
Hayat bir puzzle gibidir. Parçaları birleştirdikçe ortaya çıkan bütünler senin hayatını anlatır. Yavaş yavaş ne olacağını görürsün. Eğer önceden senin hayatını planlayan ya da hayatına yol çizen biri yoksa heyecanla parçaların sana gelmesini bekler ve tamamlanırsın.
Buna özgür olmak denir, kimsenin seni kontrol etmesine izin vermeden, kimseyi beklenti içinde bırakmadan yaşamaktır bu. Eğer hayatına yol çizen biri yoksa spoiler veren biride yoktur.
Puzzleın yavaş yavaş tamamlanır, tamamlandıkça onun iyi mi kötü mü olduğuna karar verirsin. Ama parçalar kaybolduğunda ne yapmayı planlıyorsun?
Benim parçalarım eksikti. Benim parçalarım kim di? Neredeydi? Bilmiyorum ama ben bu dünyada küçük bir parçam ile beraber duruyordum. O parçam oğuz muydu? Yoksa Çağan mı?
Onlara yeterli parçam var mıydı benim?
Aklımda bir sürü beni delirtecek sorum vardı. Evet Çağan benim hayatımda çok önemli bir yer kaplıyordu. Hem de büyük bir yerini ama Oğuz.
Oğuz oradaki basit bir arkadaş mı? Yoksa kardeşim, abim diyebileceğim biri mi? Bilmiyorum. Ben hiç bir şeyi bilmiyorum!
Evet, Oğuz bir dönemde o kadar çok yanım da oldu ki şu anda ona ne cevap vereceğimi bilmiyordum. Beni arayıp buraya gelmek istediğini söyledi. Kafa dinlemek ona güzel gelecekti dediğine göre. Ama yalan söylediği Ap açık belliydi. Bir şeyler olmuştu belliydi.
Bana söylememiş olması bana yeterince güvenmediğine işaret değil miydi? Evet. Tam olarak öyleydi. Oğuz'u bir süre cevapsız bırakarak ona döneceğimi belirtmiştim.
Garip biriydi Oğuz, ilk başta birbirimiz ile delicesine rekabet ediyorduk. Daha sonra hastanede tek arkadaşım olmuştu. Oğuz benden iki yaş büyüktü. 31 yaşında olması onu abi gibi görebileceğim anlamına geliyordu ama öyle değildi. Benim küçük kardeşim gibiydi Oğuz.
O benim küçük kardeşim ve ben onun ablası gibiydim. Buraya gelmeden önce evime gelip ağlaması çok koymuştu bana. Ben öylece onu izlerken o bana içini döke döke ağlıyordu. Onun için biraz fazla dugusuzdum.
Şimdi ise onsuz bir şekilde yeni atandığım hastaneye bakıyordum. Bugün burada ikinci günümdü. Şehirde çok fazla doktor olmadığı için bizim hastaneye de o kadar fazla doktor sayısı düşmüyordu. Nöbetlerimiz artmıştı. İkinci günümde nöbete kalmak biraz kötüydü.
Arabadan inip hastaneye doğru sert adımlarım ve dik omuzlarım ile ilerledim. Hemen uyum sağlamıştım buraya. Havanın soğukluğu ise hâlâ yabancı geliyordu.
İçeri girdiğim de bedenime vuran sıcak bir nebze olsun rahatlatmıştı beni. Odamın olduğu kata çıkıp odama girdim. Yarım saat sonra hastalarım gelmeye başlayacaktı. Teyzelerle uğraşmak bir günde resmen işkence gibi gelmişti benim için. Önlüğümü giyip saçımı at kuyruğu topladım. Masama oturup kontrol olan dosyalara bakıp hastaların gelmesini bekledim.
Öğle molasına çıktığım da kafetaryanın biraz kalabalık olduğunu gördüm. Doktorlar bir masa da toplanmış aralarında sohbet ediyordu.
Kantinden bir kahve alıp çıkışa doğru yürüdüm ama arkamdan birinin seslenmesi ile o tarafa doğru döndüm.
Doktorların masasında bir adam adımı sesleniyordu. Eliyle o tarafa gitmem için işaret verdiğinde onların yanına yürüdüm.
Bir elim kumaş pantalonumun cebinde diğer elim ise kahvemi tutuyordu. Bugün her zamanki gibi takım giymiştim.
"Buyrun?" Masa da göz gezdirdiğim de gördüğüm Ata ile şaşkınlıkla ona baktım. O da bana öyle bakıyordu. Onlar Ankara da değil miydi?
"Oturmak istemez misiniz?" Hemen yanında durduğum kadın yer açıp samimi bir sesle sorduğunda biraz zaman geçirmek adına açılan boşluğa oturdum.
"Hoş geldiniz Alya hocam, ben Sevgi, buranın baş hemşiresiyim." Ona başımı sallayıp sağol gibisinden bir şeyler mırıldandım.
Ata ile hâlâ bakışıyorduk. Onun şaşkınlığı gitmiş bana merakla bakıyordu. O sıra da karşımda oturan adamlardan ortaya biri soru attı.
"Siz Ata hocayla tanışıyor musunuz?"
Bize şüpheli bakışlar atıp sorusunu sormasıyla tüm ilgi bize dönmüştü.
"Evet, kardeşim olur kendisi." Ata'nın muzip bir ifade ile cevap vermesi beni yeterince sinir etmişti.
"Oha, Ata hocanın kız kardeşi olduğunu bilmiyordum. Hocam hiç bahsetmediniz bize."
"Öyle, kardeşim bana özel." Bana kocaman gülümsüyordu, mutluydu. Ama aynı şey benim için geçerli değildi. Sinirli bir biçimde ona bakıyordum. Beni çokta takmıyordu.
"Hocam valla aileniz de iki tane doktor var sizden daha sağlıklı aile olmaz. Hem doktor var, hem pilot hem asker. Oh daha ne olsun." Asker ve pilot?
Göktuğ'un ve şu kurt abim diye bahsettikleri kişinin mesleklerini bilmiyordum. Ata'nın sinirli şekilde ona dönmesiyle yanlış bir şey söylemiş gibi keskin ve uyarı dolu bakışlarını konuşan kişiye çevirdi. Bu uyarı dolu bakışlar yanlış bir şey söylediğinin habercisiydi.
"Oğlum sen bir sussana ya! Bir kere ağzını kapalı tut." Ata ona söylenirken kısık gözlerim suratında geziniyordu. Buna kırılmamıştım, haklıydılar bana güvenmemekte. Ben bile onlara güvenmiyorsun onların güvenmesini beklemek aptallık olurdu.
Bana güvenmelerini beklemiyordum elbette ama bunda ne vardı da benden saklıyorlardı. Boşvermişlikle ayağa kalkıp odama ilerledim, Ata hâlâ çocuğu azarlarken beni pek fark etmiş gibi değildi. Bir abi istemiyordum. Bir aile hiç!
Koltuğa oturmamla odamın kapısı açıldı. Ata gelmişti.
"Alya bak yanlış anladı-"
"Ata burada neyi yanlış anlayabilirim ki? Bana güvenmemek ile haklısınız. Beni tanımıyorsunuz. Sizin bir şeyiniz değilim yani burada darılacak bir şey yok."
"Alya hayır tabi ki! Sen benim kardeşimsin. Ama kurt abim özel harekat askeri. Sana abimin söylemesini istiyorduk. Sana güvenmesini bekliyorduk." Daha beni tanımamışken nasıl güvene bilirdi ki?
"Abim görevde, yaklaşık bir aydır ona ulaşamıyoruz. Bu olan olaylardan haberi yok." Başımı salladım sadece. Konuyu ne uzatmak ne de eşelemek istemiyordum.
"Bu arada tayinin mi çıktı. Seni daha önce burada görmedim." Çıktı değil de sizden kaçmak için çıkarttım diyemedim. Sadece bir kere daha başımı salladım.
"Bu akşam bize yemeğe gelmek ister misin?" Aniden sorduğu soruyla bir süre bir şey demedim. Onlarla bir bağım olmasın, onlarla karşılaşmayım diye buraya gelmişken aslında direkt kucaklarına düşmüştüm. Bu kader miydi? Yoksa korkunç bir rüya mı.
"Yok ben gelmeyim. İşlerim var bugün."
"Yani biricik abim için işlerini erteleyemez misin?"
"Konum gönderirsin. Şimdi odamdan çık." Kabul etmeseydim diretecekti. Evet inatçıydım ama Ata benden daha inatçı duruyordu bunu test etmeden anlaya bilmiştim.
Bir anda gelip yanağımdan öpüp koşarak odadan çıktı. Her şey bir anda olmuştu. Ata beni öpmüştü.
Ne?
Elimle iğrenç bir şey olmuş gibi yanağımı silip gözlerimi devirdim. Sınırlarımı aşıyorlardı...
Aptal şoktan çıkıp hastaların gelmesini bekledim. Aklıma gelen şey ile hemen telefonuma sarıldım. Bugün nöbetim vardı.
Ata'ya kısa bir mesaj çekip gelemeyeceğimin nöbetimin olduğu haberini verdim. Ama beni zorla ikna edip yarın onlara yemeğe gitmeme ikna etti. Ata beni gerçekten kabullenmiş miydi, yoksa bana oyun mu oynuyordu. emin değildim. Ama onlara gram güvenmiyordum. Benim onlara güvenmeyip onların bana güvenmesini beklemek sadece aptallık olurdu.
Evet Ata beni ilk gördüğün de heyecanlanmış ve beni kabul etmişti ama doğru mu yapıyordu. Ben ise onlara hiç bir tepki göstermemiştim. Burada doğruyu ve yanlışı yapan kimdi?
Öğle molamın bitmesi ile hastalarım tekrar gelmeye başlamıştı. Bugün teyzelerle o kadar çok karşılaşmamıştım. Bir iki tanesi gelip fotoğraf göstermeye çalıştığında onlara güzel bir rest çekmiştim. Beni sadece bir günde bıktırmışlardı.
Akşam mesaim bitmişti ve bende rahat olmak adına siyah nöbet kıyafetlerini giymiştim. Üzerine önlüğümü geçirip isimliğimi boynuma astım. Topuklu ayakkabımı kenara koyup beyaz terliklerimi ayağıma geçirdim.
Masamdan stetoskopbumu masadan alıp odamdan çıktım.
Kısa bir mola vermiştim nöbete geçmeden önce şimdi ise acilde gelen hastalara gerekli müdahaleyi yapıp gönderiyordum.
Saat gece yarısını geçerken köşede duran döner koltuğa oturdum. Burada insanlar kayıt yaptırıyordu ama şuan çok fazla kalabalık değildi. Bana gerekli olunursa arayabilirlerdi bu yüzden bugün öğrendiğim tüm doktorların toplandığı dinlenme odasına ilerledim.
Ranzalar vardı, ortada kocaman bir masa etrafında ise sandalyeler vardı. Kahve makinası bulunan oda biraz dağınıktı hatta hemen karşımda bulunan ranza da birileri yatıyordu. Arkası dönük olduğu için yüzünü görememiştim.
Kendime bir kahve alıp bugünkü gelen hastaların dosyalarını inceledim. Ameliyata girmesi gerek hastam vardı. Tehlikeli ve zor bir ameliyattı ama kendime güveniyordum. Bir süre onun hakkında çalışıp acile geri indim. Tek tük insanlar dışında pek kimse yoktu. İstanbul'da olsaydım eminim şuan burası tıka basa dolu olurdu.
Saat gece üçü gösterirken bir sandalyeye oturmuş telefonum ile ilgileniyordum. Sakin bir nöbet oluyordu ve mola saatim yaklaşıyordu. İçeri giren sedye ile yerimde dikleştim. Ben dediğim gibi, çok pis şom ağızlıydım.
Sedyenin yanına hızlı adımlarla ilerleyip köşeye çektik. "38 yaşında hasta, yapım aşamasında olan inşaattan atlayıp intihar etmiş ama başarısız. Kafasını kiremite çarpıp kuma düşmüş. baygınlık geçirmiş sadece. Ama iç kanama olabilir.
"Hastayı tomigrafiye alın." Işıkla gözlerini kontrol ettikten sonra hemşirelere bıraktım. Nefes alıyordu ve nabzı yerindeydi sadece riskli bir durumu varmı onu öğrenecektim.
Neden intihar ettiğini anlayamazdım. Çünkü bu benim için kaçış yoluydu. En son kaçacağım yer orası olacaktı. Belki çaresizdi belki de bu dünyadan sıkıldığı içindi ama başaramamıştı. Onun için iyi miydi? Yoksa kötü müydü?
Arkamdan birinin sarılması ile ona arkama döndüm. Ata bana sıkı sıkı sarılıyordu. Ayıp olmasın diye kollarımı hafifçe sırtına doladım. Herhangi bir rahatsızlık hissetmemiştim. Benim için zor bir şeydi bu, normal de insanların en ufak temasında rahatsız olurken Ata'nın bana sarılması Sadece içimin kıpraşmasına sebep oluyordu.
Geri çekilip suratında ki gülümseme ile bana baktı. Elinde ki poşeti yüz hizama getirip salladı. Bu saatte bana yemek mi getirmişti?
Galiba önceki ekibim, Çağan ve Oğuz dışında ilk defa biri beni düşünüp yemek getiriyordu. Suratımda huzurlu bir gülümseme oldu. Ata gülüşüme bakıp daha fazla gülümsedi.
"Galiba neden gülüşünü sakladığını anladım. Kızım sen ulu orta yerde sakın gülümseme. Kalpten gidicem bak şimdi." Ona küçük bir kahkaha atıp bir adım ona yaklaştım. Hayatımda ilk defa abim oluyordu ve bu garip bir histi. Kollarımı Ata'nın beline dolayıp, başımı göğsüne koydum. Ata benim şansımdı belki de.
Ata ilk başta bir şey yapmasa da heyecanladığını kulağımın hemen arkasında hissettiğim kalbi ile anladım. Bir müddet sonra kollarını belime dolayıp beni sıkı sıkı sardı. "Teşekkür ederim Alya, bana dünyaları versen bu kadar mutlu olmazdım." Kulağımın dibine fısıldadı ve kokumu içine çekmeye başladı. Kendimi geri çekip gözlerimi yelledim. Yıllar sonra bu kadar duygusal bir an yaşıyordum. Ağlamam imkansızdı.
"Bak unutturuyordun, sana yemek yaptım." Şaşkınlıkla kaşlarımı kaldırdım.
Ata bana yemek mi yapmıştı.
"Gerçekten bana mı yaptın?"
"Tabi ki sana yapacağım benim senden başka kardeşim mi var?" Ata üzgünüm ama senin iki kardeşin daha var.
"Ata, senin Göktürk ve Çağ adlı kardeşlerin var. Bilmem anlatabildim mi?"
"Ay onlar mı kardeş? Senin yanında onlara anca ayı diyebiliyorum. Kusura baksınlar." Ona kasıkça gülüp elinden yemeği aldım.
"Hadi molam başladı, yemeği yiyelim." Başını salladı ve önümden ilerledi. Ata bana çok tatlı geliyordu. Hayatımda ilk defa abi duygusunu Çağan da tatmıştım ama kan bağı olunca farklı oluyordu. Şuan bunu anlamıştım.
Ata bahçeye çıkıp bir çardağa doğru ilerledi. Gece olduğu için kimse yoktu.
Beni yanına çekip oturdu ve yemekleri poşetten çıkardı. İki tane saklama kabı ve bir takım kaşık çatal vardı. İlk kutuyu açtığında içinden pirinç pilavı çıktı. Diğerinden ise tavuk salatası çıktı.
"Hadi ye daha fazla soğutma." Ona başımı sallayıp elime çatal aldım ve tavuk salatasını yemeye başladım. Lezzetliydi. Ata'nın eli gerçekten lezzetliydi.
Bir çatal daha salata alıp Ata'ya uzattım yemesi için. Beni seyrediyordu. Çatalı ona uzatmam ile şaşkınca bana bakmaya başladı.
"Galiba hayır." Çok bekletmeden elimdeki çataldan salatayı yedi.
"Ne güzel yapmışım ya!" Ağzı doluyken konuşması komik gelmişti.
Önüme dönüp yemeğimi yemeye başladım. Arada Ata'ya da uzatıyordum.
Yemek bitince kapları poşete koyup ayağa kalktım. Molam bitmişti.
"Ben gidiyorum ellerine sağlık, yemek güzel olmuştu." Beni kendine çekip sarıldı. Bende kollarımı ona dolayıp başımı göğsüne koydum. Burası çok rahattı.
Ata'dan ayrılıp gidecekken kolumu tuttu.
"Öpücük vermeden mi gideceksin?" Bunu yapmalı mıydım? sonuçta bunda yanlış bir şey yoktu. Yanağına küçük bir öpücük kondurup koşar adımlar ile acile gittim. Abimi ilk defa öpmüştüm!
-
Küpemi de takıp kapıdan çıktım. Akarcalı'lara ile yemeğe gidiyordum. Heyecan veya stres yoktu. Onlarla daha önce küçük bir yemek yemiştim.
Arabama bindim. Aynada kendimi kontrol ederken emin olduğuma karar verdim. Üzerime beyaz boğazlı bir kazak, altıma koyu gri kumaş pantalon ve üzerime deri ceket giymiştim. Günler sonra ilk defa spor ayakkabı giymenin rahatlığı ile evden çıkmıştım. Saçlarımı arkadan sıkı bir topuz yapıp halka küpe takmıştım. Ciddi ama sportif bir kombinle hazırdım. Arabayı çalıştırmadan konumu açtığımda direkt üst caddeyi gösteriyordu. Ata Gil üst sokakta mı yaşıyordu. Arabadan geri inip konuma göre hemen bir yan sokağa girdim. Bir dakika mı bile almamıştı. Sokağın girişinde gösteren konum ile karşımda duran konak tarzı eve baktım. Modern bir evdi benim evimin iki katı gibi bir şeydi.
Hemen önümde duran korumalar yanıma gelip beni yönlendirdi.
"Siz Alya hanım olmalısınız." Konuşmadan başımı salladım. Evin giriş kapısına geldiğimde zile bastım.
Çaldığım gibi hemen açılan kapının arkasında Süngü hanım vardı. Bana heyecanla bakıyordu. Sarılacakken bir adım gerileyip engel oldum. Ona henüz ısınabilmiş değildim. Hiç bozulmadan beni içeri davet etti.
"Hoş geldin Alya, içeri geç lütfen." İçeri girdiğimde karşımda direkt salon vardı. Bütün Akarcalı'lar orada oturuyordu. Tabi Kurt diye bahsettikleri kişi yine yoktu.
Ata beni görünce ayağa kalkıp kollarını açtı. Gidip ona sarılıp başımı yine göğsüne yasladım. Kafamı öpünce geri çekildik. Diğerleri çoktan ayağa kalkıp baş selamı vermişti. Mete gelip bacağıma sarıldı. "hala!" Kim ona halası olduğumu söylemişti?
Mete'yi kucağıma alıp göz hizama getirdim. "Merhaba Mete." Büyükçe gülümseyip;
"Merhaba, hadi içeri geçelim de rahat rahat sohbet edelim." Bilmiş bilmiş konuşup koltuğu işaret etti. Kelimeler ağzından tam çıkmıyordu. Onu ısırasım gelmişti. Mete çok tatlıydı!
"Buyur Alya otur." Turan bey eliyle koltuğu gösterdi. Mete'yi kucağımdan indirmeden gidip koltuğa oturdum. Çağ çekingence bana bakarken Göktürk gayet rahat bir biçimde karşımda oturuyordum. Yüzünde gıcık bir ifade vardı.
"Nasılsın kızım?" Süngü hanımın sohbeti başlatmak için adım atmasıyla Mete ile ilgilenmeyi bıraktım ve ona döndüm.
"İyiyim siz?"
"Bende iyiyim. Tayinin Buraya çıkmış?" Başımı salladım.
"Evet kısa bir süre önce." Başını sallayıp memnuniyet ile gülümsedi.
"İstersen yemeğe geçelim." Başımı salladım Turan beye.
Mete'yi yere indirip peşlerinden ilerledim. Ata gelip kolunu omuzuma atmıştı. Başımdan öpüp yemek odasına ilerledi. İçeri girdiğimde sadece üç yer boştu. Ata beni yan yana iki boş sandalyeye ilerletip otutturdu. Yanıma da o oturunca yemek servisi yapılmaya başlandı. Turan Bey'in afiyet olsun demesiyle yemeye başlamıştık.
Yemek gayet güzel ve sakin geçmişti. Kimse konuşmamış ve bana soru soru sormamıştı. Yemekler bittikten sonra tekrar salona geçtik. Mete gelip kucağıma çıktığında kafasını boynuma yasladı bende kestane tonlu aynı benim gibi olan saçları ile oynamaya başladım.
Süngü hanımın dediğine göre yemekleri o yapmıştı.
"Yemekleriniz çok güzel olmuş süngü hanım. Ellerinize sağlık. Ata bu konuda size çekmiş galiba." Karşımdan gülme sesi geldi. Göktürk gülüyordu.
"Ata abim mi? Güldürme beni. Abim yumurta bile kıramaz." Kahkaha atmasıyla yanımda oturan Ata kafasına yastık fırlatmıştı.
"Sussana oğlum! Bakma güzelim sen buna yalan söylüyor bu."
"Abi kusura bakma ama Göktürk abim doğru söylüyor sen yumurta bile kıramazsın."
"Ata?"
"Ha, abim sana yemek getirdiği gün ki yemekleri diyorsun sen. Onu annem yapmıştı bir gece yarısı." Ata utançla başını eğdiğinde kızgınca ona bakmaya başladım. Niye bana yalan söyleme gereği duymuştu.
"Ata, bana neden yalan söyledin." Bana döndüğünde yüzünde mahçup bir ifade vardı.
"Güzelim ben sandım ki yetenekli olursam beni seversin. E Öyle de oldu." Kısıkça sadece benim duyabildiğim bir tonda fısıldamıştı. Ellerimi omuzuna koyup okşadım.
"Ata, ben seni yemek yaptığın için kabul etmedim ki. Beni düşünmen benim için çok değerli emin ol. Hem teşekkür ederim ben sana." Kollarını sıkıca bana dolayıp kafasını boynuma gömdü. Tabi arada ezilen Mete olmuştu.
"Amca uzak dur halamdan! Elleme onu ya!" Kızgınca konuşması Ata ile aralarına rekabet koyuyordu.
"Allah Allah, hayırdır sen Mete. Senin halansa benim de kız kardeşim." Mete kaşlarını çatınca ellerimle saçını sevdim. Ve kulağına eğildim.
"Merak etme ben seni daha çok seviyorum."
"Yaaaa gerçekten mi halacım?"
"Tabi ki gerçek." Yani biraz yalan olabilirdi. İkisini de eşit seviyordum ben.
"Hıh duydun mu amca, halam beni daha çok seviyormuş." Mete Allah kahretmesin seni. Ata bana dönünce sevimlice ona gülümsedim. Bugünkü ilk tepkim buydu. Ve yine Ata'ya olmuştu.
"Kızım bakma şöyle ya." Sistemle konuşup kafamdan öpmüştü. O sıra da kapı çaldı. Süngü hanım kapıya bakmaya gitmişti. Yardımcılar yemekten sonra çıkmıştı evden.
"Oğlum!" Süngü Hanım'ın heyecanla konuşup birine sarılması ile herkes ayağa kalktı. Ne oluyordu?
Herkes kapıya koşarken ben yavaşça ayağa kalktım kucağımda Mete'yle. En arkada kapıya bakarken süngü hanım sonunda oğlum dediği adamdan ayrıldı. Karşımda gördüğüm adam ile geriye doğru sendelendim. Sanki karşımda kısa saçlı ve daha uzun boylu halim vardı!
Beni gördüğünde yüzünde belli olan bir şok dalgası göründü. Nasıl bir insan bu kadar benzeyebilirdi birbirine.
Turan bey bekletmeden oğluna sarılınca gözleri hâlâ benden ayrılmamıştı. Herkes tek tek sarılmıştı sonunda Mete;
"Baba!" Diyip Kurt'un kucağına atladı. Oğluna sıkı sıkı sarılan Kurt'un gözleri yine benimkilerle buluştu. Çözmeye çalışır gibiydi. Bunu fark eden süngü hanım olaya el attı.
"Oğlum, kardeşin Alya. Ceren ile doğumda karışıklık olmuş." Kurt'un ağızından sadece,
"Ne?" Kelimesi çıkmıştı, şokla bana bakıyordu.
O sırada cebimdeki telefonum çalmıştı. Şoktan çıkıp elimi cebime attım. Karşımda duran en büyük abimden gözlerimi alamıyordum. Telefonda Eymen'in aradığını görünce yanıtladım.
Bir kaç adım geri gidip arkamı döndüm.
"Efendim Eymen?"
"Hocam ben şey söyleyecektim."
"Söyle Eymen." Ağzında bir şeyler yuvarlamaya başlayınca sertçe uyardım onu.
"Eymen ağzında yuvarlama söyle ne söyleyeceksen!"
"Hocam, Oğuz hocanın annesi öldü." Bir çırpıda söyleyip telefonu kapattı. Bir süre ne yapacağımı bilemedim. Ne yapmam gerekiyordu şuan.
Elimden düşen telefon ile girdiğim şoktan çıktım. Oğuz'un annesi ölmüştü ve Oğuz şuan da yanlızdı...
___________________________________________
Sonnnnnn
Merhaba arkadaşlar! Evet biraz kızdırdım sizi kabul. Yani ne yapayım hem bunlar daha hiç bir şey.
Oğuz 🥺 muzlu kekim benim.
Onun adına biraz üzüldüm gibi ama çok değil biraz perişan edip tatmin olacağım da.
Her neyse oy ve yorum kullanın üstten çünkü bir önceki bölüme tam istediğim gibi yorumlar geldi ve inanılmaz bir yazma isteği geldi bana.
sizden yine aynı performansı istiyorum canlar.
FİGHTİNG
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |