Denizin söyledikleri, benden özür dilemesi, pişman bakışları aklımdan çıkmıyordu. O anlar kafamda dönüp duruyordu, ondan böyle bir atak beklemediğim için çok şaşırmıştım ve mutlu olmuştum. Onu anlamaya çalışıyor hak veriyordum ama yine de içimde bir burukluk vardı.1
Bir yanım onu asla affedemiyordu
İçten içe en çok onunla yakın olmak istediğim ve ondan bunu onunla yapamadığım içindi belki de.
Diğer yanım mutluluktan havaya uçuyordu. Düşününce önceki abim sandığım o insanın bana yaptıklarının yanında onunki bir hiçti. Hatta bu kadar kırılmamam gerekirdi ama yine de kırılmıştım. Diğer yarımın beni hissetmesini ve bana sahip çıkmasını beklemiştim.
Biraz geç ve güç olmuştu ama en azından olmuştu. Deniz en azından onu affedemeyecek duruma gelmeden özür dilemiş ve adım atmıştı. Bu bile çok önemliydi benim için.
Pişmandı. Düzeltmek, yeni baştan başlamak istiyordu.
Ben de istiyordum. İkizimi tanımak istiyordum, onunla gerçek ikizler gibi olmak istiyordum.
Eve gelene kadar yol boyunca sırıtmamı tutmaya çalışmıştım. Demir durmadan sende bir şey var deyip durmuştu, Deniz de hiçbir şeyi takmayıp yol boyunca saçlarımla oynamıştı, o benim aksime gülümsemesini saklamamıştı. Eve gelince Burçak Hanım neler yaptığımızı sormuştu ben de hevesle anlatmıştım. Her anı çok güzeldi; Demir'in şirketi, bisikleti öğretmeye çalışmaları, ikisiyle olan o malum konuşma, yok boyunca Denizin saçlarımla oynaması...
Ben heyecanlı ve hevesle anlatıyorken Burçak Hanım da gülümseyerek beni dinlemişti.
Hayatımda ilk defa günümü anneme anlatmıştım. Henüz ona tam bağlanmamıştım, annemmiş gibi hissetmiyordum ama sonuçta annemdi ve ona günümü anlatmak, mutluluğumu paylaşmak iyi hissettirmişti.
Anneyle dertleşmek, ona gününü anlatmak çok güzel bir hismiş. Sadece bir kez, küçükken, anne bildiğim kadına yaşadığım bir günü anlatma gafletine düşmüş ve cezasını çok güzel çekmiştim.
Bugün birçok güzel duyguyu tatmıştım. Yaşadığımı hissetmiş, hayatın yaşamaya değer olduğunu öğrenmiştim. Güzel bir ailen olunca yaşamın içindeki renkleri görmeye başlıyor insan, aslında binbir çeşit renk vardı dünyada. Bugün mutluluğun renklerini görmüştüm.
Şimdiyse odamda olanları düşünüp gülümsüyordum, ara sıra kafamı yastığa gömüp çığlık atıyordum.
Kafam yastıktayken kapım çalındı. Gir deyince içeriye usulca Tuğrul Beyciğim girdi.
"Bugün seni çok az gördüm. Biraz vakit geçirmek istedim. Müsait misin kızım?" Ben sana hep müsaitim be mafya bakışlım.
"Evet bugün kahvaltıda görüşebildik sonrası malum, Demir'in beni alıkoyması şirket turu falan. Akşam eve gelince de siz yoktunuz haliyle görüşemedik pek ve evet müsaitim, oturun lütfen"
Çalışma masamın yanında duran sandalyeyi kendisiyle beraber çekiştirip yatağımın başına geldi. Yüzünde hüzün hakimdi.
"Neden böyle üzgün görünüyorsunuz? Bir sorun mu var?"
" Hayır bir sorun yok, sadece... Aramızdaki bu yabancılık, seni hâlâ tanıyamayışım, seni büyütememiş olmam... Bunlar çok üzüyor beni. Keşke diyorum, keşke daha erken bulsaydık seni."
Haklıydı. Ne diyebilirdim ki, bazen ben de böyle düşünüyordum. O gelmeden önce de bunu düşünüyordum. Keşke hep yanlarında olsaydım da hiç ayrılmasaydım. Keşke hayatın bazı gerçekleriyle hiç karşılaşmadım, keşke erken büyümek zorunda kalmasaydım.
Keşke sadece şımarık babasının prensesi olan bir kız olsaydım.
"Ben de sık sık böyle düşünüyorum ama geçmişi geri getiremeyiz ki. Artık keşkelerle uğraşmak yerine bundan sonra neler yapabileceğimize bakalım. Nasıl güzel bir aile olabiliriz bunu düşünelim. Aramızdaki bu yabanclık yavaş yavaş geçer; gerçek bir aile oluruz. Yani ben öyle umuyorum."
Kafamda kurduğum keşkelerin aksine dilim daha başka şeyler söyledi. Keşkeleri iyikilere dönüştürmeyi öğrenmeliydik.
Tuğrulcuğumun yüzünde acının tatlı tebessümü dedikleri o tebessüm oluşmuştu ve hafif ayağa kalkıp başımdan öptü.
İstemsizce gözümden bir yaş düştü. Benim babam hiç saçımdan öpmemişti.
Benim babam benim saçlarımı sadece çekmek için tutmuştu.
Ne çok hayal kurardım halbuki küçükken, babamın beni sevdiğiyle ilgili, saçlarımı tarayıp ördüğünü, öptüğünü, bana masal okuduğunu... Okuldaki arkadaşlarımdan duyduklarımı hayallerime taşırdım. Hayalimdeki babam çok iyi bir adamdı.
Bir gün şansımı denemek istemiştim ve bana masal okumasını istemiştim.
Küçüktüm ve elimde arkadaşımdan aldığım bir masal kitabı vardı. Ona babası almış ve okumuştu. Sanki tüm babalar böyleymiş gibi normal bir şekilde anlatmıştı ama benim babam hiç böyle değildi. O bana hiç masal okumamıştı.
Acaba ben ondan masal okumasını söylemediğim için istemediğimi mi sanıyordu?
Babam yüzüme bile bakmamıştı. Önündeki televizyondaydı tüm dikkati.
Salağa bakar gibi bana baktıktan sonra geri televizyonunu izlemeye devam etmişti.
Bana bakmış ve gülmeye başlamıştı. O gülünce mutlu oldu sanmıştım.
"Ama baba İlaydanın babası ona dün gece masal okumuş. Esra'nın babası da her gün okuyormuş."
"Siktir git sinirlendirme beni daha fazla. Masalmış. Salak salak işler. Onların babası işsiz demek ki Ahu, ben işsiz miyim? "
Siktir git dediğinde ne demek istediğini anlamamıştım, o zamanlar daha küfürleri bilmiyordum. Keşke hiç öğrenmeseydim.
Yerinden kalkıp kafama sertçe vurarak öne düşmemi sağlamıştı. Bunu beklemediğim için çok sert düşmüş ve kendimi koruyamamıştım.
"Yeter ulan. Siktin kafamı baba da baba. Git zıbar, gelmiş masal diye tutturmuş."
Başıma o kadar sert vurmuştu ki kulaklarım zonklamıştı. Ellerimi de burkmuştum. Canım acıyordu ama en çok hayallerim acıyordu.
Ağlayarak uyumuş ve uyandığımda odamdaki tüm kitapların yakılıp etrafa saçıldığını görmüştüm. İlaydanın kitabın sadece küçücük bir kısmı kalmıştı yanmayan.
Okula gidip kitabı kaybettiğimi söyleyerek özür dilediğimde ağlamış ve onun en sevdiği masal olduğunu söylemişti. O günden sonra babası ona aynı masalı tekrar almıştı ama bir daha benimle konuşmamıştı.
Tuğrul Bey önce anlamamış gibi yüzüme bakmıştı. Saçma olduğunu düşünüp vazgeçtim.
"Öylesine söylemiştim çok şey yapmayın. Eskiden baba sandığım adam bana hiç masal okumazdı, okumasını istediğimde de kitaplarımı yakarak cevap vermişti bana. Çok takmayın beni."
Ağzımın içinde mırıldanmıştım ama yine de o beni anlamıştı. Anladığında da yüz ifadesi şaşkınlıktan üzüntüye dönüşmüştü. Zaten üzgün olan adamı iyice üzmüştüm iyi mi?
"Ay üzülmeyin ben bunu üzülün diye demedim ki."
Sol gözünden bir yaş düştü ve hızlıca sildi. Her ne kadar belli etmediğini düşünse de ben görmüştüm ama belli etmedim.
"Tabi, tabi okurum. Ben çocukken babam, yani deden, her ayın başında aynı masalı anlatırdı. Ben de onun bu huyunu çocuklarımda devam ettirdim. Tabi Duru istemezdi hiç."
Cevdetin kızı işte ne beklerdin ki ondan.
Tuğrulcuğum bana iyice yaklaşıp yatağıma oturdu. Ben de uzanmıştım ve saçlarımı yastığa saçmıştım. Tuğrulcuğum da ellerini saçlarımın arasına koyup saç tutamlarımla oynamaya başlamıştı. Bazen okşuyordu bazen de saçımı koklayıp öpüyordu.
Bugün oldukça yorulmuştum bir de saçlarımla oynanınca hemen mayışmıştım. Masalı parça parça duyuyordum artık. Masal ceylan avlamaya çıkan bir adamın ve ormanda karşısına çıkan bir periyi anlatıyordu. Masalı çok merak etmiştim, kendimi uyanık tutmaya çalışmış ama becerememiştim. Gittikçe uykunun içine çekiliyordum.
Son hissettiğim alnımın öpülmesi ve saçlarımdan derin bir soluk çekilmesi olmuştu.
İyi ki babam sensin Tuğrul Koraltan. Keşke hiç karışmamış olsaydım ve hep babam olsaydın demek yoktu. İyi ki babam sensin demek vardı. Geçmiş yoktu artık, bugün ve yarın vardı.
🎀 Yoğunluğum dolayısıyla kısacık bir bölüm oldu ama olsun birkaç saate bir bölüm daha gelecek.
🎀ders çalışırken ara vermiştim ve bu arada yeni bölüm yayınlayayım dedim. Şimdi geri ders çalışmaya dönüyorum.
🎀 Lütfen oy ve yorum yapmadan geçmeyelim💖
Okur Yorumları | Yorum Ekle |