
“Kocaya mı gittin sen?”
Ney?
“Koca mı?”
Acar, Yakup’un ensesine vurdu. “Öyle mi söylenir geri zekâlı!” bana döndü.
“Kocaya mı kaçtın sen?” ya sabır.
“Ne kocası be? Manyak mısınız?” daha kocam olmasına var.
“Neredeydin o zaman?” dedi Fırat. Tek kaşımı kaldırdım sorgular gibi. “Size ne?” dedim koltuğa otururken.
“Ne demek size ne? Neredeydin Aysima?” bunlar genim sinirimi bozuyordu.
“Yahu bakın, açıklayıcı ve tek kelime konuşarak kendimi az önce açıkladım, size ne? Ayrıca koca falan ne demek ya? Ne biçim konuşuyorsunuz benimle?”
“Lâçin bize biri ile buluşacağını söyledi ama?” dedi Acar. Bakışlarım Lâçin’e kaydı. Gözleri dolu dolu bana bakıyordu. “Özür dilerim, tehdit ettiler.”
Anında diğerlerine döndüm. Lâçin, ne kolay kolay ağlayan biri olmuştur, ne de verilen sırları söyleyen biri. “Biri ile ister buluşurum, ister gezerim, ben istediğimi yaparım, siz de bana ya da Lâçin’e karışamazsınız. Benim sinirlerimi bozmayın, ağır konuşmak istemiyorum!”
Ayağa kalktım. “Bu kızı da neyle tehdit ettiniz bilmiyorum ama önce ondan sonra da benden özür dileyeceksiniz. Siz keyfinize göre istediğinizi yaparken bizim ne yapıp yapmayacağımıza karışmaya hakkınız yok. Bu tatile geldiğimiz günün de ta amına koyayım bu arada, yeter be!” hepsi sus pus olmuş, konuşmadan bana bakıyordu.
Hepsine ters bir bakış atıp odaya doğru ilerlemeye başladım, yolun başında birkaç adım atmıştım ki durdum, Acar’a baktım. “Git bunu da söyle babama, yapmadığın şey değil.” Ardından yoluma devam ettim.
Odaya girdikten sonra eşyalarımı yatağa bırakıp giyecek kıyafetler hazırlayarak banyoya ilerledim. Ne güzel mutlu bir gün geçirmiştim. El birliği ile içine etmişlerdi. Kocaya mı gittin sen, ne demekti ya? Bu nasıl bir üslup?
Yakup, bir sürü kızla konuşurken, buluşurken asla sorun olmazken, ben biri ile buluşunca hemen bir sorgu oluyordu. Her ne kadar biri ile yakın olsan da, yakın arkadaş olsan da yine de bir çizgin olmalıydı. Onlara bu yüzü ben vermiştim sanırım, ama o çizgiyi çizmesini de bilirdim.
Kısa bir duşun ardından odaya ilerledim. Girdiğim gibi üzerimi değiştirip yatağa uzandım. Telefonumu alıp bu gün içinde çekilen fotoğraflara baktım. Yüzümde oluşan gülümseme ile her birini tek tek en ufak bir ayrıntısına kadar izledim.
Ardından Mestan ile olan sohbetimize girdim. Kendisine gönderdiği fotoğrafların arasında sadece benim olduğum fotoğraflarım da vardı.
Mestan: İyi geceler.
Ondan mesaj geldiğini göründe heyecandan hızlanan kalbim ile mesajı okudum.
Ben: İyi geceler. <3
Tepede ki yazıyor yazınca heyecanla mesajını bekledim.
Mestan: Hala uyumadın mı?
Ben: Henüz değil, az sonra uyuyacağım. Peki sen neden hala uyanıksın?
Mestan: Sana iyi geceler demeden yatmak istemedim. İyi geceler güzelim.
Derin bir nefes aldım.
Ben: İyi geceler Mestan..
Kısa bir an ikimiz de çevrimiçi olarak gözüktük. Birkaç defa tepede yazıyor işareti çıktı ancak bir şey yazmadı. Ardından gözlerim daha fazla dayanamadı, telefonu zar zor kapatarak uykuya daldım.
*******************************
Sabah kendi kendime erkenden uyandım yine. Lâçin hemen yanımda uyumaya devam ediyordu. Yataktan çıkıp direkt mutfağa ilerledim, su ısıtıcıya su koyup ısınmasını bekledim.
Kahvaltı yapmaya üşendiğim için kendime küçük bir sandviç hazırladım. Suyun kaynaması ile kendime bir kahve yaptım. Oturma odasının perdelerini açarak içeri ışık girmesini sağladım, pencereyi de açıp koltuğa oturdum.
Hava yeni aydınlanmıştı, onun serinliği vardı. Sandviçimi bitirip kahvemi içmeye devam ederken o sırada kitap okumak güzel olabilir diye düşünüp ayağa kalktım.
Kitabımı alarak geri oturdum. Bir süre, birkaç sayfa kitap okudum. Hoşuma giden yerlerin altını çizmek istesem de yanımda kalem olmadığı için aklıma not ettim sadece.
Kahvemden yudum almak için ağzıma yaklaştırdım kupayı ancak kahvemin bittiğini fark ettim. Kitabın kapağını kapatıp ayağa kalktım. Odaya geçerek üzerime spor kıyafetleri geçirip beklemeden dışarı çıktım, çıkmadan anahtarı da yanıma almayı ihmal etmedim.
Üzerimde olan durgunluğu atmak için uğraşıyordum aslında. Bir süre yürüdüm, girmediğim sokaklara girdim bilerek.
Kimseyi tanımasam da birçok kişi ile selamlaştık. Buraya tatil için gelmekten ziyade, burada yaşayan bir sürü insan vardı. Sabah erken saatlerde olduğumuz için, bir sürü kişi koşuya çıkmıştı.
Bir süredir yürüdüğüm için yorulduğumu hissedince, bulduğum ilk çimlere attım kendimi. Sırt üstü uzanıp gökyüzünde ki bulutlara baktım.
Cebimden telefonu çıkartıp saate baktım. Yedi olmak üzereydi, Mestan ile konuşmalarımıza girdim.
Ben: Günaydınn.
Biraz erken bir vakitti belki ama bir şey olmazdı bence. Derken telefonum titredi, beklemeden açıp baktım.
Mestan: Gün aydı.
Mestan: Ne yapıyorsun?
Demek ki tek erken uyanan ben değilmişim. Gülümsedim.
Ben: Biraz yürüyüş yapmak istedim, dışarıdayım. Sen ne yapıyorsun?
Mestan: Koşuya çıkmıştım. Neredesin?
Yanıma mı gelecekti? Heyecanla yerimde doğruldum, etrafıma bir bakış attım. Bulunduğum yeri isim olarak tam bilmiyorum, o yüzden konum attım.
Mestan: Çok uzak değil, birazdan yanındayım.
Ben: Bekliyorum.
Telefonumun kamerasını açıp kendime baktım. Görüntümde gözüme batan şeyleri üstün körü düzelttim. Aradan çok geçmemişti ki hemen arkamdan adım sesleri duydum. Hızla arkamı döndüm, Mestan ile göz göze geldik.
Ayağa kalkarak ona doğru bir adım attım. “Hoş geldin.” Diyerek gülümsedim.
O da bana doğru yaklaştı. “Baya hoş buldum.” Kıkırdadım. Ellerini uzatıp yüzümü avuçlarının içine aldı. Yüzüm avuçlarının içindeyken öylece gözlerine baktım.
MESTAN’IN ANLATIMI İLE:
Avuçlarımın arasında olan yüze baktım. Dudaklarım, tenine değmek için can atarken derin bir nefes çektim içime.
“Niye öyle bakıyorsun?” diye soran Aysima’ya dikkat kesildim.
“Nasıl bakıyorum?” küçük ellerini, ellerimin üzerine koydu, kalbim titredi. Kendisinin nasıl baktığının farkında bile değildi. İçimden dışarıya taşmaya oldukça sabırsız olan bir his vardı, onu alıp göğüs kafesime saklamak istiyordum.
“Böyle, nasıl desem.. Çok önemli bir şeye bakıyor muşsun gibi.” Gülümsedim.
“Zaten öyle olduğunu sana hissettirememiş olmam benim hatam o zaman, Gül güzeli.”
Kıkırdayışı kulaklarıma sanki en sevdiğim bir şarkının melodisi gibi ulaştı.
“Gül güzeli mi?” yavaşça kafamı salladım.
“Sen değil miydin bana gül veren?” küçük bir kahkaha attı. Ellerimi yüzünden çekip başını göğsüme bastırdım.
“Senin yerin, hep burası olsun.” Ellerim saçındayken, saçlarının yumuşaklığı ile yutkundum. Bizimkiler görse bu halimi, demediklerini bırakmazdı.
“Olsun. Hep yerim burası olsun benim.” Diyerek başını biraz daha bastırdı kalbime. O göğsümden bahsettiğimi sanırken belki de, ben onu tam kalbimin hizasında tuttum.
“Bir şeyler yedin mi?” kafasını salladı ufak ufak.
Başını kaldırdı biraz. Alttan alttan bana bakan gözlerine baktım. İçinden geldiği gibi öpememek, koyuyordu adama, bu şekilde bana bakarken büyük bir ihtiyaçla sızlıyordu sanki dudaklarım.
Dudaklarımı saçlarına bastırdım.
Kollarımın arasında olan bu kadın, yıllardır çalışıp kazanamayacağım kadar büyük bir hazineydi benim için. Hiç ummadığım bir anda karşıma çıkan bu küçük kadın, bütün dengemi de düzenimi de alt üst etmişti. Asla bilmediğim bir duyguyu en derinden hissetmemi sağlarken, bunca zaman iyi ki böyle bir duygu yaşamamışım demeden edemiyordu kendime.
En güzel duyguyu, en güzel kadınla yaşıyordum artık. Ve onu kaybetmemek için her şeyi yapmaya hazırdım.
“Aç değilim, sen yedin mi bir şeyler?” diye sordu.
Birkaç adım geri çekildi, kollarımı bedeninden ayırırken boşlukta hissetmekten kendimi alamadım.
Yüzüme merakla bakarken konuştum. “Çıkmadan önce kahvaltımı yaptım, sen sadece aç değil misin yoksa yedin mi bir şeyler? O yüzden mi aç değilsin?” diyerek tekrar sordum.
Kendisine dikkat etmediğini, biraz dikkatsiz biri olduğunu anlamıştım en baştan. Canının pek kıymeti yoktu onun için, bu huyunu değiştirmek lazımdı.
Omuz silkti, omuzlarında ki saçları geriye doğru düştü. “Çıkmadan önce sandviç yemiştim, tokum gerçekten.” Gözlerine dikkatle bakınca doğru söylediğini anlayarak üstelemedim.
“Gel bakalım, yürüyüşünü birlikte yapalım.” Diyerek elimi uzattım Aysima’ya doğru. Önce elime sonra da gözlerime bakarak tekrar gülümsedi, gülümsediğini gördüğüm her an yeniden nefes alıyor gibi hissediyordum, bu garipti.
Bunun bilimsel ya da mantıklı olan bir açıklaması var mıydı?
Elini uzatıp avuçlarıma bıraktı, tuttum sımsıkı. “Yürüyelim hadi.” Dedi adımlarını hızlandırıp hemen yanımda yerini alırken.
Bilerek adımlarımı küçülttüm. “Mestan?” bana seslenmesi ile adımlarımı durdurup ona baktım. “Efendim güzelim?”
Diğer elini de uzatıp, boşta duran elimi tuttu.
“Ben, dün sana erken dedim biliyorum.. Ama ben düşündüm, yani epeyce bir düşündüm bu konu hakkında. İkimiz de yetişkin insanlarız, neyin ne olduğunu bilecek, duygularımızı ayırt edebilecek yaştayız.” Sustu, yutkundu.
Tek bir anını kaçırmadan izledim hareketlerini. Derin bir nefes aldı.
“Duygularımdan eminim ben. Zaman çok hızlı, bazen ben bile yetişemiyorum hızına. Hızına yetişemediğim bu hayatta, bazı şeylerin elimden kayıp gitmeni asla istemem. O yüzden,” gözlerime baktı.
Aynı küçük çocuklar gibi parmak uçlarında yükselip alçaldı. Yanaklarında oluşan kırmızılık ile gözlerim oraya kaydı,
“Sevgilim olsana Mestan?” kaşlarım havaya kalkarken gözlerine çevirdim bakışlarımı hızla.
Bu işte bir terslik yok muydu?
“Sevgilin olayım?” başını salladı hızla. Yüzünde ki heyecan dolu ifade ile beniz izliyor ve benden cevap bekliyordu.
“Bana sorma, bana sorarsan kendini sevgili olmadan nikâh dairesinde bulursun.” Gözleri büyüdü.
“Abartma! Yani abartmamak lazım, vur dedik öldürdün.” Dedi son kısımları fısıldadığını zannederek.
Kafamı geriye atıp kahkaha attım. “Niye gülüyorsun ya?” diye isyan dolu sesi ile gülmemi durdurdum, yüzümde varlığını sürdüren gülümseme ile tekrar baktım gözlerine.
“Tamam bakalım, abartmayalım şimdilik.” Gülmesini saklamak için arkasını döndü, omuzundan tutarak kendime çevirdim.
AYSİMA’NNIN ANLATIMI İLE:
Her konuşmamda o kadar dikkatle yüzüme bakıyordu ki, söyleyeceğim ne varsa unutuyordum.
O değil de.. Ben şimdi sevgili olalım demiştim, olmuş muyduk? Sorsam, ısrarcı mı gözükürdüm ki? Elimi tutması ile ilerlemeye devam ettik.
Birkaç sokaktan el ele geçtik, sımsıkı tuttu elimi.
Ben anı yaşayıp mutlu bir şekilde ilerlerken o beni biraz daha kendine çekti, adımlarım anlık sekteye uğradığı için afallayarak ona döndüm. Bir yere kitlenmiş bakıyordu, ne olduğunu anlamazken baktığı yere baktım.
Kız ve erkek karışık olan bir grup vardı, görünüşlerinden ise geceden kalma oldukları belliydi. Karşıdan bizim tarafa doğru ilerliyorlardı. Aralarından bir kaçının bakışları bizim üzerimizdeydi, bakışlarından rahatsız olurken, Mestan’ın neden beni kendine yaklaştırdığını anlamış oldu.
Kolumu beline dolayıp umursamamaya çalıştım. Onların yanında geçip biraz uzaklaştıktan sonra Mestan’ın ettiği küfürler kulağıma ulaştı. Yan yan ona bakmaya başladım, birkaç küfürüm belki bizimkilere kullanırım diyerek aklımın bir yerlerine not ettim.
Bir süre yürüdük. Yolda arada bir aklına o grup gelince sövdü biraz. Saat dokuza gelirken artık geri dönmem gerektiği için Mestan’a seslendim. Ona kalsa hala daha yürümeye devam edecektik.
“Ben artık eve dönmeliyim. Sen de buradan direkt eve mi gideceksin?” kafasını sallayarak onayladı. “Gel seni evine bırakayım.” Deyince sadece gülümseyerek onu onayladım.
Yürüdüğümüz yolları geri döndük, ağır ağır yürürken yanından geçtiğimiz fırından fazla uzaklaşmadan Mestan’ı durdurdum. O ne olduğunu anlamazken ben hemen fırına girip birkaç simit ve poğaça aldım. Eve götüreyim de yesin aç köpekler.
Geri Mestan’ın yanına döndüm. Elimde ki poşeti görüne gülümsedi. “Canın mı çekti? İsteseydin alırdım.” Deli gibi seven tarafım yanaklarını ısırmak istese de bunu yapmayıp sadece gülümseyerek omuz silktim.
“Evdekilere götüreceğim sadece, yine de teşekkür ederim.”
“Teşekkür etme, sadece iste.” Diyerek elimi tuttu, diğer elimde ki poşeti de alıp diğer elinde tuttu, o şekilde ilerlemeye devam ettik.
Biz bu kadar ne ara yürümüştük ki? Ayaklarımı artık hissedemeyecek kıvama gelmiştim neredeyse. “Hem hava sıcak, hem de yol uzun, ay bayılacağım en sonunda.” Diyerek isyan ettim.
Gülerek döndü bana. “Çok mu yoruldun?” kafamı salladım sadece. Tokam da yanımda değildi, ensemi yakıyordu saçlarım.
Elimi bıraktı, bir adım geriye giderek beni birden kucağına alışı ile küçük bir çığlık attım. “Ne yapıyorsun?”
Yüzümüz aynı hizadayken o birkaç saniye gözlerime bakarak ilerlemeye başladı. “Ne yapıyor gibi gözüküyorum güzelim?”
Kaşlarımı çattım. “Ne yaptığını görüyorum ben de! Dalga geçmesene. O kadar yolu kucağında taşıyamazsın beni, yazık değil mi kollarına?” valla yazıktı, kıyamazdım ki.
Beni umursamadı. “Senden tek isteğim, şu güzel yüzünü benden uzaklaştır biraz. Çok davetkâr duruyor.”
Yanaklarıma kan hücum ederken kafamı çektim hızla. “Aniden demesene şöyle şeyler.” Bakışları yüzümde turladı. Muzip bir sesle konuştu.
“Nasıl şeyler?”
“Mestan.” Dedi uyarır gibi. Gülerek tamam tamam der gibi kafasını salladı. “Yanakların, kendimi ne kadar tutabilirim şu yanakların konusunda bilmiyorum. Baştan uyarımı yapıyorum, sonradan kendimi tutamazsam haberin olsun, hazırlıklı ol sen.”
Yanağımda ne vardı ki benim arkadaş? Hayır, yani ne olabilirdi ki?
Ellerimi yanaklarıma koydum. “Ne var benim yanaklarımda bu kadar?” sesim mırıldanma gibi çıkmıştı, çünkü sayesinde utangaçlığım sürüyordu.
“Bunun benim için kelimeler kullanılarak anlatılacak bir tarafı yok.” Dedi sadece.
Girdiğimiz tanıdık sokağı görünce omzuna dokundum. “İndirir misin acaba beni?” özel şoförüm diye demiyorum, acayip konforluydu. İnsaflı tarafım tarafından uyarılmasam, bu şekilde her yere götürmesini isteyebilirdim. Adımları yavaşladı, tam o sıra tiktik keşfetimi ele geçiren video geldi.
Umarım seni ben yormamışımdır brandon?
Desem ne olurdu ki? Beni yavaşça indirdi. “Bu güzel hizmetiniz için minnettarım.” Dedim az cilve yaparak. İşe yarardı inşallah.
İkimiz de karşı karşıya dururken, yüzünü yüzüme yaklaştırdı. “Sen emret, ben her zaman hizmetindeyim.” Yutkundum. Altta kalmamak lazımdı şimdi.
Arada kalan biraz mesafeye de ben yaklaştırdım yüzümü, burunlarımız birbirine değiyordu neredeyse. Derin bir nefes alışını göğsünün inip kalkışından anladım.
“Ne emredersem mi?” Mestan’a karşı arsızlaşan bir tarafım vardı, bu yanımı bastırmaya çalışıyordum hep. İnşallah ileride tutmak zorunda kalmazdım.
Onaylayan bir ses çıkarttı. Öpeyim o zaman, desem mesela? Direkt sormadan da öpebilirdim, ama yanaktan.
“Tek emrim, asla benden gitmemen.” Alnını alnıma yasladı, gözlerim kapandı.
“Emrin başım üstüne, gül güzeli.”
Bu andan ne kadar sonsuza dek durmak istesem de artık gerçekten gitmem gerekiyordu. Kendimi saati dolmadan evde olması gereken külkedisi gibi hissetmem normal miydi acaba?
Yavaşça geri çekildim. Uzun boyundan dolayı, benimle aynı boya gelmek için eğilmişti. Benim geri çekilmem ile o da doğruldu.
“Ben gideyim o zaman, şimdilik.”
“Gitme diyesim var ama gitmen gerektiğinin bilincindeyim. Git bakalım, şimdilik.”
Bir iki adım geri çekilip gözlerine bakıp gülümsedim. “Görüşürüz.” Elimi kaldırıp salladım.
Elime bakıp gülümsedi, dili ile dudaklarını ıslatıp gözlerime baktı.
“Görüşelim.” Arkamı döndüm.
Bizim apartmana doğru ilerleyip apartmandan içeri girdim. Aklıma gelen ile duraksadım, e poşetler? Sıkıntıyla yüzümü buruşturdum. Böyle işin gerçekten..
Telefonum çaldı, çıkartıp baktığımda Mestan olduğunu gördüm. Beklemeden açıp telefonu kulağıma götürdüm.
“Sende bana ait bir şey vardı sanki?” sesinde ki gülümsemeyi çok net hissedebiliyordum.
“Aa? Ne ki acaba?” dedim bilerek.
Bu sefer gülüş sesini duydum. “Hadi in, kapının önündeyim.”
Gözlerim büyüdü. “Valla mı? Ay dur geliyorum hemen.” Telefonu kapatmadan çıktım hemen dışarı.
Karşımda dimdik duran Mestan ile sırıttım. “Görüşmeyeli nasılsın?” kahkaha attı. Bir insana gülmek bu kadar mı yakışırdı ki? Bazen kendime mağara inşa edesim geliyordu, sokardım oraya Mestan’ı, salmazdım da dışarı.
“Sen gittiğinden beri kendimde değildim, sen geldin, kendime geldim.” Dedi şakacı bir tavırla.
“E söylesene madem, ne zaman istersen, kendinde olmazsan bana gel de, geleyim.” Telefonu çaldı. Ekrana baktı, yüz ifadesi ciddileşirken onu izledim.
Aramayı reddetti, ne yaptığını görmesem de mesaj yazdığını anlayabiliyordum. Bakışlarını bana çevirdi.
“Acil işim çıktı, şimdi gitmem lazım.” Yanıma yaklaşıp saçlarıma bir öpücük bırakıp eline ki poşeti bana uzattı.
Elinden poşeti alıp içinden bir tane simit çıkarttım. “Al, yolda giderken yersin.” Elimde ki simite baktı. Gülerek kafasını sağa sola salladı. Yine de teklifimi geri çevirmeyip aldı elimden.
“Teşekkür ederim güzelim.” Omuz silktim. “Afiyet olsun.” Ardında son kez bana bakıp arkasını dönerek ilerlemeye başladı.
Kimdi ki? Ayrıca ne olmuştu acaba?
Ben de beklemeden apartmandan içeri girdim. Asansöre binip bizim kata çıktım, kapıyı anahtarla açıp içeri girerken hepsinin uyanık olduğunu gördüm.
Ayakkabılarımı çıkartıp oturma odasına geçtim, elimde ki poşeti tezgâhın yanına ilerleyerek tezgâha bıraktım.
Bakışlar üzerimdeydi. “Aysima, aşağıda ki adam kimdi?” diye soran Yakup’a bakmadım.
“Kocam. Dün kocaya diye çıktım ya hani? Onun yanına gittim.” Dedim açık açık. Ses çıkartmadılar.
“Poşette simit, poğaça var. Ben aç değilim, size afiyet olsun.” Diyerek odama ilerleyecektim ki Acar durdurdu.
“Aysima, bize küs müsün?” Yok.
Sakince ona döndüm. “Küs? Hayır. Sadece sinirliyim.” Anlamayarak bana baktı. Gözlerimi deviresim geldi.
“Acar, anlamadığınız şu.” Derin bir nefes aldım sıkıntıyla.
“Bir defa diyeceğim, mümkünse anlayın. Ben ve Lâçin sizinle ne kadar yakın olursak olalım, bu sizin bizi sorgulama veya sizin bize hesap sorma hakkınız olduğu anlamına gelmez. Hepimiz birbirine benzeyen ailelerde büyüdük, aynı tehlikelerle yüz yüze geldik, hatta tecrübe ettik.” Ettim.
“Dolayısıyla kendimizi nasıl korumamız gerektiğini de çok iyi biliyoruz. Siz bazen bunu sınırını aşıyorsunuz, koruyacağım derken kısıtlıyorsunuz. Siz istediğiniz gibi yaşayabilirken bizim ne yapıp yapmayacağımıza karışamazsınız. Bizi sorgularken ki üslubunuz, yaklaşımınız iğrenç derecelere yükselebiliyor.” Hepsine tek tek baktım.
“Sadece son olarak şunu demek istiyorum. Ailelerimiz, meslekleri gereği o kadar kötü hayatlar görmüş olmalarına rağmen yine de bu kadar bizi sorgulamazken, kısıtlamaya çalışmazken, bizlere ne olursa olsun güvenmeyi seçerken, siz, sizce de fazla olmuyor musunuz?”
Acar’ın yutkunduğunu gördüm.
“Biz çocukluktan beri arkadaşız ve bunun asla son bulmasını istemem. Ama bazen durulması gereken yerler, aşılmaması gereken sınırlar vardır. Umarım açıklayıcı olmuştur.”
Kimseden ses çıkmazken arkamı dönerek odaya ilerledim. Bu isyanım, bu kadar konuşmam, sadece dün gece yüzünden değildi, bunca zaman sessiz kaldığım şeylerin isyanıydı. Bazen sadece davranışlarımla belli etmeye çalışsam da anlamıyorlardı, bu gün ise artık son noktada hissettiğim için böyle bir konuşma gerçekleştirmiştim.
İnsanda ne ağız tadı, ne huzur bırakıyorlardı gerçekten. Şu an bile İstanbul’a geri dönesim vardı ancak olmazdı.
Çünkü burada, sevgilim olan ama olmayan biri vardı, Mestan.
°°°°°°°°°°°°°°°°°°°°°°°°°°°°°°°°°°°°°°°°°°°°°°°°
BÖLÜM SONU.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |