10. Bölüm

10. Bölüm

Hira Nisa uludağ
hiranisud

Sınırı çok çabuk geçtiniz ve bunun için sizlere ne kadar teşekkür etsem az. Bu bölümde sınır koyucam üzgünüm ama performans olarak mükemmelsiniz.

10 oy 10 yorum

iyi okumalar satır arası yorumları unutmayınnn

Kabul ediyorum...

Zihnimde sürekli öten ses buydu, bu yanlış yaptığımın bir işareti miydi?

O an sadece ülkem için tehlike unsuru içeren bir kaç adamın yakalanmasına yardımcı olacaktım. Planım oydu ama tehlikelerini gerçekten yeni fark ediyordum. Ya da ben gittikten sonra olacak şeyleri...

O gün üzerinden iki gün geçmişti ve hiç bir şey olmamıştı. Hastaneden gelmiştim ve bir salata yiyip yemek olayını kapatmıştım. Oğuz bugün nöbete kalacaktı. Oğuz demişken;

O hiç bir şey olmamış gibi davranıyordu, her şeyi bir anda unutamazdı, bir anda bu kadar güçlü görünmesi sadece üstesinden gelebildiğinin göstergesiydi. Hastaneye çok çabuk alışmıştı. Beni bile şaşırtmıştı bu. Hemşirelere yargı dağıtıyor, insanların hayatını kurtarıyordu. Eski Oğuz geri gelmişti yani.

Ben ise hiç bir şey olmamış gibi davranmıştım. Hastanede bazen Ata ile karşılaşıyor sohbet ediyorduk. Ama daha ilerisine ben gidemiyordum. Orada bana verdikleri mektubu açmaya cesaret dahil edememiştim. Korkak olduğumu yeni anlıyordum. Korkak, acımasız, iğrenç. Bu üç kelime zihnimde ötüyor ve bulanıklaştırıyordu.

Saat akşam altı olmuş, hava çoktan kararmıştı. Evde yanlız olmak ise garip gelmişti Oğuz'a alışmıştım.

Bilgisayarım kucağımda salonda ki koltuğun hemen yanına çökmüş bir hastam hakkında araştırma yapıyordum. İnme diye zor bir hastalığa yakalanmıştı.

Beyne giden kan beslenmesinin engellenmesi sonucu meydana gelmişti. Beyne giden kan akışı engellenir Buna bağlı olarak yüksek ihtimal olan beyin hasarlanması meydana gelmişti. Ameliyatta masada kalma oranı çok yüksekti endişelendiğim şey buydu çünkü henüz genç bir kadın olan Nazlı hamileydi.

İskemik ve hemorajik olmak üzere iki farklı türü bulunurdu. İskemik inmeye sebep olan kan pıhtısı iken, hemorajik inme beyni besleyen damarların birinde yüksek tansiyona bağlı patlama sonucu beynin hasarlanması ile oluşan durumdur. Nazlı ise hemorajiğe yakalanmıştı. Beyninde çoktan bir damar yüksek tansiyondan patlamıştı bu da geçici süre sağ tarafının felcine neden olmuştu. İlk ameliyatını İzmir'de olmuştu ama oradaki doktorlar bu işin altına girmek istemediği için bize gelmişti. Çünkü biliyorlardı ki resmen hastayı masada bırakmak için girilen bir ameliyattı bu çünkü bebek bu tehlikeyi %30'a kadar çıkartmıştı.

Ama emindim ki ben bu ameliyatı başarı ile tamamlayacaktım. Kendime bu konuda güvenim tamdı.

Çalan kapı ile ayağa kalktım. Kim gelmişti? Oğuz'un nöbeti vardı Ata habersiz gelmezdi. Kapıyı açtığımda karşımda duran Çakır ile çatık kaşlarım ile ona baktım. Neden buradaydı?

"Ne oldu?" Elini kaldırıp poşeti salladı ve beni kenara itip içeri girdi. Sinirle kapıyı kapatıp peşinden girdim.

"Ne yapıyorsun sen?"

"Senin beni alacağın yoktu, ayrıca tek yaşıyorsun sanıyordum bu evin büyüklüğü ne?" Çoktan salona kurulmuş etrafı inceliyordu.

"Bir arkadaşım- sanane be!"

"Aman neyse ne, hadi gel yemek getirdim."

"Yemek yedim ben." Başını bana çevirdim. Beni baştan aşağı süzüp konuştu;

"Salata mı yedin yine?"

"Se-"

"Bak eğer seni göreve aldıysak ebene kadar araştırmışız demektir. Bunda şaşıracak bir şey yok. Sana direkt güvenmemizi bekleyemezsin öyle değil mi?" Derin bir nefes verip sinir bozukluğu ile karşısında ki koltuğa oturdum. O zaman ev hakkında da yalan söylemişti. Kabul etmekle gerçekten de hata yapmıştım, Çakır gerçekten de baş belasıydı. Bilgisayarı önüme çekip kalan işime devam ettim. Çakır da o sıra yemeğini yiyordu. Garip bir ortamdı. Yani ben öyle hissediyordum.

On beş dakika sonra Çakır yemeğini bitirmiş beni izliyordu, onu çok takmamaya çalışarak devam ettim.

"Ne zaman bitecek işin?" Bilgisayarı kapatıp yanıma koydum.

"Bitti, ne söyleyeceksen söyle de git."

"Fazla açık sözlüsün." Kafamı koltuğun tepesine yaslayıp derin bir nefes aldım. Ben böyleydim, beğenmiyor ise gidebilirdi ha beğeniyor ise direkt gidebilirdi. Bu muhtemel bir sonuçtu.

"Her neyse, buraya boş laf yapmaya gelmedim." Alayla ona döndüm.

"Hadi ya, ben gözlemlediğim kadarı ile öyle sanmıştım." Bana göz kırpıp başından beri koltuğun üzerine bıraktığı dosyayı aldı. Önünde ki sehpanın üzerine koyup bir sayfa açtı.

"Burası planı gerçekleştireceğimiz binanın krokisi."

"Peşimden gel, dosyayı da al!" Üst kata çıktıktan sonra çalışma odama girdim. Büyük bir tahta vardı burada ayrıyetten bir projeksiyon. Yanında illa bir flaş bellek vardır umudu ile tahtayı
gösterdim.

Cebinden bir şey çıkartıp projeksiyonun yanına ilerledi. Projeksiyonu çalıştırıp eline yanında duran kumandayı aldı. Ben masanın yanında duran koltuğa oturup onu izlemeye başladım. Şimdi büyük olan görselden düzgünce gözlemleyebiliyordum.

Eline tahtanın çubuğunu alıp işaret etmeye başladı.

"Az öncede dediğim gibi burası planın başında gireceğimiz binanın krokisi. Plan basit, ele başını al, belgeleri yok et ve çık. Oldukça klişe ama dikkat çekmeyen bir plandan ilerleyeceğiz anladın mı?"

Ayağa kalkıp tahtanın yanına ilerledim. Elinden aldığım çubuğu alıp krokide bir yeri işaret ettim.

"Buradan girmek tehlikeli olur." Hemen kapının girişinde bir çok koruma olacaktı.

"Eğer davetli değilsek, orasını hâlâ halletmeye çalışıyoruz ama sen takılma."

"Davetli değilsek. Kimin daveti bu.?" Ben oraya her şekilde girerdim. İster Akarcalı kızı olarak, ister Hanzade sahibi olarak. Bana tüm kapılar aralıktı.

"Ahsel holding, daveti düzenleyen kişinin bu olaydan haberi yok. Arka planda olacakların tüm suçlusu bizim tehlike unsurlarımız. O gün yüklü miktarda yapılacak olan bağış bir kaç bilgisayar işi sayesinde yurt dışında bir satıcının hesabına aktarılacak oradan da PKK unsurlarının kıyısına girecek." Tahtadan gözlerimi ayırıp yüzümde bir sırıtışla ona döndüm.

"Giriş işini bana bırakın. Siz sadece gidişata odaklanın."

"Nasıl yapmayı planlıyorsun?" Ona gözümü kırpıp önüme döndüm. Ben Alya Neva Hanzade, bana açılmayan kapıları tekmeleyerekte olsa yine açarım.

"Evet, planın devamı?" Tahtaya geri dönüp planı anlatmaya başladı.

-

Hastaneden çıkıp arabaya yöneldim. Bugün erken çıkmıştım çünkü 36 saatlik nöbete gelecektim akşama. Dün Çakır gittikten sonra plan üzerine çok düşünmüştüm. Ama hiç bir kusur yoktu. İşler ters gitmezse yarım saat içinde her şeyi bitirip çıkacaktım.

Arabayı eve sürüp garaja park ettim. İçeri girip direkt odama yöneldim. Dün çakır gece iki gibi gitmişti ve sabah beşte kalkıp günlük programa uymuştum. Üç saatlik uyku ile saat üçe kadar ayakta koşturmuştum. Ama şimdi çok uykum vardı. Saat altıda hastanede olmalıyım, uyursam tekrar uyanamayabilirdim. O yüzden ayılmak için duşa girecektim.

Duşumu alıp üzerime gri bir takım giyip üzerime beyaz bir badi giydim.

Aşağı inip mutfağa geçtim. Dolapta Oğuz'un yaptığı yemeklerden vardı. Oğuz'un annesi gençken aşçıydı ona belki de hayatının en eğlenceli zamanlarını yemek yapmayı öğreterek geçirmişti. Oğuz şanslı bir insandı. En azından belli bir yaşa kadar ailesi vardı, mutlu bir ailesi...

Yemekleri ısıtıp bir tabağa koydum ve ada tezgahın sandalyesine oturdum. Yemeğimi yerken bugün girdiğim ameliyatın sürecini düşünüyordum. Nazlı'nın ameliyatına girmiştim. Oda, bebekte sağlıklıydı ama sağ tarafı geçici bir süre felçli kalacaktı. Tek temennim bebek doğana kadar bu süreci atlatmasıydı. Tatlı kızdı Nazlı, 22 yaşında okurken evlenmiş, şanslı bir kadın olmuştu. Eşi bu süreçte hiç yanından ayrılmamıştı. İyi bir ebeveyn olacakları kesindi.

Yemeğimi bitirip makineye koydum ve salona geçtim. Beş olmuştu saat ve hastane çok yakın olduğu için daha çok vaktim vardı. Bilgisayarı alıp bir kaç hastanın dosyası üzerine çalıştım. Alanında başarılı bir doktordum ve bu insanların beni parmakla gösterecek kadar iyi olduğumu düşündürüyordu. Hanzade ailesi iyi bir ebeveyn olmasa da iyi bir eğitimciydi aile açısından. Beni şirketin başına koymak isteselerde ne onlar beni ne de ben onları yüz üstü bırakmıştım. Aile bağlarımız sıkıydı bizim. Sevgi bir ailenin temeli olsa da saygı onu destekleyendir. Bizde sevgi olmadığı için saygı bizim temelimizdir.

İnsanlara bu yüzden yaklaşmıyordum sanırım. Çünkü eğer sınırı aşarsam saygımın bozulacağını hissediyordum. Ailemi yüz üstü bırakmak benim için imkansız bir şeydi. Saygıyı bozma ihtimalleri yüzünden insanlara yaklaşmamak benim için güvenilir bir kuraldı. Tabi bir kaç istisna olabilirdi.

Saat altıya doğru yaklaşırken bilgisayarı kapatıp ayağa kalktım. Oğuz çok yakında burada olurdu. Onun arabasını bakıma göndermiştim ve dün gelen araba ile Oğuz rahatına kavuşmuştu. Evde çok birbirmize denk gelmiyorduk ya benim nöbetim oluyordu ya onun. Sayılı günlerimiz beraberdi. Arabaya binip hastaneye sürdüm.

Bir kaç dakikada geldiğim hastane ile arabayı otoparka koyup hastaneye girdim. Etrafta koşuşturan insanlardan anladığım kadarıyla acil bugün kalabalıktı. Odama gidip acil kıyafetlerimi giydim ve önlüğümü üzerime geçirdim. Ayağıma terlik giyip stetoskopu boynuma astım. Odadan çıkıp acile indim.

Yanıma koşarak gelen stajyer doktor ile yanıma gelmesini bekledim.

"Hocam hoşgeldiniz, Ata hoca siz gittikten sonra sizi sordu." Bir şey demeden başımı salladım ve acil kapısından girdim.

"Hocam Ata hoca-" isimliğine bakıp sözünü kestim.

"Kerim, sen Ata hocanın postacısı mısın?" Şaşkınca bana bakarken bir şey demiyordu.

"Cevap ver kerim." Hâlâ bir şey demediği için sakinleşmek adına bir nefes alıp onu arkamda bıraktım. Ata isterse bana mesaj atardı. Ne bu işsizlikler.

Bir köşede oturup insanları izlerken içeri giren sedye ve paramedik görevliler ile hızlı adımlarla onların yanına ilerledim.

"7 yaşında kız çocuğu, fıstık ezmesine ölümcül derece alerji. Nabzı düştü, Solunum, tüple sağlanıyor."

"Hastanın ebeveynleri nerede?" Arkamdan gelen ses ile sedyeyi bırakmadan oraya döndüm. Eldiven getiren asistanım ile elime taktık.

"Burdayız! Yardım Edin lütfen çocuğuma." Karısını tutmaya çalışan adam çok çaresiz görünüyordu.

"Hastanın kilosu kaç?"

"Ha?"

"Hastanın kilosu kaç!?"

"28 kilo."

"0.005 miligram adrenalin intrakardiyat hazırlayın!" Yanımdan koşarak uzaklaşan hemşire ile sedyeyi bir köşeye çektik ve perdeyi kapattım. Dışarıdan ebevynlerinin gelen ağlama sesi ile kulaklarım kanayacaktı.

Asistanım solunum tüpüne devam ederken içeri giren hemşire enjektörü bana uzattı. Eşofmanı kesip enjekte edeceğim yeri pamukla temizledim. Kas altına yaptığım enjektör ile hasta birazdan kendine gelirdi.

"Hastayı odaya alın, saat başı kontrol edin." Oradan çıkıp hasta yakınlarına baktım.

"Çocuğum nasıl?" Karısının aksine gayet sakin davranan adam ile muhattabım olan kişiyi seçmiştim çoktan.

"Merak etmeyin durumu iyi. Herhangi bir komplikasyon durumu için bu gece hastanemizde misafir edeceğiz küçük hanımı. Hastanın kaydını yaptırıp yanına gidebilirsiniz." Bana teşekkür eden karı-kocanın yanından sıyrılıp eldivenleri çıkartıp çöpe attım. Arkamdan bana yaklaşan biri ile kenara çekildim.

Ata'ydı gelen bana arkadan sarılacaktı ama kolları hava da boş bir şekilde kalmıştı. Ona göz devirip bir elinde tuttuğu kahveyi aldım.

Onu orada bırakıp gitmeyi planlarken peşimden gelmesi istediğim şey değildi.

"Ay nasıl da nöbetlerimiz denk gelmiş, inanabiliyor musun?" İnanmıyordum Ata.

"Hadi ya, ben bugün neden seni başhekimin yani amcanın yanından çıkarken gördüm." Blöf yapıyordum tamamen. Yoksa Ata'yı bugün görmemiştim.

"Yok ya, beni yanına çağırmıştı o yüzden gittim yani, evet o yüzden gittim. Kesinlikle." Yalan söylediğini daha fazla belli edemezdi. Ona küçük bir kıkırdama gönderip koltuğa oturdum. O da yanıma oturup yine ve yine konuşmaya başladı!

-

Biten nöbetim ile hiç uykum yok gibiydi. Bilmiyorum ama buraya geldiğimden beri pek uyumuyordum. İki günde sadece üç saatlik uyku ile ayakta kalmıştım. Galiba bünyem alışmıştı.

Hastaneden çıkıp arabama bindim. Saçlarımı dağınık bir topuz yapmış üzerime geri kıyafetlerimi giymiştim. Sabah hastanede Oğuz ile karşılaşmış beraber yemek yemiştik. Bugün ikimizin de nöbeti yoktu.

Geldiğim ev ile arabayı diğer arabamın yanına, garaja park ettim. İçeri girip kapıyı kapattım. Üst kata çıkıp duş aldım ve altıma siyah kareli pijama üzerime de düz siyah bir tişört giydim.

Evin ısısını arttırıp yatağa attım kendimi. Ama uyumama izin vermeyen şey kapı ziliydi. Çalar çalar giderdi değil mi?

Ya yeter ya! Açmıyorum kardeşim işte. Açmıyorum! Bir sebebi var herhalde.

Sinirle yataktan kalkıp aşağı indim. Kapıyı açtığımda karşımda sırıtan bir adet Çakır ile sinirle ona bakıyordum.

"Ne işin var senin burada!" Beni yine kenara itip içeri girdi. Alışkanlık haline getirmişti bunu iyice.

"İçeri gelsene!" Bana salondan bağırıp iyice sinir etmeye başladı. Kapıyı çarpıp yanına ilerledim.

"Lan! Lan biliyorsun madem her bokumu, nöbetten yeni geldiğimi de biliyorsundur değil mi? Bendeki de soru, tabiki biliyorsun!"

"Tabi ki biliyorum." Yaptığı marifetmiş gibi konuşup böbürlenmesiyle yanımda duran yastığı ona fırlattım. Yastığı hava da yakalayıp yanına koydu.

"Niye geldiysen söyle sonra defol git." Sinirle koltuğa oturup konuşmasını bekledim.

"Yemek sipariş vermiştim. O gelsin konuşuruz." Arkasına yaslanıp telefonu ile oynamaya başladı.

"Çakır, bak çok ciddiyim beni iyi dinle tamam mı?" Yerinde dikleşip bana doğru eğildi sehpanın üzerinden.

"Dinliyorum."

"Bak, şu iki günde sadece üç saatlik uykuyla ayaktayım. Gece boyu sıkıntılı teyzelerle uğraşıp sabahı sabah ettim. Yetmedi eve geldiğim de sen evime abanıp benden izin istemeyip içeri giriyorsun. PARÇALARIM OĞLUM SENİ SİKTİR GİT YA!" ayağa kalkıp yastıkla kafasına vurmaya başladım.

"Neşterle haşat ederim oğlum seni. Anladın mı beni!" Kafasını sallayıp ayağa kalktı.

"Tamam çık sen uyu sinirini hallet hadi. Ben burada sessiz sakin bekliyorum." Gitmeyeceğini anladığım da sinirle yastığı bıraktım...

Aşağıdan gelen sesler ile gözümü açtığımda kim olduğunu merak etmiştim. Ayağa kalkıp saçımı dağınık bir topuz yaptım ve elimi yüzümü yıkadım. Bağırışma sesleri geliyordu aşağıdan.

Salona girdiğimde Oğuz ve Çakır'ın pes oynadığını gördüm. Bağırışma sesleri onlardan geliyordu. Ama bir insan bu kadar düşüncesiz olabiliyordu herhalde.

"Çakır, Oğuz." İkisi de başını bana çevirince birden ayağa kalktılar.

"Lan biz Alya'yı unuttuk!"

"Senin yüzünden oğlum hep."

"Kesin sesizini. Siz ne ara tanıştınız?" Gidip koltuğa oturup onların konuşmasını bekledim büyük bir sakinlikle. Zaten yeterince uyumuştum.

"Ben burada seni beklerken Oğuz geldi, kim oluğumu sordu ben dedim ki Alya'nın burada çok yakın bir arkadaşıyım. Sonra işte bu hâle geldik." Evet görüyordum ne hale geldiklerini. Salonun her yerinde bir cips kırıntısı çıkabilirdi. Kırlentler yerdeydi.

"Hadi kalkın temizleyin şurayı." Oğuz ayağa kalkıp kilere giderken Çakır kırlentleri topluyordu. Ben de telefondan yemek söyleyip koltuğa bıraktım kendimi. Ayılmam biraz uzun sürecekti.

Yaklaşık yarım saat sonra Çalan kapı ile yerimden kalktım. Gelen yemekleri alıp içeri girdim. Yemeği sehpaya koyarken mutfaktan çatal kaşık getiriyordum.

Yemeği yemeye başladıktan sonra gözlerim Çakır'a takılı kaldı. Onu ilk hastanede sonra Birlikte ve ardından benim evimde görmüştüm. Şuan ki hali ve birlikteki hali ile aralarında dağlar kadar fark vardı. O zaman dimdik omuzları ve sert çehresi ile yıkılmaz biri olarak görmüştüm ama şimdi gülerek Oğuz ile sohbet etmesi, güldüğü için sarsılan omuzları bana bambaşka biri olduğunu söylüyordu.

Bana dönmesiyle yemeğime geri döndüm. Yanlış bir şey yapmamıştım. Sadece merak etmiştim. Çalan kapı ile kaşlarımı çatıp Oğuz'a baktım. Birini mi davet etmişti?

"Bana bakma ben kimseyi çağırmadım." Çakır'a döndüğüm de kafasını iki yana salladı. Ayağa kalkacağım sıra Çakır benden önce ayağa kalkmıştı. Ona izin verip ağzıma bir kaşık daha tavuklu pilav attım.

Ağzım dolu dolu olurken dışarıdan tanıdık bir ses geldi.

"Alya'ya bakmıştık biz yanlış mı geldik acaba?" Süngü hanımın konuşması ile kafamı hemen arkada kalan kapıya çevirdim. Şaşkınlıkla ağzımdakiler boğazıma kaçarken öksürmeye başladım.

Nefes alamıyordum!

Oğuz gelip sırtıma vururken ağzıma ayran dayıyordu. Çakır koşarak yanıma gelirken benim gözlerim Kurt'taydı.

Bunların burada ne işi vardı?

Tıkanıklığım geçince hızlıca ayağa kalktım ve kapıya doğru adımladım. Yüzüm kızarmıştı nefessizlikten.

"Hoşgeldiniz, niye geldiniz?" Arkada duran Ata öne çıkıp içeri girdi.

"Aradık seni de ulaşamadık. Rahatsızsan gidelim."

"Ha yok, içeri gelin lütfen!" Onlar içeri girerken bende kapıyı kapatıp peşlerinden ilerledim.

"Koltuğa oturun." Onlar etrafı incelerken ben yerin dibine girecektim az daha. Onların karşılarında sert biri imajı vermiştim ama şimdi karşılarında en paspal halimle duruyordum. Çakır ve Oğuz, ikili koltuğun en ucuna oturup insanları inceliyordu. Çakır her bokumu bildiği için bu insanların da kim olduğunu biliyordur diye düşündüm ama Oğuz'a hiç bir şey dememiştim. Aklımdan tamamen çıkmıştı.

Ben de gidip tekli koltuğa oturup Akarcalı'lar ile bakışmaya başladım.

"Bunlar kim kızım?" Turan bey merakla konuşurken ben yanağımın içini ısırıyordum.

"Bunlar, bu Oğuz benim ev arkadaşım. Kalp cerrahı. Bu da Çakır arkadaşım." Çakır'ın ne meslek yaptığını söyleyemezdim.

Oğuz bana bunlar kim gibisinden kaş göz yaparken Çakır çoktan anlamıştı.

"Oğuz bunlarda, Akarcalı ailesi. Biyolojik ailem."

"NE!" Birden bağırıp ayağa kalkması ile kulaklarımın pası silinmişti sanki. Ya da kanamıştı.

"Ne ailesi? Lan senin ailen ölmedi mi?" Çakır onu koltuğa geri oturturken kulağına bir şey söylemişti. Akarcalı'lara geri döndüğümde kurt ile göz göze geldim. Sert çehresi ile her zamanki gibi beni göz hapsine almıştı. Kucağında duran Mete'yi gördüğüm de ona göz kırptım.

"Oğuz kalk şu masayı topla kahve yap." Oğuz'a dönüp söylediğim şey ile ayağa kalktı.

"Alya, hayatımda bir ilk yaşıyorum şu anda bir dakika!" Ata'nın abartılı konuşması ile ona döndüm.

"Hayatımda ilk defa Alya'yı pijamalı bir şekilde görüyorum." Gözüm üzerime çevrilirken utançla bu sefer yerin dibine girdim.

İmaj gitti, imaj çizildi.

"Sussana oğlum, insan değil mi o da, tabi ki giyer pijama." Süngü hanımın konuşmasıyla ona döndüm. Bana minik bir gülümseme gönderdi.

"E nasılsın Alya, ne yaptın bugün." Ata'nın sorusuyla ona döndüm.

"Ata bütün gün peşimden ayrılmadın bir de gelip bunu mu soruyorsun." Bana gıcık bir şekilde gülümseyip arkasına yasladı.

"Siz aynı hastanede mi çalışıyorsunuz?" Geldiğinden beri ilk defa ağzını açan Kurt ile ona döndüm.

"Malesef." Sessizce mırıldandım ama kimse konuşmadığı için herkes duymuştu.

Göktürk'ten gelen gülme sesi ile ona döndüm.

"Abi sen o yüzden nöbet günlerini değiştirdin!" O kahkaha atarken Ata gözlerini belerterek ona baktı.

"Lan sen niye sürekli pot kırıp kırıp duruyorsun. Valla bantlıyacağım şu ağzını."

"Hem Alya alındım. Memnun değil misin benden?" Hemen çaprazımda oturan Ata yine konuşmuştu.

"Estağfurullah, ne memnun olmaması ben direkt şehir değiştirmeyi düşünüyordum." Aklıma gelen bir şeydi.

"Ayıp ediyorsun ama." Ona başımı sallayıp kafamı ondan ters tarafa çevirdim. Göz göze geldiğim Çağ ile onu inceledim bir süre.

Çağ, Mete'den sonra en küçüğümüzdü. Çekingen bir yapısı olduğu anlaşılıyordu ama beni sevip sevmediğini bilmiyorum.

İçeri giren Oğuz ve Çakır ile gözlerimi ondan çektim. Oğuz kahveleri dağıtırken Çakır gelip yanıma oturmuştu. Oğuz gelip Çakır'ın yanına otururken diğerlerinin göz hapsindeydik.

"E nasılsın kızım?" Süngü hanım sohbeti açmak için adım attığında gözlerimi ona çevirdim.

"İyiyim süngü hanım siz nasılsınız?" Çakır'dan gelen ses ile ona dönmeden dinlemeye başladım.

"İnsan annesine Hanım der mi ya?" Sessizce fısıldamasını sadece ben ve Oğuz duymuştu. Bacağına bacağımla bir tane geçirdim susması için.

"İyiyiz, iyiyiz. Var mı böyle damat diyebileceğimiz biri?" Sırıtarak sorduğu soru ile Çakır dahil herkes öksürmeye başladı. Mete niye oksüsüyordu?

"Alya? Var mı lan öyle biri?" Oğuz'un Çakır'ı arkaya iterek önüne geçmesi ile sorduğu meraklı soru şaşkınlıkla ona bakmamı sağladı. Hayırdır bilader?

"Ne oluyor Oğuz sana?" Göğsünü kabartıp yerinde dikleşti.

"Bana bak, hele bir olsun ve Çağan bunu duysun o zaman görürsün!" Yanımda ki kırlenti ona fırlatıp sinirle ona bakmaya başladım.

"Sanane be! Hem senle Çağan'a ne oluyor?" Bana fırlattığı kırlent yüzüme çarpıp yere düştü.

"Bana bak! Valla çarparım o kocan olacak adama bir tane. Abiniz kızım biz senin!"

"Allah Allah abiymiş, ne abisi be!" Ata yerinde dikleşip Oğuz'a laf attı.

"Sen kim oluyorsun da karışıyorsun?"

"Alya'nın kan bağı olan abisiyim ben hayırdır?"

İkisi de ayağa kalkınca işin benden sıyrılması ile elime kahvemi aldım.

"Herşey kan bağıyla mı oluyor bilader hayırdır?" Ata diyecek bir şey bulamayınca bana döndü. Ben ona bakarak kahvemi içtim. Banane, ne yaparsa yapsın." Kaşlarını çatıp Oğuz'a geri dönmesiyle laf dalaşına devam ettiler.

Turan bey artık dayananmamış olacak ki ayağa kalktı. "Oturun çocuklar yeter artık." Çakır, Oğuz'u geri çekerken Ata'yı da Göktürk çekmişti.

"E nerde kalmıştık? Alya var mı arkadaşın?" Herkes sinirle ona dönerken ağzını kapattı.

Kurt'un telefonu çalması ile ayağa kalkıp bahçeye çıktı. İlerleyen sohbetten sonra içeri hızlı adımlarla giren Kurt ile Akarcalı'lar ayağa kalkmıştı.

"Görev çıktı." Hızlı hızlı konuşup kapıya giderken biz onun peşinden gidiyorduk. Kapıyı açıp çıktığında Süngü hanım oğluna sıkıca sarıldı.

"Eve çıkacağım anne arabam orda kaldı." Annesi hızlı hızlı başını saklarken ben anahtarlıktan diğer arabamın anahtarını aldım. Kurt'un yanına gittiğimde gözleri bana döndü. Yanından geçip eve birleşik olan garajın kapısını elimdeki kumanda ile açtım. O peşimden gelirken arabanın anahtarı ile farlarını açtım. Anahtarı Kurt'a atıp ona döndüm.

"Eğer tek bir çizik dahi görürsem işin biter." Bana küçük bir gülümseme gönderip anahtarı tuttu.

___________________________________________

Sonnn

Merhaba! Sınır geçilmedi ama bölüm yayınlamadan duramadım. Umarım bu sefer satır arası yorumlar atarsınız. 3000 kelime yazdım ve benim için bir başarı...

Oy ve yorum kullanın lütfen...

Bölüm : 17.11.2024 17:44 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...