
Bir film serisi izlemiştik Çağan ile beraber, orada çok sevdiğim bir söz vardı;
Birini kaybetmek demek, onu sevmenin, kaybetmenin acısına deyeceğini kabul etmek demektir.
Belki de bu yüzden kimseye bağlanamıyordum. Çünkü hastanede onlarca insanın acı çığlığına şahit olmak beni korkutuyordu. Ya bir gün birini çok sever ve onu aynı hastaların yakınları gibi beklersem, bu beni çok korkutuyordu ve buna cesaret etmemi engelliyordu.
Karşımda bana bakan ve elindeki buzla suratıma tampon yapan Kaan, bana oldukça ilgili bakıyordu. Bu bakışların altında ezilmek berbat bir histi. Bu bakışın altında yatan duygular beni korkutuyordu.
Ekip masanın etrafını çevrelemiş ilaca bakıyordu. Adamı bir sandalyeye bağlamış beni bekliyorlardı. Patlayan kaşıma hemen müdahale edilmediği için oldukça şişmişti. Bana iyice yaklaşan ve gözleri yara ile gözlerim arasında mekik dokuyan Kaan'dan uzaklaşıp ayağa kalktım. “Flaşı alıp çıkmak istiyorum”
Emir'in elinden ilacı alıp incelemeye başladım.
"Ayıltın adamı." Benim onlara doğru konuşmam ile Kadir ayağa kalktı. Adama yumruk atacağı sırada kolunu tuttum.
"Salak mısın kadir? Anlamıyorum ki ben sizinle nasıl iş birliği yaptım. Adamı en az hasarla alacağız dedik." Benden kolunu kurtarıp üzerini düzeltti ve kenarda duran bardağın içinde duran suyu adamın üzerine boşalttı. Nefes nefese gözlerini açan adam şaşkınlığını başka bir boyutta yaşıyordu. Korkuyla etrafa bakıyor bağlı ellerini kurtarmaya çalışıp çırpınıyordu.
Çenesinden tutup bana bakmasını sağladım. Kocaman gözleri ile bana bakarken arkama geçen 4 koca adam ile omuzlarımı daha da dikleştirdim.
"Neredeyim ben? Siz kimsiniz?" Sorularını sıralarken çenesini bırakıp diğer elimdeki ilacı salladım.
“Flaşı nerene soktular?” Çakır sakince konuşup masaya yaslandı ve kollarını birbirine bağladı. Adam kaşlarını çatıp Çakır’a baktı. “Ne flaşı? Kimsiniz siz?”
“Boş tatava yapma lan! Nerde söyle.” Emir’in gerilmiş yüz hatları oyuna dahil olduğunda adam küçük bir şekilde yutkundu. “Anlamıyorum, anlamıyor musunuz?” Adam büyük oynuyordu.
“Abicim hadi uğraştırma söyle, yoksa bulmak için her yerini deştiririm doktora görürsün.” Memnuniyet duyarım.
“Emriniz olur.” Sadece blöf yapmak için masanın üzerinde duran neşter takımına yürüdüm. Ellerimi soğuk metallerin üzerinde gezdirdiğimde bakışlarım yandan onu süzüyordu. Ellerim bir tanesinde durduğunda onu avucuma hapsedip yanına doğru yürüdüm. Gözleri korkuyla büyüdüğünde ne yapacağımı anlamış gibiydi. Neşteri hafiften omunuza sürttüğümde sımsıkı gözlerini kapattı. Omuzundan yavaşça göğüslüne sürmeye başladım ve bu sefer neşteri hafiften bastırdım. Omuzundan göğüsüne kadar açtığım çiziğin arasından kanlar akarken kulaklarıma küçük çığlıklar geldi.
Açıkçası bunu yapmaktan rahatsız olmuştum, daha çok ise bu sesleri duymaktan. Ben doktordum, iyileştiren, hayat kurtaran bendim. Yaralayan, deşen ben değil. Ama bugün görevleri değişmiş ve rolümü kapmıştım. Rahatsızlık duyduğum bir roldü.
“Tamam! Tamam söyleyeceğim yapma lütfen.” Bana yalvarması hoştu, kulağa eşsiz bir ton gibi geliyordu. Emir yanıma gelip elimi indirdi ve önüme geçti. “Söylesene piç, ne uğraştırıyorsun kadını!” Adam kekeleyerek bir şeyler anlatmaya çalışsada beceremiyordu. Sabırla masaya gidip neşteri özenle bir bezle sildim. Tekrar eski parlaklığına geldiğinde yan profilini suratıma yaklaştırdım ve kendi yansımama baktım. Bu benim en sevdiğim silahtı…
Adam sonunda konuşmuş olacak ki Emir yanıma geldi. “Karnının sağ altında olduğunu söylüyor diğeri ise sağ göğsünün biraz derinindeymiş.” Ona kafamı sallayıp aletlere geri döndüm. Bunu onca insanın hayatını kurtarıyormuş gibi düşün Alya, kasten adam yaralama değil, hayat kurtarma.
Elime eldiven geçirip şırıngayı aldım ve arkamı döndüm. “Masaya yatırın, birinin beni sterilize etmesi gerekiyor.” Elimdeki şırıngayı adamın boynuna saplayıp çırpınışlarına son verdim. Bir kaç saniye sonra boynu öne düştüğünde Çakır ve Kadir gelip ipleri çözdü daha sonra ikisi birden adamı kaldırıp masaya yatırdı.
Burası mini bir ameliyathane gibiydi, bütün malzemeler vardı ancak bunların işkence için kullanıldığı belliydi.
Masada boylu boyunca yatan adamın yanına ilerleyip suratıma maske taktım ve saçlarımı arkadan topladım. Maalesef bir bone yoktu ama bu adama bu bile fazlaydı. Eldiveni yenileyip beni izleyen ekine döndüm. “Karar veremediniz mi? Kim beni strelize edecek?” Kaan öne çıkıp yanıma geldi. Eldiveni giyip bana döndüğünde diğerlerinin biraz açılmasını istedim.
Elimi uzatıp hastaya döndüğümde makas ile üzerini kestim. Zaten daha önceden belli olan dikiş izleri ile işim daha kolay oldu. “Neşter”
Kaan kenardan seçtiği neşteri alıp bana verdiğinde sinirle güldüm. Kenara uzanıp doğru neşteri alıp işime devam ettim. Derin bir nefes alıp elimi kesinin üzerine getirdim ve kesmeye başladım…
“Ben otele geçiyorum gerisi sizde." Binadan çıkıp arabama bindim. İşim bitmişti, iki flaşıda çıkartıp tekrar kapatmıştım ve bu sırada ekip beni soluksuz izlemişlerdi. Görev bitmişti, hem devletime bir yardımım dokunmuştu hem de ailemin katillerini yakalamalarına katkı sağlamıştım ve umarım o flaşın içinde işlerine yarayacak bilgiler vardı.
Geldiğim otel ile beni kapıda karşılayan görevliye bir şey demedim. Dik omuzlarım ve soğuk ifademi koruyup odama çıktım. Dağılmış valizimi toplarken uçağı hazırlatmalarını söyledim.
Görev bitmişti ve kendi mesleğime dönme zamanım gelmişti. Hayatımda bana böyle bir şey yapacağımı söyleseler güler geçerdim ama şimdi farklıydı. İçimdeki vatan duygusu ağır basmış ve beni bu görevi yapmaya itelemişti. Odamın kapısı tıklatılmıştı. Ayağa kalkıp kapıyı açtım. Karşımda duran ekip ile kapıyı açık bırakıp odaya geri döndüm. kapattığım valizi kaldırdım.
"ben hazırım. Valizlerinizi hazırlayın çıkalım."
"Hemen mi gidiyoruz?" Emir'den çıkan ses ile ona dödnüm.
"Ne istersin Emir? Burada mı yaşayalım?"
"Ondan bahsetmemiştim Alya, sadece birazcık gezmekti dediğim şey."
"Alya sorun ne? Bu davranışlarının sebebi ne?" Kadir'e hiç dönmeyip valizi sürüklemeye başladım.
"Bir sorunum yok acele etseniz iyi olur." Onları arkamda bırakıp odadan çıktım. Lobiye inip bekleme alanında onların gelmesini bekledim. Yanıma gelen Kaan ile ona döndüm. Valizini bırakıp yanıma oturdu.
"Bu tutarsız davranışlarının sebebi ne?" Gözlüğünü takmış dümdüz karşıya bakıyordu. Üzerine geçirdiği siyah kumaş pantolon ve siyah polo yaka tişörtü ile kol kasları tişörtünün kollarından fırlıyordu. Damarlı kolları dikkat çekiciydi ama benim için değil.
"Tutarsız davranmıyorum. Olması gereken mesafeyi koruyorum." Asansörden inen ekip ile üzerimde ki kumaş takımı düzeltip ayağa kalktım. Valizimi sürükleyip lobiden çıktım. Vale arabayı getirip anahtarı verdi. Güneş gözlüğümü takıp valizi bagaja koydum. Diğerleri de gelince arabaya binip çalıştırdım. Kimseden ses soluk çıkmıyordu. Yolcu koltuğuna kaan'ın oturması ile arabayı havaalanına sürdüm.
Reklam arası, satır arası yorumları unutmayın.
Şimdi devam edebilirsiniz!
Uçağa binerken kimsenin tek laf etmemesi canımı sıkıyordu. Evet ben demiştim gerekli mesafeyi koruyalım diye ama doğru mu yapmıştım bilmiyorum.
Tabletten şirketin bir kaç dosyası ile ilgilenmeye başladım. Önemli olan belgeleri Çağan bana gönderiyordu ve benim kontrolüm altından geçip onaylanıyordu. Başımın çok fazla ağrıması ile tableti kenara koydum. Kafamı arkaya yaslayıp elimle ovalamaya başladım. İnanılamaz derece de ağrıyordu. Sanki birisi oraya neşter sokmuştu. Derin bir nefes alıp kafamı arkaya yasladım. Gözlerimi kapatıp geçmesini bekledim.
Ama zordu yarım saattir asla geçmiyordu. Kendime bir serum yapacaktım Hakkari'ye gidince. Uçağın inişe geçmesi ile kemerimi taktım. Garipti şuana kadar kimsenin konuşmaması yani ben garipsemiştim. Çünkü Emir illa sohbet etmek için bir şeyler bulurdu. Çok mu ağır
konuşmuştum?
Uçaktan inip banttan valizimi aldım. Diğerleri de peşimden gelirken sesimi sonunda çıkarttım.
"Gelin sizi de bırakayım."
"Gerek yok biz kendimiz gideriz." Emir'in sesi ile ona döndüm.
"Emir tamam bak biraz sert konuştum. Kusura bakma."
"Alya sence sıkıntın sert konuşman mı?" Havaalanının ortasında durmuş birbirimiz ile atışıyorduk.
Sorun neydi o zaman?
"Sorun ne o zaman Emir?" Başını iki yana salladı ve valizini alıp yürümeye devam etti.
"Emir sana sorun ne dedim!?" Durup arkasını döndü. Bana bakan yüzünde alaylı bir gülümseme vardı.
"Sorun senin bencil olman! Dünden beri sana yapmadığım şaklabanlık kalmadı ama dönüp bir kere bakmadın. Seninle biraz daha vakit geçirmek için İstanbul'da kalmak istedim ama ona bile hemen ters çıktın. Bir kere dönüp gülümsemedin. Ben böyle bir abla istemiyorum." Kaşlarımı çattım.
"Ne ablasından bahsediyorsun sen?!" Kaşlarını çattı bu sefer de o.
"Anlatmadılar mı? Doğru ya! Zaten beni çoktan silmişler. Ne kadar da aptalım." Valizini alıp hızlı hızlı yürümeye başladı.
"Emir!" Arkasından bağırmam bir işe yaramamıştı. Çoktan gözden kaybolmuştu.
"Ne ablasından bahsediyor?" Diğerlerine dönüp sorduğum soru ile hiç bir şey demediler. Kafamı önüme çevirip gözlüğümü düzelttim. Dudağımı düz bir çizgi haline getirip sert adımlar ile yürümeye başladım.
Arabaya binip evime sürdüm. Tekerlek ile asfalt bütün olurken evime gelmiştim. Oğuz'un bugün nöbete kaldığını biliyordum o yüzden rahat rahat eve girip valizi bir köşeye bıraktım. Bu kattaki lavaboya gidip elimi yüzümü yıkadım.
Aynadan kendime bakarken ne kadar da bitik durduğumu fark ettim. İğrenç görünüyordum. Soluk gözlerim ve mimiksiz suratım betonu andırıyordu. Emir haklıydı. Kimseyi düşünmeyen bencil bir insandım ben. Kimseye gülümsemeyen, düşüncelerini önemseyen aptal bir insanım sadece.
Sorun senin bencil olman!
Sorun bendim yani, sorun benim bencil olmam felan değildi sorun direkt bendim. Her şeyin suçlusu bendim çünkü ortadaki sorun bendim.
Ben olmasaydım ortada bir sorun kalmayacaktı ki, sadece biraz daha insan olabilirdin Alya! Neden diğerleri gibi davranmayı hiç denemedim ki?
Yapamazdım gerçi ben, sıcak kanlı olmak ne demekti bilmiyorum bile. Ben sadece insanları kırar dökerdim. Bu sabah Emir'e yaptığım gibi.
Ben bencil insanın tekiyim. Neden böyleyim ki? Her şeyin suçlusu kimdi? Bu hikayede tek suçlu ben olmazdım. Değil mi? Çünkü bunca şeyin sebebiyeti ben olmak istemiyordum.
Onca cinayetin suçlusu ben olmak istemiyordum.
Ve yine suçlayacak birileri arıyorum.
Aynada kendime bakarken kanayan burnum ile kendime geldim hızla burnunu silip banyodan ayrıldım. Valizi alıp yukarı çıktım. Üzerimi değiştirip yatağa uzandım. Burnumdan akan sıvıyı hissetmek berbattı. Bir peçete alıp burnunu sildim.
Onlarca peçete kanla kaplanmıştı ama durmak bilmeyen burun kanamam sıkıntı çıkarıyordu. Çok fazla stres yapmıştım şimdi en ağır cezayı çekiyordum. Çalan telefonum ile elimdeki peçeteyi yere atıp komodindeki telefonu elime aldım. Hastaneden arıyorlardı.
"Evet?"
"Hocam ben Kutay, hastaneye helikopter ile 3 tane ağır yaralı asker getiriyorlar. Tuğrul hoca hemen gelmenizi istedi." Ayağa kalkıp hemen giyinme odama geçtim. Üzerime siyah kumaş pantolon ve beyaz boğazlı kazak geçirdim. Siyah kabanı giyip beyaz spor ayakkabıları ayağıma geçirdim. Çantama gerekli eşyaları koyup hızlı adımlarla evden çıktım. Arabama binip kontağı çalıştırdım.
Dikiz aynasını kontrol ederken akan burnumu gördüm. Torpidodan bir peçete alıp kanı sildim. Arabayı hastaneye sürmeye başladım.
Arabayı rastgele park edip hastaneye girdim. Beni kapıda karşılayan Kutay yeni ekibimden biriydi.
"Hocam şuan aşağı indiriyorlar? sizi ameliyathaneye alalım." Başımı sallayıp onu takip ettim.
Kabanımı çıkartıp Kutay'a verdim. Ellerimi dezenfekte edip önlüğü ve boneyi geçirdim. Kutay'ın yardımı ile eldivenleri giyip ameliyathaneden içeri girdim. Bir kaç dakika sonra otomatik açılan kapıdan soktukları sedye ile o tarafa döndüm. Önüme getirilen kişinin yüzüne baktığımda gördüğüm kişi ile bir adım geriye sendelendim.
Karşımdaki sedyede yatan kişi Alparslan'dan başka birisi değildi. Ben donmuş bir şekilde ona bakarken onu makinelere bağlıyorlardı. Derin bir şekilde yutkundum. Durumu çok ağır görünüyordu. Ambulans görevlisi bilgi verirken ben sadece Alparslan'a bakıyordum.
"Asker, görevde göğsüne, omuzuna ve sağ koluna, toplamda üç tane kurşun saplanmış. Hayati tehlikesi yüksek. İç kanama olabilir." Paramedik görevli ameliyathaneden çıkarken ben ne yapacağımı bilmiyordum. Derin bir nefes verip maskeyi yukarı çıkarttım ama beni steril eden ömer hızla maskemi indirdi.
"Hocam burnunuz kanıyor!" Elini itip kenardan bir Pamuk ile burnunu sildim. Maskemi geri takıp işime başladım. Elimi uzatıp;
"10 numara bistüri..."
-
Biten ameliyat ile yanımdaki çöpe döndüm. Kanlı pamuklar çok fazlaydı. Benim kanım olan pamuklar...
Alparslan'ın hayati tehlikesini en aza indirmeyi başarmıştı. Sabaha kalmaz uyanırdı. Ameliyathaneden çıkıp üzerimdekileri çıkarttım. Ellerimi yıkayıp odama gitmek için yürümeye başladım. İki gündür doğru düzgün bir şey yemiyordum ve başım çok dönüyordu. Başımın ağrısı tektar nüksetmişti ve burnum akmaya devam ediyordu. Hiç iyi değildim ve bunu biliyordum.
Yürümekte çok zorlanıyordum etraf bulanıklaşmaya başlarken ne yapacağımı şaşırmıştım. Yere damlayan kanda kaldı gözüm. Onu arkası peş peşe gelirken kendimi daha fazla tutamadım ve yere yığıldım. Karşımda koşarak bana gelen birini gördüm ama gözlerimi çoktan kapanmıştı.
Sorun senin bencil olman Alya!
Ben böyle bir abla istemiyorum!
Kulağım çınlarken kendimi tamamen karanlığa bıraktım. Çünkü şuan bunu yapmak çok cazip gelmişti. Bir doktor olarak sorunumu biliyordum ve ne olacağını ne kadar ağır sonuçlar olabileceğini tahmin ediyordum...
___________________________________________ Bir film serisi izlemiştik Çağan ile beraber, orada çok sevdiğim bir söz vardı;
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |