45. Bölüm

3.2

Hiv
hivs4u

İnanılmaz kaos dolu ve garip bir bölüm oldu ben de anlamadım. Ben sadece başını yazdım gerisi kendi geldi

Bu arada selam, nasılsınız? Çok çok uzun zaman oldu, gerçekten inanılmaz özledim sizi3

Çok sohbete tutmayayım sizi hadi iyi okumalarrr<3

🎀

Hayatınızın film şeridi gibi gözünüzün önünden geçtiği o meşhur anlar vardır ya... İşte şimdi tam da öyle bir andaydık. Gözümün önünde önce geçmişim sonra geleceğim geçti. Önce çocukluğumun mutsuz anları, sonra yeni hayatımı, mutlulularımı… en son da Demir abimin bizi yakalayıp çiğ çiğ yediği o karanlık gelecek.

 

Korkuyla Mete’ye baktım, onun da gözleri kocaman açılmış, yüzü bembeyaz olmuştu. Dudakları kımıldıyordu ama ses çıkmıyordu. Kalbim göğsümden fırlayacak gibiydi. Ne diyorsun Mete anlamıyorum zaten beynim ve vücudum alarma geçmiş, bir de kalkıp mucizevi bir şekilde dudak mı okumaya başlayayım

 

Demir abim karşımızda, kollarını göğsünde kavuşturmuş, kaşlarından biri havada, soğukkanlı bir katil edasıyla bakıyordu. Sesi yüksek değildi ama içimizi titreten o tavizsiz tonuyla konuştu.

 

“Cevap bekliyorum. Ahu, senin ev hapsin yok muydu?”

 

İçimden küfrettim. Bu ses tonu, kesinlikle “hadi bakalım, mezar taşınıza ne yazalım?” tonuydu.

 

Mete bir adım geri attı, sağ ayağı sol ayağına takıldı ve düşmekten son anda kurtuldu. Gülmemek için dudağımı ısırdım ama sanırım başarılı olamadım. Dudaklarımdan küçük bir kıkırtı serbest kaldı. Harika… artık daha da sinirli bir Demir Koraltan vardı.

 

“Abi biz… yani şey… bu… bu planlı bir şey değildi,” dedim, kelimeleri ağzımda yuvarlayarak.

Mete bir anda atıldı. “Hayır abi, yani evet, yani hayır! Ev hapsindeydi ama… şey… oksijen lazımdı. Evet, oksijen... Nefes alsın diye çıkardım ben.”

Demir gözlerini kıstı.

“Oksijen almak için buraya geldiniz? Benim odluğum yere ve yüzünüzü siyaha mı boyadınız?”

Yutkundum. Battıkça batıyorduk.

Korkuyla Meteye baktım, onun da bakışları bendeydi. İkimiz de korkudan ve telaştan nefes alamıyorduk.

"Cevap bekliyorum. Sadece doğru cevapları. "

Sesi yüksek değildi ama sert ve tavizsiz çıkmıştı. Her kelimeyi bastıra bastıra söylemişti özellikle de doğru kelimesini.

Demir abimin gözleri kısmış, bizi süzüyordu. Bizden bir cevap bekliyordu ama o cevap kesinlikle bizde yoktu. Ne diyecektik manitan olduğunu düşündüğümüz için seni takip ettik mi? Hayatta olmaz.

“Mete koş!” diye bağırdım ve Furkan'ın ellerinden kurtulup koşmaya başladım.

“Ne? Nereye? Abla beni de bekleee!” diye bağırdı arkamdan. Arkama bakamıyordum ama onun da peşimden geldiğine emindim.

Merdivenleri iki üç basamak birden atlayarak indik. Furkan da bizimle beraber koşuyordu ama bizim aksimize o kaçmak için değil yakalamak için koşuyordu. Onu yavaşlatmak için elimdeki çantayı onun suratına fıtlattım. Bunu beklemiyordu, zaten yüzüne aldığı şeyle tökezleyip düşmüştü. Oh az bile oldu sana Furkancık, diye içimden geçirdim..2

Sokağa çıktık, deli gibi koşuyorduk. Siyah kıyafetlerimiz, simsiyah makyajımızla adeta bir gotik müzik klibi gibi görünüyorduk. Herkes bize bakıyor, bazıları dua ediyordu. Sanki şeytanız da bizi korkutmak ve kaçırmak için dua oluyorlardı. Sabır çekerek koşmaya devam ettim.

Bir köşe başında nefes nefese durduk, sırtımızı rastgele bir binanın kapısına yasladığımızda ikimiz de ellerimizi dizlerimize koyup nefeslenmeye çalıştık.

"Abla biz niye kaçtık? " Metenin sorusuyla kafamı kaldırıp ona baktım. Haklıydı, biz niye kaçtık?

"Bilmiyorum. O an en mantıklısı oydu gibi geldi."

"Abla biz aynı evde yaşıyoruz biliyorsun değil mi?"

Bir de öyle bir detay vardı işte. Zaten ben her zaman doğru kararları vermekte zorlanmıştım, o anlara bunu da ekleriz artık.1

"Geleceği sonra düşünürüz sen şimdiye bak. Hem atlattık onları."

Tam rahatladık derken... kapı aniden açıldı. Karşımızda iri yarı, güleryüzlü bir adam yüzünde oraya yapışmış gibi duran gülümsemesiyle bize bakıyordu.

“Hadi ama, nerde kaldınız? Düğün başladı, halay bile çekildi! İçeri!” dedi.

Ben ve Mete, birbirimize baktık, sonra arkamızdan gelen Demir abimizi görür gibi olunca hiç düşünmeden içeri daldık. O adamın peşinden gidiyorduk ama asla nereye niye gittiğimiz hakkında bir fikrimiz yoktu. Mutfak gibi bri yere girince hızlıca beş çekmeceyi açıp bize beyaz gömlek, papyon ve önlük verdi.

"Hemen bunları giyiyorsunuz ve başlıyorsunuz. Zaten yarım saat geç kaldınız"

Aslında geç kalan biz değiliz demek isterdim ama kısıtlı kaçış alanımız olduğu için boyun eğmek zorunda kalmıştık.

"Abla biz ne yapıyoruz ya? Gidelim burdan lütfen"

Metenin yalvaran sesini görmezden gelerek lavabo olduğunu düşündüğüm yere doğru ilerledim.

"Ablacım mızmızlanma da giy şunları. Azıcık eğleniriz fena mı"

"Eğlenmek dışında her şey olacakmış gibi bir his var içimde"

"Kötüyü çekme Mete. "

Meteyi ikna etme çabalarımın yanına bir de yaptığımız çirkin makyajı silme çabaları da eklenince daha işe başlamadan yorulmuştum.

Tamamen hazır olunca kendimi mutfağın dışına attım.

"Birinci kural: hiçbir şey yapmadan her şeyi yap." dediğimde Mete kaşlarını çatarak anlamazcasına bana baktı.

"O nasıl olacak abla?"

"Tabiki de etrafta hızlıca yürüyüp bir şeylerle meşgulmüş gibi görünerek."

" Oha abla hiç böyle bir şey tahmin edemezdim."

Ona " ne sandın" bakışımı atarak etrafı incelemeye başladım, o sırada da bir şeyleri düzeltiyormuş gibi yapıyordum.

Mekan tam bir aşiret düğünüydü. Davullar, zurnalar, rengarenk kıyafetler... Her yerde gümüş tepsiler, baklavalar, kınalar...

O sırada bir teyze elimize tepsi tutuşturdu

“Yavrum şu dolmaları 5 numaralı masaya götür!”

Dolma?

Gözlerim şaşkınlıkla tepsideki dolmalarda oyalandı. Ciddi ciddi dolma vardı.

"Götüreyim"

Ama bilin bakalım ne eksik? Masaların bilgisi eksik, ben hangi masa kaç numara bunu nerden bilecektim.

"Hadi kızım hadi bak adamlar bekliyor. İkisi durmuş bize bakıyor, haydee"

Ayakta olup bize bakan sadece bir masa vardı ve hemen hızlı adımlarla oraya ulaştım.

"Buyrun, dolmalarınız."

İnsanların düğününde kanepe, kek, pasta falan olur; bunlarda dolma vardı.

Dolma.

Bildiğin pirinç dolması. Üstelik sıradan bir tabakta da değil; gümüş tepside, nar taneleri serpiştirilmiş, sanki kutsal bir ritüelin parçasıymış gibi sunulmuştu.

Sanırım bu olayı bir ömür unutamayacaktım. Evden kaçarken dolmalı düğüne düşmek... kaderin bana attığı en leziz ama en saçma tokat buydu.

Tam bu düşünceyle dolmalara bakıp içsel dram yaşarken, bir davul sesi sarsar gibi yükseldi.

Davulcu öyle bir çalmaya başladı ki, içimdeki panik bile ritim tutmaya başladı.

Tam o an biri, ellerimden tuttu. Elimden değil, ruhumdan çekilmiş gibi hissettim.

“Garson kız, hadi halaya!” dedi adam. Sert ama neşeliydi.

İtiraz edecek vaktim bile yoktu.

Sürüklenerek halayın en önüne konuldum. Yanıma halay başı gibi giyinmiş bir teyze geçti. Teyze bana göz kırptı, sonra şak diye mendili elime verdi.

Beni... halay başı yaptılar.

“Ben sadece abimin manitasını görmek istemiştim, halay başı olmak istememiştim,” dedim kendi kendime.

Ama artık çok geçti.

Halay başladı.

Ben önde, Mete arkada. Mete’nin gözleri dolu dolu, “beni buradan al anla bakışı atıyordu. Bu çocuğu ne ara halaya almışlardı? Metenin kulağına yaklaşıp bir şey söylemek üzereyken aramıza kocaman bıyıklı, sanki bu halay onun için milli bir görevmiş gibi duran bir amca girdi. Araya öyle girdi ki, bizim varlığımızı bile unuttu adeta.

“Dedikoduyu sonra yaparsınız,” dedi kaşlarını çatıp.

Sesindeki ciddiyet sanki düğün değil, askerî tatbikattaydık.

Biz de sessizce sustuk.

Çünkü o an anladım: Bu insanlar için halay bir danstan fazlasıydı.

Bu… bir yaşam tarzıydı.

Otobüste yer isteyen, “bizim zamanımızda” diye başlayan amcalar, şimdi davulun her tokmağında gençleşiyordu. Normalde bir koşuda ruhunu teslim edecek adamlar, burada sanki enerji içeceği içmiş gibi halay çekiyorlardı. Ve ritim gittikçe artıyordu… yetişmek zorlaşıyordu.

Ayağım bir kez kaydı. Az daha yandaki amcayı yere serecektim.

Amca döndü, bana baktı.

“Sen nereden öğrendin bu figürü, kimlerdensin?”

Tonlaması bir övgü müydü, sorgu muydü anlamadım.

Kaldım öyle. Zaten figürü de bilerek yapmamıştım ki

Ben cevap veremeden yandakiler zıplamaya başladı. Ya ben onu yanlışlıkla yapmıştım, halay hareketi sanıp devam ettiriyorlardı şaka gibi. Zaten amcayı da duymamazlıktan gelmiştim.

Onlar zıplayınca, ben de mecburen zıplamak zorunda kalmıştım. Yavaş yavaş geriye doğru zıplayarak halayın içinden kendimi sıyırdım.

Biraz nefeslenmek için salonun kuytu köşelerinden birine geçtim. Fark edilmek istemiyordum yoksa yine elime bir şey tutuşturabilirlerdi.

Tam duvar dibinde duruyordum ki, nereye çıktığını anlayamadığım bir kapının biraz açık olduğunu fark ettim. İçeriden iki adamın fısıldaşmaları geliyordu.

“Bu malları yarın sabah teslim edicez. Söyle onlara hazırlıklı olsunlar.”1

“Polis molis yok diyorsunuz dimi?”

Gözlerim açıldı. Beynimde sirenler çalmaya başladı. Burada illegal işler dönüyordu. Sonuçta "Bu mallar" dedikleri dolma değildir diye düşünüyordum

Allah'ım… ben nereye düştüm böyle ya?

Yağmurdan kaçarken doluya değil, bildiğin sele kapılmıştım.

Kafamı kapının aralığından biraz daha uzattım. Adamların yüzlerini görmeye çalışıyordum ama ışık çok azdı. Tüm ışığı salona harcadıkları için herhalde bu odaya gerek duymamışlardı.

İçerde sadece iki kişi vardı, biri cüsseli ve kel, diğeri ince uzun ve sürekli sigarasını sallayan biriydi.

“Yarın sabah limanda olacağız. Gecikme yok. Damat tarafı sağlam, zaten polisle içli dışlılar. Kesinlikle bilmemeleri gerekiyor. Zaten bizim kız nerden buldu sülalecek polis olan damadı anlamadım."

Damat tarafı mı polis miymiş dedim kendi kendime ve ben şu an uyuşturucu kaçakçılığı yapan bir aşiretin düğünündeydim.

Uyuşturucu kaçakçılığı yapan gelin tarafı ve sülalecek polis olan damat tarafı...

Bu bilgiyle ne yapacağımı bilmiyordum. Hatta şu an hâlâ "dolmalar ne alaka?" kısmını çözmeye çalışıyordum. Bir adım geri çekildim. O sırada ayağım bir şeye takıldı. İçimden umarım duymamışlardır diye dua ediyordım.

“Pişşşt!”

Biri bana sesleniyordu. Döndüm, Mete’ydi. Bir elinde peçetelik, diğer elinde sürahi vardı.

“Abla acaba diyorum biz kaçmakla hata mı ettik." dedi.

 

Elimle sustum işareti yaptım.

“Şşş! Mete, az önce burda Breaking Bad sezon 4’ün Anadolu versiyonunu duydum!”

" O ne be"

Metenin hiç de sessiz olmayan konuşmasından dolayı adamların dikkatini çekmiştik.

“Bir ses mi geldi lan?” dedi adamlardan biri

Diğeri: “Yok be, müzik sesi karıştı her yere.”

Yerimde donup kaldım, sese doğru dönen ve elini beline atıp silahı çıkartan adamı gören Mete de donup kalmıştı.

Gözleriyle “kaçalım mı?” bakışı attı.

Benim yüzüm ise “Kaçarsak sadece bu düğünden değil, Türkiye’den de kaçmamız gerekebilir” şeklindeydi.

Adamlar tekrar iş konuşmaya başladığında, Mete’yle göz göze gelip aynı anda kuytu köşeye siniverdik.

Kafamızı hafifçe uzatmış, kulaklarımızla resmen o konuşmayı içimize çekiyorduk.

“Malı sabah sahile indireceğiz,” dedi biri.

“Yalnız dikkatli olalım, geçen seferdeki gibi olmasın. Bu sefer bizzat enişte geliyor.”

“Enişte mi?” dedim fısıltıyla.

“Düğünlerde enişte genelde dans eder, bu niye suç işliyor?”

Mete bir yandan kulağını uzatıyor, bir yandan dolma tıkınmaya devam ediyordu. O dolmayı nerden buldu ne ara yemeye başladı hiçbir fikrim yoktu.

“Ben dedim bu dolma fazla profesyonel diye!”

Bunu derken bile yemeye devam ediyordu... Dikkatimi Meteden çekip adamlara yönelttim. Yarım yamalak şeyler de olsa duyuyordum, tam adamların hangi sahilde işi yapacaklarını duyacakken...

 

“Yavrum siz kimlerdensiniz?”

Korkudan zıplayıp olduğumuz yerden sıçradık. Arkamızda, halayda beni Mete’den koparan o meşhur bıyıklı amca duruyordu.Yüzünde güller açıyordu a aa benim beynim alarma geçmişti.

“Amca dur bi... Az ileride uyuşturucu pazarlığı dönüyor, sen gelmiş bana ‘kimlerdensin’ diyorsun.”

Adam anlamamış gibi gülümsemeye devam etti.

“Evladım cevap ver, gelin tarafından mısınız, damat tarafından mı?”

Gözlerimi kıstım. Yeterdi artık.

“Koraltanlardanım amca! Oldu mu? Eski aile bağları, gölgede kalmış kökler! Hatta senin bıyıklar bile bizim mahalleden tanıdık!”

Mete kıkırdadı ama hemen toparladı.

“Amca biz dışarıdan geldik, catering ekibindeniz, pasta uzmanıyız.”

“Ben de dolma danışmanıyım,” dedim gergin gülümsemeyle.1

Adam bir an duraksadı.Sonra elini çenesine attı, bıyığını düzeltti.

“Ben de bi gariplik seziyordum zaten sizde. Kızım pastayla dolmanın ne alakası olur?”

Cevap veremeden yan tarafta adamlar biraz daha yüksek sesle konuşmaya başladı:

“Güvenlik işini çözdüm, iki tekneyle geleceğiz. Sahil kısmını da Alpay ayarlayacak.”

Mete’yle birbirimize baktık. Alpay? Enişte? Uyuşturucu? Sahil?

Biz bu bilgilerle ne yapacaktık şimdi?

Yalnız içimde bir his var... "Bu işin ucu kesin yine bizim götümüzde patlayacak"

Mete sözünü bitirir bitirmez ensesine sert bir tokat yedi. "Terbiyeli konuş, ayıp oluyor hem de büyüklerin yanında."

Neşeli amcanın içinden gelenekselci bir canavar çıkmıştı, Meteye ters ters bakıp başka bir yere geçti.

Mete acı içinde ensesini ovuştururken gözleri dolmuş gibiydi.

“Ben bu düğünden psikolojik travmayla çıkacağım galiba abla,” dedi Mete, çaresizlikle etrafa bakınırken. Burnunun ucuna kadar çökmüş o mahvolmuşluk hissi yüzünden okunuyordu.

“Polisi, mafyası, aşireti, kaçakçısı... Ne ararsan var burada. Üstüne bir de halay başı oldum! Halay h’sini bilmediğim halde... Korkunçtu… Bak hâlâ dizlerim titretiyor zıplayan amcaların travmasıyla.”

Tam ona bir şey diyecektim ki bir çığlık kesti salondaki gürültüyü

Kapıdan hışımla içeri giren kadın, göğsüne sarılmış, nefessiz kalırcasına ağlıyordu. Herkes susmuştu. Kaşık çalan çocuklar bile durdu, yaşlılar dualarını yarım bıraktı.

Kadın gözyaşları içinde sahneye, yani damadın önüne kadar yürüdü.Damadın rengi bembeyaz olmuştu.

“Sedat sana yazıklar olsun!”

Kadının sesi kırık ama güçlüydü.

“Beni hamile halimle nasıl ortada bırakırsın!”

Salonda kolektif bir şok dalgası yayıldı. Biri yere düşen tepsiyi tutturamayıp kekleri savurdu, bir başkası "Ay inanmam!" diye sandalyeye çöküp yüzünü örttü.

Mete ağzı açık izliyordu.

“Şey… bir de aldatan damat... Daha ne olabilir ki diyorum ve… dahası oluyor abla.”

Ben şaşkınlıkla Sedat’a, sonra ağlayan kadına baktım. Erkek milleti işte...

Sedat çırpınmaya başladı "Yalan! Bu kadın beni saplantı haline getirmişti! Düğünümü sabote etmek için geldi!”

Ve hep de aynı yalan, neymiş kadın onu saplantı hale getirmiş. O nasıl bir saplantıdır ki kadının karnını şişirip içine çocuk koyacak.

Kadın yere çöküp hıçkıra hıçkıra ağladı. “İkimizin bebeği Sedat! İkimizin!”

Bu sefer gelin çığlığı bastı: “Bebeği mi?”

Kalabalık o kadar karıştı ki davulcu bir anda “Düğün bitti mi ya?” diyerek salondan sıvıştı. Gelin tarafı, damat tarafına bağırmaya başladı. Yaşlı bir teyze bir yandan bastonunu yere vurup “Ben bu düğünü istememiştim zaten!” diye ağlarken, teyzeyi susturmaya çalışan biri “Anne ne olur şimdi değil” diye yalvardı.

Mete bana döndü, sesi titriyordu.

“Abla ben birazdan bayılacağım. Bu gerçek mi?"

Metenin kolundan tuttum ve gittikçe daralan göğsümle birlikte, “Bence çok bile kaldık burada. Çıkalım hemen,” dedim ve onu geldiğimiz kapıya doğru sürüklemeye başladım.

 

Adımlarımız aceleciydi ama dikkat çekmemeye çalışıyorduk. Sanki sessizce sıyrılırsak bu kaostan yırtabilirmişiz gibi bir hayal… Ama işte tam kapının koluna uzanmıştım ki, ardımızda salonun ta içinden yankılanan sert bir ses duyuldu.

“Polis! Kimse kımıldamasın! Eller yukarı!”2

Tüm salon bir anda buz kesmişti. Davulun sesi kesildi, insanların uğultusu dondu. Hemen ardından birkaç kişi daha kapılardan içeri daldı. Hepsi çelik yelekli, telsizli, silahları tetikte. Aralarında maske takanlar bile vardı. Üzerlerinde büyük harflerle NARKOTİK yazıyordu.

Ve o tanıdık ses…

“Eller yukarı, herkes yerinde sabit kalsın!”

Kafamı çevirip baktım.

Berk abim...1

Kendi çizgi filmimizin aksiyon figürü gibi, en önde, eli havada silahıyla ağır ağır ilerliyordu. Yüzünde yine o görev ciddiyeti vardı.

Ne zaman illegal bir olay olsa, ne zaman “Bu kadarına da karışmayız herhalde” desem... O kadarına da karışıyorduk ve her seferinde abime yakalanıyordık.

Her masada bir sandalyesi var gibi Berk Koraltan’ın. Abicim bari burda olmayıver ne, diye içimden sitem ettim

Mete derin bir nefesle fısıldadı “Abla… biz işte şimdi sıçtık.”

“Ya zaten bizim sıçmadığımız bir an yok ki…” dedim, ellerimi havaya kaldırarak yavaşça dizlerimin üzerine çökerken. Etrafımızda insanlar panik haldeydi; kimi bağırıyor, kimi ağlıyor, bazıları telefonlarına davranmış ama polis onları engelliyordu.1

Telsizlerden gelen “Dış kapı temiz, personel çıkışında kaçmaya çalışan iki şüpheli yakalandı” gibi anonslar havada uçuşuyordu. Polisler salonu bir hat gibi sardı, özellikle mutfağa çıkan kapıyı tamamen abluka altına almışlardı. İçeriye giren bazı özel ekip üyeleri kamera ve delil poşeti taşıyordu.

 

O sırada güçlü bir ses, birkaç sıra ötemizden geldi.

“Ahu? Mete?”10

Açıkla, açıklayabileceksen Ahu cabbar1

 

🎀

 

Nasıldı bölüm?3

✨Özleştik biz biraz ya 11

Bölüm : 06.05.2025 03:10 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...