
20 oy 15 yorum
İnsanların bir çok derdi vardı ve bazı insanlar kendi içinde bunu abartırken bazı insanlar ise çok büyük bir olayı küçücük gibi gösteriyordu.
Bunları yapan insanları anlamıyordum ama bende yapıyordum zaman zaman. Kimi zaman bir aile olayını sanki herkes yaşamış gibi geçiştiriyordum kimi zaman da güven problemlerimi çok abartarak insanlara yanaşmıyordum.
Halbuki kaç tane insan doğumunda karışmıştır ki?
Bunu belki de sadece bir kaç saatte atlatmıştım. Ama aklıma geldikçe gece tutmayan uykularımın büyük sebebi oluyordu. Siyah bir ekran gibiydi herşey.
Dışarıdan sadece siyah bir ekran görürdün ama içeride dönen karmaşalar çok fazlaydı. O kadar çok olay oluyordu ki hangisinin daha önemli olduğunu ya da hangisini büyütmen gerektiğini bilmiyordun.
Yavaşca araladığım gözlerim ile tavandaki ışık çok fazla gelmişti. Bu sebeple geri kapattığım gözlerimi bir kaç kere kırpıştırmıştım. Işığa alışan gözlerim ile koku alma duyum devreye girmişti. Alışık olduğum o hastane kokusu burnuma dolarken etrafta gözlerimi gezdirdim. Bir koltukta yan yana oturmuş Kadir, Emir, Kaan, Oğuz ve Çakır birbirine yaslanmış uyukluyordu. Neredeyse hepsi birbirinin üzerine çıkmış, yakın temasa girecek şekilde uyuyorlardı.
Pencereden içeri süzülen ayın ışığı odasının içindeki ışık ile altta kalıyordu. Saat belli ki gece yarısını çoktan geçmişti. Sessiz olmaya dikkat ederek yataktan kalktım.
En son hastane koridorunda ameliyat bitiminde bayılmıştım. Neler olduğunu bilmiyorum veya bana doğru koşan kişiyi ama oldukça huzursuz hissediyordum.
Odadan çıkıp kendi odama gitmeye başladım. Üzerimdeki hasta önlüğünü çıkartıp doktor önlüğünü geçirdim. Dağılan saçlarımı at kuyruğu yapıp perçemlerimi saldım. Aynadan kendime bakıp saçlarımı düzelttim. Göz altlarım koyu halkalar ile süslenmiş, tenim beyazlaşmıştı. Şuana kadar yaşadığım şeyler zordu ancak ne yaşadığımı anlamıyordum bile.
Odadan çıkıp Alparslan'ın odasına gitmeye başladım. Emir ile aynı ortamda bulunmak istemiyordum çünkü yüzleşeceğim gerçekleri bu sefer kaldıramayabilirdim tek başıma.
Geldiğim oda ile uyuduğunu düşünerek izin almadan girdim. Loş ışık ile beraber görüş açıma giren Alparslan uyumuyordu. Yatakta diklenmiş öylece karşıyı izliyordu. Gözleri bana dönünce şaşkınlıkla açıldı.
"Alya, sen nasıl?" Bir şey demeden sedyenin önündeki dosyayı aldım. Onu imzalarken göz ucuyla Alparslan'a baktım.
"Bir kaç hafta önce tayinim buraya çıktı. Ameliyatına da ben girdim zaten. Bir kaç sorun yüzünden kontrole geç geldim." Bir şey demeden beni izlemeye başladı. Gözleri yüz hatlarım arasında Meiji dokurken kaşlarını çatmıştı.
"Herhangi bir duruma göre dört gün hastanede kalman uygun olur. Daha sonra evde bakımlarına devam edersin."
"Erken yazdın bu sefer." Dosyayı bırakıp ellerimi önlüğümün cebine koydum. Mimiksiz suratı ile konuşması dedikleri ile hiç uyuşmuyordu. Alparslan nadir gülerdi, güzel gülerdi ama nadir gülerdi...
"Rahat durmayacağını biliyorum Alparslan. Ve lütfen bu dört gün içinde hemşirelere zorluk çıkartma." Başını sallarken. Koridorda bağırışma sesi duydum.
Odadan çıkıp koridora bakınırken telaşla etrafa bakan Oğuz'u gördüm.
"Oğuz! Ne oldu?" Hızla bana dönüp koşmaya başladı. Kollarını bedenime sararken şaşkınlıkla olduğum yerde kalmıştım.
"Ne oldu? Ne bu telaş." Sıkı sıkı sarılıp kafasını saçlarımın arasına gömdü.
"Oğuz ne oldu?" Burun çekme sesi geldi. İğrenerek onu kendimden ayırdım. Sümüklerini saçıma bulaştıracaktı!
"Alya gittin sandım!" Yaşlı gözleri ile bana bakarken ıslak gözlerinin arkasında kalan masum çocuğun neler anlatmak istediğini çoktan anlamıştım. Oğuz'u kendime çekip sıkı sıkı sarıldım.
Oğuz, beni çoktan annesi yerine koymuştu ve gitmemden delicesine korkuyordu. Çünkü Oğuz'un benden başka kimsesi yoktu...
Kollarını belime sararken ne kadar sıktığını farkında bile değildi.
"Oğuz buradayım bak, bana sarılıyorsun. Kendine gel. Ben bir yere gitmedim." Başını sallayıp benden ayrıldı.
"Sorun ne?"
"Neden bayıldın? Bir hastalığın felan mı var?"
"Hayır, hiç bir şeyim yok. İstanbul'dan geldiğimden beri pek bir şey yememiştim o yüzden oldu." Başını sallayıp elini omuzuma sardı ve yürümeye başladı.
"Yemek yemeye gidelim o zaman... Bu arada galiba diğerlerine seni bulduğumu söylemeliyim." Sinirle omuzundan iterken küçük bir kahkaha attı. Koridorda ilerlerken arkamı döndüm.
Aralık kapıdan göz göze geldiğim Alpaslan çatık kaşları ile bana bakıyordu. Anlamadığım duygular gözlerinde yer edinmişken Önüme geri dönüp Oğuz'u takip ettim...
Yemekhanede masada oturmuş Oğuz'un bana yemek yedirmesini izliyordum. İnat etmişti ve illa ben kendim sana yedireceğim diye tutturmuştu. İyi olduğuma ikna olması için kabul etmiştim. Oğuz yanımda durmak istediği için diğerlerini kovmuştu ama giderken Emir'in endişeli bakışlarını görmek beni derinden yaralamıştı. Hızlı adımlarla yemekhaneye giren Ata ile yerimde dikleştim. Koşarak yanıma gelip beni ayağa kaldırmıştı. Kollarını bedenime sarıp kendine bir şeyler mırıldandı.
"Neden ayağa kalktın hemen? Dinlenmen gerekiyordu." Onu kendimden ayırıp moral gülümsemesi gönderdim.
"Ben hasta değilim ve bana hasta muamelesi yapmaktan vazgeçin. Ayrıca hastalara söylediğin yalanlar bana işlemez ben de bir doktorum." Bana derin bir şekilde gülümserken beni geri oturtup o da yanıma oturdu.
"Küçük kardeşim kendini bana karşı savunuyor ha! Sökmez kızım bunlar bana." Beni kolunun altına alıp kedi gibi sevmeye başladı. Sinir bozukluğu ile onu kendimden uzaklaştırmaya çalıştım ama nafileydi.
Geldiğim ev ile içinde sadece Oğuz'un olduğunu bilmek güven hissiyatı veriyordu. Sabaha karşı hastaneden çıkmıştık ve direkt odama gidip duş almış ve yatmak için hazırlanmıştım. Normal olarak bugün gece benim nöbetim vardı ama Oğuz uzun uğraşlar sonucu benim nöbetimi devralmıştı, benim itirazlarıma rağmen.
Oğuz odasına geçip akşamki nöbet için uyumuştu ve bana dinlenmem için izin vermişti.
Yatağa uzanıp şu iki günde neler olup bittiğini düşündüm. Düşündüm çünkü buna gerçekten ihtiyacım vardı, benim tüm bu olanları düşünmeye ihtiyacım vardı.
-
(Reklam arası: satır arası yorumlarınızı unutmayınn)
Zilin çalması ile yatağımdan kalktım. Serumun etkisi ile derin bir uykuya dalmıştım. Ama bunu bölen şey kapının ziline kuvvet uygulayan kişiydi.
Telefonumdan saate baktığımda gözlerim şokla açıldı. Saat akşam beşe geliyordu. Sabah beşte uyumam her ne kadar geç bir saat olsa da yine de çok fazla uyumuştum.
Hâlâ çalan zil ile sinirle aşağı kata indim. Kapıyı açtığımda karşımda duran Emir ile donuk bakışlarımı ona yolladım. Ben henüz yüzleşmeye hazır değildim.
Yüzleşmeye hazır değildim çünkü kaçmak daha cazip geliyordu.
O bir şey demeden içeri girerken arkasından gelen ekip ile onları kapıda bırakarak Emir'in peşinden ilerledim. Çoktan oturduğu koltukta stersli görünüyordu.
"Herkes otursun lütfen, çünkü Çakır'ın bana verdiği gaz ile şuan uzaya bile çıkabilirim." Emir'den gelen ses ile Kadir garip sesler çıkartarak gülmeye başladı.
Emir'in karşısında ki koltuğa oturup onu izlemeye başladım. Kaan gelip yanıma otururken Kadir ve Çakır tekli koltuklara oturmuştu. Ayağa kalkıp mutfağa geçtim.
Dolaptan bir şarap alıp beş tane kadeh aldım. Salona geri dönüp orta sehpaya bıraktım ve koltuğun dibine çöktüm.
Diğerleri de bana uyum sağlarken şarabın tıpasını açıp kadehlere doldurdum. Herkese bir bir uzatırken kendime de bir tane alıp kafamı koltuğa yasladım.
"Üç yıl önce bir kaza geçirmiştim o kız yüzünden. Yani seninle karışan kız yüzünden. Henüz ehliyetimi yeni almıştım ve hızlı sürüyordum işte." Kafası yerde konuşurken tereddütlü görünüyordu.
"O kız arabamın frenlerini boşaltmış. Sonradan fark ettim. İspat etmeme rağmen ailem bana inanmadı. Kız gözlerini boyamıştı. Sağ koluma yaklaşık 20 cm uzunluğunda demir parçası saplandı ve sinirlerime gelmesi ile iki ay boyunca kolumu hissedemedim. Uzun bir tedavi süreci geçirdim." Kadehini yudumlarken şaşkınlıkla onu dinliyordum.
"Hep Kurt abim gibi asker olmak istiyordum ama o kız bunu engellemişti. Bende mite başvurdum. Bana şart sundular, ya ailen ya da hayalindeki meslek dediler. Onlar bana inanmıyorsa bende onları silerim dedim. Miti seçtim. Sonra her yerden engelledim bu şehirden defolup gittim. İki ay önce buraya tayinim çıktı. Çakır'ın ekibine atandım ve şimdi amcam sayesinde senin varlığını öğrendim. Ata abim gibi doktor olduğunu öğrendim." Kafasını kaldırıp bana baktı.
"Bir ablam olduğunu öğrendim ama ailem beni çoktan silmiş ve ablam benim varlığımdan haberdar değil. Ve biliyor musun?" Gözünden bir kaç damla yaş aktı. Kalbimde bir sızı oluştu, ne yapacağımı bilemedim.
"O gün, beraber çıktığımız görevde ailem suratıma bile bakmadı. İnanamadım dedim ki beni fark etmemişlerdir. Ama hayır beni silmişler o kız uğruna beni silmişler." Hıçkırıklar eşliğinde ağlarken bize acısını anlatmaya çalışıyordu.
"Bunun ağırlığı altında o gün un ufak oldum. Sonra seninle iyi geçinmek istedim. Benim varlığımı biliyorsundur sandım ama bunu senden gizlemişler." Kadir kalkıp Emir'in yanına oturdu ve kollarıyla onu sarmaladı ama ablası olmama rağmen yanına gitmeye çekindim.
Derin bir nefes alıp biten şarabı masaya bıraktım.
"Daha bir iki aylıkken yetimhaneye bırakıldım..." Hepsi bana dönerken ben kendi içinde savaş veriyordum. Gözlerimi masaya sabitlemiş kimseyle göz teması kurmuyordum. Çünkü anlatacağım şeyler Emir'in yanında ufak kalacaktı ama yinede içimi dökmek istemiştim.
"9 ya da 10 hatırlamıyorum beni yetimhaneden Hanzade ailesi aldı. Çocukları olmuyordu ve şirketin gelecek varisi yoktu. Bir eşya gibi beni seçmişlerdi. O zaman sandım ki sonunda bir ailem olacak. Ama yanılmışım, köpeğe eğitim verir gibi büyütüyorlardı. Sabah gün doğmadan kalkar bütün gün özel dersler alırdım. Böyle böyle 8 sene geçirdim. Bir tane, tek bir tane arkadaşım olmadı. Sonra üniversiteye geçtim."
"Çağan ile tanıştım. Hayatım boyunca borcunu ödeyemeceğim yükü üzerimden aldı. Ailem beni şirketlerin başına koymak için almıştı yetimhaneden. Hatta biliyor musunuz?" Kafamı kaldırıp diğerlerinde göz gezdirdim. Emir göz yaşlarını akıtmaya devam ediyordu. Diğerleri ise acı dolu gözlerle bana bakıyordu.
"Onlara anne ve baba dememe bile izin vermiyorlardı. Hep bir kural hep bir kural. İçlerinde sevginin taneciği olamayan bu insanların neden çocuğu olmadığını yeni yeni anlıyordum. Çünkü o masum bebeğin bu kadar duygusuz bir dünyaya gelmesini istememişti. Onun yerine beni seçmişlerdi."
"Ailemden habersiz üniversite tercihlerini değiştirip tıp fakültesini yazdım. Bunu öğrendiklerinde o yıl bana zehir olarak geçmişti. Fakülteyi okumama izin vermişlerdi ama şirketin başına yine ben geçicektim. Kabul ettim yapacak bir şeyim yoktu. İki yıl boyunca onlara verdiğim sözü tuttum. Öldüler iki yıl önce bir araba kazasında sonra Çağan geldi yanıma istersen şirketin başına ben geçeyim sen mesleğini yap dedi. Kabul etmedim. Zorladı, bu hayatı yaşamak senin De hakkın dedi. Kabul ettim. iki yıl önce okuduğum mesleğimi yapmaya başladım. Sonra telefonda aradılar hastanede karışmışsın dediler. DNA testine gittim, pozitif çıkmıştı sonuç. Onlardan kaçmak için Hakkari'ye tayin istedim. Zaten aklımda vardı bir süre."
Derin bir nefes alıp rahatlamaya çalıştım ama öyle bir şey olmamıştı.
"Geldim buraya ama işe bak, ailenin tam kucağına düşmüşüm. Ata ile aynı hastanede çalışıyorum. Ha bir de amcan var. Annen çok sinirlerimi bozuyor, abilerin ise Ata hariç hepsi mesafeli aynı benim gibi davrandı. Ata ise peşimden ayrılmadı."
"Dramatik bir hikayem yok ama ben ne bir aile ne de bir kardeş istiyorum Emir. Tüm bunları bu yüzden anlattım. Çünkü ben hayatım boyunca sevgiyi çok az kişide gördüm ve bunlar aile sevgisi ile eş değer değildi. Umarım beni anlarsın."
"Alya bak böyle olmak zorunda değil, sevgiyi öğrenebilirsin. Ben öğretirim ama lütfen beni senden uzak tutma." Kafamı iki yana salladım.
"Üzgünüm Emir."
"Sadece dene Alya, senden tek isteğim bu. Beni tekrar ailesiz bırakmayın, lütfen." Bana yalvarışlarını görmezden gelmeye çalıştım ama bu mümkün değildi. Neden bu kadar masum duruyordu.
"Biraz vakit istiyorum senden, en azından benim için bunu yap." Ayağa kalkıp üzerimi sirkeledim.
"Sarhoş bir şekilde araba kullanmayın. Çakır, sen odaların yerini gösterirsin." Merdivenlerden çıkıp odama girdim. Kapıyı kapatıp sırtımı yasladım. Yavaşça yere çökerken göz yaşlarımı engellemeye çalışıyordum ama bu mümkün değildi. Bir bir akan göz yaşlarım bütün savunma kalkanımı, bütün duvarlarımı kırıyordu.
Derin bir nefes alıp kendime geldim. Göz yaşlarımı silip odamdaki lavaboya gittim. Elimi yüzümü yıkayıp odama geri döndüm. Saatimi çıkartırken gözüm aynaya takıldı. Kızarmış göz altlarım kendini çok belli ediyordu.
Üzerimi değiştirip yatağa uzandım. Ama uyumam zor olacaktı bütün gün boyu uyumuştum. Bir kaç dakika yatakta uyumak için döndüm ama pek bir etkisi olmadı. Pes edip yataktan kalktım. Odamdan çıkıp sessiz adımlarla merdivenden indim.
Evimde ilk defa bu kadar çok kişi kalıyordu ve bu benim oldukça garibime gidiyordu.
Ya da hayatım boyunca ilk defa bu kadar çok insana ev sahipliği yapıyordum. Bu iki cümle bir çok farklı anlamı taşıyordu ancak bunu anlatmak benim için zordu.
Mutfağa geçip ışıkları yaktım. Karşımda birden beliren Kaan ile küçük bir çığlık attım. Hızlı adımlar ile üzerime gelip eliye ağzımı kapattı. Derin nefesler alırken kocaman gözlerle ona bakıyordum.
Bu adamın karanlık bir mutfakta ne işi vardı Tanrı Aşkına!?
Elimle elini iterken kendim bir adım geriledim.
"Ne işin var senin burada?!"
"Ne yani mutfağa giremez miyim?" Gözlerimi devirdim. Anlatmak istediğim şey o değildi.
"Onu demek istemedim. Neden karanlıkta mutfakta dikiliyorsun?"
Etrafta gözlerini gezdirdi ve bana geri döndü.
"Karnım acıktı. Ama dolabında bir kaç atıştırmalık dışında hiç bir şey yok." Yanından geçip dolaba doğru ilerledim.
Gerçekten de boştu. Bu iki günde Oğuz ben yokum diye yemek yapmamıştı.
Ne yani bu çocuk benim için mi yemek yapıyordu?
Aptaldı!
"Ne öyle gülümsüyorsun? Beni aç bırakmak hoşuna gidiyor." Yüzümdeki gülümsemeyi silip ona döndüm. Zaten bana bakıyordu. Anlamsız parlayan gözlerine kendimce bir anlam yüklemek istemiyordum. Ondan gözlerimi çekip etrafta gezdirdim. Gördüğüm granola ile onun yanına yürüdüm.
Elimde sallayıp ona gösterdim. "En azından karın doyurur." Bana gülümseyip buz dolabından süt çıkardı. Kase alıp ada tezgaha koydum. Çekmeceden kaşık çıkartıp sandalyeye oturdum.
Granolayı kaseye koyup sütü üzerine döktüm. Kaseyi onun tarafına sürükleyip kaşığı uzattım. Elimden alıp önüne döndü. Nadiren gördüğüm gülümsemesi devreye girerken bakmamak için kendimi zor tuttum. Çünkü o gülümsemeye bakınca kendimi başka hissediyordum.
Elime kaşığı alıp kaseye bandırdım...
Örtüyü üzerimden iterken ayağa kalktım. Saat sabahın beşiydi. Lavaboya gidip elimi yüzümü yıkadım. Giyinme odasına gidip spor kıyafetlerimi giydim.
Önceden istabul'da düzenli olarak yaptığım sporu çok fazla aksatmıştım. Günlerim yavaşça eski haline dönerken sporu da eski haline getirmeliydim. Altıma siyah tayt giyip üzerime sporcu sütyeni geçirdim. Telefonu alıp aşağı indim.
Aşağıda karşılaştığım Emir ile yerimde durdum. Beni fark edince ne yapacağını şaşırıp bir kaç anlamadığım hareket yaptı.
"Nas- sanada gü- salak mısın oğlum! Günaydın Alya!" Son sözlerini bağırıp dışarı kaçmıştı. Yüzümdeki gülümseme ile peşinden ilerledim. Ormanlık alana girdiğini görünce koşmaya başladım.
Yanında yerimi alıp adımlarımı yavaşlattım. "Sana da günaydın Emir." Beni yanında görünce şokla bana döndü. Onu geride bırakıp koşmaya devam ettim.
Bu çocuk iyi değildi...
Evin kapısı açıp içeri girdim. Peşimden gelen emir kapıyı kapatıp tekrar peşimden geldi. Mutfağa geçtiğimizde bizi karşılayan ekibe bir şey demedim. Sanırsam kahvaltı hazırlıyorlardı.
Buzdolabından su alıp bardağa koydum.
"Günaydın, erkencisiniz." Kadir'den çıkan ses ile Emir cevap verir düşüncesi ile bir şey demedim. Masaya bıraktığım telefonu alıp mutfaktan çıktım.
Kısa bir duş alıp üzerime beyaz gömlek ve altıma siyah kumaş pantalon giydim. Gucci kemerimi takıp çantayı aldım. Saçlarımı salık bırakıp aşağı inmeye başladım. Mutfağa girip ne yaptıklarına baktım.
"Günaydın, ben çıkıyorum." Hepsinin başı bana dönerken ilk ses Çakır'dan çıkmıştı.
"Sana da günaydın, o kadar kahvaltı hazırladık. Gel ye, öyle çıkarsın." Başımı iki yana salladım.
"Kahvaltı yapmam."
"Sen nasıl doktorsun? Kahvaltı günün en önemli oğünüdür." Kadir'den çıkan ses ile ona döndüm.
"Bir şey bilmem o alışkanlığımı değiştirmez." Mutfaktan çıkıp dış kapıya geldim. Kapıyı açtığımda karşımda duran Oğuz ile ona gülümsedim.
"Günaydın, mutfakta Çakır ve ekibi var kahvaltı yapıp çıkarlar. Bugün senin nöbetine ben kalıyorum." Onu orada bırakıp arabama bindim.
Hastaneye sürerken aklıma Emir ile ne yapacağım geliyordu. Bir abla olamazdım. Nasıl olunacağını bilmiyordum ben bir kere. Emir bir yana dursun Ata bu aralar benden uzaklaşmıştı. Galiba kabul etmişti benden kardeş olunmayacağını. Bir kardeş olamıyorken nasıl bir abla olabilirdim ki?
Trafik ışığı kırmızı yandığında kafamı dreksiyona koydum. Ne yapacağımı bilmiyordum!
Boynuma stetoskopu asıp isimliği boynumdan geçirdim. Hastaların gelmesini beklerken bilgisayardan kayıt geçiyordum. Kapıyı tıklatıp içeri geçen hasta ile dikkatimi ona verdim.
-
Son hastayı gönderdikten sonra Oğuz'un nöbetini devralmak için Tuğrul Bey'in odasına ilerledim. 36 saatlik bir nöbeti vardı ve bu benim bütün gün hastanede olmam ile 48 çıkmıştı.
Kapıyı çalıp girmek izin istedim. İçeriden gelen ses ile başhekim Tuğrul Bey'in odasına girdim.
"Günaydın Tuğrul bey." Gülümsedi.
"Günaydın Alya, gel."
"Ben bugün Oğuz'un nöbetini devralacaktım."
"Neden, bir sorun mu var?"
"Hayır, sadece benim dünkü nöbetimi o devralmıştı. Dinlenmesi için."
Başını salladı ve bilgisayardan bir şeyler yapmaya başladı. Yazıcıdan çıkan belge ile bana uzattı.
"Şurayı imzalarsan tamamdır." Gösterdiği yeri imzalayıp çıkmak için izin aldım.
Bütün gün yoğunluktan ziyaret edemediğim Alparslan'ı kontrole odasına gittim.
Kapıyı açıp içeri girdiğimde içeride Alparslan'dan başka 3 kişi daha vardı. Ellerimi cebime koyup sakin adımlar ile içeri adımladım.
"Geçmiş olsun Alparslan, bugün daha iyi görüyorum seni. Bu gidişle çok kısa sürede toparlanma ihtimalin var." İçerdeki sesler kesilip bana dönerken ben bilgileri yazan dosyayı alıp imzaladım. Kafamı kaldırdığımda Alparslan da dahil bütün herkesin bana baktığını gördüm.
"Merhaba ve evet çok hızlı toparlandım."
"Sevindim. Ben gece tekrar kontrole gelirim." Başını sallarken odadakilere son kez göz gezdirip odadan çıktım.
Acile inip hastalara bakmaya başladım...
Ameliyatı bitirip çıktığım da anlımdan akan terleri sildim. Acile girdikten yaklaşık beş dakika sonra içeri giren başka bir beyin cerrahının ekibinden sibel, beyin tümörü olan hastanın krizleri nüksettiğini söylemişti. Bu sebeple acil bir ameliyata girmek durumunda kalmıştım. Sekiz saat süren bu ameliyat ile yarın gireceği tümörü almak için olan ameliyatı, daha erkene alarak bu gece bitirmiştim.
Boneyi çıkartıp ellerimi yıkadım. Üzerimdeki önlüğü çıkartıp odama yürümeye başladım. Bir anda karşıma geçen kadın ile yerimde durdum.
"Ne yaptığını sanıyorsun sen?!" Kaşlarımı çatıp bu asabi tavrını sorguladım.
"Pardon, bir sorun mu var?" Alayla gülümsedi, bunun altında sinsilik yatıyordu ve bunu belli etmekten çekinmiyordu.
"Sorun mu? Evet sorun şuan da sensin! Benim hastamın ameliyatına girmekte ne demek?" Şimdi anlamıştım derdini.
"Farkında mısın bilmiyorum ama eğer o hastanın ameliyatına gitmeseydim hasta şuan morgda olurdu."
"Beş dakika daha bekleseydi ölmezdi!"
"Şu tribini al da çek git şuradan! Dediklerini de düşün. Çocuk çocuk hareketlerin ile benimle yarışmaya girme. O ameliyata girdim çünkü hastalığı benim alanımdaydı. Eğer senin gelmeni bekleseydim aynen dediğim gibi o hasta şuan morgda olurdu, ama bak şuan yoğun bakımda iyileşmeyi bekliyor." Son sözlerimi söyledim ve omuzuna çarparak odama ilerledim. Kadın ile oldukça sakin konuşmuş, soğuk kanlı davranmıştım. Ama eğer orada biraz daha kalsaydım sesimi yüksektip ayarlarım ile oynayabilirdim.
Saçları kahve, buğday tenli ama egosu yüzünden hiç bir şeyi görünmeyen bir kadın ile karşı karşıya kalmak en son ihtiyacım olan şeydi.
Dedikleri inanılır gibi değildi! Nasıl bir doktor sonuçlarını bile bile 'beni bekleseydin!' derdi?
Sinirlerimi çok bozmuştu. Odama girip gereksiz sinirle kapıyı çarptım. Koltuğa oturup ağrıyan başıma masaj yapmaya başladım. Geçmeyeceğini anlayıp çekmeceden ağrı kesici çıkarttım. Su dolu şişeyi alıp ilaç ile beraber yuttum. Kafamı arkaya yaslayıp geçmesini bekledim.
Kapı çalınıp aralandığında kafamı oraya çevirdim. Kapıyı aralayıp gelen Ata ile sandalyede dikleştim. Anlamsızca ona bakarken bana gülümsedi ve içeri girdi.
"Bir sorun mu var?" Önümdeki koltuklara oturduğunda başını iki yana salladı.
"Hayır, bir şey olmadı. Nöbetim vardı bugün. Test sonucun çıktı." Kaşlarımı çatarak ona baktım.
"Ne sonucu, ben test felan yaptırmadım Ata."
"Biliyorum bayıldığın gün ben yaptırdım."
"Ata bana sormadan neden böyle bir şey yapıyorsun?!"
"Ne demek sormadan? Alya, ben yapmasaydım sen hiç bir şey yapmazdın." Haklıydı, ama bu itiraz etmeyeceğim anlamına gelmiyordu.
"Ata, yine de benden habersiz böyle bir şey yapmamalıydın!" Baskın sesime karşı kafasını iki yana salladı.
"Bak, tamam bunu boş verelim. Sonuçların..."
"Sonuçların, hiç iç açıcı değil." Kaşlarımı çattım.
"Ata, değerlerimin düşük olduğunu biliyorum. Başka bir şey yoksa şimdi çıkar mısın?"
"Multiple myloma tehşisi konuldu. Zaten biliyorsundur ama... Ama yine de anlatayım. Vücudun enfeksiyon ile savaşmasına yardımcı olan kemik iliğinde protein üreten plazma hücrelerini etkileyen kanser türü. Tamamen emin olmak için sedimantasyon, total protein, albümin değerlerinin yanında plazma hücrelerinin salgılamış olduğu immünoglobinlerinlerin IgG, IgA, IgM
protein elektroforezi ile kandaki seviyelerine bakacağız." Duyduğum şey ile yerimde dondum.
Ne diyordu bu!?
Yeni anladığım gerçek ile şokla gözlerimi ona çevirdim.
"Doğru mu bu?" Yutkundu, bir değil arka arkaya iki kere yutkundu. Gözlerine görülen endişe belliydi. Gözlerimi sıkıca yumdum. Acı ile kapattığım gözlerimi gerçekler ile araladım.
"Bak biliyorsun, kontrol altına alınırsa hemen tedavi edilebilir, Alya lütfen." Ağlamaklı çıkan sesi ile masada olan gözlerimi ona çevridim.
Dolmuş gözleri ile bana bakıyordu. Göz yaşlarını akıtmamak için sıktığı gözleri kıpkırmızydı.
"Bundan kimsenin haberi olmayacak Ata."
"Şuan düşündüğün şey bu mu?!" Sinirle bana bağırması haft sahada olan sinirimi daha da yükseliyordu.
"Evet bu! Çünkü çevremde olan iki üç kişinin de bana bu boktan sebep yüzünden acımasını istemiyorum!"
"ALYA KENDİNE GEL! Hayatın söz konusu ve şu anda önemli olan şey o insanların sana acıması mı? Sadece kendini düşünmeni istiyorum. Ama sen hâlâ o yükseklerde olan itibarını korumaya çalışıyorsun. Yazık tamam mı? Gerçekten çok yazık." Sözlerini söyleyip kapıyı çarpıp çıktı.
Onun çıkmasını bekleyen göz yaşlarım bir bir aktı. Sinirle masamda olan dosyayı kapıya fırlattım. Ancak yeterli gelmedi, masanın üzerindeki her şeyi yere fırlattım. Hiçbir şeyi düşünmüyordum. Hıçkırarak ağlarken beni taşımayan bacaklarım ile masanın önüne çömeldim.
Ne yapacağımı, ne düşüneceğimi bilmiyordum. Ama tek isteğim bir rüyada olup, olan bu şeye son vermekti.
___________________________________________
Sonnnnn
Ben niye Alya'ya bu kadar çok çok çektirme merakındayım?
Neyse neyse bölüm hakkında ki fikirlerinizi çok merak ediyorum.
Sizce Ata'ya ne oluyor?
Bölüm 10 üzerinden kaç?
Uzun muydu sizce?
Kaan peki?
Emir çok tatlı değil mi?
Alya sanki biraz yumuşuyor ha.
Bir sonraki bölümde görüşürüzzz✨💋💖🧚🏻♀️
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |