42. Bölüm

3.0

Hiv
hivs4u

                                                          

İYİ OKUMALARR<3

^^

Mahkemeye çıkartılacaktım. Hem de ne için,sırf iki tane dümbeleği patakladım diye. Onların da ne tatlı canı varmış öyle. Adalet dedikleri şey anca bize işlerdi zaten. Gerçek suçlular dışarda takım elbiseleriyle gezsin ben de bu gariban halimle hapishane yollarında gezeyim. Hem de bu yaşımda?

 

Mahkemeye reşit olmayanların çıkarılması diye bir şey var mıydı onu bile bilmiyordum ya da ıslahevine falan mı gönderilecektim. Bu konuda hiçbir bilgim yoktu ve kendimi kötü hissediyordum. Hukuk okumak isterdim ilerde ama sabıkalı biri hukuk okuyabilir miydi?

“Ahu?”

Daldığım yerden kolumun dürtülmesiyle çıkmıştım. Beynim kendini kapatmıştı mahkemeyi duyduktan sonra ve olacakları düşünmeye başlamıştı. Berk abime baktığımda endişeyle bana bakıyordu, diğerleri de öyle. Onlar serbestti en azından bu yüzden de bir yanım mutluydu. Bir yanım da ağlamak istiyordu ama herkesin önünde ağlamaktan utanıyordum ve gururuma yediremiyordum. Madem bir halt yedim sonuçlarına katlanacaktım.

 

“Gidelim o halde abi.”

 

Sesimin kırgın çıkacağını sanmıştım ama düşüncelerimin aksine sesim net ve kendinden emindi. Boyun eğemezdim, şimdi olmazdı. Birilerine zarar vermiştim belki ama bu o kadar da büyük bir suç değildi, nefsi müdafa bile sayılabilirdi bir yerde. Bu günlere kolay gelmemiştim ben, bunu da atlatırdım alnımın akıyla.

 

Kendi kendime verdiğim gazdan sonra göğsümü gererek sırtım dik bir şekilde çıktım parmaklıkların ardında. Geride kalan Melis’e dönüp gülümsedim.

 

“Kendine iyi bak yoldaş.”

 

“Yoldaş?”

 

Melisin şaşkınlıkla çıkan sesini ardımda bırakarak Berk abimle beraber çıktım. Diğerleri de peşimizden geliyorlardı ve ne yapacaklarını bilmiyorlardı, nasıl bir tepki vereceklerini bile bilmiyorlardı, öylece kalakalmışlardı. İçerdeki polisler kendi hallerindeydiler, kimse dönüp bize bakmıyordu. Abim bazılarına selam verdikten sonra yoluna devam ediyordu. Dışarıya çıktığında neler olduğunu anlamamıştım. Beni abim kendi arabasıyla mı mahkemeye götürecekti? Böyle bir prosedür var mıydı emin değildim.

 

“Abi mahkemeye gitmiyor muyduk?

“Gidiyoruz işte mahkemeye. Koraltanlar mahkemesine.”

 

Abimin söylediklerinden hiçbir şey anlamıyordum ya da anlamak istemiyordum. Koraltan mahkemesi dediği neydi yani? Gerçek bir mahkeme yok muydu? Koltukta geriye yaslanıp neler olacağını beklemeye karar verdim. Ben Berk abimle onun arabasıyla giderken diğerleri ne yaptı hiçbir bilgim yoktu. ikimiz de sessiz kaldık

 

Tanıdık yollardan geçiyordu, eve gidiyor gibi görünüyordu. Mahkeme evde mi olacaktı, ne mahkemesiydi ayrıca bu? Serbest miydim değil miydim anlayamamışttım bir türlü.

“İn bakalım.”

 

Abim çok ciddi görünüyordu o yüzden aksi bir şey söylemedim ve tekrardan onu takip etmeye başladım. Sonumuz hayır olsun. Evin kapısını açtığında içerisi karanlıktı. Sadece salondaki ışık açıktı. Biraz çekinerek salona doğru yürümeye başladım. İçerde gördüklerimle gözlerim şokla açıldı, her şeyi düşünmüş, her ihtimali kafamdan geçirmiştim ama böyle bir şeyi asla beklemiyordum.

 

İçerisi küçük bir mahkeme salonuna çevrilmişti ve gerçekten her şey vardı.

 

“Sanık Ahu Koraltan, yerinize geçin lütfen.” dedi Buğra abim.

 

Yeriniz dediği sanırım babamın tam karşısındaki yuvarlak kürsü alanıydı. Sorgulamadan söyleneni yaptım.

 

“Noluyor lan burda?”

 

Furkanın şaşkın sesi tüm salonu doldurmuştu. Babam ona ters ters bakıp elindeki tokmak gibi olan şeyi üç defa masaya vurdu.

“Lütfen sessizce yerlerinize geçiniz.”

 

Yerleri dediği de arkamda kalan sandalyelerdi. Diğerleri de sanırım benim gibi şaşkınlıktan dillerini yuttukları için tek kelime edemiyorlardı.

“Ahu Hanım, savunmanızı yapın.”

Demir abim sertçe konuştuğunda şaşırmıştım. Neden böyle yapıyorlardı, üstlerindeki o cübbeler neyin nesiydi ve Buğra abimin önünde neden bir daktilo vardı? O ne alakaydı?Rüya falan mı görüyordum acaba, kendimi çimdikledim sertçe. Canım acıdığına göre gerçekti tüm bu yaşananlar.

 

“Ya abi…”

“Abi mi, koskoca devletin savcısına ne diyorsun sen? Düzgün konuşalım lütfen”

Devletin savcısı mı?

“Baba ne yapıyorsunuz ya?”

Babam o tokmakla masaya tekrar vurduğunda irkilmiştim.

“Ahu Koraltan, daha fazla saygısızlık yapmaya devam ederseniz verilecek cezanız ikiye katlanacaktır. O yüzden şimdi savunmanızı dinleyelim.”

“Baba ay pardon özür dilerim, Hakim Bey ben suçsuzum. Mahmutla konuşuyordum ben, bana yalan söylediği için ona hesap soruyordum sonra arkadaşı dahil oldu. Kolumu sıktı hatta bak izi bile var baba, Hakim Bey yani. O böyle yapınca ben de tabi gerekeni yaptım.”

 

“Helal lan.” arkamdan alkış sesi geldiğinde arkama döndüm, Furkan gururla alkışlıyordu. Diğerleri hala kocaman gözlerle olan biteni izliyordu. Önüme döndükten sonra alkış sesleri arttı ve ona ıslık sesi eşlik etti. Onların verdiği destek karşısında gülümsemiştim, ıslık çalan muhtemelen Meteydi. Babam onlara ters ters bakıp sessizlik diye bağırmıştı.

 

“Yaz oğlum, taraflar dinlendi. Bahsi geçen kişi cezasını Ahu’nun abilerinden dayak yiyerek çekmiş, Ahu’nun babasından da bahsi geçen kişinin babasına sözleşmeleri fesh edilerek misilleme yapılmıştır. Ahu Koraltan ise mantıklı davranmadığı ve pişmanlık göstermediği için 1 hafta evde kalma cezasına çarptırılmıştır. Bu süre boyunca odasından yemek ve kahvaltı dışında çıkmayacaktır. Kurallara uyulmadığın tespiti halinde cezası ikiye katlanacaktır.”

 

Ne?

Babam sözleşmeleri mi fesh etmişti ve ben evde kalma cezası mı yemiştim? Nasıl bir simülasyondaydım ben böyle. Aklımı kaçırmama ramak kaldı.

 

“Mahkeme bitmiştir.”

 

Babam ve abimler giydikleri cübbeleri çıkarıp o kürsüden kalktılar. Böyle bir şeyi nasıl düşünüp yapmışlardı anlayamıyordum, özellikle en beklemediğim 3 kişi…

 

Babam kürsüden indikten sonra bana yaklaşıp sarıldı bana. Sıkıca sarılıyordu, o böyle yapınca ben de artık kendimi tutmayı bırakmıştım. Bence çok bile dayanmıştım, gözyaşlarım birer birer akıyordu.

 

“Hapse gireceğim sandım.”

“Girebilirdin.” dediğinde daha çok ağlamaya başladım.

“Çok korktum.”

“Korkmakta haklısın.”

“Neden böyle bir şey yaptınız?”

“Bir daha aynı şeyleri yapma diye. Haklıyken haksız duruma düşme diye. Yaptığın bazı şeylerin büyük bedelleri olabileceğini gör diye.”

“Ama baba çok korktum.”

Deli gibi ağlıyordum, tüm korkularım birer birer beni ele geçirmiş ve gözyaşlarımla akıyorlardı.

“Hiç de korkmuş gibi değildiniz Ahu Hanım.”

Berk abim konuştuğunda ona ters ters bakmıştım, benim ilk korku anlarımı gördüğü halde bir şey çaktırmamıştı. Hain.

“Tuğrul kızımı bu şekilde korkutmanın ne alemi vardı?” dedi annem ve beni onun kolları arasından çekip çıkardı.

“Evet baba, gerçekten çok korktuk.” Deniz de anneme destek çıkmıştı. Tıpkı Furkan ve Mete gibi, hepimiz annemin etrafını sarmıştık. Annem bana sarılmış onları da aekasına almıştı

 

Annem gerçekten kızmış gibiydi ve bence haklıydı. Babam da haklıydı. Ben de haklıydım. Başka zaman olsa gülebilirdim bu hallerine ama hapse düşme korkusu gerçekten içimi sarmıştı. Ya ben bir de o kadar adaleti sağlayanlara saydırmıştım. Hepsi boşunaymış, ama yine de haklı bir saydırmaydı.

 

“Gel kızım.”

Ben, annem, Furkan, Deniz ve Mete salondan çıktık. Annem çıkmadan hemen önce arkasını dönmeden babama bağırmıştı.

 

“Bu gece koltukta uyuyacaksın Tuğrul Koraltan, bir hafta boyuncaki diğer geceler gibi.”

 

Sen büyüksen senden büyük Burçak Koraltan vardı babacım. Annem vurdu ve 90’dan golü attı. Bizim takım alttan alttan gülerken babam şaşkın ve çaresiz bakışlarla anneme bakıyordu. Bana baktığında ise trip atrcasına saçımı savurup annemlerle beraber yürüyemeye başladım. “Babanın kendini ifade ediş biçimi yanlış olsa da haklı, pervasızca davrandın yavrum. O yüzden cezan konusunda babana katılıyorum.” anneme ağlamaklı yüz ifadesiyle baktım. Ne demek cezayı haklı bulmak. “Yaa ama anne…” dediğimde beni hemen susturdu. “Hiç başlama Ahu Hanım, kararım kesin. Şimdi odana, temiz bir duş ol ve uyu.”

 

Beni odama kadar takip ettikten sonra gitmişlerdi, diğerleri de geçmiş olsun deyip kendi odalarına geçmişlerdi. Ben bir hafta ne yapacağım diye düşünerek yatağa atlarken birden geri kalktım. Bir oda dolusu kitabım ve koca bir haftam vardı. Artık cezamın ödül olduğunu düşünmeye başlamıştım, o yüzden telefonumdan eğlenceli bir müzik açıp dans ederek duş aldım. Tüm hafta rahatsız edilmeden ve yapmam gereken hiçbir şey olmadan saatlerce kitap okuyabilecektim. Diğer yaşadıklarım kafamdan silinmiş okuyacağım kitapların heyecanı yerini almıştı ve bunun mutluluğuyla uyuyakaldım.

                              

***

“Ahu, Ahu… Uyan… Sana diyorum heeyy…” çok uzaklardan bir ses beni çağırıyordu ama umursamadan kocamı izlemeye devam ettim. Benim için bir savaş başlatmış elf kralıydı o ve şimdiyse sonunda beni öpecekti. Gittikçe ona yaklaşıyor o güzel kokusu burnumu dolduruyordu. Dudakları artık çok yakınımdaydı, beni öpmek için uzand ama ağzım suyla doldu. Boğuluyordum.

 

Öksürerek yataktan çıktığımda karşımda Furkanı buldum, elinde sürahi ile gülerek bana bakıyordu. Hala öksürürken ona ters ters bakıp işaret parmağımı tehditkarca salladım. “Bittin oğlum sen.” sadece üstüme su döktüğü için değil aynı zamanda en güzel rüyamı mahvettiği için öldürecektim onu. Battaniyeyi ayağımla tekmeleyip düşmesini sağladım ve onun üzerine atıldım. Bunu beklemediği için kaçmaya fırsat bulamamıştı. Ellerimi saçına atıp tüm gücümle çektim “Napıyorsun sen manyak, bırak saçımı.” deyip beni üzerinden atmaya çalıştı. “Kocamla arama girdin. Bizim töremize göre senin ölüm hakkın gelmiştir.” eliyle beni iteklemeye çalıştığında elini ısırdım. Çığlık atmasını beklemediğim için irkilmiştim.

 

“Yardım edin, kardeşini seven yardım etsin.” hala bağırmaya devam ediyordu. İmdadına Berk yetişmişti. “Noluyornlan burda?” şaşkınca sorduğunda onu takmadan Furkanın saçını çekmeye ve ısırmaya devam ettim. “Abi gözünü seveyim kurtar beni.” Furkanın üzerinden alınıp havada asılı kaldığımda elimle Furkana ulaşmaya çalıştım. Konuşmuyordum sadece ona ulaşmaya çalışıyordu. Furkan yerden sürünerek kalkmış ve koşarak çıkıp gitmişti. “Kahvaltı için uyandırayım dedim ama sanırım beni yemek sandı.”

 

Berk abim o çıkınca beni yere indirmişti. Onu takmadan banyoya gidip kapıyı sertçe kapattım, yüzümü yıkadıktan sonra çıktığımda o hala ordaydı. Sanki kimse odada yokmuş gibi davranıyordum. “Bozuk muyuz?” cevap vermedim. Onun yerine kitaplığımın önüne geçip hangi kitabı okusam diye bakınmaya başladım. “Bu sanırım evet demek.” demesiyle elimi kitaplığa bir şeyi eziyormuşum gibi vurmam bir oldu. “Şu sinekler de çok ses çıkarmaya başladı iyice.”

 

“Sen bana, abine? Sinek mi dedin?” dediğinde ona cevap vermeden kitap bakmaya devam ettim. O da bu süre boyunca bir şeyler anlatmaya devam etti. Odanın kapısı zaten açık olduğu için içeriye koşarak Mete girdi. “Annem kahvaltıya gelsinler dedi.” diyerek bağırmış ve geri gitmişti. Annemi bekletmek olmaz deyip ben de odadan çıktım, Berk abimse söylene söylene arkamdan geliyordu.

 

Her zamanki gibi Buğra ve Demir abimin arasındaki sandalyeye oturmak yerine Annemle Denizin arasına otırdum. Orası normalde Berk abimin yeriydi. Artık benimdi, dünkü uğradığım ihanetten sonra oraya oturamazdım. “Günaydın kızım” annem gülümseyerek bana bakıyordu. “Günaydın anne.”

Diğerlerinin günaydın deyişlerini takmadan kahvaltımı usulca yaptım ve bitirdikten sonra usulca tabaklarımı mutfağa bıraktım. “Ben odama geçiyorum malum cezam var.” dediğimde kimse cevap vermemişti. Zaten ben de cevap beklemiyordum onlardan.

 

Odama girdiğimde okumaya karar verdiğim kitabı aldım ve kitap okuma günlerim için aldığımız kocaman armuta yerleştim. Kitap beni ilk cümlesiyle içine çekmişti bile ve sayfaları hızlı hızlı çevirmeye başladım. O kadar heyecanlı ilerliyordu ki post-itlemeyi unutmuştum. Sonunda en heyecanlı sahneye geldiğimde heyecandan dizlerimi sallamaya başladım. Çift şiddetli bir kavgaya tutuşmuştu ve şimdi yakınlaşıyorlardı. Kapımın sertçe çalınmasıyla korkudan yerimden sıçradım. Demir kapıda kararsızca bana bakıyordu, kitap daha heyecanlı olduğu için onu boş verip okumaya devam ettim. 200 sayfadır bu anın gelmesini bekliyordum, içimden çığlık atmak geliyordu ama Demir odada olduğu için bunu yapamıyordum. “Ne okuyorsun bu kadar heyecanlı?” sesiçok yakınımdan geliyordu, kafamı kaldırıp baktığımda dibimde durduğunu ve okumaya çalıştığı fark ettim. Hızlıca kitabı kapatıp tersçe ona baktım. “Kitap.” dedim.

 

“Nasıl bir kitap?”

“Güzel bir kitap.”

“Ben de bakayım şu güzel kitaba.”

“Hayır” diyerek bağırdığımda iyice dikkatini çekmiştim. Artık bu işin peşini bırakmazdı o. Elini uzatıp kitabı almaya çalıştığında kitabı kaçırdım, bana şüpheyle baktıktan sonra tekrar almaya çalıştı bu sefer yerimden kalkıp ondan uzak bir yere geçtim. İyice şüphelenmişti ama yapabileceğim bir şey yoktu, asla okumasına izin veremezdim. “Ahu gel buraya.”

 

“Gelme üstüme katil.” dedikten sonra banyoya girdim ve o yetişemeden kapıyı kilitledim. Şimdi güvendeydim, artık bana yaklaşamazdı. “Sanırım bir şeyi unuttun hanımefendi, burda onlarca kitap var. Şimdi çıkmazsan sayılarının azalacağına emin olabilirsin.” dedi tehditkar sesiyle. Bu adam ne zamandan beri korkunç bir canavara dönüşmüştü böyle resmen kitaplarım üzerinden tehdit ediliyordum. Usulca kilidi çevirip kapıdan kafamı çıkardım, kollarını bağlamış kapının önünde bekliyordu ve aşırı korkutucu duruyordu. “Niye kaçıyorsun?” dediğinde verecek cevabım olmadığı için omuz silktim sadece. Ellerini uzatıp kitabı vermemi istediğinde istemsizce ona uzatmaya başladım. Olabildiğince yavaş olmaya çalışıyordum. Kitabı almak üzereyken aramıza bir beden girdi ve kitabı o aldı. “Kızımın odasında ne işin var Demir?” dedi annem. Kurtarıcı meleğim benim. “Anne ben de oğlunum senin. Ayrıca kız kardeşimimn odasındayım.” Demir abim bıkkınca konuşmuştu. Annemse onu döndürüp kapıya yaklaştırdı. “Dün yaptıklarından sonra oğulluk ve abilik görevlerinden aznedildin. Hadi şimdi babanın yanına.” dedi ve onu kapının dışına koydu.

 

“Konuş kraliçe.” abimin korkusundan fısıldayrak söylemiştim. O manyak her an gelebilirdi. Annem bana dönüp kitabımı verdi. “Dışarı çıkmak istersen çıkabilirsin, neye ihtiyacın varsa onu yap ama ben biliyorum uzun bir süre yalnız kalmaya ve kendinle vakit geçirmeye ihtiyacın olduğunu. Dinlen yavrum abilerini olabildiğince uzak tutmaya çalışırım ben.” dediğinde duygulanmıştım ve gözlerim dolmuştu. Ben söylemeden annem beni anlamıştı, ona sarıldım ve teşekkür ettim. “Okuduğun kitap ne hakkında?” diye sorduğunda heyecanla cevaplamış ve anlatmaya başlamıştım. Annem de gözleri ışıldayarak beni dinliyordu. Abimin de malum bir sahnede geldiğini ona söylediğimde kahkaha atmıştı.

 

Annemle okuduğum kitaplar hakkında saatlerce konuşmuştuk ve ona gelen telefon yüzünden gitmek zorunda kalmıştı. Ben de okuduğum kitabın devamını okumuş ve bitirmiştim. Şimdiyse kitap ile ilgili yapılan editleri izliyordum.

 

054***: Bana bir dans sözün vardı.

 

Ekranıma düşen mesaj bildirimiyle şaşırmıştım. Bilinmeyen bir numaraydı ve dans sözüm olduğunu iddia ediyordu.

 

Ahu: Ne dansı ne sözü. Benim kimseye dans sözüm falan yok

 

Mesajımı atıp cevap beklemeye başladım, muhtemelen Mete beni işletmeye çalışıyordu, Furkan da olabilirdi. Evet evet kesin Furkandı, işte şimdi bittin Furkan ava giderken avlayayım seni de gör.

054***: Unutmuş olamazsın

 

Furkana bak sen bir de üzgün rol kesiyor.

 

Ahu: Bir anlık aklımdan çıkmış, üzgünüm. Unutmadım elbette, unutmam ne mümkün.

Ahu: Her gece düşlüyorum.

 

Neyse ki yalan parayla değildi yoksa babam iflas ederdi. Mesajlarımı attıktan sonra heyecanla cevap bekledim. Kesin yabancı birine bunu yazdığımı düşünüp kudurmuştur Furkan efendi.

 

054***: Gerçekten mi?

 

Hayır tabiki de ben uyumadan önce kocalarımı düşünürdüm.

 

Ahu: Evet, yalan söylediğimi mi sanıyorsun?

 

054***: Hayır hayır, sadece… şaşırdım.

 

Bekle sen bekle, daha çok şaşıracaksın.

 

Ahu: Bana dokunuşunu, elinin belimde oluşunu, müziğin ritmi ve dansın coşkusuyla nasıl kendimizden geçtiğimizi düşünüyorum ama en çok dudaklarının nasıl hissettireceğini düşünüyorum.

 

Şimdi dur yerinde durabiliyorsan Furkan. Vereceği tepkiyi düşünüp haince gülümsedim, birden kapım sertçe açılınca kahkahayı bastım. Gelmesini bekliyordum ama bu kadar hızlı olacağını tahmin etmiyordum. Furkana baktığımda ellerini arkasında saklamış gülerek bana doğru geliyordu. Bu çocuğun sinirli olması gerekmez miydi? “Selam küçük canavar.” demesi ile telefonuma mesaj gelmesi bir oldu. Anlık olarak kafamı eğip gelen meseja baktım.

 

054***: Ahu? Bu sen misin?

 

Mesaj atan Furkan değilse kimdi diye düşünürken üstüme gelen su ile kafamı kaldırdım. Furkan anlık boşluğumdan yararlanmış ve arkasında gizlediği su tabancasını çıkarmıştı. Şimdi ise üstüme durmadan su sıçratıyordu, kafam başka yerde olduğu için tepki veremiyordum. Üzerime gelen sular durunca kafamı telefondan kaldırıp Furkana baktım. Ona bakmamla çığlık atıp kaçması bir oldu. Ona saldıracağımı sanmıştı ama hayır yapmayacaktım. Onu düşünecek halde değildim.

 

Ben kime edepsiz mesajlar atmıştım? Utançtan yastıkla kafama vurmaya başladım. Mesaj atanı Furkan sandığım için rahatça cevaplar vermiştim. Dudaklarının nasıl hissettireceğini düşünüyorum mu? Aklıma geldikçe yatakta dönüp duruyor, utançla yüzümü yastığa gömüyordum. Sanki utancımı yastığın derinliklerine saklamak istiyordum. Kim bilir kime yazmıştım ve karşı taraf ne düşünmüştü? İçimden yükselen utanç dalgası yüzümü kızartıyor ve ellerimi çaresizce saçlarımın arasından geçiriyordum. Çıldıracaktım sanırım; bu utançla nasıl yaşayacaktım ben? Her düşünce aklıma geldiğinde kalbim hızla atıyor, derin bir nefes alarak sakinleşmeye çalışıyordum ama olmuyordu. Odanın karanlık köşelerine sığınmak istiyor, bu duygudan kaçmak için çırpınıyordum.

 

Ahu: Ahu mu? Hayır ben Ahu değilim.

 

En iyisi numara benim değilmiş gibi davranmaktı. Ya zaten ne alaka dans? Ben kimseye dans sözü vermemiştim ki... Hayır, vermiştim... Abimler beni Aras’ın kollarından dans ederken çekip aldığında, başka zamana demişti; ben de gülümsemiştim. Aras... Onunla dans etmek, kalbimi pır pır ettirmişti. Ancak şimdi bu durumu nasıl toparlayacağımı düşünmekten kendimi alıkoyamıyordum. Aras’ın gözlerindeki ifade, sıcaklığını hala hissedebildiğim elleri... Hayır hayır şu an bunu düşünmemem gerekiyordu. Bir çözüm bulmalıydım.

 

Arasa dudaklarının nasıl hissettireceğini düşündüğümü mü söylemiştim yani ben? Demek yaşayacak günlerim buraya kadarmış… Telefonumu yatağa fırlatıp ayağa kalktım ve pencereyi açtım. “Elveda kitaplarım, elveda kocalarım, elveda…”

 

“Noluyor lan!”

Birden belime sarılan kollar beni pencereden uzaklaştırdı, rahat rahat ölemiyorduk da bu evde. “Ya Deniz film sahnesi mi çekiyoruz ne bu hareketler?” dedim ve ellerini kendimden uzaklaştırdım.

 

“Ne bileyim kızım ben, bir ayağını pencerenin dışına atmışsın ne düşünmemi beklerdin?”

 

“Hava alıyordum, güneşi görmek istedim. Hapis cezasasındayım ya hani” kızgınca söylenip kendimi yere attım.

 

“Niye böyle ıslaksın sen?” dedi başımın ucunda dururken. Dev gibi görünüyordu yerden bakınca, o söyleyene kadar ıslak olduğumun farkında da değildim. Tişörtümü çekip baktığımda baştan aşağı ıslak olduğunu gördüm. “Furkan su tabancasıyla yaptı.” dediğimde güldü. “Ee sen ne yaptın?”

 

“Hiçbir şey.”

 

“Ne demek hiçbir şey?”

 

“Babayağı.” dediğimde önümde diz çökmüş ve elini alnıma koymuştu ardından kendi alnına koydu. Tekrar elini alnıma ve yanaklarıma koyduğunda elini ittim yüzümden. “Ateşin de yok. Noldu, başına taş mı düştü?” dedikten sonra eliyle kafamı yoklamaya başladı bu sefer de. Hışımla kalktığımda başımı onun başına çarpmıştım yanlışlıkla “İyiyim Deniz, sen niye geldin hem?” eliyle alnını ovuşturup ters ters bana baktı.

 

“Annem hazırlanmanı söyledi arkadaşı mı ne gelcekmiş geçmiş olsuna, senin de aşağı inmeni istedi.” deyip odadan çıkmıştı. Kim gelecekti ki şimdi durup dururken, hem benim bildiğim kadarıyla içeriye girme mevzusundan kimsenin haberi olmamıştı. Babam saklamak için baya özen göstermiş. Dolabımdan günlük birkaç kıyafet alıp banyoya geçtim. Kısa bir dıuş alıp hazırlanacaktım.

 

Saçlarımın sürekli dökülmesi ve elimi her saçıma attığımda bir tutam saçın elimde birikmesi sinirimi bozuyordu artık. Yastığımda da saçlarım birikirdi, odanın her yerine de yayılmışlardı. Her ne kadar kafama takmak istemesem de ordaydılar işte, fark edilmek için bekliyorlardı. Saçlarımı her iki yandan örmeyi bitirdiğimde yine elime saç gelmişti ve çok fazla incelmiş olduğunu fark etmiştim.

 

Ayağa kalkıp odadaki boy aynasına doğru adım attım. Aynada yansıyan halime baktım; bence gayet hanım hanımcık olmuştum. Üzerimde pembe uzun kollu, Powerpuff Girls baskılı bir bluz vardı. Bluzun üzerindeki parlak renkli karakterler, bana enerji veriyordu. Küçükken komşumuzun kızı bu çizgi filmi çok izlerdi ben de pencereden izlerdim ve hep onlar gibi arkadaşım olsun isterdim. Şu yaşımda hala yoktu öyle kız arkadaşlarım...

Mavi kot pantolonum ise vücudumu sarıyor, rahat ve şık bir görüntü sunuyordu. Odada yayılan hafif lavanta kokusu beni sakinleştirirken, makyajım oldukça sadeydi; belki biraz allığı abartmıştım ama çok da göze batmıyordu. Yüzümde taze bir pembelik vardı.

Kendimi beğenmiş bir şekilde etrafımda ufak çaplı dönerek dans ettim, gerçekten çok güzel olmuştum. Aras mevzusunu düşünmemeye çalışıyordum; zaten mesajıma hala dönmemişti. Kalbim endişeyle çarpıyordu ama görmezden geldim. Korkudan çarpıyordur o.

Fotoğraf çekmek için telefonumu elime aldığımda, aslında bir saat önce mesaj atmış olduğunu fark ettim. Kalbim bir anlığına yerinden fırlayacak gibi oldu. Bu ani duygu değişimi, içimde karmaşık hisler oluşturdu; hem sevinç hem de bir miktar gerginlik…

054***: ama ben senin Ahu olduğuna eminim.

 

Yazdığı şey karşısında kaşlarımı çatmıştım, haklı olabilirdi belki ama ne belliydi benim Ahu olduğum. Ayrıca bu çocuk niye bana yazmıştı ki?

 

Ahu: Sizi tanımıyorum başta arkadaşım beni işletiyor sandım bu yüzden bozuntuya vermedim ama ben Ahu değilim, sizin kim olduğunuzunu da bilmiyorum. Bildiğim bir şey varsa yanlış numaraya yazdığınız.

 

Sinirle ve heyecanla mesajı yazıp yollamıştım, ne diyeceğini çok merak ediyordum. Yatağıma oturup endişeyle beklemeye başladım. Oda sessizdi, tek duyulan kalbimin hızla atan ritmiydi. Bir yandan dizimi sallıyor, diğer yandan da tırnaklarımı kemiriyordum. Sinirlerim gergin, düşüncelerim karmakarışıktı. Bunları yaptığımın farkına varınca durdum ama istemsizce tekrar başladım. Ellerim titriyor, düşüncelerim bir an bile sakinleşmiyordu. Her geçen saniye, bir ömür gibi geliyordu. Mesajının cevabı gelene kadar geçen her an, içimdeki heyecanı ve gerginliği daha da arttırıyordu.

 

054***: Hmm

Hmm mı? Hmm mı!! Bu çocuk kafa mı buluyordu benimle? Bir yanım bu cevabı için sinirlenmişti, diğer yanım ise konuyu kapatıp mesajlaşmayı bitirmediği için sevinçliydi. Utanıyordum ama onunla konuşmak da istiyordum. Onunla ettiğimiz dansı, kibar tavırlarını, sarhoş edici sesini hatırladıkça mesajlaşma isteğim artıyordu. Kalbim hızla atıyor, içimdeki heyecan dalgası büyüyordu.

Bir de ben o zamanlar Mahmut'u aldatıyormuşum gibi hissetmiştim. Onun yüzünden anın tadını bile çıkaramamıştım. Yalancı Mahmut, adı bile yalan olan mahlukat. İçimdeki öfke ve hayal kırıklığı, her geçen saniye daha da artıyordu. Onunla yaşadığım anılar, zihnimde birer birer canlanıyor ve içimdeki karmaşık duyguları daha da yoğunlaştırıyordu. Ona olan hoşlantım ufacıktı ama gerçekti. Şimdiyse o ufacık duygunun yerini kocaman bir nefret almıştı. Onu düşünüp daha çok sinirlenirken mesaj sesi beni kendime getirdi.

054***: Özür dilerim rahatsız ettim, sizi biriyle karıştırdım.

 

Hayır karıştırmadın ben Ahuyum demek istesem de diyemedim çünkü ardından önceki mesajı açıklamak zorunda kalacaktım. Yaptığım şeyden dolayı çok utandığım için sorun değil deyip geçiştirmiştim mesajını. En yakın zamanda numaramı değiştirmem şart oldu böylece.

“Anne… oooo Ahu Hanım ne bu güzellik.” Deniz hayran gözlerle beni izledğinde utanmaıştım. “Ya sıradan şeyler işte, abartma.” dediğimde elimden tutup havaya kaldırdı ve dönmemi istedi. “Yok yok bugün ayrı bir güzellik var üstünde. Neyse annem hazırlansın dedi diyecektim ama hazırmışsın zaten inelim o zaman.” dedi ve elimi bırakmadan yürümeye başladı. Anlık duygu yoğunluğu yaşadığım için arkadan ona sarılıp yanağına öpücük kondurdum. “Seviyorum seni ikizim.” şaşırmıştı ve tepki veremiyordu. Dönüp bana baktığında şaşkınlığı yüzünden de okunabiliyordu. “Biliyorum.” dedi kendini beğenmiş ses tonuyla. Ensesine vurup kaçtım, oda peşimden koşarak geliyordu. Merdivenleri paldır küldür indiğimde bazı çalışanlar dönüp bana bakmıştı, onlara masumca gülümseyip koşmaya devam ettim. Mutfaktan çıkan bir bedenle çarpıştığımda yere, götümün üstüne düştüm. “Ahhh, gitti güzel götüm.” diye bağırırken arkamdan öksürük sesleri geldi. Kafamı kaldırıp çarptığım kişiye baktıımda Arasla göz göze geldim. Arasla mı göz göze geldim?

 

Gözlerimi ovalayıp tekrar karşıya baktım, görüntü değişmiyordu Aras karşımda şaşkınca bana bakıyordu. Şoku benden önce atlatmış olacak ki elini uzattı kalkmam için. Tutmak için uzandığımda başka bir el kolumdan tutup beni kaldırdı. Demir abim ters bakışlarla Arasa baktı ve beni belimden tutup salona doğru yürümeye zorladı. “İyisin dimi güzelim?”

“İyiyim abi ya, biraz götüm acıdı o kadar.” dedim ve onun gözlerinin açılmasına sebep oldu. “Bize söyle bunu ama ortalık yerde tanımadığımız insanların yanında söyleme. Hele ki bizim dışımızdaki erkeklerin yanında.” fısıldayarak konuştuğunda kaşlarımı çattım.

“Ne alaka abi ya bilmiyor mu bu insanlar götüm olduğunu, ben söyleyince mi fark ediyorlar. Ayrıca gördü işte götümün üzerine düştüğümü hem arkamı döndüğümde yine götümü görecek.” dediğimde eliyle yüzünü sıvazlayıp sabır diledi.

“Lan o senin götüne mi bakıyor?”

Abime göz devirip kollarının arasından çıktım, zaten iki kelimemden biri göt olmuştu, hayatımın en garip konuşmasıydı. Tüm aile salonda toplanmıştı; geniş, ferah bir salondu normalde ama sanki bugün küçülmüş gibiydi. Daracık geliyordu bana, Arasın ve ailesinin varlığından da kaynaklanıyordu bu. Arasın annesi ve babası olduğunu tahmin ettiğim kişiler benim annem ve babamın yaşındaymış gibi görünüyorlardı. Aras her ikisinden de birer parça almıştı; annesi mavi gözlü ve sarışınken babası esmerdi. Aras'ın siyah saçları ve beyaz teni babasından gelirken, yüz hatları annesine çekmişti.

Kendi aralarında sohbete daldıkları için beni fark etmemişlerdi ve bu benim işime gelmişti. Biri gelip sofranın hazır olduğunu söyleyince kalkıp masaya geçtik. Onlar yemek yemek için ayağa kalktıklarında her ikisinin de çok uzun olduklarını fark etmiştim. Yemek masası büyük ve şık bir şekilde hazırlanmıştı; üzerinde çeşitli yemekler ve içecekler vardı. Masanın ortasında büyük bir çiçek aranjmanı bulunuyordu ve normalde böyle değildi. Annem gerçekten önem vermiş bu misafirliğe belliki.

Yemeğe geçtiğimizde Aras tam karşımda oturuyordu. Gözleri sürekli üstümdeydi, bunu hissediyordum ama bakmaya da çekiniyordum. Kalbim hızla atıyordu ve içimde bir heyecan dalgası yükseliyordu. Telefonuma mesaj geldiğinde istemsizce cebimden çıkarıp baktım. Mesaj Aras'tandı! İçimdeki heyecan ve merak, bir anlığına tüm dikkatimi dağıttı.

 

054***: Bir şeyi kontrol etmeme izin ver.

 

Kafa karışıklığı ile kaşlarımı çatmıştım. Biz konuşmayı bitirmedik mi ne kontrol etmesiydi şimdi bu

Ahu: Neyi?

Çaktırmadan mesaj yazmaya çalışıyordum ve bu çok zordu. Her iki yanımda abimler varken mesaj yazmak işkenceydi resmen. Kalbim hızla atıyor, ellerim titriyordu. Bir süre ondan mesaj bekledim ama yazmadı. Ne yapıyor acaba diye düşünüp alttan alttan ona bakmaya çalıştım. Annesiyle konuşuyordu.

“Yemeğini ye, o telefonu da bırak,” Demir abim kulağıma tehditkarca fısıldadı. Korkarak telefonu bırakmış ve yemeğimi yemeye başlamıştım. İçimdeki endişe ve merak, her geçen saniye daha da artıyordu. Birkaç dakika geçtikten sonra telefon zil sesim salonu doldurduğunda telaşla kapatmaya çalıştım. Kalbim yerinden fırlayacak gibi oldu. Arayan Aras'tı. Bu çocuk ne diye beni arıyordu? Ona baktığımda gülerek bana bakıyordu.


054***: Yakaladım seni

 

^^

 

-Ayy noluyor noluyooooo

-Özledim siziii, nasılsınızzz?

-Sınavlarımın olduğu bir dönem, çok yoğun olacağım yarına bölüm bu yüzden gelmeyecek. Üzgünüm, haftaya kadar bekletmek durumundayım. Bizi özleyinnnn

Bölüm : 12.01.2025 01:30 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...