
Acıyı unutmak için maskelere sığınırız bazen, çığlıklarımızı gülümsemelerimizdeki çizgilere gömeriz. Kimse bilsin istemeyiz ama bilen birilerinin özlemiyle de yanıp tutuşuruz.
Sonra bir noktada maskeler dar gelmeye başlar.
Gülümsemeler çatlar, çığlıklar dışarı sızar ve anlarız; acı unutulmaz, sadece şekil değiştirir.
Suskunluğumuza, bakışımıza, hatta nefesimize siner.
O orda yokmuş gibi davranırsam belki bir gün yok olur diyerek yıllarca acılarımı yok saydım, boğazıma anlatmak istediklerim dizilirken kahkahalarımla durdurdum onları.
Şimdiyse aynadan bedenimdeki morlukları çiçeklere çevirişime bakıyordum. Böyleydi Ahu Koraltan, acıyı eğlenceye çevirirdi.
Bazen bazı anıları unuturdum; tabağa koyduğum yemeği, açık bıraktığım kitabı, konuşmam gereken konuları, yaptığım dedikoduları...
Bazen birkaç saat ileriye atlardım, bazen de günlerce...
Zaman, benden izinsiz akıp giderdi. Ne dünü hatırlayabiliyordum ne de bugünü tam yaşayabiliyordum. Ailem adımı söylüyor, bana ulaşmak istiyorlardı ama ben karanlığa çekildikçe çekiliyordum. Hafızam bir savaş alanıydı ve ben her sabah kaybetmeye gittikçe yaklaşıyordum.
Bir hafta geçti, meteyle başımıza açtığımız dertten kurtulalı bir hafta. Berk abime yakalandıktan sonrasını hatırlamıyordum. İlk zaman atlamasını o gün yaşamıştım ve o günden sonra sürekli yaşamaya başlamıştım bunu.
"Mete?" diye seslendiğimde yatağımda uzanmış Mete meraklı gözlerini telefonundan kaldırıp bana çevirdi.
"Efendim abla"
"Hani Berk abim bizi yakalamıştı ya düğünde, sonra noldu?"
"Abla dedim ya" metenin sesi bıkkın çıkmıştı.
"Yine de Mete. "
Gözleri artık bıkkın değildi, şüpheyle bakıyordu. Her seferinde neler olduğunu meteye anlattırıyordum belki hatırlarım diye.
"Berk abim geldi afedersin ağzımıza sıçtı. Küfür kıyamet sonra biz karakola gittik. İfade verdik sen tabi korkudan dilini yutmuştun."
Hayır dilimi yutmamıştım... Belki de yutmuştum. Hatırlayamadığım anlarda acaba ne yapıyorum sorusu beynimi kemirip duruyor, acaba o an ne düşünüyordum diye geceleri sabah ediyordum? Acaba o an farkında mıydım unutacağımın?
"Sonra babamlar geldi herkes ayrı kızdı. Sen yine hiçbirine tepki vermedin. Tabi bizimkiler senin bu halini görünce çok üstüne gelmediler sanırım korktuğunu düşündüler. Valla hakkını vereyim çok iyi taktik abla." ellerini omzuma atıp yanağımı öptü Mete.
"Peki hiç mi konuşmadım?"
"Hayır abla tek kelime etmedin, eve geldikten sonra da odana geçip uyudun. Ben taktik olduğunu anladığım için endişelenmedim ama bizimkiler baya endişelendi."
Endişelendiklerini biliyordum, sabah uyandığımda herkes üzerime titremiş sürekli nasıl olduğumu sorup durmuştu. Ben ise neler olduğunu anlayamadığım için hiçbir cevap verememiştim ve bu onları daha çok korkutmuştu. Mete gelip oyunumu bitirmem gerektiğini söyleyene kadar da sessiz kalmıştım. Meteden hatırlayamadığım anların her detayını öğrenmiştim.
"O günden beri sende bir gariplik var abla" dediğinde onunla göz göze geldim. İlk defa ben söylemeden biri anlasın istedim. Maskemin ardındaki çaresizliğş görsün istedim. Gözlerimin ardında kollarını dizine sarıp korkudan tir tir titreyen Ahuyu görsün istedim.
"Bir şey olduğu yok. Sadece fazla mı ileri gittik diye düşünüp duruyorum." dilimden dökülen yalanlar bir gün ayağıma dolanacaktı.
"Haklısın abla ya o gün gerçekten ileriye gittik biraz da neyse şimdi konumuz bu değil. Okullar açılıyor ya hani... Tabi o kadar şey oldu ki araya kaynadı okul mevzusu. "
"Annemle yaptığımız okul alışverişi sanki yıllar önceymiş gibi hissettiriyor." dedim geçmiş anılara dalarak.
"Bu hafta açılıyor ve ben gitmek istemiyorum."
"Neden?"
Mete sanki sorunun cevabı çok barizmiş gibi yüzüme aval aval baktı. Anlamadığımı fark edince de konuşmaya başladı.
"Abla kim okula gitmek ister? O hocaları, sınıf gürültüsünü, boş insanları kim çekmek ister?" dediğinde kolunu omzumdan çekip yatağıma ilerledim.
"Ailesinden kaçmak isteyenler." yatağa uzanıp tavanı izlemeye başladım. Bu aralar bunu çok sık yapmaya başlamıştım.
"Evde huzur bulamayanlar dışarda arar huzuru. Onlar için okul en iyi kaçış yoludur ve bir nevi huzur buldukları yerdir."
Okul sırasının yataktan daha yumuşak geldiğini söylesem inanır mıydı? Okul zilinin, öğretmen sesinin ninni gibi geldiğini peki?
Mete bir şey söylememişti sanırım eski ailemden bahsettiğimi anladığı için susmayı tercih etmişti. Anlamış mıydı eski anıların beni boğmaya başladığını?
"Abla..." Sesi düşüncelerimin arasına sızan bir ninni gibiydi. Öyle sessiz, öyle temkinli çıkmıştı ki... Bir kelimeye sığdırdığı duygular içimi titretmişti.
"İyi misin?" dediğinde gözümden akan yaşla gülümsemiştim.
Yanıma uzandığında gözyaşımı silecek sanmıştım ama o bana sarılmıştı.
"Seni seviyorum abla, içinde nasıl fırtınalar kopuyor bilmiyorum ama bana anlatabilirsin yemin ediyorum kimseye söylemem. Sen ve ben zaten her zaman suç ortağı olduk yine oluruz. " O da ağlıyordu, bende hissettiği çaresizliğe ağlıyordu.
"Ben... bazı anılar... siliniyor bende. Hatırlamıyorum. Saate bakıyorum akşam beş olmuş ama ben bir dakika önce bakmıştım ve saat on ikiydi. Tüm o süre boyunca ayakta mı durmuştum? Ya da başka şeyler mi yaptım? Hatırlamıyorum Mete. İlk defa o gün başladı, ondan sonra her gün bir parçam silinmeye başladı."
İkimiz de hıçkırarak ağlıyorduk.
"Sen o yüzden o gün yaşanılanları sorup duruyorsun... O yüzden bazen seni dalıp giderken görüyorum... Napıyorsun diye sorduğumda o yüzden bilmiyorum diyorsun..." Cevap veremedim.
"Nasıl anlamam şimdiye kadar, nasıl..."
Kendi kafasına vurmaya başladığında onu durdurup vurduğu yeri öptüm.
"Neden kimseye söylemedin?"
Hayatım boyunca bunu düşünmüştüm, Neden kimseye söylememiştim
Eskiden yardım etmeyeceklerini bildiğim için söylemezdim kimseye ama bu ne zaman mutluluk maskesine doğru evrildi bilmiyordum. Artık görmezden geliyordum, sanki o şey yokmuş gibi davranıp mutluluk maskemi takarsam birdenbire yok olacakmış gibi hissediyordum.
Oysa maskeyi yüzüme takacak gücüm kalmamıştı artık. Nefesim boğazımda değil ruhumda düğümleniyordu. Gözlerim gülümserken, ellerim titriyor; dudaklarımın kenarına sinmiş sahte bir huzurla, içimdeki fırtınayı bastırmaya çalışıyordum. Aynaya her baktığımda tanıdık bir yabancı görüyordum.
İçimde iki ses vardı: biri "devam et, dayan" derken, diğeri "bırak, herkes görsün kırıklarını" diye bağırıyordu. Maskeyi çıkarırsam her şey dağılacak sanıyordum ama ben dağılmaya başlamıştım bile
Belki de çoktan dağılmıştım. Belki de sadece parçalarımı birbirine tutturmaya çalışan bu ince, sahte gülüşten ibarettim.
"Ben anlatmasını bilmem. Nasıl söylenir, ne denir bilmiyorum Mete."
Gözlerindeki yaşlar birer birer yüzünden akarken bana acıyla bakıyordu.
"Seni kaybetmekten istemiyorum abla, daha yeni kavuştuk biz. Ya bu çok kötü bir şeyse ve biz saklayarak vakit kaybediyorsak?" sesindeki tedirginlik önce bedenimi ardından boğazımı sarmaya başladı.
"Bana biraz zaman ver ablacım."
Mete başka bir şey söylememişti, kafasını göğsüme yaslamış ağlıyordu. Ben de ağlıyordum sanırım, halının altına süpürdüğüm acılarımın her yere saçılmasına ağlıyordum. Ne yaparsam yapayım kaçamayışıma ağlıyordum. Hayatımı yola koyacakken yolun hiç olmayışına ağlıyordum.
İkimizin de yeterince ağladığına karar verdiğim an Meteyi üstümden atıp ayağa kalktım. "Sümüklerini her yere bulaştırmışsın Mete!" dedim zoraki sinirimle.
"Ağladım ya abla normal."
"O zaman şimdi de gül." diyerek üstüne atladığımda ne olduğunu anlayamadı. Gıdıklamaya başladığımda ise gülerek beni engellemeye çalışıyordu. "Abla dur... abla... gözünü seve... dur." kahkahalarının arasından konuşmaya çalışıyordu.
Gülüşü yavaşça içime sızıp ruhumdaki karanlık havada güneş gibi açmıştı, yavaşça karanlığı deliyordu. Yıllar sonra tanıştığım yabancıdan farksız kardeşimin hayatımda bu kadar yer edineceğini düşünemezdim.
Bir el beni Metenin üstünden çekip gıdıklamaya başladığında neler olduğunu anlayamamıştım.
"Noluyor lan" bir yandan gülüyor bir yandan da üstümdeki Furkan ayısını atmaya çalışıyordum.
"Nasılmış Ahu Hanım?" sesi kahkahalarımın arasında kulağıma zar zor ilişmişti. Düşünemiyordum tek yapabildiğim gülmekti. Nefessiz kaldığımda Furkan ancak durmuştu, gıdıklamadığı halde histerik bir şekilde gülüyordum
"Sen ne ara geldin?" dedim toparladığım nefesimle.
"Geçiyordum seslerinizi duyup geldim."
Yüzünde her zamanki sinsi gülümsemesi vardı. Furkanı, Furkan yapan yegane şeylerden biriydi o gülüş.
"Uzun zamandır fazla durgunsun, sanki bizden kaçıyor gibiydin ama bugün keyfin yerinde gibi." sessizliğimin bu kadar fark edilmiş olması canımı sıksa da bir yandan da mutlu etmişti. Beni fark etmişlerdi.
"Sanırım geçen haftaki yaramazlıktan sonra biraz durmam gerektiğinin farkında vardım."
Sözlerime karşılık alayla gülmüştü. "Sen ve pişman olmak? Sen kaostan besleniyorsun kızım yeme bizi." dediğinde haklı oluşuna içimden küfrettim. Her kelimesi fazla doğruydu, çoğunlukla yaptığım şeylerden pişman olmazdım ve evet kaos beni mutlu ediyordu. Hele ki benim rattığım ve kenara çekilip izlediğim kaoslar...
"Aman be senin gözünden de bir şey kaçmıyor" sitem ettiğimde ukalaca omuz silkmişti. "Okulun ne zaman açılıyor senin? Ne zaman kurtulacağız senden?" dediğimde elini kalbine koyup üzgünce bana baktı. "Kalbimi kırıyorsun hanımefendi, benden bu kadar kurtulmak istediğinizi bilsem daha çok yapışırdım size."
"Aman abiciğim ne kurtulması, dilim sürçtü."
Tekrar gıdıklayacağını anladığımda elinden kurtulup odadan kaçtım. "Koşmasana" diye bağırdığımda kötücül bir kahkaha atmıştı. Merdivenleri hızlıca inerken bir yandan da gülüyordum, konuyu değiştirip dikkatini dağıttığım için mutluydum çünkü neden durgun olduğumun cevabını nasıl vereceğimi bilmiyordum.
"Anne, anne... Yardım et"
Annemi görür görmez koluna sarılıp arkasına geçtim. "Furkan!" diye bağırdığında Furkan durmak zorunda kalmıştı. "Yine ne istiyorsun kızımdan?"
"Yalnız annecim şunu belirtmeme izin ver ben de senin oğlunum."
Annem onu yanıtsız bırakıp bana döndü. "Abinle uğraşmayı bırak kızım." dediğinde gözlerimi büyütüp dudağımı büktüm. "Ama anne ben bir şey yapmadım ki"
Sözlerime gözlerini kısarak cevap vermişti. Anlaşılan annem bugün kandırılacak bir modda değildi. Kolumu beline sardım "Gel annecim bir kahve içelim." deyip onu mutfağa sürüklemeye başladım. Kafamı çevirip hala yerinde duran Furkana dilimi çıkarttım.
"Anne!" bağırdığında annem "Sus Furkan" diyerek yanıtladı onu.
Mutfağa geçtiğimizde annem sandalyeye geçip oturdu. Sanırım kahveyi yapmam gereken yerdeyiz ama ben nasıl kahve yapılacağını bilmiyordum. Sıcak suya kahveyi boşalttığımda oluyordu sanki. Dolapları karıştırmaya başladım, nerde olabilirdi ki bu kahve?
"Türk kahvesi şurada kızım." arkamı dönüp annemin gösterdiği çekmeceyi açtım.
"Türk kahvesi... Yapayım..." Çaresizce paketi çıkarıp tezgaha koydum. Anneme çaktırmadan arkasında yazılanları okumaya çalışıyordum ama burada nasıl yapılacağı yazmıyordu. Suyu kaynatıp içine dökmeyeceğini biliyordum sadece, peki o zaman bu şey nasıl yapılıyordu?
"Benimki orta olsun." annemin sesi eğlenir gibi çıkmıştı.
Orta derken neyi kastediyordu acaba? Aklıma ne olabileceği ile ilgili hiçbir şey gelmiyordu.
"Bilmiyorsun değil mi?" kulağımın dibinden gelen sesle korkudan sıçradım.
"Anne niye öyle sessiz sessiz yaklaşıyorsun?"
"Sessiz değildim aksine oldukça ses çıkararak geldim ama sen düşüncelere biraz fazla dalmışsın gibi. Sanırım kahve paketinin canlanıp sana anlatmasını bekliyordun."
Şokla ona bakıyordum, annem ne zamandan beri böyle laf sokarcasına konuşuyordu?
"Hayır, düşünce gücümle onu hareket ettirip yapacaktım. Sen araya girmesen oluyordu annecim ama şimdi tekrar odaklanmam gerekecek." dediğimde kahkaha atmıştı.
"O zaman ben yerime geçeyim sen devam et." gidecekken onu kolundan tutup engelledim.
"Tekrar odaklanmak çok zamanımı alır. Hem beynim fazla efor sarf ettiği için yoruldu. Ben şuraya geçip dinlenirken sen de kendi kahveni yap. Benimkini ben dinlendikten sonra yaparım." dedim yorgunca. Annem gülerek sandalyeye oturuşumu izledi.
"Önce fincanlarını çıkar." deyip yukardan iki tane fincan çıkardı.
"Biliyorum ki ben." dedim. Yalandan kim ölmüş?
"Tabi canım biliyorsun, bilmiyorsun demedim ki ben. Kendi kendime konuşuyordum ben sadece. Rahatsız olduysan susarım kızım."
Hemen karşı çıktım.
"Yok!" sesim fazla yüksek çıkmıştı "Yok yani, sen nasıl rahat ediyorsan öyle yap annecim."
O yaptı ben izledim, o anlattı ben dinledim. Anneler öğretir derlerdi ilkokuldayken ama benim annem bana hiçbir zaman öğretmemişti. Anne kavramı benim için kızan, kıran, döken kelimeleriyle eşdeğerdi. Belki de bu yüzden öz anneme karşı içimde her zaman bir engel vardı. Koraltan ailesine katıldığımdan beri herkesle anlaşmış, herkesle bağ kurmuştum ama anneme ve babama karşı içimde her zaman bir engel vardı. Hiçbir zaman tam anlamıyla bağ kuramadığımı fark ettim annemi izlerken. En çok onlardan zarar gördüğüm için miydi acaba?
En başından beri onlarla büyüseydim nasıl olurdu acaba diye düşünmeden edemedim. Yine de kanser olur muydum? Bugünkü karaktere sahip olur muydum?
İçine daldığım düşüncelerden çıkıp annemi izledim, çok zarifti. Eskiden hayal ettiğim annelerden bile daha güzeldi. Onunla yeniden yaşıyormuş gibi hissediyordum. Kahveyi karıştırırken arada dönüp bana bakıyordu, hala onu dinlediğimi görünce gülümseyip göz kırpıyordu. Onun gülüşü bir yabancının gülüşüydü önce. Tanıdık gelmeyen, bana ait olmayan bir sıcaklıktı.
Yıllar boyunca sadece hayalini kurduğum bir yüzün üzerinde parlayan, ama bana yabancı gelen bir ışık... Her annenin çocuklarına gülümserkenki saçtığı ışık.Ona ilk kez baktığımda, anne demek dilime dolanmadı çünkü o kelimeyi hep içimde, eksik bir parça gibi taşıyordum. Şimdi o parça karşımdaydı ve kalbimin ortasına yerleşmişti.
ama nereye koyacağımı bilemiyordum.
O güldükçe içim ısındı. Kendimi, ilk kez bir yere aitmiş gibi hissettim.Gözlerindeki o parıltı, bana benzeyen bir şeyler taşıyordu ya da ben gözlerimde ona ait bir şeyler taşıyordum. "İyi ki bulmuşsunuz beni" demek geldi içimden sesimi çıkarmadım.
"Al bakalım."
Önüme konulan kahveye baktım bir süre. "Şekere olan garip bağımlılığını bildiğim için bol şekerli yapım merak etme."
"Teşekkür ederim anne." ayağa kalkıp ona sarıldım. Kokusunu içime çektim bir süre, hep böyle kalmak istedim. "Teşekkür ederim." dedim yine.
"Ahu, bir şey mi oldu annem?" sorusu ağlama isteği uyandırmıştı. Anlat ona dedi içimden bir ses.
"Hayır sadece bir anlığına eskilere daldım ve... Seni seviyorum anne, yıllar sonra aranıza katıldığım halde asla diğer çocuklarından ayırmadığım için minnettarım. Anne sevgisini tattırdığın için minnettarım... Annem olduğun için minnettarım." dedim tüm içtenliğimle.
"Ben de seni seviyorum güzeller güzelim. Bu hayata yine gelsem yine senin annen olmak isterdim, tabi bu sefer 16 yıl gecikmeli olarak değil, en baştan." saçımı okşayıp yanaklarımdan öptü. "Hadi kahveler soğuyacak. Bu sana ilk kahve yapışım."
Gözlerim dolu dolu gülümsedim ona. "Bir dahakine senin elinden içeriz artık."
"İnşallah" diyerek yanıtladım onu. Yapılışını öğrenmiştim artık her fırsatta yapardım.
(。•̀ᴗ-)✧
"Abi, abi, abi" koşarak Demir abimin odasına girdiğimde yatağında oturur bir vaziyette bilgisayarında bir şeyler yapıyordu. Kafasını kaldırıp ne var dercesine baktı.
İşten geleli bir saat olmsına rağmen bu adam hâlâ çalışıyordu.
"Sence ben ay mıyım güneş mi?" diye sordum yatağına atlarken.
"İkisi de değil" derken bilgisayarını komodine bırakıp beni yanına çekti. Kollarının arasına girdim.
"Neden?"
Saçlarımdan derin bir nefes çekip başımı öptü.
"Çünkü sen ikisini de kıskandırırsın. Ay senin kadar sessiz bir güzelliğe sahip olamadı hiç; onun ışığı yalnızca yansıma, seninki ise kendi ruhundan doğuyor. Güneş bile senin kadar sıcak olamadı; onun ateşi yakar, seninki sarar. Hem aydınlıksın hem karanlık, hem gerçek hem rüya gibisin… İnsan bakarken kör olmaz sana ama bir daha da gözlerini geri alamaz."
Şok içinde ona bakıyordum. Abimin içinde bir şair yatıyormuş meğer.
"Sen kimsin ve Demir abime naptın?" dedim korkuyla. O ise güldü
"Demir abini yedim şimdi de seni yicem."
Yanağını ısırdığında çığlık atarak kollarından kurtulmaya çalıştın. Gerçekten yemesini beklemiyordum.
"Ya abiii" koşarak kapıya ulaştım. "Ne kadar romantikliğiniz aklıma başımdan alsa da yaşamayı çok sevdiğim için burayı terk etmek zorundayım zira hayatım söz konusu."
Çıkarken onun kahkahasını duyabiliyordum, Denizin odasına giderken bile sesi hâlâ evde yankılanıyordu.
"Sence ben Güneş miyim Ay mı?" dediğimde Deniz yerinden sıçramıştı.
"Kızım öyle birden gelinir mi, aklım çıktı"
"Niye bu kadar korktun ki, ne yapıyordun telefonda."
Telefonuna bakmaya çalıştığımda telefonu benden kaçırıp ekranı kilitlemişti. Fazla şüpheli bir hareket...
"Ne olabilir reels kaydırıyordum dalmışım."
"Hmmm, hiç inandırıcı değilsin de neyse soruma cevap ver. Sence ben Güneş miyim Ay mı?"
Bir süre düşündü.
Sonra gözlerini kısıp bana baktı, sanki cevabı zaten biliyormuş da sırf beni merakta bırakmak için susuyormuş gibi.
“Sen…” dedi, dudaklarının kenarı belli belirsiz kıvrıldı. “Sen Ay’sın.”
Bir an sessizlik oldu. Ben devamını bekliyordum ama onun neyi beklediğini bilmiyordum.
"Eee?" dedim, sabırsızca.
“Ay’sın dedim ya,”
"Tamam da niye?" dedim en sonunda. Belki o sırada sesim biraz fazla yüksek çıkmış olabilirdi
“Çünkü sen parladığını fark etmiyorsun.”
Kaşlarımı çattım, anlamaya çalışarak. O ise sandalyesine yaslandı, başını hafifçe yana eğdi.
“Ay, yaydığı ışığı kendi ışığı sanar ama aslında güneşin yansımasıdır derler,” dedi, sonra kısa bir duraksadı. “Ama bence bazen güneş bile senden ışık alıyor. Senin parladığın anlarda dünya biraz daha yaşanır hale geliyor ve sen bunun farkında bile değilsin.” dedi iyice arkasına yaslanarak.
"Ben gayet kendimin farkındayım." Dedim burun kıvırarak.
"O kadar şey söyledim bunu mu çıkarttın?" sitemine omuz silkerek cevap verdim. İçten içe çığlık atsam da Denizin şımarmaması için belli etmiyordum.
"Eh sende de varmış bişiler"
"Eh mi? Allah çarpar kızım" dedi elindeki yastığı bana fırlatarak. Yastık kafama çarptığında hafif sendeler gibi olmuştum.
"Hayvan" yere düşen yastığı alıp geri ona fırlattım ama o benim aksime havada yakalamıştı.
"Ben de seni seviyorum ikizim" dedi gülerek.
Ona burun kıvırıp çıktım odadan. Son bir haftadır ilk defa evdekilerle konuşmaya başlamıştım. Beni bilerek yalnız bıraktıklarının, benim onlara gitmemi beklediklerinin farkındaydım. Açıkçası bu davranışlarını ne kadar takdir etsem de bir yanım onların beni asla yalnız bırakmamasını da istiyordu. Mete gibi
O beni asla yalnız bırakmamıştı, her gün, her saat gelip darlamıştı. Sürekli konuşmaya çalışıyordu, ben onunla konuşmayıp tavanı izlesem bile o kendi kendine konuşarak odamda turlamıştı.
Tamam kabul ediyorum onun yaptığı da bunaltıcıydı, diğerleri gibi onun da beni yalnız bırakmasını istediğim anlar olmuştu.
Yağmur sesi geldiğinde koşarak pencereye ulaştım. Koridordaki pencere bütün duvarı kaplıyordu ve eşsiz bir manzara sunuyordu. Köşeye sinip bir süre sadece yağmur damlalarının sesini dinledim.
Kafamda tek bir düşünce bile yoktu, sadece ana odaklanmıştım.
"Ablaaa" Mete koridorun en başından bana bakıp bağırmıştı. "Sen dün tutuklanmayla ilgili bir video çekip attın ya hani" koşarak yanıma ulaştığında hevesle telefonundan bir şeyler açıyordu.
"Çekmese miydim Mete? Tüm haberlerde biz vardık ve insanlar sürekli yazıp duruyordu. Bir açıklama şarttı" dedim aksi sesimle
"Yok abla konu o değil, seninkiler..."
"Benimkiler? "
Telefonunu önüme koydu bakmam için. Bir milyon görüntülenme alan bir twit vardı karşımda ve benden bahsediliyordu.
"Hani sen açıklama yapmadan önce birkaç magazin hesabı bize salladı ya. Yok uyuşturucu kullanmışız da ondan girmişiz içeriye yok kavga etmişiz falan filan. Baya ortalıkta yalan haber vardı, tabi sen olayların bu kadar büyüdüğünden habersizsin. Neyse senin açıklamadan sonra insanlar hem o düğünü bulmuş, yetmemiş üstüne damadı bulmuşlar ve o damadın onlarca sevgilisi çıktı. Üzüldüm geline ya. Neyse en önemlisi o sana sallayan magazin sayfaların hepsini tek tek kapattırmışlar. Twitter'da da Ahu ve Çetesi diye tt olmuşsun" dediğinde şokla donakaldım.
"Abla sen gruba bakmıyor musun? Furkan abim söyledi"
"Ne grubu"
"Oha abla sen telefonunu uzaya mı fırlattın naptın. Furkan abim kardeş grubu açtı ya, adını da Furkan ve Hurileri koydu hatta."
Telefonumun nerde olduğunu bile hatırlamıyordum. Ayağa kalkıp odama gitmeye karar verdim.
"Ahu ve çetesi ha.. sevdim bunu"
Yüzümde oluşan gülümseme beni savunan insanlar içindi. Onları birçok kere ihmal etsem de, bazen sessiz kalıp onlara cevap bile vermesem de beni bırakmayan, benim her kararıma saygı duyan ve beni her zaman anlamaya çalışan o sadık takipçi kitlem içindi. Onlar benim sığınağımdı, kendi iç dünyamın karmaşasından, dış dünyanın sahteliğinden kaçtığım liman.Sizi koşulsuz sevecek, savunacak ve her zaman yanınızda olduğunu bildiğiniz insanların olması, bu dikenli yolda ilerlerken sırtınızı dayayabileceğiniz sağlam bir duvar gibi güzel bir şeydi. Bu, kazandığım en değerli şeydi belki de.
Ben, her ne kadar ünlülerin o egoyla, yapmacık iltifatlarla ve sahte gülüşlerle dolu dünyasından uzak durmaya çalışsam da, birileri bir şekilde beni oraya çekmeye çalışıyordu. Sürekli kapıma dayanan teklifler, ismimin geçtiği dedikodular ve magazin basınının doymak bilmez iştahı... Bazen anonim olduğum, kimsenin beni tanımadığı, sadece sesimle var olduğum o günleri o kadar çok özlüyordum ki. O zamanlar sadece ben ve küçük takipçi kitlem vardı; şimdi ise binlerce gözün üzerimdeki baskısı. Bu şöhret denen şey, bazen gerçekten ağır bir yüke dönüşüyordu
Telefonuma gelen o uzun e-postayı görmüş ve iç çekerek hemen silmiştim. Herhangi bir cevap vermemiştim, her zaman yaptığım gibi görmezden gelmiştim. O dünyanın içine çekilmekten korkuyordum.
Bu haber nasıl olduysa, o görmezden gelme anından sadece saatler sonra yine magazin sayfalarına bomba gibi düşmüştü. Bu hız, bu kontrolsüz sızıntı beni yoruyordu.
Ve şu an bizim adımıza açılmış fan sayfaları bile vardı. Ben ve Aras adına açılan sayfalar...
İnsanlar bizi fazlasıyla yakıştırıyordu, zaten ben anonimken Arasın benim sayfamı övmesiyle başlamış kimliğim ortaya çıkınca da iyice büyümüştü. Şimdi bir de bu reklam çekimi dedikoduları iyice harlıyordu.
"Abla.."
Mete'nin sesi, düşünce balonumu patlatan bir iğne gibi kulağıma doldu. Telaşlı bir acelecilik vardı sesinde.
"Yine noldu Mete niye bağırıyorsun?" odamda telefonumu ararken Mete telaşla bana bakıyordu.
"Abimler reklam çekimi falan diyor, Arasla hem de?"
"Desinler Mete nolacak, çekim yaptığımız falan yok sonuçta. Sadece teklif geldi bu kadar" diyerek konuyu kapatmaya çalıştım. O teklifi çoktan zihnimin derinliklerine gömmüştüm bile. Benim için yok hükmündeydi.
Mete elindeki telefonu az önceki gibi yine bana çevirdi, bakmam için gözümün önüne kadar getirdi. Gözleriyle ekrandaki bir şeye odaklanmamı işaret ediyordu.
"Gözüme sok Mete" diye homurdandım. Telefonu elinden alıp gruptaki mesajları okumaya başladım. Abimler ve onların ezelden beri süregelen koruyuculuk içgüdüleri. Şaşırtmayacak şekilde kıskanmışlar ve sinirlenmişlerdi.
Metenin telefonunu ona geri verip mesajlara kendi telefonumdan cevap yazdım. Benim hakkımda bana sormadan kararlar alıp veremezlerdi. Zaten reddettiğim bir teklifti ama onların bu tavırları beni kabul etmeye itiyordu
"O bebeyle reklam çekimi falan yapmayacaksın!"
Demir abimin sert ve otoriter sesi odayı doldurduğunda ikimiz de irkilmiştik. Kapının pervazında duruyor, işaret parmağını bana doğru sallıyordu. Yüzündeki ifade, tartışmaya kapalı olduğunu haykırıyordu ve gözleri öfkeyle parlıyordu.
"O bebe falan ayıp oluyor abi." dedim, sesimi bilinçli olarak tatlı ve tehlikeli bir tona ayarlayarak. Gözlerimi kısıp, Demir’in sinirden gerilen çenesine baktım. " Bi bakmışsın bebe dediğin adamı eve damat diye almışsın."
Odanın havası birden değişti. Demir abimin yüzündeki renk anında beyaza döndü, sonra domates kırmızısı oldu. Sanki beynine kısa devre yaptırmışım gibiydi.
"Ahu..." dedi, sesi tehlikeli derecede alçak ve gergindi. Sanki öfkesini zar zor kontrol ediyormuş gibiydi. Bana iyice yaklaşmıştı, aramızda sadece bir kol mesafesi vardı. Her ne kadar korksam da geri çekilmedim "Abim bak, bir konuda anlaşalım bu eve damat girmeyecek ve ben de katil olmayacağım."
O kadar ciddi görünüyordu ki gerçekten eve gelecek damat adayını öldürebilecek potansiyeldeydi.
"Abim..." Sesimi olabildiğince tatlı çıkarmaya çalıştım. " Ya şimdi küçük küçük Ahular hayal etsene... Hem ilk çocuğumun adını sen koyarsın ha, olmaz mı?" Demir abim sesli yutkunduğunda bir adım geri çekilmiştim.
Çene kasları öylesine gergindi ki, kulağının önündeki şakak damarları belirginleşmiş, sağ gözünün altındaki kas titremeye, şiddetle seğirmeye başlamıştı.
Sanırım onu biraz sinirlendirmiştim
"Yok ulan çocuk mocuk." Bağırmasını beklemediğim için yerimden sıçradım. "Küçük Ahu diyor bir de. Kızım sen beni delirtmek mi istiyorsun?"
İçimden ona her ne kadar evet desem de dilimden "Ne alakası var abi?" Kelimeleri dökülmüştü.
Demir abim iki elini saçlarına daldırıp sertçe geriye itti. Sonra bana çevirdiği bakışı öyle öfkeyle doluydu ki topukları vura vura kaçmak istedim.
“Bak Ahu,” dedi, sesi artık tehlikeli bir sakinlikle çıkmıştı “Senin o küçük Ahu falan dediğin çocuk var ya…" başımla onayladım istemsizce "Hah işte o çocuğun babasını mezara sokarım. Anladın mı beni?”
“Ama abi sen kocamı öldürürsen çocuklarım yetim kalır."
Demir, gürültüyle bir nefes aldı. Gözü hâlâ seğiriyordu. Bu sefer kaşları öyle bir çatıldı ki, alnındaki kırışıklıklar sonsuza kadar orda yer edinmiş olabilirdi.
“Kızım,” dedi, işaret parmağını bana doğru sallayarak, “Beni delirtme. Senin yanında gördüğüm erkek sineği bile alnının ortasından vururum."
Ben geri çekilirken o bir adım daha attı ve aradaki mesafeyi tamamen kapattı. Korkuyla ne yapacağını beklerken kalbim hızla atıyordu. Beklemediğim anda saçımdan öptüğünde irkildim.
"Anlaşıldı mı abim?" ona daha fazla karşı çıkmaya cesaretim olmadığı için ağzımda mırıldanarak "Anlaşıldı" dedim.
"Ne dedin duyamıyorum"
"Tamam abi ya" sitemle bağırdığımda o memnuniyetle gülümsüyordu.
"Aferin hep böyle güzel şeyler söyle." dedi az önceki öfkeli halinin tam aksine mutlulukla. "Az önce gözümün önünden kurbanlarım geçti de neyseki şimdi orta yolu bulduk."
Kurbanlarım diye bahsettiği benim gelecekteki sevgililerim ya da eşlerimdi galiba. Az önceki halinden sonra katil olacağına ikna olmuştum.
Ama ben sevgilim olsun istiyordum, daha onunla sinemaya gidecek, el ele tutaşacak ve yağmurun altında dans edip öpüşecektik. Ben şimdi bunları bu abiye hatta bu abilere sahipken nasıl yapacaktım?
Allah da bana kolaylık gelecekteki sevgilime de cesaret versin. Bir de dayanma gücü...
"Abi ben şimdi ajansın hesabından açıklama yaptım, bütün iddiaları reddettim ve Ahunun sadece benimle çekim yapma izni olduğunu söyledim." Odaya dalan Buğra abim bana gururla Demir abime bakıyordu.
"Aferin aslanım."
Demir abim, Buğra'nın omzuna vurup onu tebrik ederken, göz ucuyla bana baktı. O bakış, "konu kapandı" diyordu. Gülümsedim. Masum, itaatkâr bir Ahu gülümsemesi ama ben bunu onlara ödetirdim.
Resmen el birliğiyle beni kocasız bırakacaklar. Ama ben de Ahuysam bu aileye o damadı getirmesini bilirdim.
İkisi birbirinin sırtını sıvazlayıp odadan çıkarken ben öfkeyle yerimde kaldım. Yatağıma uzanmak için arkamı döndüğümde donmuş ifadesiyle Mete'yi gördüm. Yatağımda oturmuş, öylece az önce Demir abimin durduğu yere, tam o tehditlerin edildiği boşluğa bakıyordu.
"Gözümün önünde abim defalarca hapis yatıp çıktı resmen." dedi şokla.
"İnsan destek olur ablasına. Burda olduğunu bile unutmuşum senin" hayal kırıklığıyla onu yatağımdan itip yerine ben oturdum.
"Ne deseydim? Ablam haklı ben de enişte istiyorum mı deseydim" dedi onu ittiğim yerden kalkarak. "Valla abla hiç kusura bakma sonuna kadar abimi destekliyorum. Seni yeterince erkekle paylaşıyorum zaten bir tane daha ekleyemem." Elime aldığım ilk yastığı ona fırlattığımda sırıtarak yana kaymıştı.
"Defol lan odamdan. Hain kardeş" o gülerek odadan çıkarken ben ona yastık fırlatıyordum.
Bu konuda beni destekleyecek kimse yoktu. Zaten şimdi sevgili yapacak değildim ama en azından birilerinden hoşlanıp onu abimlere anlatmak isterdim. Gerçi... Unut onu unut. Bir anlığına onlara anlattığımı hayal ettim de... Muhtemelen o kişiyi dakikasında bulup nefes aldığına pişman ettirirlerdi.
Ama yine de bu fazla korumacı abileri seviyordum.
Evet, bazen hayatımı bir 'hapisane' gibi yönetiyorlardı ama bu duvarların çelikten değil, saf sevgiden örüldüğünü biliyordum.
Eski ailemdeki abim sandığım pisliğin beni koruyup kollamasını, sahip çıkmasını beklerdim. Beni sevmezdi ama en azından dışarda korusun isterdim. Ortaokulda sürekli bana sataşıp, alay eden erkek grubunu dövsün isterdim. Ama abimin de onlardan bir farkı yoktu. En büyük zorbam oydu.
O yüzden öz abilerim bazen beni çıldırtsa da onların bu korumacılığını seviyordum. Keşke çocukluğum da görseydi abilerimi. En çok onun ihtiyacı vardı korunmaya, sevilmeye.
Belki kocasız kalma ihtimalim çok yüksekti ama aynı zamanda dünyanın en güvende kızı olma lüksüne de sahiptim.
Düşüncelerimi bölen tıkırtı sesi olmuştu. Kapı hafifçe, ritmik bir şekilde tıklatıldı. Buğra abim kapıdan kafasını uzatmış masumca gülümsüyordu.
“Gelebilir miyim, küçük cadı?” diye sordu, sesi her zamanki gibi sakindi ama tonunda belli belirsiz bir çekingenlik vardı.
Başımı usulca salladım. Kapı açıldı ve abim, elinde koyu, bitter çikolatanın paketiyle içeri girdi.
Çikolataya olan zaafımı öğrendiği günden beri evi çikolatayla dolduran adam sanki yanıbaşımdaki çekmeceyi yeterince çikolata stoklamamış gibi yeni bir paketle gelmişti.
Yanıma gelip, yatağın kenarına oturdu. Paketi usulca yırtıp, en büyük kareyi bana uzattı.
“Al bakalım. Yüzün bembeyaz olmuş.”
Çikolatayı alırken elim hafifçe titredi. Odanın sessizliği, az önceki gürültüyü emmiş gibiydi. Gözlerimi ondan kaçırdım, çikolatanın kenarını ısırdım.
“Ne işin var burada?” diye sordum, sesimde sitemin son kırıntıları vardı. Her ne kadar o gelmeden önce onları çok sevdiğimi ve minnettar olduğumu düşünsem de bunu ona belli edemezdim. Bir süre trip atmayı düşünüyordum.
Buğra abim, diğer çikolata karesini kendi ağzına attı. Yavaşça çiğnedi, gözlerini kitaplığıma çevirdi. “İlla bir işimin mi olması lazım? Kız kardeşimi özlediğim için gelmiş olamaz mıyım?”
Ona gözlerimi devirdim. "Daha birkaç dakika önce buradaydın be ne özlemesi?"
Dudaklarının kenarında hüzünlü, küçük bir gülümseme belirdi. “Seni kızgın bir halde bırakmak vicdanımı rahatsız ederdi.”
Kolunu yatağın arkasına koydu. Vücut dili rahattı ama çene kasları, Demir'inki kadar gergin olmasa da, ince bir gerilimi taşıyordu.
“Cidden, 'Küçük Ahu' nedir ya? Benim bile sinirlerim hopladı ” dedi, konuyu şakaya vurarak. Karşılık olarak omuz silktim. Bu konuyu tekrar açıp sinirlenmek istemiyordum.
“Demir’in aşağıda kafayı yiyor. En son bıraktığımda kendini senin torunlarını düşünüyordu."
Gülümsedim. “Sadece onu delirtmek istedim yoksa evlendiğim falan yok."
Buğra, yutkundu. Bu küçük hareket bile, onun asıl konuya girmek için kendini hazırladığını gösteriyordu. Omuzları hafifçe çöktü.
“Bak Ahu…” Elini yavaşça sırtıma koydu, omuzumdan hafifçe destekledi. “Demir’in sana karşı olan korumacılığı, o gürültü patırtı, o kaba saba laflar... Hepsi korkudan. Sen bizim tek ve biricik kız kardeşimizsin."
Gözlerime şefkatle baktı. "Hem sen daha reşit değilsin abicim. Daha hayatı, insanları, hele ki erkekleri tanımıyorsun."
Gözlerimi ondan kaçırdım. “Tanımaya çalışırsam katil mi olursunuz?” diye sordum, sesimdeki sitemi gizleyemeyerek.
Bana daha da yaklaştı. Vücut dilinde Demir'deki gibi bir öfke yoktu, sadece bir sığınak vaadi vardı.
“Şunu bilmeni istiyorum, küçüğüm,” diye devam etti, sesi şimdi tamamen sevgiyle doluydu. "Biz sana yeni kavuştuk. Birbirimizi tanıyor ve geçen giden zamanı telafi etmeye çalışıyoruz. " dedi. Sesi şimdi tamamen sevgiyle ve derin bir hüzünle doluydu.
“Bizim korumacılığımız, bazen aşırıya kaçıyor, biliyorum ama elimizde değil. Biz de bir ilk defa bir kız kardeşe abilik yapmayı öğreniyoruz. Bizi asıl korkutan, senin kırılman, incinmen.” Gözleri, benim gözlerimdeki isyan ateşini okuyor ama yargılamıyordu.
Buğra’nın sözleri odanın içine ağır ağır yayılan bir sıcaklık gibiydi. Bir an, gardımı düşürüp sarılmayı aklımdan geçirdim.
Ama yine de… yine de tamamen çözülemezdim.
Dudaklarımı büzdüm.“Ben kırılmam,” dedim meydan okur gibi, ama sesim fısıltıdan halliceydi. “Hem… incinmem de. O kadar da pamuk değilim.”
Buğra abim hafifçe güldü. Başıyla beni onaylar gibi küçük bir hareket yaptı. “Biliyorum,” dedi. “Sen güçlü bir kızsın. Belki bizim bile olamayacağımız kadar güçlü.”
Sonra bir ciddiyet çöktü yüzüne.
“Ama güç… bazen en kırılgan şey olur, küçük cadı.”
Parmakları omzumda hafifçe sıkıldı. “Güçlü olduğun için dünya seni daha az korumuyor. Hatta daha çok yoklamaya çalışıyor.”
Sözlerinin ardından odanın içine bir sessizlik çöktü. Öyle ölü bir sessizlik değil; daha çok insanı olduğu yerde durduran, nefesinin sesini fazla büyük hissettiren, düşüncelerin gölgelerini saklandıkları yerden usulca çıkartan bir sessizlikti.
İçimde, bir anda huzursuzluk baş gösterdi. Ben gerçekten güçlü biri miydim? Yoksa sadece öyleymiş gibi davranmayı mı öğrenmiştim?
Her zaman mutluluk maskesinin ardına gizlenmeyi güç mü sanmıştım?
Zihnimde bir sürü sahne su yüzüne çıktı. Kırıldığım halde “önemli değil” diye gülümsemem. Canımı acıtan her gerçeği görmezden gelip yokmuş gibi davranmam.
İncindiğimde kahkahaya sığınmam. Her defasında içimdeki o küçük Ahu’nun köşeye çekilip dizlerini karnına çekerek saklandığını hatırlamam.
Kendimi saklamaya alışkın olduğum için, biri beni görme ihtimalinde bile irkiliyordum. Güçlü görünmenin güvenli olduğu bir düzen kurmuştum kendime. Güçlü olmak değil… güçlü görünmek.
İkisi birbirinden ne kadar farklıydı aslında.
Buğra abimin sessizliği bile bir şey söylüyordu sanki. Sanki 'Ben görüyorum seni.' diyordu ama suçlamadan, utanmadan, yargılamadan. Onun yanında susmak bile güvenli geliyordu.
Belki de güçlü olduğuma inandığım şey… Sadece iyi saklanmaktı. Belki de saklanmaktan yavaş yavaş yoruluyordum.
"Abi ben bu aralar sık sık zaman atlaması yaşıyorum. Hafızamda kayıp parçalar var ve o anlarda ne yaptığımı bilmiyorum. Karakola düştüğümüz o gün başladı. O gün meteyle Berk abimi gördüğümüz andan sonra eve gelene kadarki kısmı hatırlamıyorum bile."
🫧
🫧 Duygusallığı bol bir bölüm olmuş, sanırım üzgün olduğum bir zaman diliminde yazmışım :") yoksa bilirsiniz ben güldürmeyi severim (o sırada final bölümü)
Final bölümü hakkındaki açıklamalarıma geçmeden önce bölüm hakkındaki düşüncelerinizi alalım şuraya
Şuraya da nasıl olduğunuzu neler yaptığınızı yazın bakim
Bu arada yeni kurguya başladım veee ordaki ana karakteri yazarken niyeyse aklıma Ahu geliyor. Aynı delilik aynı arsızlık aynı çingenelik.
Final bölümü de şöyle ki, önceden demiştim ben nu kitabı bitirmeyi düşünmüyorum bana göre Ahunun macerası bitmez. Her zaman bölüm gelebilir bu bitmeyen bir kitap ama illaki benim için tamamlansın diyenler olursa göstermelik bir final yayınlayacağım diyordum falan filan.
Bana göre sonlar hep mutsuzdur. Ben mutlu sonsuzu savunurum. Baştan söyleyeyim final bölümünü ilk yazdığım versiyonu mutsuz son ama şimdiki versiyonu değişti. Diyeceklerim bu kadardı, teşekkür ederim hepinize. Sizleri çok çok seviyorum
💝
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |