
Hayat acımasız olabiliyordu, bazen kalbinin kırılması narkossuz bir ameliyata girmek kadar acıya biliyordu.
Zordu, hemde çok zordu.
Şuan ben nasılım? bilmiyorum. Ama benden daha önemlisi varsa o da Oğuz'du. Oğuz'u hiç düşünmeden bırakırken ben bunların olacağını düşünmemiştim. Akılsızlık mı etmiştim yok bile bile buraya mı gelmiştim.
Belki de bunu tahmin edebilirdim. Zaten kadının durumu kötüye gidiyordu. Ben Oğuz'a destek çıkmak yerine kendi derdimi düşünerek bencillik etmiştim. Her zamanki gibi kendi derdimi düşünmüş birine yine yardım edememiştim.
Evet tam olarak öyleydi ben bencil bir insandım. Elimden düşen telefon ile ne yapmam gerektiğini hâlâ anlamamıştım. Üzerimde gözler hissediyordum. Şaşkınca bana bakan insanların altında adeta eziliyordum. Kendime gelmem gerekirdi.
Evet! Kendime gelip Oğuz'un yanına gitmeliyim.
Yere düşen telefonu alıp koşar adımlarla evden çıktım. Arkamdan seslenen insanları umursamadan hemen alt mahallede olan evimin önünde ki arabaya binip havaalanına sürdüm. Telefonu arabaya bağlayıp Çağan'ı aradım.
"Efendim kuşum?"
"Çağan, çağan!" Hızlı hızlı konuşup ne diyeceğimi bilemedim. Tıkanmıştım sanki.
"Alya, ne oldu? Sakin ol." Derin bir nefes alıp kendime geldim.
"Çağan hemen uçağı hazırlat, İstanbul'a geliyorum." Telefonu kapatıp gaza yüklendim. Neden bu kadar telaş yapmıştım.
Bana hiç yapılmayan anneliği yapmış Oğuz'un annesine mi üzülüyordum? Yoksa oğuz'un bir başına kimsesiz orada durmasına mı?
Oğuz kimsesizdi, annesi vardı sadece. Ama artık o da yoktu...
Hayatı boyunca benim gibi ailesel sıkıntılar yaşamıştı o da. Onun yanında olan, ona arka çıkan tek kişi annesi iken artık o da yoktu. Emindim. Kendi kendini yiyip bitiriyordu. Neler yapacağının sınırı yoktu. Beni en çok endişelendiren de buydu zaten. Bana bir dönem kardeşlik, arkadaşlık yapan kişiyi bir kere önemsememiş olmak sadece Oğuz'un değil benim de canımı yakıyordu.
Geldiğim havaalanı ile arabayı park edip aşağı indim. Kontrolden geçtikten sonra üzerinde 'Hanzade' yazan uçağa ilerledim. Pek çok uçağımız vardı böyle, uçağımız diyorum çünkü bunlar sadece benim değil Çağan'ındı.
Kalkışa geçen uçak ile kemerimi taktım. Daha ne olduğunu anlamadan uçağa binmiş ve normalde kısa süren bu yolculuk şu anda bir asır gibi gelmişti.
İnişe geçen uçak ile uçaktan inmiş ve beni kapıda bekleyen şoför ile Oğuz'un evine gelmiştim. Işıkları açık olmayan bu evde Oğuz içinde miydi bilmiyorum ama hastaneden kaçmak için burada olduğunu tahmin edebiliyordum. Oğuz acısını yanlız yaşamayın tercih ederdi. Kimsenin ona acımasını istemez her şeyi kendi içinde hallederdi.
Saksının altından anahtarı çıkartıp kapıyı açtım. Sessiz ve karanlık olan evde kimse yok gibi görünüyordu. Yavaş yavaş salona ilerlediğimde herşey heryerdeydi.
Salondan çıkıp Oğuz'un odasının önünde geldim. Kapıyı açtığım da yatakta örtüsüne sarılmış öylece duvarı izleyen Oğuz'u görmeyi beklemiyordum. Gözleri kanlanmıştı, elleri titriyor öylece karşıyı izliyordu. Benim geldiğimi fark etmemişti. Kapıyı kapatıp yavaşça yanına ilerledim.
Yatağın ucuna oturduğum da hâlâ bana dönmemişti. Elimi yüzüne koyup kendime çevirdim.
"Oğuz" benim geldiğimi yeni fark etmiş gibi gözlerini bana çevirdi.
"Alya, geldin mi?" Sessiz çıkan sesi bir kez daha canımı yaktı. Benim yüzümden buradaydı. Eğer istanbul'dan gitmeyip Oğuz'un yanında olsaydım böyle olmayacaktı. Daha çabuk toparlana bilirdi.
"Hıhı, ben geldim." Gözyaşları bir bir artarken elinde tuttuğu şeyi yeni fark ettim. Annesinin meşhur bilekliği vardı.
Oğuz'un babası ölmeden önce annesine bu bilekliği almıştı. Oğuz'un söylediğine göre henüz 11 yaşındaymış o zaman.
Annesi bilekliğine çok değer vermiş gözü gibi bakmıştı. Bileğinden asla çıkarmaz hep göz önünde tutardı. Onun için en değerli şey bir Oğuz iki ise bilekliğiydi. Kocasının ona aldığı son hediyeydi.
"Alya biliyor musun benim annem öldü." Bir Kere daha yandı canım. Kendi kendine anlatır gibi anlatması beni derinden yaralıyordu. Henüz kabullenmemişti belli ki. Sürekli kendi kende sayıklıyor annesinin öldüğünü kabul etmiyordu. Gözümden düşen bir damla yaşla hemen elimin tersiyle sildim.
Dışarıda gürleyen gök Oğuz'un acısına katılıyordu. Yağan yağmur pencereyi dövüyordu sanki. Şiddetle gürleyen gök ile tekrar bir ışık patladı.
Oğuz'un ise ağlama şiddeti artıyordu. Karşımda sanki 11 yaşında ki çocuk vardı. O çocuk gelip karşımda ağlıyor ve anne babasının ölümünü kabul etmiyordu.
"Oğuz, bak annen... Annen öldü ama hep burada olacak ve seni izleyecek. Bunu unutma olur mu." Elimi kalbinin üzerine götürüp konuştum.
"Alya ben annemi istiyorum." Oğuz'u kendime çekip kafasını göğsüme koydum.
"Şşş, geçecek tamam mı. Bunlarda geçecek."
Geçecek geçecek bunlarda geçecek,
Bu çocuk bu akşam birazcık içecek.
Geçecek geçecek bunlarda geçecek,
Bu çocuk bu akşam birazcık içecek.
"Alya, canım çok yanıyor. Kalbim acıyor." Göz yaşları boynumu ıslatırken kendimi ağlamamak için zor tutuyordum. Zordu, birisi yanında sana sığınarak ağlarken senin bir şey yapamaman zordu.
Oğuz hemen yanımda içli içli ağlıyorken bir şey yapamamak çok koyuyordu.
"Alya anlıyorsun beni değil mi? Hı? Sende kaybettin anne babanı."
"Alya bir şey söylesene!"
"ALYA BİR ŞEY SÖYLE!" Sinir krizi geçiriyordu artık. Göğsüme vuruyor kendini benden ittiriyordu. Hıçkırmaya başlamıştı artık.
"Alya canım çok yanıyor bir şey yap, lütfen!" Sıkıca sarıldım ona yapacağım başka bir şey yoktu. En çokta canımı sıkan buydu ya.
Yavaş yavaş sakinleşiyordu. Yorgunluktan uykuya dalmış bana yaslanıyordu. Ona yatağa yatırıp gözümdeki yaşları sildim. Ayağa kalkıp salona geçtim. Yapacak hiç bir şeyim yoktu. Teselli vermek bir yere kadardı. Bunu en iyi ben biliyordum. Salonu toparlamaya başladım.
Telefondan Çağan'ı arayıp koltuğa oturdum. Salonu toplamıştım ve oldukça uzun sürmüştü. Kitaplıkları yere düşürmüş sehpalar yerde yamuk şekilde duruyordu. Kırılan şeylerin haddi hesabı yoktu.
"Alo, Çağan."
"Kuşum ne oldu? Bir anda uçağı istedin. Nerdesin şimdi?" Ayaklarımı kendime çekip kafamı koltuğun tepesine yasladım. Derin bir nefes aldım rahatlamak adına. Zor bir gün olmuştu. Daha kurt ile tanışmadan şu anda Oğuz'un yanına Ankara'ya gelmiştim. Oğuz bir süre toparlanamayacaktı.
"Alya orada mısın?"
"Hı, evet. Burdayım. Oğuz'un annesi ölmüş. O yüzden istanbul'dayım şuan da. Zor bir gün oldu. Sinir krizi geçirdi ama şimdi sakın. Uyuyor."
"İyi ama şimdi değil mi?"
"Hayır, Çağan. Oğuz çok kötü. O çok kötü ve bir şey yapmamak çok koyuyor. Gelip bana içini döküyor. Çağan biliyor musun? Oğuz'un canı çok yanıyor ve ben bir şey yapamıyorum."
"Şş, sakin ol Neva. Sen Oğuz'un yanında ol yeter ona."
Neva, bana Neva demişti. Benim için garipti Neva'nın anlamı. Eski bendim Neva, masum Neva şuanda bu halimi görse beni suçlardı. Her şeyin benim suçum olduğunu söylerdi. Gerçekten öyle miydi peki?
Her şeyin suçlusu ben miyim?
"Tamam ben kapatıyorum." Bir şey söylemesine izin vermeden telefonu kapattım. Telefonu kapatınca ekrana düşen bildirimin haddi hesabı yoktu. Bir çok yabancı numaradan ve Ata'dan aramalar ve mesajlar vardı. Kısa bir açıklama yapmayı hakediyordu Ata. Ona da bencillik yapmak istemiyordum. Buna hakkım yoktu. Ata'yı üzmeye hakkım yoktu.
Ata'yı arayıp tekrar kulağıma koydum telefonu. Açılan telefon ile aniden soru yağdırmaya başladı.
"Alya! Neden bakmıyorsun bu telefona? Aniden çıktın gittin evden. Hepimiz çok meraklandık. Bizi ne kadar üzdüğünü biliyor musun? Ba-"
"Ata, tamam yeter sus artık. Kusura bakma sende birden çıktım evden ama çok yakın birini kaybettim. O yüzden şuan da istanbul'dayım.
"Ne ara istanbul'a gittin be kızım. Çok endişelendim senin için. Neyse merakta bırakma bizi ulaşabilmek istiyorum sana telefonu ne olursa olsun aç."
"Tamam. E sen ne yapıyorsun?" Bir nevi kafamı dağıtmak için yapıyordum bunu.
"Evde salonda hepimiz oturuyoruz bir sen eksiksin. O da olur birgün. Neyse biliyor musun kurt abim hala şoktan çıkamadı. Gerçi bende şoktayım am-"sözünü kesti birden.
"Ay abi ya! Atma şu yastığı kafama. Yalan mı! Alya senin ikizin gibi. Zaten bu yüzden kafayı yicem ya. Sanki bir üveyiz de siz kardeşsiniz." Bir koşma sesi geldi.
Kapı açılıp kapandı ve sanırsam Ata bir odaya geçmişti.
"Bakma sen buna hoşuna gidiyor aslında sadece gururuna yediremiyor."
"Ata ben artık kapatıyorum. Kendine iyi bak." Diyip direkt telefonu kapattım. Ayağa kalkıp Oğuz'un yanına geçtim.
Hâlâ uyuyordu. Uyuyarak acısından kurtulmaya çalışıyordu. Her şeyin geçeceğini sanıyordu ama yaptığı şey sadece kaçmaktı. Aynı benim yaptığım gibi...
Odadan çıkarken ışığı kapattım ve mutfağa geçtim. Yemek yapmayı bilmiyordum ama tarife bakarak yapabilirdim. Ya da yapmasa mıydım. Zehirlenme ihtimalimiz vardı. O yüzden Oğuz uyanınca dışarıdan söyleyecektim.
Tekrar koltuğa oturup telefonla ilgilenmeye başladım. Oğuz uyanana kadar bekleyecektim.
-
Saat gece yarısını geçiyordu ama Oğuz uyanmamıştı. Hastaneden iki günlük izin almıştım. Ata'ya da iki gün içerisinde döneceğim diye mesaj atmıştım.
Koltuktan kalkıp Oğuz'un odasına girdim. Uyanmış öylece duvara bakıyordu. Gidip yanında oturdum. Gözlerini bana çevirmişti. Ellerimi yanağına koyarak okşamaya başladım.
"İyi misin?"
"Hıhı" başını sallayıp mırıldandı. Hayır iyi değildi, aksine daha kötüydü. Sadece gizliyordu. Kendi içine atıyordu.
"İçine atma Oğuz, içine atarsan doldursun. Anlat bana, anlat ki rahatla."
"Tamam mı?" Başını salladı.
"Acıktın mı?"
"Hayır, acıkmadım."
"Sabah yemek yedin mi?"
"Hayır, yemedim." Ayağa kalkıp telefonumdan yemek siparişi verdim.
"Hadi kalk biraz toparlan." Başını iki yana salladı.
"İstemiyorum Alya." Mızmızlanıyordu. Onu minik bir gülümseme gönderip zorla ayağa kaldırdım.
"Hadi git elini yüzünü yıka, salonda bekliyorum seni." Ayağa kalkıp odadan çıktım. Salonda göz gezdirdiğimde çokta kötü olmadığına karar verdim. Işığı açıp Oğuz'u bekledim. Onu tetikleyecek hiç bir şey istemiyordum. Ne kadar çabuk toparlanırsa o kadar iyi olurdu.
İçeri giren oğuz ile kollarımı açtım. Yanıma gelip kollarımın arasına girdi ve kafasını boynuma yasladı. Konuyu açmanın tam zamanıydı.
"Oğuz... Cenaze ne zaman?" Onu üzmek istemiyordum ama bilmem gerekiyordu.
Bir süre konuşmadı. Kendi içinde savaş veriyordu. Ne yapması gerektiğine karar veremiyordu.
"Yarın cenaze var. Başka hiç bir şey istemedim." Kafasını öptüm. O sırada zil çaldı. Ayağa kalkıp kapıya ilerledim.
Karşımda duran kuryenin elinde ki poşeti alıp içeri geri döndüm. Mutfaktan tabak ve çatal alıp Oğuz'un yanına oturdum. Önümde ki sehpaya yemekleri koyup Oğuz'un eline çatalı verdim. Yemek için hiç istekli durmuyordu.
"Hadi Oğuz! Yemeğini ye. Sağlığını etkileyecek bir davranış istemiyorum." El mahkûm başını salladı ve yemeğini yemeye başladı. Zorlanarak yemeğini yemeye başladığında bir süre onu izledim.
Gözleri kıpkırmızı, göz altları mosmordu. Resmen bir günde çökmüştü. Ben onu izlemeye dalmışken bana döndü. İyi olduğuna inandırmak için bana tebessüm etti. Ama o kadar acılı Bir tebessümü vardı ki dudaklarında o bile farkında değildi.
Yemeği yedikten sonra etrafı toplayıp Oğuz'u odasına gönderdim. Bende salona örtü ve yastık alıp kuruldum. Bir kaç saat uyumak istiyordum yanlızca.
Gözlerime vuran güneş ile gözlerimi araladığım da daha gün yeni doğuyordu. Oğuz'un boylu boyunca cam olan penceresi vardı. Bu ise benim erken kalkmama sebep oldu. Koltuktan kalkıp belimi esnettim. Lavaboya gidip işlerimi hallettim ve Oğuz'un odasına uğradım. Yatağı topluydu ve odasına yoktu.
Direkt evde yoktu hatta. Hemen telefona sarılıp Oğuz'u aradım.
"Alo, Oğuz nerdesin?!" Telaşla konuşup ona fırsat tanımadım.
"Alya sakin olur musun? Sadece annemin yanına gelmek istedim. Şimdi eve geçiyorum." Morgamı gitmişti?
Telefonu kapatıp kucağıma bıraktım. Derin nefesler alıp veriyordum. Annesinin ölü bedeninin yanına gitmişti. Bunun yükü çok ağırdı bir kere.
Gözümden akan bir damla yaş ile kendime geldim. Oğuz'a hiç bir şey belli etmemem gerekiyordu. Onun için en azından bu kadarını yapmalıydım.
Gözümden akan yaşı silip ayağa kalktım. Mutfağa geçtiğimde hazırlayacak pek çok şey vardı ama yapabilene. En basitinden bir pankek hamuru hazırlayıp pişirebilirdim.
Malzemeleri çıkartıp hamuru hazırladım daha sonra pankek tavasına döküp pişirdim tek tek. Hazır olan sofraya bakıp memnuniyet ile derin bir nefes aldım. Açılan kapı ile hole koşuşturdum.
"Hoş geldin!" Yorgunca gülümseyip içeri geçti. Onu direkt lavaboya gönderip sofraya oturdum. Oğuz'u beklerken aslında hiç aç olmadığı mı fark etmiştim. Bu günlerde çok fazla yemek yemiyordum. Zaten öyle aman aman yiyen biri değildim. Ama olan tüm bu olaylar, hastanede karışmam, yeni aile, yeni şehir ve Oğuz'un kaybı iyice yememe engel olmuştu. Ayrıca daha hastanede iki günlükken izin istemem iyi bir imaj olmamıştı ama Oğuz'dan önemli değildi.
Masaya oturan oğuz ile ona gülümsedim. Kollarımı masaya yaslayıp Oğuz'u izlemeye başladım. O yemeğini yerken beni fark etmiyordu, Çok dalgındı.
"Neden yemiyorsun?" Başımı iki yana salladım. Yüzümdeki küçük tebessüm hâlâ gitmemişti.
"Canım istemiyor sen ye hadi sonra... Sonra mezarlığa gideceğiz." Başını sallayıp yemeğini yemeye devam etti. Masadan kalkıp annesinin odasından şal aldım. Üzerime Oğuz'dan deri bir ceket atıp içime beyaz bir tişört giydim. Altıma giyecek bir şey bulamamıştım. O yüzden siyah kumaş pantalonum ile kaldım. Odaya geri döndüğümde oğuz koltukta oturup karşıya bakıyordu dümdüz.
"Oğuz hadi." Sesimi oldukça kısıp tutup Hole yürüdüm. Oğuz'un araba anahtarını alıp apartmandan çıktım. Arabaya bindiğimde havanın soğuğu Hakkari'den sonra pek fark etmiş değildi. Bugün Sanki ayrı bir soğuk vardı.
Arabaya binen oğuz ile hiç ona bakmadan arabayı çalıştırdım. Hiç özlemediğim yollardan geçerken kimseden bir ses çıkmıyordu. Oğuz sessizdi, ben sessizdim. Bu sessizliği bozup Oğuz'a döndüm.
"Oğuz biraz kendine gelmen gerek. Güçlü durup kimsenin ağzına laf vermeyeceksin tamam mı?" Başını salladı.
O sıra da mezarlığa gelmiştik. Arabadan inmeden arabada bulunan Oğuz'un gözlüğünü ona uzattım. Çantamdan kendi gözlüğümü çıkarttım ve siyah şalı öylesine başıma örttüm.
Arabadan inip toplanmış kalabalığa doğru yürüdük. Oğuz'un annesinin seveni çoktu. Kocaman kalabalık vardı hastaneden olan bir grup hemen yanımıza geldi. Eymen ve Arzu hemen bana sarılırken diğerleri daha çekingen durup arkada kaldı. Onlara küçük bir şekilde sarılıp geri çekildim. Oğuz'un koluna girip ileri doğru yürüttüm. Kafası dik olsa da biliyordum ki gözleri yerdeydi. Ona acıyan bakışları görmemek için bakışları yerdeydi.
Ona baş sağlığı dileyenlere sadece başını sallayarak cevap veriyordu. Arkamızdan gelen ekip sessizce yürüyordu. Onlar severdi Oğuz'un annesini hepimize yeri geldi ablalık yeri geldi annelik yapmışlığı vardı. Bazen nöbete kaldığımız günler gönderdiği yemekler ya da bir sorunumuz olduğunda derdimizi çözmesi ona karşı içimizde büyük bir sevgi beslememizi sağlıyordu. Oğuz'un annesi iyi bir kadındı...
Cenaze bitmişti ama Oğuz göz yaşlarını akıtıyordu. Toprağı avuçluyor ve kokluyordu. Annesinin kokusuna iki günde hasret kalmıştı. O annesinin kokusunu özlerken ben annemin kokusunu bilmiyordum. Ben anneme hayatım da hiç sarılamamışken Oğuz annesi yerine toprağına sarılıyordu. Hayat işte bu kadar acımasızdı.
Saat çok geç olmuştu. Oğuz'u ayağa kaldırıp zorla arabaya kadar yürüttüm. Annesinin yokluğunu kabullenmek zorundaydı artık bir ailesi yoktu. Artık bir annesi yoktu. Oğuz'u arabaya bindirip eve sürdüm.
Girmeye hazır mıydı? Karşıdaki eve bakarken ilk defa annesi toprak altında iken eve girecekti. Ama bunu istemediği çok belliydi. Kafamı ona çevirip anlayışla başımı salladım.
"Oğuz istersen sen burada bekle ben eşyalarını alıp geleyim." Başını iki yana salladı.
"Onunla son bir kez vedalaşmak istiyorum." Eve doğru yürümeye başladı. Bu evde kalırsa anıları sürekli gün yüzüne çıkacak ve acısına acı katacaktı.
Evin içine girdiğimizde direkt annesinin odasına yöneldi bende onu tek bırakmak için onun odasına yöneldim. Dolabın üzerinden bir valiz çıkartıp eşyalarını yerleştirmeye başladım. Oğuz'un ağlama sesleri kulağıma geldikçe canım çok yanıyordu.
Bütün kıyafetleri ve gerekli ıvır zıvırları toplam üç valize sığdırmıştım. Ayağa kalkıp valizleri girişe doğru sürdüm. Biten işimle Oğuz'un yanına gittim.
Elinde annesinin bilekliği ile yatağın yanına çökmüş ağlıyordu. Yanına oturup sessizce bekledim. Ona varlığımı hissettirmek bile iyi gelebilirdi. Bunu Çağan söylemişti.
Kafasını omuzuma koyup hıçkırıklarına son verdi. Artık içli içli ağlamıyordu. Kendini sakinleştirmeye çalışıyordu.
"İyi olacaksın. Acın hiç bir zaman dinmeyecek, hiç bir zaman unutamayacaksın ama alışacaksın. Tamam mı. Alışacaksın." Ayağa kalkıp elimi uzattım. Elimi tutmadan yüzüme baktı.
"Sende mi unutamadın? Anneni babanı. Sende mi unutamadın?" Başımı iki yana salladım ve ona acı bir tebessüm ettim.
"Aksine, ben hemen unuttum ama onlar benim anne babam değildi. Öyle düşündüğün gibi bir bağımız yoktu bizim gibi. Onlar iyi bir ebeveyn değillerdi." Elimi tutup ayağa kalktı.
Arabaya bindiğimiz de nereye gideceğimizi bilmiyordum. Çağan'a gidebilirdik ama Oğuz'un isteyeceğini sanmıyordum.
"Gidelim burdan. Tayinimi istedim Senin yanına. Bugün sabah mesaj geldi. Kabul gördüm. Buradan gitmek istiyorum." Şaşkınlıkla ona döndüm. Ne zaman tayinini istemişti.
"Bakma öyle, yapamam ben burada. Her bir köşede annemle anım var gibi. İyi olacağım ben söz veriyorum." Gülümseyip önüne döndü.
"En azından deneyeceğim." Kendi kendine mırıldandı. Deniyordu bile şimdiden. Önüme dönüp arabayı havaalanına sürdüm. Çağan'a mesaj atıp uçağı hazırlatmasını istedim. Daha sonra Ata'ya mesaj atıp beni havaalanından alıp alamayacağını sordum. Hemen kabul etmişti. 3 tane valiz ile zorlanırdım.
İndiğimiz uçaktan bavulları alıp kapıya çıktık. Oğuz bu süreçte hayalet gibiydi. Ağzını açıp tek kelime etmemişti. Onu anlıyordum diyemezdim ama acısını üzerinden almayı deniyordum.
Karşımda gördüğüm Ata ile Oğuz'u oraya doğru çektim. Bizi gören Ata gelip bana sarılmıştı valizleri kulpunu bırakıp bende ona sarıldım.
"İyi misin? Ne olduğunu bir bir anlatıyorsun bana. Ve bu yanında ki kim?" Kendimi ondan ayırıp Oğuz'a döndüm. Ona sakince gülümseyip Ata'ya geri döndüm.
"Arkadaşım Oğuz, oğuz bu da abim Ata." İkisi de birbirine baş sallayınca el sıkıştılar. Tabi Oğuz pek istekli değildi.
"Oğuz bir süre hatta istediği kadar bende kalıcak. Ata sen bizi benim evime bırak bir an önce yerleşelim." Bir şey söylememesi için kaşla göz arasında bir şeyler yapmıştım.
Anlayıp başını salladı ve elimdeki valizleri aldı. Bende Oğuz'un elinden bir tane valiz alıp Ata'yı takip ettim.
Geldiğimiz ev ile Ata şaşkınca bana döndü.
"Hemen bir alt sokakta mı yaşıyorsun?".
"Bende yemek için konum attığında fark ettim."
"Bu arada yemek demişken Kurt abim pek bir şey anlamış değil ya da sindirmiş."
"Ben uğrarım bir gün."
Başını salladığında Oğuz ile arabadan inip valizleri aldık. Eve doğru yürürken Ata'ya el salladım. Bir süre Oğuz'un yanında olmak zorundaydım.
___________________________________________
Sonnnn
HEPPİNİZE MERHABA! Arkadaşlar. Umarım beğenmişsinizdir kabul edin uzun bir bölüm oldu.
Bu arada oy ve yorum oranı inanılmaz düştü yani benim illa size gaz vermem gerekiyor galiba.
KARTALLARIM SİZ YAPARSINIZ. OY VE YORUM KRALISINIZ SİZ BE. HADİ KARTALLARIM GÖREYİM SİZİ.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |