizi durdurması ile Mestan’a baktım kısa bir süre.

“Fotoğrafımızı çeker misiniz rica etsek?” diyen yabancı kızlar ile ileri doğru adım atıp kabul edecekken, fotoğraf makinasını Mestan’a uzattılar. Sinirle gülümseyip dişlerimi sıktım.

Ulan varya şimdi..

Mestan’a nasıl baktım bilmiyorum ama kızları reddetti. “Verin ben çekeyim.” Diyerek aldım ellerinden hızla. Asla dikkat etmeden rast gele çekmek için tuşa basıp üst üste gereksiz kareleri çektim, dolsundu bataryaları.

Mestan gülüp gülmemek arasında kalmış bir ifade ile izledi beni. Ona kısa bir bakış atıp saçımı savurarak önüne geçip ilerledim. Ensemi rahatsız eden saçlarımı toplamak için çantamın kulpuna taktığım tokayı aldım.

Büyük adımlar atarak bana yaklaştı. “Şimdi nereye gidelim?” diye sordu. Telefonumu ona uzattım, “Gitmeden önce benim fotoğrafımı çekebilir misin?”

Güldü. “Ver bakalım, çekelim fotoğraflarını.” Biraz geri çekildi, ben de sokağın ortasına geçerek birkaç poz verdim.

En sonunda “Tamam, hadi gidelim.” Diyerek yanına yaklaştım. Telefonu hala bana doğru tuttuğunu görüne güldüm. “Ne yapıyorsun? Yeter hadi.” Telefonu indirip bana geri verdi.

“Gideceğimiz her yerde fotoğraflarımı çekeceksin, baştan söyleyeyim.” Diyerek ona baktım.

“Fotoğraf makinası olsaydı senin için daha rahat olurdu ama çekerim, benim için sorun yok.” Dedi gayet rahat bir tavırla.

Bu gün de çok yakışıklı olmuştu maşallah.

Yürüdüğümüz yolları geri döndük. Arabanın yanına vardıktan sonra bindik beklemeden. “Bu sefer sen seç bakalım, bana nereyi göstermek istersin?” Estağfurullah, Allah’ım valla o şekilde değil.

“Düden Şelalesine gidelim diyorum, manzarası baya övülüyor?” hemen kafamı salladım. “Olur, gidelim.”

Arabayı çalıştırıp bahsettiği yere doğru sürmeye başladı. “Siz İzmir’de birlikte mi kalıyorsunuz?” onayladı.

“Geçen gün tanıştığın kardeşlerim ile birlikte kalıyoruz. Sen?” bana soru sorunca da benim durmadan konuşasım geliyordu ama hadi bakalım.

“Biz, buraya geldiğim arkadaşlarım ile birlikte çocukluktan beri bir aradayız. Aynı mahallede büyüdük, ailelerimiz arkadaş. Normalde tatil için yazlığa gidecektik ama fikirler değişti ve kendimizi burada bulduk.”

“İyi ki de burada bulmuşsunuz kendinizi.” Deyince duraksadım. ”Evet, değil mi? Baya güzel yerler var, ful deniz bir de.”

Parmakları ile direksiyonda ritim tuttu. “Evet, baya güzel yerler var. İnsan, karşısına ne çıkacak bilemiyor.”

Bu ikidir bana ima da mı bulunuyor? Şimdi bulunmuyorsa da ben bulunuyor sanıp ona göre davransam rezil olur muydum?

“Okuyor musun?” diye sordu. Kafamı alladım. “Evet, Gastronomi okuyorum ben. Sen, çalışıyor musun?” kafasını salladı aynı benim gibi.

“Mimarım ben.” Vay be. Yirmi sekiz yaşında, Mimar, yakışıklı. Paket yaptırabiliyor muyuz acaba?

“Geldik.” Demesi ile arabanın camında etrafa baktım, tam pek bir şey gözükmüyordu buradan, inince görürdük artık. Arabayı durdurup birine para verdi, giriş kısmındaydık.

Paralı mıydı burası? Her şey para olmuş arkadaş.

Arabayı par yerine sokup uygun bir yere park etti. İndik yine arabadan. Arabayı kilitleyip yanıma geldi, ilerlemeye başladık, burası da baya kalabalıktı, keşke yaz sezonu burada olmasaydık arkadaş, her yerde mi insan olurdu?

“Bu taraftan.” Diyerek beni yönlendirdi. Yavaş yavaş görüş alanıma giren muhteşem manzara ile yutkunmadan duramadım. Burası da neydi böyle? Resmen doğanın büyülü bir gösterisi gibiydi.

“Burası mükemmel.” diye mırıldandım. Elleri cebinde, akan şelaleye bakan Mestan’a kaydı bakışlarım. “Gerçekten baya güzel.” Diyerek ekledim.

Bakışları bana döndü. Ona baktığımı fark edince güler kafasını sağa sola salladı. “Öyle mi?” bakışlarımı tekrar manzaraya çevirip onu onayladım. “Öyle.”

Etrafta biraz gezdik. Telefonumu kaldırıp ona gösterdim, “Seni de kadraja alsam senin için sorun olur mu?” olumsuz anlamda kafasını sallayınca sırıttım. Hızla en güzelinden birkaç fotoğraf çektim.

Daha doğrusu sadece onu çektim, bir iki karede de manzara vardı. Telefonun ön kamerasını açarak hızla yanına geçtim. “Hadi kameraya bak, çekiyorum.” O ne olduğunu anlamamış bir halde bana bakarken ben fotoğrafı çektim.

Fotoğrafın nasıl çıktığına bakmak için galeriye girdim, fotoğrafın üzerine tıkladım, benim kameraya sırıtışım, Mestanın’da beni izlemesi.. Anlatılmaz ama garip bir havası olan fotoğraftı.

Telefonu elimden aldı. “Seni tek çekeyim.” Memnuniyetle manzaranın önüne geçerek poz verdim.

Birkaç çekim sonrası yanıma geldi.” Bu fotoğraflardan bir kaçını bana da gönderir misin?” diye sorunca onu onayladım. “Hangilerini göndereyim?” diyerek telefonu ona doğru tuttum. Telefon ona dönük olduğu için görmesem de birkaç fotoğraf seçerek kendisine gönderdi.

“Bitti, bunlar yeterli.” Diyerek ekranı kapatma tuşuna bastı. Kendi telefonunu çıkartıp gönderdiği fotoğraflara baktı.

“Güzel çıkmış.” Diyerek telefonu kapattı. “Susadım.” Diyerek etrafa baktım.

“Şurada satan bir yer var, gel bakalım, alalım sana su.” Peşinden ilerledim. Durdu, yanına geçip ne dolu diye soracakken devam etti yürümeye. “Geride yürüme, yanıma gel.” Dedi.

Gülümsedim. İlerledik birlikte, iki tane su aldı, suyun birini bana uzattı. Ben de alıp beklemeden açıp içmeye başladım.

“Gel, şurada oturalım biraz.” Diyerek bir öneride bulundu.

Gösterdiği yere baktım, cafe gibi bir yerdi. “Olur, gidelim.” Oraya geçip oturduk. Burası diğer yerlere nazaran esiyordu, saklı bir cennet gibiydi.

“Bu gün için teşekkür ederim.” Dedim ona bakarken. Gözleri yüzümde turlarken geriye yaslandı.

“Lafı bile olmaz, çok güzel bir gün oldu, senin sayende.” Dedi.

Kafamı yana yatırıp ona baktım. “Ben sana gül vermiştim değil mi?” güldü birden. Kafasını salladı.

“Evet, gül vermiştin.” Güldüm.

“Güzel bir başlangıç oldu ama.” Dedim. Öne doğru eğilip dirseklerini masaya yasladı. “Hayatımın en güzel başlangıcıydı.” Yanaklarım ısındı.

Yanaklarıma değdi bakışları, çenesi kasıldı. “Güzelsin.” Dedi aniden. “Bunca yıllık hayatımda gördüğüm en güzel şeysin.” Yutkundum.

“Teşekkür ederim.” Diyerek mırıldandım.

“Sen de, yani sen de benim gördüğüm en yakışıklı adamsın.” Yüzünde anlamlandıramadığım bir ifade ile izlemeye devam etti beni.

“Senin kız kardeşin di değil mi evlenen?” diye sordum aniden, bilerek konuyu değiştirmek istemiştim.

Derin bir nefes alıp onayladı beni. “Öyleydi. Çok lazım gibi evlendi.” Sesi biraz ters çıkmıştı.

“Niye öyle diyorsun ki?”

“Evlenen kişi kız kardeşi olunca insanın, sindiremiyor pek.” Kahkaha attım.

“Haklısın. Ama sindirmen de lazım, nereye kadar gidecek ki yani?” kafasını sağa sola salladı.

“Bunu konuşmayalım, kapansın konu.” Omuz silktim.

“Nasıl istersen.”

“Ne zaman gideceksiniz peki İzmir’e?”

“Şu anlık net değil, bakalım. Şimdilik gitmem için bir sebep yok. Siz ne zaman döneceksiniz?”

Sıkıntıyla nefes aldım. “Benimde hiçbir fikrim yok aslında, çok güzel bir yer burası ama şu an dışında adam akıllı tatil yapamadım. Yani bizimkiler pek hevesli olmuyor bir şeyler yapamıyoruz düzgün.” Dedim.

Gerçekten de öyleydi. Bir daha ki sefere nah giderdim bizimkilerle tatile.

“Hevesin kırılmasın, artık istediğin her an birlikte bir şey yapmak istersen bana söyle. Mutlaka sana eşlik edeceğim.” Gözlerimi kırpıştırdım. Madem bu kadar açık oynuyordu, ben de oynardım.

“Olur, bundan sonra mutlaka öyle yapacağım..” Diyerek ona bir gülümseme gönderdim.

Gülüşüme baktı. “Anlaştığımıza sevindim.” Dedi.

Bir süre daha oturup sohbet ettik, bir şeyler yedik. Hava kararıyordu, bunu fark edince “Kalkalım mı? Vakit geç oldu, gezmeyi başka bir zamana bırakalım. Şimdilik dolaşalım biraz.” Dedim.

Kafasını sallayıp masanın üzerinde ki eşyalarını alıp cebine koydu. “Kalkalım bakalım.” Dedi. Ben de ayağa kalktım, o direkt hesabı ödedi, bana fırsat vermeden.

Oturduğumuz mekândan ayrılıp arabaya ilerledik. Arabaya bindik, o arabayı çalıştırırken ben de kısık sesli bir müzik açtım.

Nereye gideceğimizi sormadım. O öylece arabayı sürdü, ben de hem onu hem de akıp giden yolu izledim.

Bir süre sonra durdu araba, burada pek insan yoktu ama deniz çok yakındaydı.

Arabayı kenara çekip durdurdu.

“İnelim mi?” kafamı salladım. “İnelim.”

Arabadan indikten sonra denizin hemen kıyısına doğru ilerlemeye başladık. Ayakkabılarımın içine dolan ince kumları hissediyorum. “Ne kadar ferahlatıcı.” Diyerek baktım denize.

Derin bir nefes aldığını duydum. Bakışlarım ona döndü, onun da bakışları bana döndü, göz göze geldik.

“Aysima.” İsmimi aniden ağzından duyunca yutkundum.

“Efendim?” denize doğru dönük olan bedenini bana çevirdi. Aynı şekilde ben de ona döndüm.

Güneş yavaş yavaş batıyordu, güneşten çıkan ışıklar yüzüne yansıyordu, bakışlarını çok net görebiliyordum.

Elini saçıma uzatıp bekledi, geriye çekilmediğimi görünce bir tutamını tutarak geriye doğru itti. “Şu, saçlarına vuran güneş.. Sen her şeyinle en eşsiz parçasın Aysima.” Heyecanla duraksayıp kesik bir nefes çektim içime.

“Ben net bir adamım, sana arkadaş gibi yaklaşıp sonradan farklı bir duygu ile yaklaşmam. Seni gördüğüm ilk andan beri söz geçiremediğim bir kalbim, seninle bir araya geldiğim an çocuklaşan bir tarafım var. Eğer senin bana karşı her hangi bir hissin yoksa lütfen söyle olur mu?” Diyerek sakince ve merakla sordu.

Eli yanağımdaydı, ne diyeceğimi bilemezken bir süre sustum. Benim de hislerim vardı, bundan emindim. İnsan hayatı boyunca böyle bir his yaşamayınca neyin ne olduğunu gayet net anlayabiliyordu.

Ben, hoşlanmanın da, sevdiğini sanmanın da, platonik olmanın da nasıl bir duygu olduğunu zamanında ergenlik dönemlerimde yaşayarak tecrübe edinmiştim.

Bazen anneme, babamla nasıl tanıştıklarını, birbirlerini severken nasıl hissettiklerini sorardım. Ve şu an hissettiklerim annemin anlattıkları ile birebir aynıydı.

İnsan âşık olunca en ufak şeyde o gelirmiş akla. Su içerken o gelirmiş, yemek yerken, kitap okurken ya da film izlerken, her neyse işte. Belki tanışalı az bir zaman olmuştu ama ben emindim. Ve bu duyguyu kaybetmek istemediğimi biliyordum.

Sadece, erken gibiydi biraz. Hayır desem, erken desem, beni bekler miydi ki?

“Mestan.” Derin bir nefes aldım. Bakışlarımı gözlerine sabitledim. “Sana karşı benim de hislerim var.”

Gözlerinin ışıldadığına şahit oldum. Yutkundum. “Ama sanki erken gibi. Ne bileyim, tanışalı çok olmadı, sohbet edişimiz anca bu gün uzun uzadıya bir sohbet oldu. Belki birkaç gün daha birlikte vakit geçirsek, birbirimizi tanısak?”

“Senin de bana hislerin var yani? Harbi mi diyorsun?” ben ne diyorum, bu ne diyor.

Gülme tuttu. “Evet.” Diyerek kafa salladım.

“E o zaman vakit geçirmek senin köpeğin olsun.” Diyerek başımı tutup göğsüne bastırdı. Başım, sert göğsüne aniden çarpması ile ufak bir sarsıntı yaşasa da gülmeye devam ederek ben de kollarımı beline doladım.

Başlardı benim kesin temas bağımlılığım ama tutacaktım kendimi, yine de ufak sarılmalar olsundu bence?

Sarılmaya son verip birbirimizden ayrıldık. O bana üstten üstten bakarken ben de ona gülümseyerek bakmaya devam ediyordum.

“Çıkart ayakkabılarını, rahatsız olmasın ayakların.” Dedi aniden. Bunun da konudan konuya aninden geçme huyu aynı benim hayatı yaşama hızıma benziyordu.

Bir iki adım geri giderek ayakkabıları ve çorabımı da ayağımdan çıkartıp ayakkabıları elime aldım. O da benim gibi aynı şeyi yaptı, ardından denize yaklaşarak ayaklarımı suya değdirdim.

Ayağıma değen su ile aniden titrerken Mestan bana gülerek bakıyordu. “O kadar ayakkabıları çıkarttık, gel buradan yürüyelim bari.” Diyerek yanıma çağırdım.

Sakin adımlarla yanıma yaklaşıp tam dibimde durdu, az mesafe bıraksaydı iyi olurdu sanki, bulduğu ilk fırsatta hemen dibimde, anlamadık sanki.

Yan yana yürümeye devam ederken düşünüyordum. Şimdi bu yanımda ki adam, beni seviyordu öyle mi? Her ne kadar içim içime sığmasa da Tc erkeğine asla güven olmazdı.

Tabi, sen gel onu bir de benim kalbime anlat. Güven oluyor mu olmuyor mu görürüz.

Artık güneş tamamen kaybolmuştu. Sadece, ardından gökyüzüne bıraktığı hafif kızıllıklar vardı.

“Mestan.” Diye seslendim.

“Efendim?” dedi.

“Hiç, öylesine seslenmek istedim.” Diyerek yandan ona bakıp sırıttım. Sırıttığımı görüne gözlerini kıstı.

“Sen bana hep seslen.”

Aniden şöyle şeyler deyince de kal geliyordu ama hoşuma da gidiyordu. Utandığım için kafamı diğer tarafa çevirip ufaktan güldüm.

Adımlarımız yavaştı. Beni kendine çekip kolunu omzuma attı, bu hareketi yaptığına kendisi de şaşırmış olacak ki adımları duraksadı.

“Bundan rahatsız oluyor musun? Kolumu çekmemi ister misin?” diye sordu. Reddetmek istemedim.

“Sorun yok, kalabilir.” Omuzumda ki kolunu sıklaştırıp başımı kendisine daha çok yasladı, ben de tek kolumu bedenine sardım, birlikte yürümeye başladık.

Az önce ki dediklerimin arkasındaydım ama yine de insan kendine engel olamıyordu. Her temasında sanki kalp atışlarımın sesini o da duyacakmış gibi hissediyordum.

Tatlı ama kısa konuşmalar yaparak bir süre daha yürüdük. En sonunda biraz yorulduğumu hissedince oturmayı telif ettim, kabul edince kumların üzerine yerleştik hemen.

Hava artık tamamen kapkaranlık olmuştu. İçimde ki huzurun tarifi yoktu şu an.

Hemen yanımda oturan adam ise bu huzurun başyapıtıydı.

Başımı tereddütle omzuna yasladım, bedeninin kasıldığını hissedince rahatsız olduğunu düşünerek kalkacaktım ki elini saçlarımda hissettim.

Yavaş yavaş, hatta neredeyse hissedilmeyecek derecede saçlarımda gezinmeye başladı elleri. Gözlerim kapandı, denizden gelen dalga sesleri kulağıma ulaşırken derin bir nefes aldım.

Gözlerimi geri açıp etrafa kısa bir bakış attım. Başımı hafifi çevirip Mestan’dan tarafa baktım, o da bana dönünce göz göze geldik, “Uykum geldi.” Diye mırıldandım.

Gülümsedi. “Saçların ile uğraşılması, uykunu mu getiriyor?” kafamı alladım.

“Senin hakkında yeni bir şey daha öğrenmek hoşuma gitti.” Deyince yüzünde olan bakışlarımı çekip kafamı tekrar yasladım omzuna.

Omuzları sarsılınca güldüğünü anladım. Onun gülmesi ile benim de yüzümde gülümseme oluştu.

“Bu gün için sana ne kadar teşekkür etsem az, çok güzel bir gündü.” Dedim.

“Asıl ben teşekkür ederim, seninle birlikte böyle güzel bir gün geçirmemi sağladığın için.” Aman beyefendi ne diyorsunuz?

Bu anımızı telefonumun sesi bozdu. Yerimden doğrulup arayanın kim olduğuna bakmak için telefonumu elime aldım. Yakup arıyordu. Tam açacakken kapandı.

Ardından ekranda Fırat’ın ismi gözüktü, kaşlarım çatılırken telefon kapandı. Ne oluyordu?

Lâçin’den mesaj geldiğini görünce tam mesaja bakacakken Acar aramaya başladı bu sefer, sinirle nefes alıp sövmemek için kendimi zor tuttum. Aramayı geçip mesaja baktım.

Lâçin: Kanka boku yedik, daha doğrusu sen yedin haberin olsun.

Lâçin: Dolaylı yoldan benim yüzümden boku yemiş olduğun için sen tarafından ben de boku yemiş olacağım.

Lâçin: Çok dövme beni tamam mı?

Art arda mesajlarını sıralarken ekranla bakıştım. “Ne oluyor acaba yine ya?”

“Bir sorun mu var?” diye soran Mestan’a bilmiyorum der gibi omuz silktim.

“Galiba eve dönmeliyim artık.”

“Günün sonuna geldik yani?” kederle kafamı salladım, gitmesem ne olurdu acaba? Ama evde ne olduğunu da merak ediyordum.

“Öyle, maalesef.” Ayaklandık. Ben arkamı silkelerken o ayakkabıları eline aldı.

Birlikte arabaya binerek yola çıktık. Ben arabada çoraplarımı ve ayakkabılarımı giymiştim.

Bizim sokağa gelmeden, aynı köşede durmasını söyledim. Durduğu gibi ona döndüm.

“Tekrar teşekkür ederim.” Diyerek gülümsedim.

“Artık teşekkür etmeyi bırak Aysima. Bu günü benim için eşsiz kılan sensin, teşekkür etmesi gereken kişi de benim.”

Diyecek bir şey bulamadığım için hızla arabanın kapısını açtım. Mestan’a bakıp el sallarken bu hareketimin onun hoşuna gittiğini fark ettim.

Elini kaldırıp saçıma koydu, küçük bir çocuğun saçını sever gibi yapıp geri çekti elini. “Görüşürüz.” Diyerek indim arabadan.

O da benimle indi. “Görüşürüz. Sen apartmana girene kadar bakıyorum buradan, git hadi.” Olduğum yere yığılıp ‘Seni yerim be adam’ dememek için kendimi zor tuttum o an.

Uysal bir şekilde kafamı salladım sadece. Ardından arkamı dönerek köşeyi döndüm ve apartmana doğru ilerlemeye başladım.

Apartmanın önüne geldikten sonra ona döndüm, duvara yaslanmış, beni izliyordu. Elimi kaldırıp son kez el salladım, o da elini kaldırıp sallamadan öylece tuttu.

Gülümsedim kocaman. Ardından apartman kapısını açıp içeri girdim. Asansörün düğmesine basıp gelmesini bekledim, kısa sürede gelince bindim hemen.

Bizim kata bastım, bizim kata geldikten sonra asansörden inip kapıya yaklaşıp tıklattım. Kapıyı Acar açtı, ardından arkasında ki diğer erkek kişilerini görünce kaşlarım kalktı. Merakla onlara bakarken içeri girip ayakkabılarımı çıkarttım.

“Ne oluyor be? Azrail gibi duruyorsunuz tepemde?”

“Geç içeri geç.” Göz devirdim. “Geçeceğim ya zaten?

Sonunda içeri, oturma odasına geçtim. Lâçin, tekli koltuğa oturmuş, ellerini de dizlerinin arasına sıkıştırmış, yaramazlık yapıp yakalanan küçük çocuklar gibi duruyordu.

“Lâçin? Ne oluyor?”

Acar, Fırat, Yakup içeri girip karşıma oturdular. Ben ayakta öylece durmuş onlara bakarken hepsi susuyordu.

Sinirlenmeye başlıyordum yavaş yavaş. Derken sonunda Yakup’tan ses çıkmıştı.

“Kocaya mı gittin sen?”

Ney?

“Koca mı?”

 

 

°°°°°°°°°°°°°°°°°°°°°°°°°°°°°°°°°°°°°°°°°°°°°°°°

 

 

 

BÖLÜM SONU..

 

 

 

 

 

 

Bölüm : 09.09.2025 02:13 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...