
“Özür dilerim.” Ağzıma götürdüğüm çatalla derin bir nefes alıp çatalın ucunda ki salatalığı çiğnemeye başladım.
Ekmeğime uzanıp bir parça kopararak üzerine bal sürdüm. “Özür dilerim.” Sabrım iyice taşarken ekmeği sinirle ağzıma tıktım.
“Ben de özür dilerim.” Çayı kafama diktim.
“Özür dile-”
“AY yeter!” diyerek bardağı masaya bıraktım.
“Başlatmayın özrünüze de bilmem neyinize de.”
Lâçin ile yan yana oturmuş kahvaltı ediyorduk. Masa da bir kuş sütü eksikti, diğer üçü de karşımızdaydı. Biz uyurken kalıp kahvaltı hazırlamışlardı, kendilerince özür dileme çabalarıydı bunlar ama ilk yaptıklarını görüp yumuşayacak değildim.
“Lâçin, eğer senin için de uygunsa bu gün dışarı çıkalım, biraz kız kıza gezeriz.” Diyerek Lâçin’e baktım. Diğerlerini bilerek görmezden gelmek istesem de bu kahvaltıya hayır demek büyük aptallık olurdu, o yüzden bu istisnaydı, yani öyle olmalıydı.
“Nereye gideceğiz? Ona göre hazırlanırım.” Dedi Lâçin. Omuz silktim. “Bilmiyorum ki, duruma göre bakarız.”
Beni onayladı.
“Biz de gelsek ya?” diyen Yakup’a baktım.
“Sizi Acar gezdirsin.” Diyerek ters ters baktım.
“Ama o anlamaz eğlenceden, sizinle gelelim! Valla evde durmak istemiyorum.” Dedi Fırat.
“Anlarım ben de eğlenceden! Ama konumuz bu değil. Evet! Biz de gelelim, ne derseniz, ne isterseniz kabul.” Kaşlarım kalktı.
“Yemin et?” dedi Lâçin. Üçü de kafasını salladı hızlı hızlı. Bu sefer dördü de bana bakınca ofladım. “İyi! Hazırlanın bari, sofrayı ben ellemem.” Dedim bilerek.
Odaya girerek üzerime uygun giyecek birkaç kıyafet seçip giydim hemen. Bu gün ne olacağı hakkında hiçbir fikrim yoktu.
Telefonum çalınca ekrana baktım. Mestan ismini görünce bekletmeden açarak kulağıma götürdüm.
“Efendim.” Dedim uzatarak.
“Bak bak, cilvelere bak.” Diye farklı bir ses duyunca duraksadım.
“Sen kimsin be!” diyerek çirkefleştim. “Mestan’ın telefonunun sende ne işi var? Mestan orada mı?”
Karşı tarafta ki kişinin sesi yükselince duraksadım.
“Sus az lan, konuşturmuyorsun ki adamı. Yol yakınken abim ile konuşsam mı?” Berat?
“Berat.” Dedim sakince. Anında o da sakinleşti. “Efendim?”
“Mestan’ın telefonu niye sen de?” diyerek sabırsızca konuştum.
Güldüğünü duydum. “Kendisi şu an duşta.” Deyince gözlerim büyüdü. “O ne demek be!” kahkaha attı.
“Duş alıyor, ben de gizlice telefonunu aşırdım. Numaranı alayım diye.”
“Öyle desene geri zekâlı! Ayrıca çocuk musun sen? Aşırmak ne demek?” asla ben öyle bir şey yapmamıştım tabi, ondan garip geliyordu..
“Neyse, sadece senin numaran diye mi emin olmak için aradım. Hadi görüşürüz, birazdan sana kendi telefonumdan mesaj atacağım, yabancı numara görünce şey yapma.” Dedi. Tam kapatmak üzereydi ki aniden aklıma gelen şey ile durdurdum.
“Kulağımın zarı senin yüzünden artık yok. Söyle, ne diyeceksin? Abim gelecek şimdi, acele et.” Piçlik yapmak istesem de şu an işime yaraması lazımdı.
“Mestan, beni nasıl kaydetmiş baksana?”
Yine kahkaha atışını duydum. “Bok var gülüyorsun! Gülme de söyle.” Alınmış gibi bir ses çıkarttı.
“Bok dedin alındım, demiyorum. Çatla.” Küfür etmemek için kendimi zor tutarken tekrar konuştum.
“Tamam, pardon. Hadi söyle.” Köprüyü geçene kadar ayıya dayı demek en büyük kuraldır.
Cıkladı. “Yok, demiyorum. İkna olmadım.” Derin bir nefes aldım.
“Neyse, kapatıyorum abim geliyor, hadi selametle.” Diyerek yüzüme kapattı.
Buna zamanı geldiğinde belli ki işim düşecekti, o zamana kadar Mestan’a dövdüremezdim. Telefonu yatağa bıraktım, makyaj malzemelerimi alarak banyoya ilerledim.
Lavabonun kapısında Acar ile karşılaşınca kaşlarımı kaldırdım. “Hayırdır?” diyerek ağzımın içinde konuştum.
“Lavaboya gireceğim.” Deyip banyoya doğru adım attı. Elimi önüne uzatarak girmesi engelledim. “Önce ben girebilir miyim?” Rica eder gibi konuşmuştum ama bakışlarım rica etmiyordu. O da bunu fark edince yalandan gülümseyip kafasını sallayarak onayladı. Memnuniyetle önüne geçip banyoya girdim, arkamdan da kapıyı kapatıp aynanın karşısına geçtim.
Bilerek yavaş yavaş makyajımı yapıyordum, kapının önünde kıvranıp dursundu. Normal de beni alır odaya kilitler yine de izin vermezdi girmeme ama bu sefer hatalı olduklarını bildikleri için ses çıkartamıyordu.
İşim bittikten sonra aynadan kendime kısa bir bakış atıp öpücük gönderdim. Eşyalarımı toparlayıp çıktım banyodan.
Yanımda kıvranıp duran Acar’a sırıtarak baktım. Tabi göremeyecek kadar büyük bir telaş ile banyoya girip kapattı kapıyı.
Gülerek odaya ilerledim, içeri girince yatağın üzerinde ki telefonumun ekranının yanıp söndüğünü gördüm. Bildirim geldiğini anlayarak telefonu almak için yatağa yaklaşıp aldım elime.
Ekranı açınca bu sefer gerçekten Mestan’dan gelen bir mesaj ve Berat olduğunu tahmin ettiğim yabancı bir numara vardı.
Beratı boş verip Mestan’ın mesajına tıkladım. Yüzümde varlığını sürdüren gülümseme sırıtmaya dönüştü. Diğerleri hazırlanana kadar ben de yatağa uzanıp onları bekleme kararı aldım. Bu sırada Lâçin de odaya gelmişi, kıyafetlerini arkama geçerek orada giymişti.
Mestan: Ne yapıyorsun?
Mestan: Önce nasıl olduğunu sormalıydım, benim hatam. Nasılsın Gül güzeli?
Lâçin’in oluşunu umursamadan yataktan kayarak aşağı indim sırıtmaya devam ederken. Lâçin bana garip garip bakarken takmadan cevap yazmaya başladım.
Ben: İyiyimm, sen nasılsın?
Ben: bizimkiler ile dışarı çıkacağız, sen ne yapıyorsun?
Tepede ki yazıyor işareti ile bakıştım.
Mestan: iyi olmana sevindim, ben de iyiyim.
Mestan: Öyle mi? Ne yapacaksınız bakalım? Var mı aklınızda bir plan?
Valla hiç yoktu.
Ben: İnanır mısın hiçbir fikrim yok. Henüz karar vermedik, çıkınca bakacağız.
Mestan: Anladım. Bizimkiler de dışarı çıkalım diyor, hazırlanıyorum ben de.
Aha! Aklıma gelen fikir ile Lâçin’e baktım. Ona baktığımı fark ettiği gibi ne var anlamında gözünü kırpıp kafasını salladı.
“Mükemmel bir fikrim geldi!” oturduğum yerde kalktım.
“Fikrin geldi?” kafamı salladım hızla. Yutkunduğunu gördüm. “Sorsam mı fikrini acaba?” dedi. Daha çok kendine söylüyor gibiydi.
“Sor! Yani sor evet, hadi sor sor sor.” Saçını geriye iteleyip kararsız gözlerle bana baktı. “Ne fikrin geldi?”
“Sizi enişteniz ile tanıştıracağım. Bizimkilere arkadaş getireceğim Mestan’ın kardeşlerini, kaynaşsınlar.”
Gözleri büyüydü. “Evet, sormama gerekiyormuş anladım. Yok, olmaz, unut.” Yok.
Yanına yaklaşıp kollarını tuttum.
“Ya niye! Ne güzel olur işte, lütfen.” Diyerek gözlerine baktım.
Kafasını sağa sola salladı. “Hayır. Ben daha onların Türk olduğunu ve bizim onların düğününe pijama ile gittiğimizi atlatamıyorum, kusura bakma.” Kahkaha attım.
“Kız ne olacak sanki? Aman de koyuver gitsin.” Kararsız gözlerle bana baktı. Kafamı yana yatırıp melül melül ona baktım. Ofladı, sırıttım.
Kapıya doğru ilerledim. “Acar, Yakup, Fırat! Size kardeş getireceğim.”
“Ne kardeşi Aysima! Çocuk muyuz biz?!” diye diğer odadan seslenen Fırat’ı duydum. Evet bu arada, çocuksunuz.
“Susun be! Kaynaşıp kardeş kardeş takılırsınız, kavga ederseniz ben de sizinle kavga ederim.” Dedim. Onlardan ses gelmezken lanet okuduklarını az çok anlayabiliyordum çünkü kulağım ufaktan çınlar gibi olmuştu.
Elimde ekranı açık unuttuğum telefon ile oturma odasına geçip koltuğa oturdum.
Mestan’a yazmak için parmaklarımı klavyenin üzerinde gezdirmeye başladım.
Ben: Mesatnn, çıktınız mı dışarı? Ya da dur, bir olanınız var mıydı?
Daha Mestan’a sormadan kendi kendime gelin güvey oluyordum ama inşallah bir planları yoktur.
Mestan: Hayır, bir planımız yok. Bir sorun mu var?
Rahatlamış bir şekilde nefesimi verdim.
Ben: Benim aklıma bir fikir geldi, eğer tabi sen ve kardeşlerin için de uygunsa bizimkiler ile toplanalım mı?
Kısa bir süre mesaj gelmedi. Ardından tekrar yazdı.
Mestan: Tamam, olur. Bizimkilere söyledim, nerede buluşacağız?
Duraksadım, hiç aklıma bir yer gelmiyordu. Cafe falan olurdu, oradan da başka yere geçerdik belki hep birlikte.
Ben: Sana bir cafe’nin konumunu atacağım, orada buluşalım.
Beni onaylayan bir mesaj attı. Genelde buraya geldiğimizden beri sürekli gittiğimiz cafe’nin konumu attım. Bir iki dakikaya yola çıkacaklarını söylediler.
Bizimkilere seslendim, hızlı olsunlar biraz diye. Çok saçmaydı, herkesten önce hazırlanmış olmam.
Berat’ın mesajına baktım.
0541 *** : Ben Berat, kaydet.
0541 *** : Az önce buradaydın, nereye gittin?
Bunlar önce ki mesajlarıydı. Beklemeden kaydettim numarasını, ardından diğer mesajlarına baktım.
Berat: Ne dedin abime?
Berat: Nereye gidiyoruz biz? Ne yapacaksın bize?
Göz devirdim.
Ben: Sana hep hakaret etmek isteyen bir tarafım var, Berat.
Ben: Bizimkiler ile bir araya geleceksiniz, tanışmak için. Birlikte olalım dedim, ayrıca ben size ne yapabilirim be manyak!
Tepede ki yazıyor işaretini gördüm.
Berat: Ooo ailelerin de tanışacağı gün gelir inşallaa.
Yanaklarım ısındı, ay hadi inşallah.
Berat: Yine hakaret.. Ss aldım, abime göstereyim de gör.
Görmeyeceğini bilsem de omuz silktim.
Ben: Söyle, ben de seni söylerim. Az önce izinsiz telefonunu aldığını unuttun mu?
Berat: Yenge değil dersin düşman! Git (yankılı)
Yenge mi? Ayrıca yankılı git nasıl oluyordu be!
Ben: Sus. Asıl sen git.
Telefonu kapattım. O sırada bizimkiler de hazır bir şekilde odaya doluştular. Hazır olduklarını görünce ayağa kalktım. “Sonunda be.” Dedim isyan ederek.
Birlikte kapıya doğru ilerledik.
“Aysima, az önce bahsettiğin kişi kimdi? Kim gelecek?” diye sordu Yakup.
“Kişi değil, kişiler. Onlar da beş kişiler.” Yanıma yaklaştı hemen. “Aralarında kız var mı?”
Ters ters baktım. “Yakup, elimin tersindesin.” Şimdi ben bunların tanıştırmak istediği kişilerin arasında erkek olup olmadığını sorsam aynı hevesle, ne olurdu kim bilir.
“Ne dedim ben ya?” diyerek geri çekildi.
“Hepsi erkek onların.” Dedim sadece.
“Hepsi erkek mi? Yanlış anla diye sormuyorum ama sen bu beş erkeği ne ara tanıdın da bizimle de tanıştırıyorsun?” dedi Acar.
Bir kaçımız asansöre bindik, diğer kalanlar beklemeden merdivenlere ilerledi. Apartmandan çıkıp arabaya bindik, telefondan gideceğimiz yerin konumu gösterdim Acar’a.
“Gittiğimiz düğün vardı ilk geldiğimiz zamanlarda. Orada ki düğün sahibinin kardeşleri.” Dedim. Acar hatırlamaya çalışırken Yakup arkadan konuştu.
“Onlar yabancı değil miydi?” kafamı olumsuz anlamda salladım. “Değillermiş. Denizdeyken ayağıma kramp girince benim çıkmamda yardımcı olan da onlardan biriydi.”
“Vay amına koyayım, olaya bak.” Dedi Fırat. Sanki kendim küfür etmiyormuş gibi yüzümü buruşturdum. “Küfür etmesene.”
Bahsettiğim cafe’nin konumuna gelince durduk, boş bir yere arabayı park edip indik. Çevreye bakınca arabaların arasında Mestan’ın arabasını da görünce içten içe sırıttım. Özlemiştim.
Cafe’ye doğru ilerlemeye başladık. İçeri girince etrafa bakındım, deli gibi ellerini havaya kaldırıp sallayan Berat ile gülecek gibi oldum. Bizimkilere işaret verip gitmemiz gerek masayı gösterdim. Sürü gibi masaya doğru yaklaştık, gözüm Mestan’a değdi, maşallah Allah’ım boya posa bak.
O değil de sekiz erkeğin arasında sadece iki kız olacaktık.
Bizim geldiğimizi fark edince hepsi ayağa kalktı. Hepsi ile tokalaşıp selamlaştık, Mestan direkt bana bakarken ona öpücük gönderdim çaktırmadan. Kaşları şaşırmış gibi havaya kalkınca yanını işaret etti, sırıttım.
Gözlerimi açıp kapatarak onu onayladım. O sırada diğerlerine bakmak için kafamı çevirince bizi izleyen Berat ile göz göze geldim. O da sırıtıyordu. La havle çeker gibi kafamı sola çevirdim, sırıtışı büyüdü.
Herkes boş yerlere otururken ben de yan yan çaktırmadan Mestan’ın yanına geçip oturdum. Herkes birbirine bakıyordu, ortama gülmek istesem de gülmedim.
Tanıştırmak adına konuşmaya başladım.
“Bu benim canım kankim Lâçin, bu Acar, bu Fırat, bu da Yakup.” Bizimkilere döndüm.
“Bu Mestan, en büyükleri oluyor. Sırası ile Hamza abi, Yafes, Yaman, Bu da Berat. Tanışın kaynaşın.” Kendimi, çocukları ile misafirliğe gitmiş, ev sahibinin çocukları ile kendi çocuklarını tanıştıran anneler gibi hissettim birden.
Acar’ın bana sorgular gibi baktığını gördüm. Anlamayarak ona baktım, “En büyükleri Mestan ise, Hamza’ya abi, Mestan’a sadece ismi ile hitap ediyorsun?” Gerçekten buna mı takıldın aslan parçası ya?
Ee? Ben ne diyeceğim şimdi?
Mestan’a baksam dikkat çekerdi. Rahat bir tavırla geri yaslandım. “Ben ilk Mestan ile tanıştım ve ona Mestan dedim. Hamza abi ile tanışınca da ona abi demek istedim.” Yüzümü buruşturmamak için kendimi zor tutarken Mestan’a döndüm.
“Sana ismin ile seslenmem seni rahatsız ediyor mu? Abi diyeyim mi?” kaşları çatıldı. “Ne abisi? Gerek yok.” Dedi ters bir sesle. Bıyık altından sırıttım.
Hamza Abi’ye baktım. “Sana abi demem, seni rahatsız ediyor mu?” olumsuz anlamda kafasını sallarken elini kaldırıp burnunun kenarını kaşıdı, gülüşünü saklamaya çalıştığını anlamıştım.
Acar’a baktım. “Bak, sorun yok. Ee ne içiyoruz?”
Siparişler verildi, ortamda bir sohbet başladı. Ben, herkesi dinleyip araya girerek sohbete dâhil olurken hepsi bir biri ile anlaşmış gibiydi. Masanın altında elimi tutan Mestan, başparmağı ile elimi okşarken aynı benim gibi sohbetlere katılıyordu.
Yaman ve Lâçin de gülüşerek sohbet ediyorlardı. Gözlerimi kısarak onları izledim kısa bir an, Lâçin, yavrum inşallah o kadar erkeğin içinde Yaman’ı seçmezsin..
Yafes’i vereyim ablama?
Maç hakkında konuşmaya başladıklarını fark edince ofladım. Oflamam ile Mestan bana baktı. “Soru ne?” gözlerine baktım.
“Hiç, seni öpesim geldi de biraz.” Kaşları kalktı, göz bebeklerinin büyüyüşünü izledim. “Kaşınıyorsun, rahat dur.” Gülmemek için dudaklarımın ısırdım.
“Tamam.” Diyerek tek omzumu silktim.
“İnsanın dengesini bozuyorsun. Ne çabuk kabullendin öyle?” kıkırdadım.
“Kabul etmeyip devam mı etseydim yani?” masadakilere bir bakış attı. “Yok, etme. Ama unutma bu laflarını sakın.” Yine aynı şekilde “Tamam.” Dedim sadece. Yutkunarak önüne döndü.
Futbol muhabbeti dönmeye devam ederken yine aklıma bir fikir gelmişti. Sırıttım.
“Bu yine sırıtıyor, hadi hayırlısı.” Diyen Lâçin ne ara konuşmaya ara verip bana bakmıştı anlamamıştım. Artık herkes bana bakıyordu. Sırıtışımı yüzümden sildim.
“Ne düşünüyorsun söyle hadi.” Dedi Acar.
“Biz diyorum, niye burada oturuyoruz böyle?” Yaman anlamayarak baktı.
“Ne yapacağız başka?” heyecanla yerimde kıpırdadım.
“Siz deminden beri futboldan konuşuyorsunuz ya hani?” dedim taksit taksit.
Fırat derin bir nefes aldı. “Anlat la artık.” Ona yan yan bakıp göz devirdim.
“İyi! Futbol sahası vardır bir yerlerde, gidip maç yapalım. Yani siz yapın, biz izleyelim. Anlatmakla olmuyor, canlı canlı izlemek lazım ki heyecanı yaşayalım.” Hepsi birbirine baktı.
“Ay ne bakıyorsunuz? O kadar erkeksiniz sonuçta. Olmadı yoldan geçen birkaç kişiyi yakalar çekeriz onlar da oynar.”
“Ben üşeniyorum.” Dedi Berat.
“Bana fark etmez.” Dedi Hamza abi. Hamza abinin gerçekten tam bir abi havası vardı.
Kısa bir süre de bunun üstüne tartışıp konuştular. En sonunda veriler karar gitme üzerineydi. Üstleri müsait değildi ama umursamadılar. Tek rahat Berat’tı, üzerinde eşofman vardı çünkü.
Hepsi gaza gelmiş bir şekilde çevrede yakın bir yerde olan saha aradılar, bir tane sonunda bulabildiler.
Hesabı ödeyip kalktık. Aynı şekilde geldiğimiz gibi bindik arabalara. Valla şimdi fark ettim de, ne olursa hep benim başımın altından çıkıyordu. E ama kimse de reddetmiyordu ki tekliflerimi, yani mesuliyet benim üzerime değildi bence.
Bulduğumuz sahaya en sonunda varmıştık, Lâçin ve ben kol kola girerek önden ilerlemeye başladık. “Sanki yolu biliyorlar, önden önden ilerliyorlar birde.” Dedi Yakup.
Bu arada, Berat ve Yakup bayağı iyi anlaşmışlardı ama ikisi de aynı kafaya sahip oldukları için illa inatlaşıyorlardı.
Sahaya doğru ilerleyecekken başka bir grubun olduğunu gördüm. Omuzlarım çökerek arkamı dönerek sürü gibi gelen bizimkilere baktım. Bakışlarımı gören Mestan konuştu.
“Ne oldu?” sesi ilgiliydi. Gözlerine baktım. “Saha da başkaları var.” Bakışları arkamda kalan sahaya gitti.
“Buna mı üzüldün?” bakışlarımı kaçırdım. “Sadece, buraya kadar boşu boşuna gelmiş olmak biraz üzdü.”
“Üzülme. Belki bizim için de yerleri vardır?” direkt gözlerine çıkarttım tekrar nakışlarımı. “Var mıdır?” gülümsedi. “Sormak lazım.”
Hamza abi “Ben sorarım.” Diyerek gitti. Kısa bir süre sonra bizden biraz uzakta gözüküp bize gelin işareti yaptı.
“Hadi gidelim!” diyerek tekrar önden hızla ilerledim. Mestan’ın gülüşünü duydum. Ben ve Lâçin tribünlere geçip en önlere yerleştik. Bizimkiler bütün eşyalarını bize bırakıp sahaya indiler. Mestan’ın ceketi kucağımdayken çaktırmadan yüzümü yaklaştırıp kokladım.
İnsan bir kokuya nasıl bağımlı olur? Şekil A üzerinden de gözüktüğü gibi, izliyoruz..
Kendime gelmek adına kafamı uzaklaştırıp çevreye bakındım. Bizimkiler saha da ki ekip ile tanışmış, gruplara ayrılıyorlardı.
Bizim gibi tribünlerde olan başka birkaç insan vardı. Biraz uzağımızda da kızlar oturuyorlardı, acaba bu gruptan birilerinin sevgilileri ya da tanıdıkları mı diye düşünürken birbirlerini dürterek sahayı gösterip gülüştüklerini gördüm.
İşarete ettikleri yere bakınca, o tarafta bizimkiler olduğunu gördüm. Kaşlarım çatılırken Lâçin’i dürttüm. Bana dönünce kızları işaret ettim.
“Şunlara baksana bir, ben mi yanlış görüyorum? Gözüm mü bozuk benim acaba?” işaret ettiğim yere baktı. Onun da kaşları çatıldı. “Eğer gördüğün şey bir grup kızın bizimkilere baktığı ise, evet. Doğru görüyorsun kardeşim.” Deyince benim kaşlar gittikçe çatıldı.
“Kalk.” Diyerek ben de ayağa kalktım. Onlara biraz daha yaklaştık, aramızda çok yoktu. Eğer konuşurlarsa rahat duyalım diye buraya geçmiştim.
Oyun başladı. Bizimkilerin grupta üç tane yabancı vardı. Aralarında ki en uzun kişi olan Mestan’dan gözlerimi alamazken maç oldukça heyecanlıydı.
Mestan arada bir buraya bakıp benimle göz göze gelince oyuna geri dönüyordu. Benim hala yerimde olduğumu mu kontrol ediyordu yoksa onu izleyip izlemediğimi mi kontrol ediyordu orasını anlamamıştım.
“Bunlar model falan mı kızım ya?” dedi kızlardan biri. Benim maçla olan bağlantı koptu tabi. Keşke buraya gelme fikrini sunan kafam da kopsaydı, da işte..
“Bilmiyorum ama şu uzuna baksana, dövmeleri, kolları..” diyerek derin bir nefes aldı biri.
Bir de derin nefes aldı?
Sinirlerim gerilirken kıza dik dik baktım. Bakışlarımı görünce “Manyak mı ne.” diye mırıldandı. Manyağım.
Maç devam ederken hakem diye ayarlanan kişi mola dedi. Bizimkiler direkt bize doğru gelirken kızların heyecanlandığını görünce dilimi ısırdım.
Canım hemcinsim, niye yapıyorsun bunu ya? Valla bak acayip ayar oluyorum, neden?
Biz ortada, bizimkilerden ikisi yanlarımıza, bir ikisi de bir üst tarafa geçerken, bir kısmı da bir alt tarafımıza geçtiler. Terlediklerini görebiliyordum.
Bunu aslında bir nevi birbirleri ile daha iyi anlaşıp kaynaşsınlar diye istemiştim.
Yanda ki kızlar iyice buraya odaklanırken ben artık avına kitlenmiş avcı gibi izliyordum onları. Omzumdan dürtüldüm, bakmadım. Yine dürtüldüm, bu sefer de bakmayınca sarsıldım biri tarafından.
“Ne yapıyorsun kızım!” dedi Fırat.
Anlamayarak ona baktım. “Kime?”
“Ruh hastası mısın Aysima? Nereye daldın diye soruyorum.”
“Kimseye dalmadım?”
“Bunun ayarlar gitti, bir dakika.” Dedi Lâçin. Bana doğru yaklaşıp yanaklarımı tutup kafamı sağa sola salladı.
“Ne yapıyorsun şu an?” dedim anlamayarak.
“Evet, düzeldi.” Diyerek çekti ellerini.
“Sinyali gitmiş televizyonun antenini çevirir gibi, ne bu!” dedim. Benim bunu dememle hepsi birden gülmeye başladı. Mestan’a baktım şikâyet eder gibi. Bakışlarımı görünce diğerlerine bakıp kaşlarını çattı.
“Gülmeyin.” Voaov bu ne ciddiyet yiğidim? Demek istesem de demedim. Gözlerimi kısarak baktım sadece. Acar’ın bize defalarca şüphe ile kısılmış gözleriyle baktığını hissedebiliyordum.
Madem bazı şeyleri öyle direkt söyleyemiyoruz, hissettiririz biz de.
Mola bitti, hepsi tekrar ayaklandı ve sahaya indi. Maç tekrar başladı. Bu arada ilk yarıyı da biz aldık.
Kızlar arada bir bize laf atmaya çalıştı, gördüler tabi kestikleri erkeklerin bizim yanımızda olduklarını..
Her neyse.
Maç hızla devam ederken ben ve Lain kızları unutup maça daldık. Acar aldı topu, hızla ilerlerken Mestan’a pas attı, Mestan top ile gayet profesyonel bir şekilde ilerleyip karşı takımın kalesinin yakınında olan Hamza abi2ye pas gönderdi. Zaten gerisi tahmin edildiği gibi gol olmuştu.
Maç bitmiş, bu yarıyı da biz almıştık. Bizimkiler terli oluşlarını takmadan birbirlerine sarılıp tebrik etmişti birbirlerini.
Kızlardan biri ayağa kalktı. Mestan’lar bize doğru gelirken kız onlara doğru adım attı. Mestan ile karşı karşıya geldiklerinde ayaklandım sakince.
Kızın arkasından ilerledim. Tam arkasında durup beklemeye başladım, acaba ne diyecekti.
Lâçin de hemen yanıma gelmiş tetikte bekliyordu.
Mestan, önünde ki kıza bakmayıp arkasında ki ben ile göz göze geldi. Yanıma doğru gelebilmek için kızı geçmesi gerekiyordu, bunun için de sağa doğru adım attı, kız da adım atınca benim kaşlar kalktı.
Mestan sola doğru adım atınca kız da sola doğru bir attı, ben de sinirden gülmeye başladım.
Mestan’ın kaşları çatıldı, önünde ki kıza baktı. “Çekilsene abisi! Dikilip duruyorsun.” Dedi ters ters.
Kız, elinde ki görmediğim su şişesini kaldırıp ona uzattı. “Çok iyi oynadın, susamışsındır.” Al işte!
“Çok mu susamıştır? Ne düşüncelisin sen öyle?” diyerek kızın arkasından önüne geçtim.
Kız beni görünce gözlerini kıstı. “Evet, susamıştır.” Diyerek tekrar suyu uzattı. Elinden kaptım şişeyi. “Ben de susadım, ben içerim.” Diyerek suyun kapağını açıp kafama diktim.
“Sen kim oluyorsun da suyumu içiyorsun?” Ana-
“Madem senin suyun, neden tanımadığın bir adama veriyorsun!?” dedim sinirle.
“Sana ne be! Ne karışıyorsun? İstediğim kişiye veririm.” Boş anıma geldiği için Lâçin’e baktım, o da bana baktı, ikimiz de bir birimize bakıp gülmemek için zorladık kendimizi.
Tekrar kıza döndüm.
“İstediğin kişiye ver tabi, ama yanlış kişiye veriyorsun.” Dedim sakince.
Mestan’ı işaret ettim. “O kim, biliyor musun?” anlamayarak bana baktı.
“Kimse kim! Bilmesem de tanışırız, girme bir araya.” Yüzsüz müsün abla? Bu konuşmayı yapmak her ne kadar beni rahatsız etse de zorluyordu.
“Nah tanışırsınız! Tanışırız dediğin kişinin sevgilisi bensem bok tanışırsınız siz!” diye bağırdım.
“Sevgili mi?” bu ses karşımda ki kıza ait değildi.
°°°°°°°°°°°°°°°°°°°°°°°°°°°°°°°°°°°°°°°°°°°°°°°°
BÖLÜM SONU.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |