
Düşünecek çok zamanım olmuştu. Her konuyu, her incesine kadar belki de. Belki de bu kadar düşünmekten, her şeyi gelişine de sonucuna da düşünmek batırdı belki de beni.
Detaylar benim için çok önemliydi. Bir hata, bir kusur aramak benim hayat felsefem olmuştu. Hiç bir zaman bir insanın yüzde yüz doğru olduğuna inanmamıştım. Kim ne yaptı? Kim ne dedi?
Her şey sanki benim sorunummuş gibi uğraşırdım. Hayatımdan insan çıkarmak çok kolaydı yani benim için. Benimde çok fazla hatam vardı. İnsanlarda bu yüzden benden uzaklaşmıyor muydu?
Hayır bu yanlış bir soru, insanlar benden ben olduğum için uzaklaşıyordu. Gerekse onlar için fazla tutumlu davranışım, gerekse onlara olan tutumum. Her şekilde burada ben yanlız kalıyordum. Ama bunların hepsinin sorumlusu bendim.
Birini suçlamak için bir yol arıyordum. Yanlışın değilde doğrunun ben olduğumu kanıtlamak için her detaya inliyordum. Ama bunun yanılgı olduğunu kısa bir süre önce anlamıştım.
Sorular, soruların beni bir çıkmaza sürdüğü, hiç bir sonuca varamam bunların kesin kanıtıydı.
Şuan da aynı tarifeyi uygulamıyor muydum? Alparslan menüde yemek seçerken ben her detayı göz önünde bulunduruyorum. Ne yiyeceği sanki benim için çok önemli bir şeymiş gibi merakla bekliyordum.
Kalabalık olmayan, ıssız bir yerde kalan restoranta gelmiştik. Alparslan'ın yanlız kalmak istediği, insanlardan hoşlanmadığı anlaşılıyordu. Hem de her şekilde.
Bana bir kere bile güldüğünü görmemiştim. benimle iki kelime fazla konuştuğunu görmemiştim.
Onu gömüyordum peki ama ben? Ben bir şey yapmış mıydım? İnsanların kusurlarını aramaktan kendime vakit buluyor muyum? En az bende Alparslan kadar yabani davranıyordum. En az bende onun kadar kalabalığı sevmiyorum. Bu çok aşikardı.
Yanımıza gelen garson ile siparişleri vermiştik. Şu ana kadar sohbete adım atmamıştık ikimizde. Havanın kapalı olduğu bir günde, kimsenin olmadığı restornatta tek müşteri olmak garip bir ortam yaratıyordu.
Etraf ahşap şekilde dizayn edilmiş, bitkiler tabiri caizse her yerden fışkırıyordu. Yağmur ha yağdı yağacak insanları karasızlığa sokuyordu.
Galiba ikimizde yemek yiyene kadar konuşmayacaktık. Bu aramızda kesinleşmişti. Sözsüz iletişim kuruyor gibiydik. Kim ne bir kelime ediyor kim ne bir harekette bulunuyor. Ama ona rağmen uyumlu bir ortam yakalıyoruz.
Gelen yemekler ile üzerinde göz gezdirdim. Güzel bir görüntüsü vardı. daha önce buraya hiç gelmemiştim. Ama ben zaten standartları üzerine çıkmayı sevmezdim. Benim güvenli alanım vardı ve oranın duvarları beni koruyordu. Şimdi böyle bir yerde böyle biriyle yemek yiyecek olmam beni geriyordu. Hangi akılla kabul etmiştim ki yemeği. Alparslan'ı ne kadar tanıyorum?
Gerginlikten bütün açlığım kaybolmuştu.hiç bir şey yemek istemiyordum. Bunun kaynağı Alparslan mı yoksa bu ortam mı? Bilmiyorum.
"Yemeyecek misin?" Alparslan elindeki çatalıyla işaret ettiği yemeğime baktım. Ne demişti?
Ha. "Yiyeceğim, evet." Çatalı alıp yemeye başladım. Güzel bir tadı vardı. Ya da çok aç olduğum için öyle geliyordu. Yemeği yemeye başladıktan sonra kaybolan açlık hissi geri gelmişti.
"Kimsin sen Alya?" Alparslan'ın bir anda bana yönelttiği soruyla şaşırıp kaldım.
Kimsin sen Alya
Kimim ki ben? Alya kim? Bunu hiç düşünmemiştim. Ya da düşünmemek için kaçmıştım. Düşüncelerim de boğulmak yerine kaçmayı tercih etmiştim.
"Ne demek bu?" Ona yönelttiğim soru ile elindeki çatalı bırakıp iki kolunu masaya yasladı. Beni baştan sona inceleyip en son yüzümde durdu bakışları.
"Başarılısın, zekisin, doktorsun, Hanzade grubun sahibisin. Ama eksik bir şeyler yok mu sence de?" Bende aynı şekilde kollarımı masaya dayayıp üzerine eğildim.
"Eksik, ne eksik sence?" ikimizin de sesi kısıktı. Birbirine karışan seslerimiz uyum sağlıyordu.
"Yapbozun kayıp parçası gibisin. Ama senin eksik parçaların nerede?" Fazla şüpheli yaklaşıyordu.
Benden bir konu hakkında şüphelendiği için miydi bu tavrı yoksa öylesine mi soruyordu.
"Bir yapboz ha? Üzgünüm ama kimsenin bir bütünü olmaya niyetim yok. Bağımsız olmayı severim." Sözlerimi söyleyip yemeğime geri döndüm. Beni izlediğini hissediyordum. Bakışları suratımdan ayrılmıyor adeta talan ediyordu. Zar zor bu bakışlar altında yemeği bitirip kafamı kaldırdım. Yemeğini yememişti. Bütün yemek boyunca beni izlemişti.
"Fazla cesaretlisin." Aklıma gelen şey ile yerimde dikleştim. Bana ne demişti?
Bakışlarını bir süre üzerimde gezdirdi. Fazla derin bakıyordu. Hani böyle içine hapseder gibi. Mavi harareleri bütün yüzümü talan ederken ben nefesimi tutmuştum. En son gözlerimde durduğunda ilk defa gülümsedi. Dudakları küçücük kıvrılmıştı. Ama o bile sert yüz hatlarını yumuşatmayı başarmıştı.
Alparslan ilk defa gülmüştü! Gamzeleri vardı. Bu küçük kıvrılmaya karşı bile olan gamzeleri hemen ortaya çıkmıştı. Onları görmek istedim nedensizce. Onları mı yoksa Alparslan'ın gülüşünü mü görmek istedim bilmiyorum ama görmek istedim işte.
"Alparslan, çok mu konuşuyorsun?" Kısıkça sorduğum soruya karşı küçük bir kahkaha atmıştı. Boğazından gelen o kalın ses ilk defa bu kadar güzel gelmişti. Bembeyaz dişleri inci gibi sırayla dizilmişti. O küçük kıvrılmaya belli olan kocaman gamzeleri ortaya çıkmıştı.
Alparslan'ın gülüşü çok güzeldi. Onları neden sakladığını anlamıştım galiba.
"Alya, bilerek mi yapıyorsun?" Muzdarip bir şekilde sorduğu soruya karşın başımı eğdim. Gülesim gelmişti. Bilmiyorum ama Alparslan'ın yanında gülesim geliyordu. Onu kendime yakın hissediyordum. Neden bilmiyorum ama olan şey buydu. Hoşlanmak felan değildi bu biliyorum. Öylece olan bir şeydi işte. Atmosferin büyüsüne kapılmıştım. O kadar.
"Neyi?" Dudaklarımı birbirine bastırıp sorduğum soruya karşı hâlâ gülüşünü kesmemişti. İki yana kıvrık dudakları görsel şölen yaratıyordu. Aklıma gelen şeyle kafamı tamamen ona çevirdim.
"Bu arada, ameliyat ettiğim hastanın neyi oluyorsun?"
"Timinden bir asker." Kısa cevapladığı soruya başımı salladım. Biraz zaman geçtikten sonra.
"Alparslan, Hadi kalkalım artık." Elimi kaldırıp garsonu istediğimde garson yanımıza ulaşmıştı. Çıkardığım kartı okutacakken bir el daha girdi ortaya.
"Alparslan çek şu elini."
"Alya ben çağırdım seni çek şu elini hadi." Pes etmek mi? Felsefem de yok!
"Alparslan burada sabaha kadar direte bilirim. Çek şu elini!" Kaşlarını çatıp elini çekmesiyle kazanmışlığın verdiği gurur çok ağır basıyordu. Hemen kartı okutup ayağa kalktım.
"Bir daha asla böyle bir şey olmayacak Alya!" Tabi tabi der gibi başımı salladığım da arkamdan bir şeyler dediğini duymuştum ama takmadan dışarı çıktım. Burada yollarımız ayrılıyordu.
Yanıma gelince suratındaki bütün ifade gitmişti. İlk baştaki gibi dümdüz bakıyordu. Galiba bende öyleydim.
"Yemek için teşekkür ederim, ben gitsem iyi olacak."
"Kendin ısmarladığın yemeğe mi teşekkür ediyorsun? Sinir bozucusun Alya."
"Teşekkür ederim Alparslan. Her neyse gerçekten güzel bir yemekti. İyi bak kendine." Arkamı dönüp gidecekken seslenmesi ile öne geri döndüm.
"Alya! Numaranı vermek ister misin?" Alparslan'dan böyle bir adım beklemiyordum. Telefonumu çıkartıp ona uzattım.
"Ben sana mesaj atarım." Başını sallayıp telefonumu aldı ve numarayı yazdı.
"İyi geceler." Bu sefer gerçekten arkamı dönüp gitmiştim. Onun da iyi geceler dediğini duymuştum.
-
Kısa bot topuklu ayakabımı da ayağıma geçirip dışarı çıktım. Beyaz boğazlı kazağın üstüne gri keten bir takım giymiştim. Akşam nöbete geçeceğim için arabama yedek kıyafet koyup makyaj yapmamıştım. Sadece bordo kırmızı arası bir ruj sürüp hazırlanmıştım.
Çağan'ın arada gittiği restorantlarından birine rezervasyon yapmıştım yemek için. Arabaya binip konuma sürmeye başladım.
Çağan şirketin başına geçtikten sonra aşçılığı bırakmamış, bir kaç restoran açmıştı. Şehrin en ünlü mekanı onundu. İşleri bu sefer iyi ilerletiyordu. Sadece bazen onun kendi restontında çalışması daha iyi olur diye düşünüyordum.
Geldiğim restoran ile içeri girdim direkt. Beni tanıyan çalışanlar kafalarıyla selam verirken dik omuzlarım ve sert adımlarım ile çoktan gelmiş olan Akarca'lıların masasına ilerliyordum. Üç kişi olacaklarını tahmin ediyordum ama masada 6 kişi vardı. 3 erkek daha gelmişti.
Benim geldiğimi fark eden ahali ayağa kalkıp beni incelemeye başladı. Süngü hanım elini uzatım konuşmaya başladı.
"Hoş geldin Alya." Elini tutup selam verdim ve Turan beye döndüm. O da elini uzatıp kafasıyla selam verdi. Ona aynı tarifeyi uygulayıp yerime oturdum
Diğerleri pek bir şey yapmamıştı.
Onlar beni incelerken ben yeni gelenlere baktım. Aile klanında mıydı bunlar? Bir bebek vardı. En fazla üç yaşındaydı. Ata Bey'in kucağında beni izliyordu. Açıkçası bana çok benziyordu. Çocuğum olsa bu kadar benzerdi. Saçlarımız , gözlerimiz, yüz hatlarımız, her şey!
Geriye iki adam kalmıştı. Ata beyden küçük duran biri vardı. Masadakilerin aksine o sarışındı. Ela gözleri, buğday teni vardı. Onu incelerken yanındaki çocuğun mırıldanmasını duydum.
"Amına koyayım karşımda Kurt abim var sanki, abi." Benden küçük duruyordu. En fazla 25 yaşındaydı. Onunla biraz benziyorduk. Bu ailedeki herkes birbirinin kopyasıydı. Çocuğun dediğine gelirsek eğer bir tane daha mı abileri vardı?
Herkes birbirini incelemeyi bitirmiş olmalı ki Ata bey söze;
"Bunlar kardeşlerim, Mete 'eliyle bebek olanı gösterip' Kurt abimin oğlu. Şuan da işleri dolayısıyla aramıza katılamayacak." Ona başımı sallayıp Mete'ye gözlerimi dikim. Meraklı gözlerle bana bakıyordu. karşımda oturan bebeğe elimi uzattım. Ata'nın kucağında olan bebek eliyle beni gösterdi. "Amca bak abla." Eliyle beni gösterip konuşması ile onu çok tatlı bulmuştum. Normalde bu yaşlardaki bebeği sevmek için 5 yaşını geçmesini bekliyordum. Hiç çekilmiyorlardı.
"Bu arada Alya, annen baban nerde?" Turan Bey'in sorusuyla ona döndüm. Meraklı gözlerle bana bakıyordu.
"Öldüler, iki sene önce araba kazasında."
Bunu duymayı beklemiyordu galiba. Afallamış surat ifadesi ile önüme döndüm. Bakışlarım tekrardan Mete ile kesişti. Ona göz kırpıp önümdeki menüye göz attım. Diğerleri sipariş vermişti galiba.
"Başın sağolsun. Bilmiyorduk." Turan beye dönmeden başımı salladım. Çok umursamamıştım. O şuan suçluluk duygusu ile yanıp kavruluyordu. Peki ben nasıl hissediyorum?
Orası biraz muamma, annem ve babam iyi bir karı-kocaydı. Sadıktı bir kere ikisi de. Ama annelik babalık için aynı şeyi diyemiyecektim. Bir öğretmen belki de bir dadı. Tüm ilişkimiz buydu. Onları günde iki saatten fazla görmezdim. Bu benim bu kadar başarılı olmamda büyük etkendi. Beni kurslarla büyütmüşlerdi. Bütün gün ders çalışır kalan vaktimle de özel hocalar ile devam ederdim. O zamanlar bundan sikayetçi değildim. Belki de fazla ileri görüşlüydüm.
Fark ettiğim şey ile Turan beye döndüm.
"Turan bey, kızınız nerede? Yani benimle karışan bebek." Ortada yoktu. O gün DNA testine de gelmemişti.
"Yurt dışında, iletişimimiz yıllar önce kesildi." Nedenini sormak istedim ama yapamadım. Benimle alakalı bir konu yoktu. Neden meraklı gibi soracaktım ki? Masada hiç konuşmayan iki kişide göz gezdirdim. Kendilerini tanıtmamışlardı.
Ata anlayıp öne atıldı;
"Bu Göktürk, en küçük kardeşimiz. Zaten ondan sonra da sen geliyorsun." Göktürk geldiğimden beri beni inceliyordu. Kaçırdığım bir nokta ise Ata'nın beni kardeşi olarak kabul etmesiydi. Çok çabuk bağlanmıştı bana, acaba onları kabul etmeyeceğimi öğrenince ne yapacaktı?
Göktürk'e baş selamı verip diğerine döndüm. O da bana baş selamı vermişti galiba. Ata'nın tanıtmasına gerek kalmadan o kendini tanıttı.
"Çağ ben, senin en küçük abinim. Sen de bize cici kardeş ha?" Bilmişçesine konuşması ona şimdiden tavır almamı sağlıyordu. Anlaşılan bu ailede anlaşamayacağım kişi belli olmuştu.
Anladığım kadarıyla Akarcalı'lar biraz fazla vatanına bağlıydı. Hepsinin ismi türk kökenli bozkurt isimleriydi. Ama hiç birinde Türk tipi yoktu. Hele ki Göktürk tam bir Rus gibiydi. Asla Türk demezdim. Kumrala yakın açık saçları ve renkli gözleri onu böyle tanımlamamı sağlıyordu.
"Alya, biraz kendinden bahseder misin bize?" Süngü hanım konuşması ile başımı salladım. O sırada siparişini verdiğim yemek geldi.
"29 yaşındayım. Alya Neva Hanzade ben. Beyin cerrahıyım. Hanzade grubun sahibiyim. Yani zaten Hanzade varisi bendim ama ailem ölünce başına erken geçmek zorunda kaldım." Konuşmam bitince ağzıma bir çatal salata attım.
Cerrah diyince Ata yerinde dikleşti. "Cerrah mı? Ciddi misin sen?" Ağzım dolu olduğu için başımı salladım.
"Hanzade grup? Tanıdık geliyor." Turan Bey'in konuşması ile ona döndüm. Sadece Türkiye'de değil yurt dışında bir çok şirketimiz vardı. Yatırım üzerine kurulan şirket bir çok başarıya imza atmış ve farklı alanlarda gelişmesine sebep olmuştu.
"Tabi ya! Daha önce iş birliği yapmıştık. Hatta baba- yani eski sahibi ile çok yakın arkadaştık. Cenazede seni göremedim ama." Evet cenazede yoktum. Çünkü babam ölünce herkes şirketin üzerine yüklenip ve beni zor durumda bırakmıştı. Hisse sahipleri hemen şirketin başına geçmek için hamleler yapmıştı.
"Cenazeye akşam katılabildim. O zamanlar daha şirkete hakim değildim ve hisse sahipleri çok fazla baskı uyguluyordu. Ancak akşam üzeri katılabildim cenazeye." Anlayışla başını sallayıp yemeğine geri döndü.
"Hem şirket hem de doktorluk bir arada zor olmuyor mu?" Göktürk'ün sorduğu soruya karşı ona döndüm.
"Şirketi çok yakın bir arkadaşım yönetiyor. Ben arada imza işleri için gidiyorum." Başını sallayıp ağzına yemeğini tıkıştırdı. Biraz garip yiyordu, yani ağzı doluyken hâlâ ağzına sokmaya çalışıyordu. Kimse önünden yemek kaçır mıyordu ki.
"Ata, bildiğim hayır gördüğüm kadarıyla sen de doktorsun. Branşın ne?" Heyecanla bana cevap vermeye başladı. Ata mesleğini gerçekten seviyordu bu her halinden belli oluyordu.
"Damar ve kalp cerrahıyım ben. Bu ailenin dehası biziz, ben diyorum." Kendi kendine böbürleniyordu. Geldiğimden beri mimik oynatmamıştım ama ona küçük bir şekilde gülümsedim.
"Oha gülümsedi. Ben seni mimiksiz sanıyordum." Göktürk hafif esprili şekilde sorduğu soruya karşı Ata koluna hafifçe vurdu. Uyarı amaçlıydı bu. Saat geç oluyordu. Daha eve gidip valiz toplamam gerekiyordu. Yarın hastane işleri ile uğraşacak ertesi gün erkenden uçağa binecektim.
"Ben artık kalkayım. Yemek için teşekkür ederim. Size iyi eğlenceler." Çantamı alıp ayağa kalktım. Benimle beraber hepsi ayağa kalktı.
"Biz teşekkür ederiz. Tanıştığıma memnun oldum ayrıca Alya. Telefon numaranı alabilir miyim?" Ata'nın söylediği şeyle ile telefonunu vermesini bekledim.
Numara demişken, Alparslan'a yazmayı unutmuştum. Buradan çıkınca onu da yapmayı aklıma koydum.
Diğerleri ile vedalaşıp oradan ayrıldım. Tabi kasaya uğrayıp masanın hesabını almamalarını istedim.
Arabaya binince Alparslan'ın numarasına yazdım.
Siz: ben Alya, numaramı kaydet istersen.
Siz: biraz geç yazdım kusura bakma. Alparslan.
Çok geçmeden cevap geldi.
Alparslan: sorun değil, görevden yeni geldiğim için aklıma gelmemişti bile.
Siz: iyi misin? Bir şeyin var mı?
Alparslan: endişelenme, hiç bir şeyim yok.
Sohbetten çıkıp yola koyuldum. Hemen eve gidip valizimi hazırlayacakım.
___________________________________________
Bu Alya'nın yemeğe giderken yaptığı kombin. (Tam bir İstanbul hanfendisi:)
Bu arada oy ve yorum oranı çok çok düşük. Siz inatla ne oy ne yorum atmıyorsunuz. Kitabı sevdiğinizi biliyorum ama benimde güzelce yazmam için sizden motive edecek bir yorum istiyorum.
Asla benimle fikirlerinizi paylaşmıyorsunuz. Birazcık kitap hakkında yorum yapmak sizi öldürmez.
Farkındayım biraz sert konuştum ama lütfen beni zor durumda bırakmayın. Sizler için uzun bölümler yazmaya çalışıyorum.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |