
“Anne, babam nerede? Onunla da konuşsaydım biraz.” Dedim anneme telefondan. Neredeyse bir saattir konuşuyorduk annemle, sabah erkenden ben Instagrama güneşin doğuşunu çekip atınca annem görmüştü, uyanık olduğumu da anlayınca aramıştı hemen.
“En son bıraktığım da uyuyordu evladım. Uyanınca konuşursunuz.” Dedi bıkkın bir sesle. Bunu kendisine defalarca sormuştum konuştuğumuzdan beri, en sonunda alınıp telefonu kapatacaktı diye korkuyordum.
Ben, babamla konuşurken rahat olduğum kadar annem ile konuşurken bir o kadar suskundum. Konuştuğumuz andan itibaren de susmadan bir şeyler anlatan o, sıkılmadan dinleyen de bendim.
O değil de, bana görücü çıkmış. Annem olağan karşılarken, babam adamları kovalamış. Babam anneme tembihlemiş söylememesi için ama annem gülerek, biraz da dert yakınarak anlatmıştı bana.
Anne sana damadı ben getireceğim, için rahat olsun diyemedim tabi.
Ya babam Mestan’ı öğrenince onu da kovalarsa? Korurdum sevdiceğimi ben bir kere. E o zaman bu sefer de babam, elin oğluna beni mi tercih ediyorsun derse? Bence ben en iyi Mestan’ı kaçırmalıydım.
İç güveysi olarak yaşarsa belki babam kabul ederdi?
“Kime diyorum ben!” annemin bağırışı ile irkilip olanlarımı düşünmeye son verdim.
“Efendim anne?” kafasını sağa sola salladı. “Ne bu dalmalar? Var sen de bir şey.” Yutkunup sırıttım.
“Ne olacak anne? Allaş aşkına sen de.” Dedi biraz abartılı konuşarak. Gözleri kısılsa da üstelemedi.
“Baban diyorum, uyandı. Esnemesini duydum, gelir şimdi mutfağa.” Dedi. Kendimi tutamayarak güldüm.
Dediği gibi de oldu. Babam üzerinde ki pijamaları ile mutfağa girerken esniyordu. Gözleri yarı açık yarı kapalı bir şekilde sürahiye ilerledi, bardağı el yordamı ile bulup sürahiden gelişine doğru ya tutarsa hesabı su doldurmaya başladı.
Annem de, ben de ses çıkartmadan izliyorduk babamı. En sonunda dayanamadım. “Babam?” dedim neşeli bir sesle son harfi uzatıp.
İrkildi, gözleri anında açılırken elinde ki su dolu bardağı masaya bırakıp etrafa baktı.
“Baba telefondayım.” Diyerek el salladım. Önce annemi gördü, sonra da annemin işaret edişi ile telefona baktı.
Göz göze geldik. “Kızım? Benim ay kızım buradaymış?” dedi ekrana yaklaşırken.
Ekrana yansıyan görüntüsünden gözlerine bakarak gülümsemeye devam ettim, içim sıcacık olmuştu.
“Benimle konuştuğundan beri bir kere böyle bakmadın bana Aysima.” Dedi annem alınmış gibi. “Annee, demesene öyle. Baktım, sen görmedin galiba.” Dedim şakaya vurarak.
Ardından babama döndüm. “Nasılsın babam?”
Gözlerine yansıyan gülüşü ile konuştu. “İyiyim can kızım, sen nasılsın bakalım?” tek gözünü kırpıp sormuştu.
Omuz silktim.” İyiyim, sizi gördüm daha iyi oldum.”
Annem, babamı dürttü. “Konuştuğumuzdan beri seni sorup duruyor. Bir şey anlatıyorum, diyor babam nerde.” Babam, annemin yanağını okşadı. Annem aklınca beni şikâyet ediyordu babama, sesi de tripli çıkıyordu.
“Özlemiş işte, hanım. Gitme kızın üstüne.” Dedi babam. Ardından bana dönüp baktı, “Güzel kızım, istersen seninle birazdan konuşalım? Ben seni müsait bir an da arayacağım, tamam mı?”
Kafamı salladım, vedalaşarak telefonu kapattık. Babamın bunu deme sebebi aslında onunla konuşmak istediğimi anlamasıydı. Normalde ya yana olsak bir şekilde daha rahat konuşabilirdik ama telefondan bu kadar oluyordu.
Müsait bir an da bana dönüp, beni dinleyeceğini biliyordum.
Oturduğum koltuktan kalktım. Acıktığımı hissedince hâlâ uyuyan ev ahalisini uyandırmak için mutfağa ilerledim.
Dolaptan kahvaltılıkları çıkartıp çok da özenmeden kahvaltı hazırladım. Sadece fazladan sucuklu yumurta yaptım.
Kokuya uyanırlar demiştim ama uyanmadılar. Dolabı açıp tencere kapağı aldım, çekmeceden de kepçe çıkarttım. İkisi de elimde odalara doğru ilerledim. Acar, dün gece erkekler olarak özel konuşmaları lazımmış diye Fıratların olduğu odaya geçmişti.
Önce onların odalarının kapısını açtım yavaşça, ardından bizim odaya ilerleyip bizim odanın da kapısını açtım. Tam orta da durup derin bir nefes alıp tencereyi bir elime, kepçeyi diğer elime alarak kendime engel olamadan sırıttım.
Bana yapılsa çok pis söverdim ama bana yapılmıyordu sonuçta.
Başladım birbirine vurmaya. Ara vermeden elimdekileri birbirine vurup yüksek çıkartırken Yakup’un yataktan yere düştüğünü gördüm.
Fırat yattığı yerden küfür ederek doğrulurken, Acar’dan ses seda yoktu.
Lâçin’e baktım. Ayağa kalkmaya çalışırken bir sendeledi, üzerinde ki telaş çok net belliyken ileriye doğru bir adım attı ancak ayağı çarşafa dolandı.
Bu olanlardan deli gibi zevk alıp kahkaha atarken ellerimdekileri birbirine vurmayı bıraktım. “Ne oluyor bu aşağılık evde?” diyerek yanıma doğru adımlayan Fırat’a döndüm.
“Bu aşağılık ev de kahvaltı hazır! Yürüyün sofraya. Biriniz Acar’ı da uyandırsın.” Diyerek mutfağa ilerledim.
“Benim bir hoparlörüm vardı, nerede o ya?” diyerek kısa bir an düşündüm.
“Ben onu en son televizyonun yanında gördüm.” Diyen Lâçin, yanımdan geçerek lavaboya ilerledi.
Doğruydu ya! Hızla oturma odasına geçip aldım hoparlörümü. Telefonumu bıraktığım yerden de alıp bağladım hemen. Ne açsam diye düşünürken Sertap Erener’den Ateşe barut şarkısını açtım.
“Ateşle barut ah yan yana durmaz!” diye eşlik ederken şarkıya, telefonum titredi.
Mesajın Mestan’dan geldiğini görünce sırıttım. “Gözlerin gözlerimden geçerken, ah yine tövbelerim bozulur.” Dedim mesajı açarken.
Mestan: Günaydın güzelim.
“Güzelin yesin seni.”
Ben: Günaydınn. <3
Mestan: Nasılsın bakalım? İyi misin?
Ben: Seninle konuşurken kötü olmak ne mümkün beyefendi? Çok iyiyim, sen nasılsın?
Şu an güldüğüne emindim.
Mestan: Artık daha iyiyim. Var mı bu gün bir planın?
“Eriyorum bak mum gibi damlaya damlaya sel oldum, al beni sar. Al darmadağın, al doludizgin, Ruhum bedenime dar.” Derken derin bir nefes aldım.
Ben: Yok aslında bir planım, ama istersen her an olabilir?
Mestan: Olsun planın, bu gün benimsin. Plan da değişiklik istemiyorum haberin olsun.
Emir de veriyor canına yandığım.
Ben: Tamamm olur, anlaştık.
Mestan: Ne zaman müsait olursun? O zaman alayım seni.
Düşündüm, ne zaman müsait olurdum ki tam olarak acaba? Kahvaltı edilecekti, babamla ne zaman konuşurdum belli değildi, saat daha erkendi de..
Ben: Sen beni bir saate al ya bence.
Mestan: Bu kadar net konuşma ama güzelim.
Gözlerim kısıldı. Allah Allah ya, şuna bak.
Ben: Kahvaltı edeceğim, sonra hazırlanacağım, sonra beni alabilirsin. Net oldu mu şimdi?
Mestan: Ses kaydediliyor*
Ses: Daha açıklayıcı konuştuğun için teşekkür ederim güz güzeli.
Ses tonuna yutkundum. Sonda ki gülüşü de tuz biberdi gerçekten. Ben buna fena yükseliyordum ama onda pek tık yoktu. Kendimi arsız sapık gibi hissediyordum bazen.
Ben: Rica ederim canım benim. Ama şimdi gitmem lazımm. Kendine çok iyi bak, hadi kaçtım ben. <3
O da veda ettikten sonra telefonu kapattım. Farklı şarkı çalmaya devam ederken ben mutfağa geçip masaya yerleştim.
“Ben de zannettim ki mükemmel bir sofra hazırladı da o yüzden bu şekilde uyandırıldık.” Diyerek söylendi Lâçin.
Gözlerim kısıldı. Anne modu yükleniyor..
“Onu bulamayanlar da var! Şükret şükret!” dedim bilmişlikle. Göz devirip ağzına salatalık attı.
Bu konuşma dışında daha fazla kimse konuşmadı. Ben en sonunda doyduğumu hissedince ayağa kalktım. “Ben dışarı çıkacağım, Mestan ile buluşacağız.” Acar bir şey diyecek gibi oldu ama sessiz kaldı.
“Merak etme Acar, bu gün babama söyleyeceğim her şeyi, olan biteni.” Dedim sadece. Lâçin’e baktım. “Sen ne yapacaksın bu gün?”
“Müze varmış, onlara giderim.” Dedi umursamazca. Onu onayladım, ardından odaya ilerleyerek dolaptan kendime güzel bir kombin yaparak banyoya gittim hızla.
Üstüm başım sucuk kokmuştu kısa bir duş alabilirdim bence.
Hemen beklemeden suyu açarak ılık ayarına getirdim, üzerimde ki kıyafetleri çıkartıp suyun altına girdim. Yine denize gitmek istiyordum.
Duşumu aldıktan sonra düzgünce kurulandım. Hızlı hareket ediyordum çünkü insan banyodan çıkmadan tekrar terliyordu.
Hazırladığım kıyafetleri üzerime giydim. Üzerimde duran eteğime baktım mutlulukla, en sevdiğim eteklerimden biriydi, çiçekli ve mavi renkteydi.
Saçlarımı kurutmadan tarayıp tepeden iki tane balıksırtı ördüm. Eşyalarımı alıp banyodan çıkarak odaya geri ilerledim. Makyaj malzemelerimi ve diş fırçamı alıp banyoya geri döndüm.
Dişlerimi fırçaladım önce, ardından kıyafetlerime uygun bir makyaj yaparak aynadan kendime baktım. Olmuştu bence.
Geri odaya döndüm. Telefonu alıp Mestan’ı aradım, kısa süre de açılan telefon ile beklemeden konuşmaya başladım.
“Ben hazırım, sen hazır mısın? Geldin mi?” kısık sesli gülüşünü duydum. “Aşağıdayım.” Heyecanla yerimde kıpırdandım.
“Ay ne çabuk? Ne zaman geldin? Çoktandır mı oradasın yoksa? Bekletiyor muyum seni?”
“Sakin ol, güzelim. Bekleten sen ol, ben beklerim. Ama çok olmadı geleli, ben erken geldim. Hazırsan gel, bekliyorum.”
Gülümsedim. “Geliyorum hemen.” Telefonları kapattık.
Çantamı ve gerekli eşyaları alarak odadan çıktım.
“Ben çıkıyorum.” Diyerek seslendim içeridekilere.
“Tamam!” dedi uzatarak, Lâçin.
Kapıya ilerleyerek ayağıma sandaletlerimi geçirdim. Kapıyı açıp dışarı doğru adım atarak asansörü çağırdım, asansör geldiğine dair bir ses çıkartınca açılan kapısından içeri girerek zemin katın numarasına basıp bekledim.
Bu bina da yaşayanlar ile çok nadir karşılaşıyorduk. Güya doluydu bina ama pek kimse de yoktu aslında. O kadar insan buraya tatile gelirken onlar da başka bir yere tatile gidiyorlardı sanırım.
Asansör zemin kata geldikten sonra kapıların açılması ile indim. Apartman kapısına ilerleyerek kapıyı açıp çıktım.
Mestan’ın arabası görüş açıma girince, açık camdan göz göze geldik. Kocaman gülümseyerek el salladım, adımlarımı hızlandırıp arabanın kapısını açıp bindim.
“Ben geldim!” dedim tatlı tatlı.
Saçlarıma bakıp gülümsedi. “Hoş geldin gül güzeli.” Elim istemeden saçlarıma gitti, örüğün ucunu tutup omuzundan önüme getirdim.
Bakışlarını yüzüme çıkarttı. “Sarılmak yok mu?”
Kaşlarım havaya kalktı. “Olmaz mı? Sen iste.” Diyerek yerimden doğrulup yaklaşarak kollarımı boynuna doladım. Elleri anında belime dolanırken beni kendisine çekip sımsıkı sarıldı.
“Çok güzel olmuşsun. Bilerek yapıyor gibisin.” Dedi. Anlamayarak ona bakmak için biraz geri çekildim, yakınımda ki yüzüne baktım.
“Neyi bilerek yapıyor gibiyim?” gözleri yüzümde turlarken derin bir nefes aldı.
“Kendime engel olamamam için, bilerek yapıyor gibisin.” Burunlarımız birbirine değecek şekilde yüzümü yaklaştırdım.
“Çok mu belli oluyor?” diyerek kısık sesle konuştum. Dudaklarına kısa bir an temas etmesine izin verdim dudaklarımın, ardından geri çekildim.
Yerime oturup ona döndüm. “Ee nereye gidiyoruz?”
Ellerini yüzüne kaldırıp yüzünü avuçlarının arasına alarak yüzünü ovuşturdu. “Az kaldı, sabrımın tükenmesine çok az kaldı.” Diyerek kısık sesle mırıldanışı kulağıma ulaştı.
Keyifle geriye yaslandım.
“Hey, Mestancığım. Acaba nereye gideceğimizi söyleyecek misin?” bakışları bana dönerken, çekinmeden beni süzdü.
“Bilmiyorum.” Dedi. Sanki nereye gideceğimizi değil de, ne söyleyeceğini bilmiyormuş gibiydi ama neyse.
Kafasını sağa sola sallayıp yola doğru dönüp arabayı çalıştırdı. Ayarlarını bozmuştum adamın, bu gidişle çok dayanmazdı gibi.
“Piknik tarzı düşündüm, sever misin? Sevmezsen eğer değiştiririz hemen.” Heyecanla ellerimi çırptım.
“Sevmek ne kelime! Ayy çok güzel olacak, hadi gidelim hemen.” Yola dönüp yolu izlemeye başladım sabırsızlıkla.
Gülüş sesini duydum. “Gidelim bakalım.” Araba ilerlemeye başladı.
Arabanın açık camından esen rüzgâr oldukça huzurlu hissetmeme sebep olurken benim için bitmek bilmeyen araba yolculuğu sonunda bitince arabadan dışarı fırladım.
Etrafa bakındım. Büyük bir piknik alanı vardı, birçok insan da burada piknik yapıyordu, cennetten fırlamış gibi bir görüntüydü.
Mestan’a baktım. Gülüşü yüzünde, bir yandan beni izlerken bir yandan da arabanın bagajına ilerliyordu. İçinden bir sepet çıkarttı, ardından beni yanına çağırması ile beklemeden yanına adımladım.
“Yok öyle boş durmak, al bakalım sen de bunları.” Ellerime iki tane minder verip bagajı kapattı.
Oldukça hafif süngerleri tek elimle taşırken boşta ki elimi de Mestan tuttu.
“Aman Allah’ım ne kadar ağırlar. Ben bunları nasıl taşıyayım Mestan?” dedim yalandan.
“Senin için o kadar ağır olacaklarını tahmin edemedim.” Elimdekileri almaya yeltenince göz devirdim.
“Şakaydı sadece. Latife yapıyorum.” Dedim söylenir gibi.
Beni kendine çekerek kolunu omzuma attı. “Şakanı yesinler senin.” Dediğine gülerken piknik yapan diğer insanların yanından geçip uzaklaşmaya başladık.
“Nereye gidiyoruz Mestan? Piknik alanından uzaklaşmıyor muyuz şu an?” diyerek sordum.
“İlerlemeye devam et güzelim, ilerde daha güzel yerler var ancak sahipli. Sahibi arkadaşımdı, rica ettim.”
“Anladım.” Diyerek ilerlemeye devam ettim. Yerde ki çimler biraz daha uzunken ağaçların sıklaştığı yerlere doğru gitmeye devam ettik.
Kuş ve cırcır böceklerinin sesi çok fazlaydı. Hissettiğim huzurun tarifi yokken elimde ki eli biraz daha sıkı tuttum.
“Geldik.” Dedi Mestan.
Gerçekten de burası daha güzel gözüküyordu. Mestan’a baktım. “Burası çok güzel ama.” Dedim hayranlıkla. Elinde ki sepeti yere bıraktı, ben de minderleri yere bırakıp sarıldım hemen.
Her fırsat itina ile kullanılır..”
“Senin güzelliğin kadar değil hiçbir güzellik. Olduğun her yer seninle birlikte daha da anlam kazanıyor güzeller güzelim.” Biraz eğilip kollarını belime dolayarak beni yukarı kaldırdı. Ayaklarım yerden kesilirken gülerek geriye çekildim.
Ellerimi yanaklarına koyarak dudaklarımı yanaklarına bastırarak öptüm üst üste. “Kalbime nasıl işledin bu kadar?” diyerek ciddi bir merakla sordum.
“Senin kalbimde edindiğin yerden haberin yok güzelim.” Bana utanma perileri gelirken omuzuna vurdum birkaç defa yavaşça. “Hadi indir beni de güzelce kuralım sepettekileri.”
Gülüşü büyürken beni yere indirdi. “Siz uzun boyluların işi de çok zor, çok yukarıdasınız.” Konuyu değiştireyim diye çabalarken sepetin kapağını açtım.
Beni bir piknik örtüsü karşıladı. Gülümseyerek çıkarttım hemen, ayağa kalkarak örtünün diğer ucunu Mestan’a tuttururken diğer ucundan da ben tuttum. Güzelce yere yaydık. Minderleri de güzelce yan yana gelecek şekilde bıraktım örtünün üzerine.
“Ay çok güzel ya.” Diyerek ellerimi çenemin altında birleştirdim.
Mestan yanıma yaklaşıp saçlarıma bir öpücük bıraktı. Ayakta kalmayalım daha fazla, gel oturalım.” Dedi. Kafamı sallayarak onu onayladım, ikimiz de minderlere oturduk. Mestan benim uzağımda kalan sepeti kendine doğru çekip içinden meyve dolu olan tabağı çıkarttı.
“Kahvaltını güzelce yaptın mı? Yapmadıysan eğer önce diğerlerini çıkarayım.”
“Hayır hayır, ettim kahvaltımı. Sen yaptın mı peki?” beni onayladı. İçinde her türden mevsimlik meyvelerin bulunduğu tabağı önümüze bıraktı.
İçecek olarak iki tane küçük şişe su, bardak ve meyve suyu getirmişti. “Keşke deseydin piknik yapacağımızı. Ben de hazırlardım bir şeyler, olmadı bak böyle.” Diyerek gözlerine baktım.
Yanağıma koydu elini, başparmağı ile ufak ufak okşayıp geri çekti elini. “Bunu sorun etme, daha uzun bir ömür var önümüzde. İlla yaparız tekrar piknik, o zaman bir şeyler hazırlarsın sen de.” Haklı oluşu ve ultra ikna edici konuşması sayesinde sesimi çıkartmadım.
Aklıma gelen şey ile Mestan’a baktım tekrar. “Burada telefon çeker mi?” anlamasa da kafasını salladı. “Çekiyor, neden?”
Derin bir nefes alıp verdim. “Babam arayacaktı da, ne zaman arar bilmiyorum tam. Buradayken ararsa da ulaşamazsa eğer diye korktum.”
Beni onaylarken meyve tabağına uzanıp dilimlenmiş karpuzun birini ağzına götürüp ısırdı. “Babana düşkün müsün?” yüzümde istemeden bir gülümseme oluştu.
“Çok..” dedim sadece.
Sıkıntıyla nefes alınca istemeden kaşlarım çatıldı. “Ne oldu ki?”
“Seni almak baya zor olacak desene.” Deyince birden kahkaha atmaya başladım. Kendimi tutamayarak geriye doğru uzanıp gülmeye devam ettim.
“Dert ettiğin şeye bak canımın içi, sen istersen ben seni kaçırırım.” O da gülmeye başlarken üzerime doğru eğildi.
“Tam tersi olması gerekmiyor mu? Benim seni kaçırmam gibi?” diyerek gözlerime sabitledi bakışlarını.
Gülüşüm durulurken yutkundum bu sefer.
“Ne fark eder canım? Yok aslında fark eder, şimdi sen beni kaçırırsan babam seni vurur, kendisi emekli polis de biraz. Eğer ben seni kaçırırsam bizim eve iç güveysi olarak geldin mi tamamdır bu iş, daha kolay ikna edebiliriz babamı.”
Konuştuğum süre boyunca gözleri dudaklarımdaydı. “Kaçır o zaman beni? Neyi bekliyoruz?” dedi ciddi ciddi. Kıkırdadım kendimi tutamayarak.
“Babamın hiçbir şeyden haberi yokken ona bu şekilde sürpriz yaparsam hastanelik olur Allah korusun. Yoksa hemen kaçırırdım seni.”
Yüzüme yaklaşıp burnumun ucunu öptü. “Nasıl ikna edeceğiz babanı?” kısa bir an düşünür gibi bir ses çıkarttım. Acaba babama bu gün söyleyeceğimi söylemeli miydim?
“Aslında sana bir şey diyeceğim..” dedim bilerek sesimi mırıltı şeklinde çıkartarak. Ellerimi yanağına götürüp orada tuttum.
“Ne söyleyeceksin bakalım?” böyle de güzel güzel sorunca benim kendimi tutmam zorlaşıyordu.
Aslında ben mucizevi uğur böceğiyim demem yok muydu peki?
Kendi kendime sırıtırken anlamayarak kaşlarını kaldırdı. Nefes aldım, göğüs kafesim nefes alışım ile yükselirken üzerimde olan Mestan’a temas etti.
Yutkundu. Yanaklarım aniden kızarırken dikkati dağılsın diye beklemeden konuştum.
“Birazdan babamın arayacağını söyledim ya hani? Ona bizden de bahsedeceğim.”
Duraksadı. “Harbi mi diyorsun?” kafamı salladım usulca. “Harbi diyorum.”
Üzerimden doğrulup kalktı. “Baban ne zaman arıyor?”
Ben de yerimden kalktım. Omuz silktim, “Bilmiyorum ki.”
Su şişesinin kapağını açıp büyük bir yudum aldı. “Babana söyleyeceksin? Sana kızar mı?”
“Sakin olsana lütfen. İstemezsen söylemem, gerçekten. Ayrıca kızmaz merak etme.” Kızmazsa büyük sıkıntı.
“Yok, söyle tabi. Sen nasıl istersen öyle olsun, bilsin adam.” Oturuşumu düzeltip ayaklarımı uzattım.
“Değil mi? Bilsin adam.” Derke gülmeye başladım.
“Gül sen, gül.”
Telefonumu melodisi duyuldu. Çantamdan telefonumu çıkartıp ekrana baktım. Babam arıyordu, hem de görüntülü.
Ekranı Mestan’a gösterdim. Gergince gülümsedi, “Bekletme adamı, aç hadi.” Yüzümde ki büyük sırıtışla açtım telefonu.
Görüş açıma giren babam ile konuşmaya başladım hemen. “Babam, nasılsın görüşmeyeli?”
Güldü. “İyiyim güzel kızım, sen nasılsın görüşmeyeli?” kuruyan dudaklarımı ıslattım. “Çok iyiyim.”
Kafasını salladı ağır ağır. “Güzel güzel. Anlat bakalım, ne var ne yok?” valla baba ne yok ki..
“Dışarda mısın sen bu arada? Diğerleri nerede?”
Gözüm Mestan’a kaysa da hemen çektim bakışlarımı. “Onların kendi planı varmış baba, bizimkilerden kimse yok burada.”
Onaylayan sesler çıkarttı. “Neredesin bakayım sen? Arka plan da ful ağaç var.”
“Piknik yapıyorum, ondan ağaç var.”
“Tek mi yapıyorsun pikniğini?” deyince sırıttım.
“Baba, ben aslında sana bir şey demek istiyordum.” Lafımı kesti.
“Ondan önce sen derdinin ne olduğunu söyle bakalım, pikniği kimle yaptığına sonra geliriz. Tanırım ben kızımı, bir şey olmuş.”
Mestan’ın varlığından ziyade, onun duyacağı şeyleri duymasına hazırlıklı mıydım bilmiyorum.
Bakışlarımı kaçırdım. Sıkıntıyla derin bir nefes aldım. “Ben, çok mu vurdumduymaz birisiyim baba?”
Anlamayarak kaşlarını kaldırdı. “Bu da nereden çıktı güzel kızım? Değilsin elbette. Kim diyor sana bunu?” omuz silktim.
“Bunun bir önemi yok. Ben vurdumduymaz birisiysem eğer bunu yapmayı bırakmak istiyorum, insanların ne değini umursamam ancak eğer gerçekten de öyleyse..”
“Aysima, canım kızım, ay kızım öyle bir şey yok.” Bedenim kasıldı.
“Var galiba.” Dedim istemeden. “Var ki diyorlar. Belki de ben farkında olmadan yapıyorum bunu? Hani psikiyatrist de demişti ya?”
“Savunma mekanizması gibi.” Diyerek babama baktım. Gözleri buğulanınca dişlerimi sıktım. “Derdim seni üzmek değildi baba, çok üzgünüm.”
Kafasını sağa sola salladı. “Bu halde olmana, bu şekilde hissetmene sebep olan kişiyim ben, kızım. Asıl üzgün olan benim. Vurdumduymaz değilsin güzel kızım, eğer öyle olsaydın şu an benim üzgün olduğumu umursamazdın.” Yutkundum.
“Benim yüzümden kaçırıldın, küçüktün, küçücüktün.” Dedi mırıldanır gibi. Küçük bir çocukken, babam iş sebebi ile farklı bir şehirde çalışıyordu.
Babam, bir suç örgütüne takıntılı olmuş ve sürekli onların peşindeydi. Bazen evimizin çevresinde babamın emri ile sivil polisler gezdiği oluyordu. Babam defalarca, bir süreliğine tek başımıza dışarıya çıkmamamız gerektiği konusunda uyarıda bulunmuştu.
O zamanlar ki halim ile bu zaman ki yerimde duramama durumum neredeyse aynıydı, ufak bir farkla o zamanlar daha hareketliydim. Asla yerimde duramazdım, bir de çocuk aklına sahip olunca.
Bir gün gizlice dışarı çıkmıştım.
O gün ise benim en kötü günlerimin başlangıcı olmuştu.
Yakup’un da dediği gibi belki de fazla vurdumduymazdım. Bu huyumun o zamanlardan başladığını biliyordum, eğer kurtulduktan sonra o anların etkisinden bu huyum ile kurtulmasaydım, şu an var olacağıma inanmıyordum.
Yanlış kararlar verebilirdim.
Aslında bu durum artık benim için kapanmış sayılırdı, asla dile getirmezdim. Psikiyatriste gittiğimiz de bile doktorum benim oldukça olgun bir düşünce yapısına sahip olduğumu, kendi başıma üstesinden geldiğimi söylemişti aileme.
Tozlu raflarda kalan bu düşüncelerim gün yüzüne çıkmak ister gibi birden yüzüme vurulmuştu.
Hala kendini suçluyordu. Kafamı sağa sola salladım hızla. “Hayır, baba deme öyle. Ben artık İstanbul’a yanına döneyim mi? Hım?” dedim hızla.
Beni reddetti. “Seni ne kadar özlemiş olsam da kal biraz daha, her ne yapıyorsan da yapmaya devam et, sana iyi geliyor gibi.” Dedi.
Bunları Mestan’a daha düzgünce anlatırdım sonra, merak ettiğini biliyordum. Şimdilik bu konunun üzerini kapatmak lazımdı, beynim bana oyun oynayıp film şeridi gibi o günleri gözlerimin önünde canlandırmaya hazır bir şekilde bekliyordu sanki.
Konuyu değiştirmek adına babama baktım. Sesimi canlı çıkartmaya özen göstererek konuştum.
“Baba. O zaman sana başka bir şey diyeceğim.” Mestan’a kısa bir bakış atıp sırıttım.
“Söyle hadi, dinliyorum seni.” Onun da sesi daha gür çıkıyordu artık.
“Öhm, şey. Benim yani ben.. Benim hayatımda biri var, tanısan çok seversin, hazır ol sana damat geliyor.” Dedim bir çırpıda.
Mestan’ın büyüyen gözlerini gördüm. Babama kal gelmiş gibiydi, hareket etmiyordu.
“Baba? Babaa?”
Mestan’a baktım. “Çok mu ani giriş yaptım ki?” kafasını sallayınca ben endişe ile alt dudağımı ısırıp ekrana baktım.
“Ya baba, ses versene!”
“Hayatında biri var? Damat geliyor?” kafamı salladım gerginlikle.
“Şu an da yanında da o var galiba?” yine kafamı salladım.
“Kapat yavrum telefonu.” Diyerek telefonu yüzüme kapattı.
Anlamayarak kaşlarımı çattım. “Kapat diyor, kendisi kapatıyor. Ayrıca nereye gitti ki şimdi?”
“Ah güzelim ah..” diyen Mestan’ın sesi ulaştı kulaklarıma.
Dudaklarımı büktüm. Ne yaptım ki ben?
°°°°°°°°°°°°°°°°°°°°°°°°°°°°°°°°°°°°°°°°°°°°°°°°
BÖLÜM SONU.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |