
Sınır; 5oy 7 yorum
arladaşlar merhaba, sizlerle küçük bir şey konuşmak istiyorum lütfen burayı atlamayın. Bu hikayeyi yazarken asla çok bir beklentim yoktu ancak puana kadar sekiz bölüm paylaştım ve neredeyse 250'ye yakın kişi okudu ancak oy ve yorum oranı inanılmaz düşük.
lütfen beni sürekli sınır koyma durumuna bırakmayın. Yazmayı seviyorum ancak motivasyonum sizlersiniz benim ve mümkünse biraz yorum yapmaktan çekinmeyin. Eğer bu bölüme bügün gerekli oy ve yorum gelirse 10. Bölümü bügün hızla paylaşırım.
Sevgi bir insanın hayatına neler
katabilirdi? İyi anlamda değil buna sadece iyi anlamda bakan insanlar vardı ama sevgi yaralardı, sevgi bir insana acıma duygusunu tattırırdı. Sevgi bazen istemediğin şeyler olsa da sırf onun için yaparım dediğin şeyler olurdu. Halbuki bunlar senin zararınaydı.
İnsan bunu sonradan fark ediyordu. O insana, sevgisini verdiği insana o kadar çok bağlıydı ki kendine verdiği zararları görmüyordu. Buna sevgi mi denirdi yoksa zarar mı?
İşte bu yüzden yaşamım boyunca kimseyi hayatıma almamıştım. Çünkü bir şeylere hep kötü tarafından bakma gibi bir huyum vardır. Aslında bu iyi bir şeydi. İnsana insan olduğunu hatırlatan, aptal aptal davranışlar sergilemeden hayatına devam etmek sevgisizliğin büyük göstergesiydi. Ama bu benim kendi kararımdı.
Ata'yı ne kadar abim gibi görsem de kendi içimde abarttığımı düşünüyordum. Ne bileyim garip geliyordu benim bu sergilediğim davranışlar. Sanki herşey çok hızlı olmuştu. Ne yapacağımı bilmiyordum.
Ata'nın telefonlarını bu bir haftada hiç açmamıştım. Ondan kaçıyordum, ilk günkü gibi onlara bir mesafe koymaya çalışıyordum. Birden Ata'nın kucağına atlamam aptallıktı. Hangi aklı başında insan bunu yapardı ki.
Kısa mesajlar atıp onu oyalamıştım. Fark etmiş miydi, bilmiyorum ama ne yapacağımı bilmiyordum. Birden ondan uzaklaşmam garip olurdu. Ama benim yaptığım şey daha garipti. Kanımız aynı olsa da kötü bir insan olabilirdi. İlk defa bir şeyi düşünmeden yapmıştım ama yanlış olduğunu işte şimdi anlamıştım.
Kararsız bakışlarımı Oğuz'a çevridim. Bu bir hafta kendini toparlamış gibiydi. Anlamıştı galiba ağlayınca bir şey olmayacağını, annesinin geri gelmeyeceğini.
İzin süremi kısa bir süre daha arttırmıştım ama yarın Oğuz ile iş başı yapacaktık. Ama bu akşam Ata'nın mesajlarına katlanamayıp evlerine gidecektim. Günde belki elli tane mesaj atıyordu ve insanı bunaltıyordu. İşte beni zora sokan buydu. Onlardan sadece Zaman istemişken bu yaptıkları beni sadece darlamaktı.
Oğuz'u tembih etmiştim sıkı sıkı ve aynı bir çocuk gibi beni onaylamıştı. Garipti, ne kadar benden büyük olsa da böyle davranmak onunda işine geliyordu. Kendini sahipsiz hissetmiyordu benim yanımda. Ama zaten değildi. Her hangi bir akrabası bulunmasa da Çağan ve ben ne güne duruyorduk. Bize bencillik yapamazdı.
Evden çıkıp kabanımı üzerime geçirdim. Kahve rengi kabanım ve siyah kumaş takımım yine her zamanki kıyafetlerimi anımsatıyordu. Hemen üst sokakta olan evleri ise arabaya binememi engelliyordu. Halbuki araba yolculuğunu severdim. Ya da benden uzakta olmaları için bir bahaneydi bu.
Bir dakika gibi bir sürede kapılarının önündeydim. Daha ben zile basmadan açılan kapı ile süngü hanım beni karşıladı. Ona bir türlü ısınamıyordum. Sempatik görünüyordu ama yeterince onu tanıyamadığımdan da kaynaklanabilecek bir durum olabilirdi.
"Hoş geldin Alya, geç içeri." Başımla selam verip içeri doğru yol aldım. Koltukla oturan aile üyeleri ilk defa bir aradaydı. Tekli koltukta oturan Turan bey bana baş selamı verdi ve gülümsedi bunu yaparken çoktan ayağa kalkmıştı. Ona sadece başımı sallayıp salonda göz gezdirdim. Kurt dedikleri kişi kocaman L koltuğun hemen başında oturuyordu. Şokunu çoktan atlamış gibiydi. Beni incelerken hiç bir şey yapmadı.
Beni gördüğü anda ayağa kalkan Ata ise abisinin tam tersi şekilindeydi. Gelip kollarını bana sardı.
Ondan ne kadar ayrı kalmak istesem de bu sıcaklık hiç bir yerde yoktu. Bu Ata'nın bana özel sunduğu bir şey miydi? Yoksa abi sıcaklığı dedikleri şey bu muydu?
Bende kollarımı ona dolayıp kafamı göğsüne koydum. Özlemiştim onu. Ondan ayrılıp, Göktuğ ve Çağ'a baktım. Göktuğ her zamanki rahat tavrını takınmış ve alaylı gözlerle beni izliyordu. Sadece sabrımı sınıyordu bunu fark edebiliyordum. Çağ ise yine çekingen duruyordu. Onun yapısı mı böyleydi, yoksa bana mı özeldi bilmiyordum. Gözlerim Mete'yi aradı ama ortalarda görünmüyordu.
"Otursana kızım." Turan bey eliyle Kurt'un yanında ki boş yeri gösterdi. Çantamın kulpunu daha sıkı sarıp koltuğa oturdum. Gergindim onun yanında. Sert çehresi insanı geriyordu. Onunla iyi anlaşabileceğimi sanmıyordum.
"Nasılsın kızım?" Süngü hanım gelip karşıma oturup gereksiz sorularını sormaya başladı. Benim gözümde ilgili anne rolünü oynamaya çalışan biriydi sadece. Yinede ona kafamı salladım.
"İyiyim süngü hanım." Sorduğu soruya aynı karşılığı alamayan süngü hanım biraz bozuldu. Onun nasıl olduğu beni çokta ilgilendirmiyordu.
"Bizi çok endişelendirdin, önemli bir şey yok ya?" Meraklı meraklı yine eski moduna döndü. Onunla sohbet etmek istemediğimi açık açık belli etmiştim. Ama o ısrarla benim onunla konuşmamı bekliyordu.
"Hayır, sizinle alakalı bir şey yok. Merak etmeyin." Derken ne demek istediğimi oldukça belli etmiştim. Benim derdim onu ilgilendirmezdi. Onunkinin de beni ilgilendirmediği gibi. Kırgınca gülümseyip ayağa kalktı. Elinden geldiğince gergin ortamı rahatlatmaya çalışıyordu ama ben ona inat daha da geriyordum. Fazla mı ön yargılıyım?
Çocukluk mu ediyordum acaba?
"Hadi yemeğe geçelim." Herkes kalkıp peşinde giderken ben en sona kaldım. Kurt benimle kalmıştı sert çehresi daha bir gergindi.
"Annemle doğru konuş, kadın iyi dayanıyor sana. Biraz daha insancıl olmayı deneyebilirsin."Çatık kaşlarım ile ona döndüm. Açık açık bana hayvan demişti.
"Hadi ya, asıl siz biraz daha bana yaklaşmayı denemeyin. Isırırım maazallah." Yaptığım ima ile kaşları yukarı kalktı. Onu orada bırakıp yemek salonuna doğru peşlerinden ilerledim.
Masada bizi bekleyen aile üyeleri ile en uzak ve boş olan yere oturdum. Bende gözlerini gezdiren aile üyelerine hiç bakmayıp gözlerimi tabağımda gezdirdim. Böyle ortamlara hiç alışık değildim.
İçeri gelen Kurt ile yerine oturup herkes yemeğe başladı. Çok fazla aç değildim. Yine de tabağımdan bir şeyler atıştırdım.
Yine geri geldiğimiz salon ile en uzak yere oturdum. Ortada dönen sohbeti pek dinlemeden odayı inceliyordum. Sade beyaz renkler kullanılmış gri ile de süslenmiş salon gayet ferahtı. Boğmuyordu benim evim gibi.
Benim evim ise siyahlarla kaplıydı. İçimi evime ancak bu kadar yansıtabilirdim. Her yer siyah eşyalarla döşenmişti. Oğuz'dan bu bir hafta da çok şikayet almıştım. Ama değiştirmeye niyetim yoktu kendi odasına ne yaparsa yapsındı.
Bana seslenen insanlar ile onlara döndüm.
"Kızım duymuyor musun? Telefonun çalıyor." Süngü hanımın dediği ile daldığım yerden çıktım.
Bilinmeyen numara ile kaşlarımı çattım. Akarcalı'ların bakışlarını üzerimde hissettiğim için ayağa kalkıp bahçeye çıktım. Telefonu açıp kulağıma yasladım.
"Buyrun?" Telefondan gelen boğaz temizleme sesi ile olduğum yerde döndüm. Gözüme takılan Akarcalı'lar ile tek tek gözlerimi gezdirdim.
"Ben Samet Güngören, milli istihbarat teşkilatının genel yöneticisi." Söylediği şeyler ile iyice afalladım. Kaşlarım daha ne kadar çatılabilirdi bilmiyorum ama olan şey daha da çatılmasıydı.
"Benimle neden görüştüğünüzü sorabilir miyim?" Göz göze geldiğim Kurt ile keskin gözlerle bana baktığını gördüm. O askerdi her şey fark ederdi. Bir şeyler olduğunu anlamıştı.
"Bu telefonda konuşulabilecek bir konu değil lütfen yarın size atacağım konuma gelin lütfen ve takip edilmediğinizden emin olun."
"İstihbarattan olduğunuzu ve dolandırıcı olmadığınızı nasıl bileceğim?" Kısık bir gülüş sesi duyuldu.
"Vatanıma ters yapmak beni bir bıçak altına yatırmak ile eş değerdir. Lütfen yarın atacağım konumda olun." Telefonu kapattı. Benimle ne gibi işleri olabilirdi? Telefonu kulağımdan indirip biraz bahçenin derinliklerine yürüdüm. Onların göz hapsinde olmak beni geriyor ve düşünmemi engelliyordu.
Aklıma milyonlarca ihtimal geliyordu ama hiç bir kesin sonuca varamıyordum. Eğer gerçekten dediği doğru ise gitmeli miydim?
Düşüncelere dalmış yürürken karşıma çıkan şeyle ilgiyle o tarafa yürüdüm. Yaklaşık otuz metre uzağım da duran bir dart şövalyesi ve hemen yanımda bir yay. Bana eskileri hatırlatan bu yay ile ellerimi üzerinde gezdirdim. Babamla eğlendiğim tek eğlenceli anların temsili bu yaydı. Babam her ne kadar diktatörlük konusunda uzman olsada arada yanıma gelir nasıl olduğunu sorardı annemin aksine. 15 yaşındaydım galiba tam hatırlamıyordum. Bir gün yanıma geldi odamda ders çalışırken; 'Alya hadi gel sana bir şey göstereceğim.'
babamın o heyecanını hiç görmemiştim, bana hiç göstermemişti. Kolumdan tuttuğu gibi devasa malikanenin bahçesine çıkarttı. Bahçede bir dart şövalyesi ve iki tane yay vardı. Anlamayarak ona döndüğümde benimle ne yapmak istediğini anlamadım. Bana hiç üvey muamelesi yapmasalarda hiç onların kızı olduğumu hissetmemiştim. Ancak babamın gözünde gördüğüm o saf heyecan beni inanılmaz derinden etkilemişti.
'sana yay kullanmayı öğreteceğim, aynı dedenin bana öğrettiği gibi. Bunun zamanı gelmiş ve geçiyordu.' O an ne hissettiğimi anlamadım ama ilk ve son defa bir babam varmış gibi hissettim. Her boş vaktinde bana öğretiyor yanıma geliyor ve bu konu hakkında konuşuyordu. Sadece kendi öğretmek istemişti özel hoca bile tutmamıştı. Bunun aile yadigarı bir gelenek olduğunu söylemiş ve işine devam etmişti. Günlerce haftalarca çalıştık. Beni bir profesyonel hale getirip amacına ulaştı ancak eski haline dönmeyi unutmadı. Bir yabancıya...
babamdan sonra her boş vaktimde çalıştım, sırf o gururlu bakışlarını tekrar yakalamak için ama sonra fark ettiğim şey ise babamın gururu bendim zaten. Her anımda benimle gurur duyuyordu. Kazandığım birinciliklerde, bilgi yarışmalarında, lise geçiş sınavında, üniversite sınavında. Her başarılı anımda gurur dolu bakışlarını hissettim ancak kendimi ailesizliğe o kadar soyutlamıştım ki bunu sonradan fark edebilmiştim. Onu bir baba değilde bir hoca olarak görmüştüm. Babamdan sonra sürekli çalışmaya başladım. Hiçbir anımda bırakmadım. İstanbul'da da arada atıcılık yapıyordum ancak mesleğimden kalan vakitler sınırlıydı.
Yanımdan gelen ses ile oraya döndüğüm. Kurt keskin yüz hatları ve sert bakan gözleri ile yanıma geliyordu. Gözlerini asla benden ayırmıyor aksine göz hapsine alıyordu. Yanıma geldiğinde elimle okşadığım yaya takıldı gözleri.
"En son 25 yaşımda kullanmıştım." Yaya bakarken konuşması ile kafamı ona çevirdim. Kafasını kaldırıp bana baktı. Gözleri asla sıcak bir moda girmiyordu. O bir askerdi, duygularını elbette iyi saklardı ama karşısında kan bağı olan birisi vardı. Ama kusurları yine başkasında ararken kendimi kaçırmıştım değil mi?
dik omuzlarım, mimik barındırmayan suratım ve her zaman mesafe koyduğum bakışlarım ile insanların bana yaklaşmasını istemediğimi zaten belli ediyordum.
"Biliyor musun kullanmayı?" Yüzümde silik bir gülümseme ile yaya döndüm.
"En son 15 yaşımda kullanmıştım. Babamla vakit geçirdiğim tek eğlenceli anın sahibi." Elimi üzerinde gezdirmeyi bırakıp elime aldım ve bir ok alıp ok yatağına koydum. Yayı tutup kendime çektim ve nişan aldım. Yeterince gerdiğim yayı hedef aldığım tahtaya bıraktım. Tam on ikiye saplanan ok ile Kurt'a döndüm. Şaşkınca bana bakıyordu. Yayı yere bırakıp içeri yürüdüm.
Onu arkamda bırakarak tekrar salona girdiğim de koltuğa oturdum. Bu sefer sohbete hafif hafif katılmaya çalışarak bir an önce geceyi sonlandırmaya çalıştım.
-
Üzerime beyaz bir badi ve altıma siyah kumaş pantalon giyip evden çıktık. Arabama binip ses etmeden sürmeye başladım. Yanımda oturan Oğuz biraz stresli görünüyordu. Yeni bir hayata başlıyordu. Belki ben kısa bir sürede bu heyecanı atlatmıştım ama ama Oğuz biraz stresli insandı. Durumu biraz zorlaştırırdı.
Kısa sürede vardığımız hastane ile arabayı kapalı otoparka park ettim. Buraya sadece hastanede çalışanlar park edebiliyordu. Onun rahatlığı ile arabadan indim.
Oğuz yanıma gelip gergince gülümsedi. Ona minik bir tebessüm edip içeri girdim. Hastaneyi özlemiştim. Hayat kurtarmayı, insanların bana muhtaç olmasını deli gibi özlemiştim. Bugün çok yoğun bir programın vardı. Kullandığım izin süresi boyunca bir çok ameliyatı bugüne ertelemiştim ve bir sürü ameliyat beni bekliyordu.
Oğuz etrafı heyecanla süzüyor, kendi kendine mırıldanıyordu. Eminim ki ben yanından ayrıldıktan sonra sert çehresini takınıp insanlara sert ve duygusuz şekilde bakacaktır. Oğuz'du bu. Bizim Oğuz...
Günün dördüncü ameliyatından çıkıp eldivenleri çöpe attım. Kan görmek artık rahatsız hissediyordu. Ellerimi yıkayıp boneyi ve önlüğü hemen musluğun yanında ki kutuya attım. Çöpe atmıyorduk bunları.
Odama girdiğim de derin bir nefes verdim. Bütün gün omuzlarımı dik tutmaktan sırtım ağırımıştı. İnsanların karşısında güçlü görünmek bazen yoruyordu. Kendi benliğimi görmek ise zaman alıyordu.
Hastanın dosyalarını imzaladım ve ayağa kalkıp üzerimdeki önlüğü çıkarttım. Kabanımı üzerime geçirip hastaneden çıktım. Oğuz ise eve yürüyerek gidecekti. Beş dakikalık mesafe için bana şikayet edemezdi. Ben ise dünkü mesele için atılan konuma gidecektim. Yabancı numaradan gelen konum şehrin biraz dışında kalan ormanlık alandaydı. Arabayı çalıştırıp telefonu tutucuya sabitledim...
Ormanın girişinde yazan, yasaklı bölge, ile konum devam etmemi söylüyordu. Gaza basıp ormanın içine girdim. Bir süre sonra ağaçların arasından karşıma çıkan kocaman bina ağız uçutlatacak derecedeydi. Üzerinde yazan;
Hakkâri özel savunma birliği üssü
İse beni yeterince tedirgin etmişti. Adam doğruyu söylüyordu, Biraz daha ilerlediğimde askerlerin olduğu bölgeye geldim. Yanıma gelen asker ile camı indirdim. Bana sorgulayan gözlerle bakıyordu. Mesajda bana adımı söylemenin yeterli olacağını söylemişti.
"Alya Neva Hanzade" başını sallayıp kapıyı açmaları için işaret verdi. Açılan kocaman sürgülü kapı ile arabayı içeri sürdüm. Park alanına arabayı koyup indim. Etrafta koşuşturan insanlar, kocaman binalar, havlayan köpekler çok dikkat çekiyordu. Yanıma hızlı adımlarla gelen adam koca cüssesi ile oldukça dikkat çekiyordu.
"Sen Neva olmalısın." Yanıma ulaşıp beni baştan aşağı süzdü. Kırklı yaşlarının sonunda duran bu adam sert çehresi ve koyu saçları ile dikkat çeken biriydi.
"Alya'yı tercih ederim."
"Tercih meselesi. Her neyse bu taraftan." Eliyle yol gösterip yanıma yürümeye başladı.
"Ben kaan, buranın görevlisiyim." Bir şey demeden peşinden ilerledim. Ajan olduğunu açık açık itiraf etmişti. Bana neden bu kadar çok güveniyorlardı?
Geldiğimiz oda ile kapıyı tıklatıp odaya girdi. Tam karşımızda bir masa ve arkasındaki koltuğa oturan bir adam vardı. Yer yer saçlarına ak düşmüş adam oldukça ciddiyetli suratıyla bana bakıyordu. Masasının üzerinde yazan isimliğe kaydı gözüm.
Samet Güngören
Beni arayan ve buraya çağıran oydu. Eliyle koltuğu gösterdiğinde arkamdaki adam çoktan çıkmıştı. Gidip koltuğa oturup sorgulayan bakışlarımı ona diktim.
"Merhaba Alya, ben Samet. Zaten anlamışsındır." İsimliği bahsedince başımı salladım.
"Beni neden buraya çağırdınız?" Yerinde dikleşip bana üstten bakmaya başladı. Boyunun kaç olduğunu merak etmiştim.
"Biliyorsun şu anda bir istihbarat teşkilatının üssündesin. Seni buraya çağırma nedenimiz devletine bir kaç yardım."
"Ne gibi bir yardım söz konusu?" Şuan hiçbir şey anlamıyordum. Basit bir doktorla ne gibi bir işleri olabilirdi?
"Seni uzun zamandır yakından takip edip, izliyoruz. Bu görev için en uygun kişi sensin." Tam bir şey soracağım sırada bana izin vermeyip devam etti.
"Baban, yani eski baban Korel Hanzade, ölmeden önce sana bir vasiyet yazmıştı ancak mesleğine yeni yeni alışıyorken bu yükü omuzlarına bindirmek istemedik ve görüyoruz ki büyük hata yapmışız." Kaşlarımı olabildiğince çatıp ne demek istediğini anlamaya çalıştım.
"sizin babamla ne alakanız var?"
"Baban eski istihbaratımızda çalışan bir görevliydi, ajan diyemem ama eminim daha iyisiydi. Çıktığı son görevde sanki hissetmiş gibi sana bir mektup bıraktı. Sonra planlı bir araba kazasında hayatlarına son verildi annenle birlikte." Duyduğum şeyler ile soluğum kesildi, bu adam ne sikim saçmalıyordu?
"Ülkemizi tehdit eden bir kaç adam var. Tescilli örgüt lideri olmaları onlara ulaşmamızı engelliyor. Örgüt lideri daha önce geçirdiği kazada ki beyin hasarını öne sürerek hep bir şekilde işin içinden sıyrılıyor. Ona yakalamak için görevlendirdiğimiz Şafak timine tıp bilgilerin ile onlara yardım edeceksin. Adamın yalan söylediğini kanıtlayacaksın. adamın bedeninde bulunan daha doğrusu saklanan flaş bellekleri bulup bize vereceksin." Bir süre bir şey demedim, diyemedim. Yerimde donmuştum. Ben normal bir şekilde görevimi yaparken beni seçmeleri ne kadar normaldi.
"Evet tehlikesi var, bunu farkında olacaksın. Seni her daim koruyan bir ekip olacak."
Masasının üzerindeki telefondan bir tuşa basıp bana geri döndü. Bir dakika sonra içeri giren adam ile yerimde olabildiğince dikleştim. Sırtım kırılacaktı artık.
Odaya giren adam ile tanıdık siması kaşlarımı çatmama neden oldu. Nerden biliyordum ben bu suratı?
"Gel otur Çakır. Alya, bu Çakır senin görevin boyunca hem seni koruyacak hemde göreve önderlik edecek ajanımız."
"Bir dakika ne korumasından bahsediyorsunuz, ayrıca görevi kabul bile etmedim!"
"Alya, eğer şimdi bu görevi kabul etmek istemiyorsan sana bir daha böyle bir fırsat sunmayacağız. Ya şimdi git ve bu odada konuşulan her şey burada kalsın. Ya da otur ve görevi kabul et." Beni açık açık tehdit eden adama baktım. Samet Güngören...
"Bakın, ben normal bir devlet çalışanıyım. Bahsettikleriniz şuan bana çok saçma geliyor normal olarak. Ayrıca bildiğim kadarıyla sizin işi yapan insanlarda tıp bilgileri yeteri olacak kadar var?"
"Doğru, tıp üzerine çalışan ajanlarımız var ama bize bağlantıların lazım aynı zamanda. Hanzade grubun sahibi üzerine dikkat çekecek ve planı kolaylaştıracak. Eminim bize bu görevde çok yardımın dokunur." Kafamı karıştırıyordu söyledikleri.
"Sıkıcı hayatına renk katarız biraz. Düşün derim." Odada bulunan, Çakır denen kişinin konuşması ile kaşlarımı çatarak ona döndüm. Neyden bahsediyordu bu adam?!
Neden reddetme isteğim zayıf kalıyordu. Devletime sadık biriydim ama bunu yapabilecek yetenek bende yoktu. Babam neyin içimdeydi yıllarca, annemde biliyor muydu? Düşünmem için zaman bile vermiyorlarken kendimi sıkışmış gibi hissediyordum. Ve onlar bunu nasıl algılıyor bilmiyorum ama kabul etmemek içimden gelmiyordu.
"Alya, bu görevi başarıyla yerine getirirseniz ailenin katiline bir adım daha yaklaşmış oluruz." Ailemin katili hala bulunamamış mıydı birde? Bu söylenenler çok ağırdı.
Bir süre kendime izin verdim. O sürede beni dikkatle izleyen iki çift göz üzerimdeydi.
Kabul etsem ne kaybederdim. Arkadaşlarımı, belki de Hayatımı ama bu çok önemli bir şey değildi. Bu işe girmek için canını veren onlarca insanın yerinde olmak kötü bir duyguydu. Samet Güngören'e diktiğim gözlerimi Çakır denilen adama çevirdim. Sert çehresini şimdi tanımıştım.
Nöbete kaldığım gün acile yaralı kolu ile giren adamdı. O anki adam ile aralarında fark vardı. En azından o konuşuyordu.
Başımı geri Samet Güngören'e çevirdim ve kuruyan dudaklarımı ıslattım.
"Kabul ediyorum..." Ağızımdan çıkan iki sözcük, fazlamı düşünmeden hayatımı yaşıyordum bu aralar?
_________________________________
Her neyse sizi daha önce tatlı bir şekilde tehdit etmiştim ama siz bana hiç aldırmamıştınız. Valla kusura bakmayın.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |