6. Bölüm

6. Bölüm

Hira Nisa uludağ
hiranisud

Zaman biraz yorucudur. 'Zaman her şeyin ilacıdır derler' ama çektiğimiz acılardan sonra pek bir yol kat etmiyorduk. Zordu bir şeyleri atlatmak.

Yaşadığın tarvmaları, çektiğin acıları zaman yardımı ile unutmak zordu. Zaman sadece seni büyütür ve nasıl davranman gerektiğine karar verirdi.
Zaman, bir çok kavramı barındıran iki heceli sözcük. Kimi için pek kıymetli bir kelime kimi için tüm anılarını, acılarını bir arada tutan kavram.

Olgunlaşır, nasıl hissettiğine karar verir, seni hayata hazırlardı. Bu süreçte pek çok hatan olur, işte zaman onları bir daha yapmaman için sana vakit tanır. Zaman kavramı budur. Yap, öğren, anla.

Bir döngü ve bu döngü sizi sürekli bir şeyler yapmaya itelerdi. Örneğin; bir ihalede kendinden yüksek şirketler ile rekabet ediyorsun ve ihaleyi kaybediyorsun. Ve sonra anlıyorsun ki:

Evet, ben bu savaşa girdim ama kendimden büyük şirketlere, kendimden gelişmiş şirketlerle bir daha ihaleye girmem. Kendi seviyeni belirlemen gerekir.

Bunu öğrenirsen kendine çok şey katarsın. Hayat motton bu olmalı. Hata yaptım ve öğrendim. Peki ya ben?

Ben yaptığım hatadan ders çıkardım mı?

Galiba evet.

Bir aile üyesi olamayacağım konusunda ders çıkartmıştım. Daha kırk günlükken yetimhane kapısına bırakılmam. Bir hastanede yeni doğmuş iken başka bir bebek ile karıştırılmam. Aile hayatım berbattı. Yeni bir aile üyesi olmak cesaret edemeyecğim bir şeydi. Yıllar sonra gerçek ailemi bulmuşsun git onlara sarıl!

Bunu diyecek çok kişi vardı çevremde. Beni dinlemeden anlamadan bunu söylecek o kadar çok kişi vardı ki. Hayatımdan ders çıkartıp düzen içinde olan bir aileye bulaşmamak en akıllıca karar almaktı.

Ama Alya'nın unuttuğu bir şey vardı, Alya o ailesinin üyesiydi.

Önünde durduğum havaalanı adeta görkemi ile geri dönmem için baskı uyguluyordu. Sabiha Gökçen havaalanı çok büyüktü.

Kaybolacak çok fazla yer vardı. Ama daha önce bir çok seyehatımı buradan yapmış olmak beni bilgi sahibi yapıyordu. Yarım saat sonra uçağım kalkacaktı ve son kontroller ile uçağa binecektim.

Veda edecek pek kimsem yoktu. Çağan şirketi Hakkari'ye taşıyacaktı. Yakın bir zaman da o da gelecekti yanıma. Oğuz vardı bir de. Onunla kısaca vedalaşmıştım. Gittiğime bir süre üzülmüş ama kendini toparlamıştı. Oğuz benim tek arkadaşlarımdan biriydi. Gün geçtikçe bana çok fazla bağlandığını hissediyordum.

Annesi ile olan durumu beni her ne kadar üzsede gitmek benim için en iyi karardı. Korkaklık edip kaçıyor olabilirdim ama tek nedeni bu değildi. Ya da kendimi bu şekilde avutuyordum.

Anons yapılması ile uçağa girdim. Kısa bir uçuş olacaktı. Orada ayarladığım ev hastane ile beş dakika mesafedeydi. İki katlı bahçeli bir evdi. Atandığım hastane sınıra biraz yakındı. Askeriye ile arasında en fazla yirmi dakika vardı. O da yürüyerek. Konumu benim için çok iyiydi. Ama şehir merkezi için aynı şeyi diyemecek kadar uzaktı. yarım saatlik yolu vardı şehir merkezine.

Kalkışa geçen uçak ile iyice arkama yaslanıp rahat bir pozisyon aldım. Gideceğim hastanede iki tane beyin cerrahı vardı sadece. Bir tanesi bendim.

Kısa bir uçuş sonrası uçaktan inmiştim. Valizlerimi alıp beni kapıda bekleyen arabama doğru ilerledim. Gelmeden önce göndertmiştim. Yol tarifi ile geldiğim evde kısaca göz gezdirdim. Bir üst sokakta konakların olduğu mahalleler vardı. Bu sokakta küçük sayılamayacak kadar büyük evler vardı. Evlerin ortasında kalan ev benimdi.

Evet biraz fazla büyük bir ev almıştım ama böylesi daha iyiydi. Artı Çağan da benim evime gelecekti.

Saatin geç olması ile valizimi bir köşeye koyup duşa girdim. Yarın hastaneye gidecektim. Yeni bir hayata başlayacaktım. Buna hazır mıydım? Bilmiyorum ama hazır olmam gerektiğini biliyorum.

-

Ceketimi üzerime geçirip kapıdan çıktım. Siyah blazer bir takım giymiştim. İlk gün için değildi bu hazırlığım. Günlük hayatımda da böyle giyinirdim zaten.

Arabama binip hastaneye sürdüm. Kısa süreli yolculuğum da etrafta inceleyecek pek bir şey bulamamıştım. Sabah erken olduğu için askerlerin bazıları göz önündeydi. Kalabalık bir şehirdi. İnsanlar burayı gömerdi. Yok taş devrinden kalma, yok her gün savaş var. Bunlar göz boyamak için cahil insanların yaptığı şeylerdi. Evet gelmeden önce biraz korkmuştum ama bunu bile bile gelmiştim. Şimdi ise öyle olmadığını görüyordum. Kışın havası burada fazlaydı. Arabanın kliması olmasa asla çekilemeyecek bir hava vardı. Yine de kışa dayanıklıydım ben. Yazı sevmezdim, fazla yapış yapış terler bunaltıyordu. Kış bana daha cazip geliyordu. Ama yine de burası İstanbul'dan daha soğuktu.

Geldiğim hastane ile arabanın içinden göz gezdirdim. Sınıra yakın olması beni küçük bir hastanenin olacağı fikrine itelemişti ama şuan karşımda kocaman bir hastane vardı. Etrafında gezen doktorlar, hastalar normaldi işte. Bir insan nasılsa öyle, fazla ilginçleştirmeye gerek yoktu.

Güneş olmaması gözlük takmayacağım anlamına gelmiyordu. Gözlük takmayı severdim. Güneş olsun olmasın. Daha rahat geliyordu. Benim nereye göz gezdiriğimi görmeyen insanlar komik geliyordu. Sanki ben onları görmüyormuş gibi inatla bakıyordu hepsi bana.

Arabadan inip kapıyı kapattım. Bir elimde tuttuğum çantam ile hastanenin içine doğru yürüdüm. İnsanların bakışlarını üzerimde hissediyordum. Siyah stiletto topuklularımdan çıkan o tok ses insanları buraya bakmaya itiyordu. Meraklı bakışlar ile ulaştığım danışmaya göz gezdirdim. Nöbete kalmış gibi görünüyordu kadın.

Göz altları çökmüş, yorgun gözlerle bana bakıyordu. Gözlüğü çıkartıp konuşmaya başladım.

"Yeni beyin cerrahı Alya Neva."

Yerinde dikleşip ilgiliyle bana bakmaya başladı. İlgisini çeken konu ben mi? yoksa mesleğim mi?

"Hoş geldiniz Alya hocam. Başhekimin odası 4. Katta. İsmi hemen kapının yanında asılı." Ona başımı sallayıp asansörü çağırdım. Kısa sürede zemin kata gelen asansör ile binip 4. Kata bastım.

Karşımda duran başhekimin kapısını tıklatıp içeri girdim. Karşımda duran hafif yaşlı adam ayağa kalkıp yanına gelmemi bekledi. Galiba geleceğimi biliyordu.

"Hoş geldiniz Alya hanım, ben başhekim Tuğrul Akarcalı. Sende yeni beyin cerrahımız olmalısın?" Akarcalı?

Takıldığım nokta buydu. Gerçek ailem ile bir bağlantıları. olabilir miydi? Lütfen olmasın ya!

Adamı çok fazla bekletmeyip başımı salladım. "Evet Tuğrul bey, Alya ben. Tanıştığıma memnun oldum." Memnuniyetle gülümseyip masasının arkasındaki çekmeceden bir anahtar çıkardı. Tekrar bana dönüp avucunun içindeki anahtarı bana uzattı.

"Bende memnun oldum memnun oldum yeğenim. Bu odanın anahtarı."

"Yeğen?"

"İlk başta sen olduğunu anlamamıştım. Baban, benim kızım beyin cerrahı diyince kafamda parçalar tam oturdu. Melike ile karışan kızsın sen. Ben Tuğrul, babanın abisiyim." Hadi ya.

Bir kere dediğim olsa dünyaya böylemi gelirdim ben?

"Anladım. Ama lütfen bana Turan Bey'in kızı gözüyle bakmayın. Ben buraya bir Hanzade'li olarak geldim."

"Biliyorum. Zaten koyan da bu ya." Kendi kendine mırıldanması ile neredeyse gülecektim. Biraz çocuk gibiydi.

"Yani Turan'ı baba olarak görmüyorsun ama beni de amca olarak mı görmeyeceksin?" Sabahtan beri mimik oynatmadığım dudağımdan küçük bir kıkırtı kaçtı. Biraz fazla çocuk ruhluydu.

Farkında olmadan masum duruyordu. Acaba farkında mıydı? İlk geldiğimde eski çalıştığım hastanenin başhekimi gibi nemrut suratlı biri olacağını düşünmüştüm ama şimdiki düşüncelerim ilk baştakilere çok tersti. Şuan bir çocuk olduğunu düşünüyorum Tuğrul Bey'in.

"Yani sizi bir yabancı olarak görecektim ama biraz fikirlerim değişmiş olabilir."

Meraklı gözlerle bana bakması sert sözlerimi biraz yumuşatmıştı. Meraklı bir adamdı Tuğrul bey.

"Size biraz daha amca gözüyle bakabilirim." Sevinçle gelip bana sarılması beklemediğim bir şeydi. Tuğrul bey bana sarılmıştı.

Bu sözü söyledikten sonra aklıma Alparslan gelmişti. O da böyle yapmıştı. Bir anda bana sarılarak bütün dengelerim ile oynamıştı.Tuğrul beye hafifçe karşılık verip kendimi geri çektim. Rahatsız olduğumu anlasın istedim. Evet, biraz rahatsız olmuştum. Tatlı bir adam olabilirdi ama ona güveneceğim anlamına gelmiyordu.

"Ay kusura bakma habersiz sarıldım bir anda. Heyecandan yani..."

"Biliyorum Tuğrul bey sıkıntı değil."

"Bey mi? Amca diyeceksin Alya! Amcanım ben senin."

"Kusura bakmayın Tuğrul bey, ama hemen öyle size amca diyemem. Benim hayatıma birden girdiniz ve benden böyle şeyler beklemeyin. Ne yapacağımı bende bilmiyorum ve bunu yapmanız beni sadece zora sokar." Anlayışla başını salladı.

"Neyse ben artık gideyim. Teşekkür ederim size de." Odadan çıkıp bilmediğim odamın yeri için tekrar odaya girdim.

"Bu arada, odamın yeri neredeydi?"

"Hemen alt katta, ismin zaten yazıyor. Bu arada Alya söylemeden geçemeyeceğim Kurt abinin aynısısın." Kurt?

Geçen Akarcalı kardeşlerden biride öyle demişti.

"Amına koyayım karşımda Kurt abim var sanki."

Bir abi daha vardı. Başka var mıydı? Çünkü buna hazır değildim.

Tuğrul beye başımı sallayıp odadan ayrıldım. Asansöre binip alt kata indim ve kapının hemen yanında ismim yazan odaya girdim. Ferah gri ve beyaz ile döşenen oda gayet büyüktü.

Özel hastane değildi ona rağmen oldukça konforlu bir yerdi. Devlet Hastanesi'ne göre fazla modern bir yerdi. Devlet hastanesi değildi galiba.

Aras hastanesi

Evet devlet hastanesi değildi. Kimin adına yapıldı bilmiyorum ama önemli biri olmalıydı. Bir iş adamı, belki de bir şehit. Bilmiyordum.

Odadaki dolabın içinde önlüğü alıp üzerime geçirdim. İlk iş günüm olduğu için hastalar bir saat kadar sonra gelmeye başlayacaktı. O zamana kadar biraz odamı kurcalamaya başladım.

Kapının hemen yanında bir masa ve arkasında büyük bir dolap. Yanında bir kaç doktorun önemli sözleri vardı.

Kapının karşısında kocaman bir pencere vardı. Pencerenin sağ çaprazında muayene koltuğu ve aletler vardı. Diğer yerler ya boştu ya da saksı bitkiler vardı. Diğer hastanedeki odam ile aralarında büyük bir fark vardı.

Masama oturup üzerinde göz gezdirdim. Öylesine bir masaydı işte abartılacak bir yanı yoktu. Bilgisayardan doktor kimliğim ile giriş yapıp bir kaç hasta dosyasına baktım. O sıra da telefonuma bildirim gelmişti.

Çağan: ilk iş günün nasıl geçiyor kuşum?

Siz: iyi, normal. Sen ne yapıyorsun?

Çağan: insan biraz detay verir, odun musun kızım sen?

Siz: Çağan defol git.

Çağan: her neyse, şirketi taşımaya ufaktan başladık. Orada bir bina satın aldım. Şehir merkezinin ortasında. En fazla üç haftaya ordayım.

Siz: tamam, ben gidiyorum kendine iyi bak.

Çağan: bende seni öptüm kuşum💋

Telefonu kapatıp önüme döndüm. Dudağımda küçük ama masum bir gülümseme vardı. Çağan beni mutlu ediyordu...

-

Biten mesai saatim ile toparlanmaya başladım. Burada İlk iş günüm olsa da pek bir zorlanma yaşamamıştım. Yaşlı kadınların gözdesi olduğum bilinir bir gerçekti. Bu hastaneye gelen her bir yaşlı kadının oğluna gelin aldığını anlamıştım. Aklıma gelen anı ile kafamı masaya vurmak istedim.

İçeri giren yaşlı bir kadın ile göz gezdirdim. Bembeyaz saçları ve kırışık yüzü ile benim beni inceliyordu. Alıcı gözüyle!

Önümdeki koltuğa oturup memnuniyetle gülümsedi. "Buyrun şikayetiniz neydi?"

"Ne şikayeti?" Kadının boş bulunarak sorduğu soru onun ilk batırışıydı.

"Yani şuan da bir hastanede bir beyin cerrahının odasındasınız. Rahatsızlığınız nedir?" Aklına yeni gelmiş gibi yerinde dikleşti ve yüzünü acı çekiyormuş gibi bir hale soktu. Elini karnına götürüp ovaladı.

"Ay ay ay, kızım ben karnımın acısından kıvranıyorum."

"Yanlız benim uzmanlık alanım o değil hanfendi. Lütfen şikayetinizin ilgili olduğu doktora görünün." Kadının sanki acısı son bulmuş gibi eski haline dönüp ilgiyle bana bakmaya başladı.

"Parmağında yüzük göremedim. Evli değilsin demi kızım?"

"Niye kendinize mi alacaksınız beni?" Onun patavatsız sorusuna karşı benimki sanki çok normaldi. Ayıplayarak bana bakması ile ayağa kalktım.

"Lütfen odamdan çıkın. Burası sizin hiç bir şikayetiniz yokken gelebileceğiniz bir yer değil. Şuan sizin olduğunuz odada muayene olmak isteyen bir çok hasta var." Kadın utançla ayağa kalkıp bana bakmaya başladı.

"Ya kızım kusura bakma, düşünemedim ben şimdi böyle. Off çok mahçup hissettim şimdi." Kadın çantasını alıp kaçarcasına odadan çıktı.

Çattık ya!

Böyle bir çok kadın gelip sorun çıkartmıştı ve en sonunda hepsine birden patlamıştım. İşteki ilk günüm yaşlı kadınlar yüzünden garip geçmişti. Bir de 'ben yaşlıyım kızım düşünemedim. Kusura bakma sende hakkını helal et.' kendilerini böyle o kadar çok acındırmışlardı ki onlara kanmayan ben daha da kinlenmemi sağlıyordu.

Ayrıca öğle molasına çıkmayıp kimseyle tanışmamıştım. İlk günüm sinirli ve asosyal bir şekilde geçmişti. Ayrıca yarın cerrah ekibimle tanışacaktım. Nasıl insanlara denk gelirim bilmiyorum ama eski ekibimi özlediğimi fark ettim. Onlarla kısa bir vedalaşma yaşamıştım sadece. Eymen ve Arzu göz yaşlarını akıtmıştı. Eymen'in beni ablası gibi gördüğü aşikardı. Arzu ise 'burada ki tek yakınım sizsiniz hocam lütfen gitmeyin.' diyerek ağlamıştı. Hatta Eymen'in inat edip tayinini istemesine zor engel olmuştum. Onun peşinden diğerleri de gelirdi çünkü.

Onlar orada iyiydi. Burada yapabileceklerini pek sanmıyordum.

Hastaneden çıkıp arabama bindim. Hava geç kararıyordu ama güneş çoktan batmıştı. Bulutlu hava griye boyanmıştı. Kısa bir sürede eve gelip dışarıdan tavuk salatası söylemiştim. Üzerimi değiştirip duşa girdim. Kafamdan akan soğuk su ile Akarcalı'lar bir bir kafama doluştu. İstanbul'da onlardan kurtuldum sanarken Hakkari'de bir Akarcalı daha çıkmıştı karşıma.

Kalabalık bir aileydi anladığım kadarıyla, onlardan hemen kurtulamazdım. Ata bana yaklaşacak gibiydi. Samimi biriydi aslında. Kendine çeken bir tarafları vardı. Ailede ilk onu tanımıştım. İlk onunla telefonla konuşmam sayılırdı umarım.

Mete vardı birde, tatlı bir bebekti. Eliyle beni gösterip heyecanla amcasına göstermesi bir an ona gidip sarılmamı tetiklemişti. Süngü hanım garipti. Nasıl biri olduğunu çözememiştim. Bir meraklı oluyordu bir soğuk tavırını takınıyordu. Çağ ve Göktürk...

Onlar hakkında ne düşüneceğimi kestirememiştim. Çağ bana bir şey demeyip yemek boyunca gözlemlemeyi tercih etmişti. Sakin birine benziyordu. En küçüklerimiz oydu.

Göktürk ise bana bir kaç kere laf atmıştı. Erkekler biraz geç olgunlaşır lafını ciddiye almaya başlayacaktım.

Duştan çıkıp yemeğimi yedim kafamı yastığa koydum. İlk günün stresi yüzünden biraz yorulmuştum.

Bir varmış bir yokmuş diye başlardı masallar, prenseslerin bütün masallar mutlu sonla biterdi. Ama Alya bir prenses olamayacak kadar kötü, Neva bir kötü olamayacak kadar masumdu.

___________________________________________

 

Bir yorum aradım ama göremedim. Lütfen beni sınır koymaya mecbur bırakmayın.

Burayı okumadığınızı biliyorum ama eğer okuyorsanız beni biliyorsunuz demektir.

Her neyse!

Bölüm hakkındaki yorumlarınızı alayım.(Gelmeyeceğini bile bile:)

Geçiş bölümü gibi birşey oldu ama bir sonraki bölüm de aşkımız ile bir bölüm yazmayı planlıyorum. Sizce

Aile mi, Alparslan mı?

Bölüm : 16.11.2024 15:34 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...