57. Bölüm

57. BÖLÜM / T

Hiyera
hiyera212

"Tuana, odandan çıkacak mısın, yemekleri yaptık, sana iş kalmadı merak etme!" Hilal’in çemkirmesine karşılık vermek için yataktan sarkan vücudumun yarısını yatağın üzerine çekmeye çalıştım beceremeyince de tamamen kendimi yere bırakıp saçma sapan bir şekilde ayağa kalktım.

“Kendini benimle mi karıştırdın ablaların en kötüsü!”

"Tuana bak ağabeyin gelir şimdi, Keremler de gelecek bak, çık o odandan da elin bir iş görsün!" annemin seslenmesiyle içimde bir heyecan dalgası yayıldı, ne demekti bu kaynanam mı geliyordu?

İlk defa görmüyordum tabi ama kazadan beri ailemizin arasının çok iyi olduğu söylenemezdi, şaşırmıştım. Bizimkiler Deniz yüzünden beni kaybedeceklerini düşünmüşlerdi, başta görüşmemize bile karşı çıkmışlardı ama arsız kızlarının umurunda bile değildi bu düşünceleri.

Hemen saçımı başımı düzeltip odadan çıktım, "Anneciğim ablacığım ne yapalım, sofrayı salona mı sereyim?" diyerek mutfağa gittim, bir tepsinin içine bardaklar, kaşıklar, tabaklar konulmuştu, annem salondan bağırıyordu.

"Sofrayı serelim mi ki misafirler gelmeden?" Biraz düşünerek "Bence gelsinler öyle serelim?" diye fikrimi belirttim. Ablam başını sallayıp onaylıyordu, bu da fazla süslenmiş gibiydi, normalde de süslü birisiydi ama misafirlik olayına göre fazla süslüydü. Üzerinde şık ama abartı olmayan kırmızı bir elbise vardı, benim kaynanam gelmesine rağmen ben eşofman ve tişörtümleydim. Diyeceklerim bu kadar.

Annem düşünceli bir şekilde mutfağa girip "Acaba gelmişlerken seni isteler de versek mi napsak?" diye benimle dalga geçti, gözlerimi devirip he anne, bir o eksikti, diye düşündüm. "Anne Allah aşkına bir de sen başlama, hiç çekemeyeceğim!" diyerek zilin çalması ile mutfaktan kaçtım ama o sırada babam çoktan salondan çıkmıştı. Kenara çıkıp babamın karşılamasını bekledim ama zaten kapı açıktı ve mutfaktan çıktığım an koridorda olduğum için gelenleri rahat bir şekilde görebiliyordum.

Babam içeri girmeleri için kenara geçti, sonra sırayla girdiler. Kerim amca ile selamlaşıp diğerlerine de hoş geldin faslı yapıp beklemeye koyuldu. Ben de yalakalık gibi olmasın hemen gidip Kerim amcanı karşısına geçip “Hoş geldin Kerim amcacığım.” dedim. Sıcacık gülümsemesi yüzüne yayıldı ve “Hoş buldum güzel kızım.” deyip saçlarımın üzerine öpücük bıraktı, bunu sanırım Kerim amca dışında başka bir amca yapsa arkasından küfür edebilirdim ama Kerim amca babam sayılırdı. Gülümsemekle yetinip kaynanama sarılıp hemen sohbet etmeye başladım.

Ne Kerem ne ağabeyim ne de Deniz daha görünmüyordu. Yüzümü somurtarak odama geçecek zaman Deniz’in elindeki sigarayı parmaklarıyla söndürüşünü ve bahçeye fırlatışına şahit olup “Ebesinin nikahı!” diye bir iltifatla hemen ona doğru koştum.

“Sen niye pis sigaranı benim bahçeme atıyorsun?”

“Hoş buldum, ben de seni görmek için gelmiştim ama!” Elini saçlarına atıp arkaya doğru şekil verip göz kırptı. Üzerinde siyah pantolon ve petrol mavisi gömlek vardı, her zamankinden daha şık ve yakışıklıydı.

“Hoş gelen insan eli boş götü hoş gelmez, insan eline bir çikolata falan alır da gelir!” deyip kollarımı birbirine dolayıp saçlarımı savurdum.

“Deniz’i bilmem de ben çikolatamı çiçeğimi getirdim.” Kerem’in sesiyle trip modumdan çıkıp hemen merdivenlere baktım, Kerem ağabey üzerinde siyah takım elbise ve bu detay önemli kravat da takmış bir şekilde elinde kırmızı gül buketi ve bir paket çikolata ile geliyordu. Arkasından ağabeyim telefonla konuşarak geliyordu, bizi görünce telefonu kapatıp elini Kerem’in omzuna atıp dostça sıktı. Dostça olduğundan şüpheliydim ama dostça diyelim.

“Toprak nerede?” Sorulacak çok soru vardı ama gerçekten gerilmiştim ve neler olduğunu anlayamıyordum, herkes vardı ama Toprak yoktu.

“Buradayım, geliyorum ben telefonla konuşup, siz devam edin.”

“Eee, niye çiçek çikolata aldın?”

“Haberin yokmuş gibi sen de?” Dudaklarımı büzüp kaşlarımı çatsam da aldırmadan içeri girdiler. Koridorda onları Hilal karşılamıştı, ardından odaya geçti.

Deniz biraz bekleyip “Hadi biz de içeri girelim, merak etmesinler.” Deyip içeri girdi, hiçbir şey olmamış gibi davrandığımız için çok mutluydum. Ne yani bana ‘Seni çıplak gördüm, artık benim helalimsin!’ falan demeyecek miydi? Alındım, gücendim.

Bu arada neler oluyordu, Kerem niye çiçek çikolata ile gelmişti?

Deniz salona girmeden kolundan çekip mutfağa itekledim, soran gözlerle ona bakarak "Bir yere mi gideceksiniz, ne bu takımlar filanlar?" elimi kolundan ayırıp "Kızım ne tutuyorsun, biri görecek yanlış anlayacak?" yüzüme dökülen birkaç saçı kulağımın arkasına yerleştirip gözlerinin içine baktım.

“Kimsenin yanlış anladığı falan yok, eskiden olduğumuz gibi davranıyoruz zaten. Birbirimizden uzak durarak gerçekten de dikkat çekmiyor muyuz sence?"

“Biliyorum ama yapamıyorum!"

“Kasıntısın da ondan, madem çok korkuyordun neden beni sevdin?"

“Sevmek elimde olsa seni mi sevecektim!" Dediği şeyle olduğum yerde kalakaldım, ne demişti!

“Defol git başkasını sev o zaman Allah'ın cezası!”

“Öyle demek istemediğimi biliyorsun?” Hıh! Biliyormuşum! Göğsünden ittirip “Ben hiçbir şey bilmiyorum, seni de artık istemiyorum, uzak dur benden!” diyerek omzumla çarpıp odama geri döndüm.

Sevmek elinde olsaymış sevmeyecekmiş, peh! Sevmesin o zaman, lanet olsun seni sevdiğim günlere Deniz! Başından aşağı inekler sıçsın, bok olasın, gübre Deniz!

Odamın kapısı çalındığında gözlerim boncuk boncuk damlacıklar oluşmuştu, ağlamamıştım, onun için tek bir gözyaşı daha dökmeyecektim!

"Kim o?" Annem fısıltılı bir şekilde "Tuana, çık kız, ablanı görmeye geldiler, beceriksizliğinden bir kahveyi yapamadı, kalk da yapıver!" yerimde doğrularak "Boş verin vermeyin, onların sülalesinden hayır gelmez!" diyerek dolan gözlerimi sildim. Bunu kısık sesle söylediğim için annem duymamıştı.

Of ya, demek bu hazırlık Hilal içindi, annem üzülmüş olsa gerek(!). Beni verse daha mutlu olurdu, Hilal beceriksiz olduğundan anamın yüzünü kara çıkaracağından binde bir milyar emindi çünkü!

Normalde haber verilirdi ama demek ki sürpriz yapmışlardı(!) neyse sağlık olsun, neyse ki ev temizdi. Bu Allah'ın cezası Deniz umarım defolup gitmişti yoksa elimden bir kaza çıkacaktı. Ablamın kahvelerini dağıtırken üzerine kahveleri döküp soyunu mu kurutsaydım ne yapsaydım da içimdeki öfkeyi hafifletseydim?

Çok kalbim kırılmıştı, bunu söylemek istememişti vesaire bilmem ne ama söylemişti işte. Bunun cezasını ödemesi gerekmiyor muydu, benim nerem sevilmezdi de sevmek istememişti. Bok yuvası.

Mutfağa gittiğimde ablam heyecanlı bir şekilde tir tir titrerken aynı zamanda tırnaklarını kemiriyordu, bu kadar heyecanlanacak ne vardı, sanki istemeye gelmişlerdi, alt tarafı görmeye gelmişlerdi!

"Çekil kız yolumdan, yolluk!" diyerek onu ittirerek kahve makinesine ölçüsünü bildiğimden 5 kişilik su koydum, ardından kahveyi ve şekeri koydum, fişini takıp biraz karıştırdım.

“Ama ikisi şekersiz, biri şekerli, üçü orta şekerli istedi.” Ona bakıp gözlerimi belerttim, “Ciddi misin canım, zaten Kerem’e tuzu basacağız ayrıca Deniz’e de basacağım.”

“Yok artık, hangi yüzyıldayız, ne tuzu?”

“Tamam sen basma tuz falan, ben Deniz’inkine tuz basayım karıştırmış gibi yaparız, tamam mı?”

“Öf ne yaparsan yap, düzgün kahve yap da!”

Kahve kaynamaya başladığında fişi çekmeden köpüklü yerinden alıp bütün fincanlara koydum, ardından da kahveleri koydum. Biz içmeyeceğimiz için sadece damat kahvesi yapacaktım, ablamın içemeyeceğini düşünüyordum, ben zaten sadece şu an zehir içmek istiyordum, Deniz de gitsin bok içsindi!

Hilal'e dönüp, “Gel kız buraya!” deyip fincanı önüne tuttum, “Şöyle bir hankır bakiyim!” yüzünü buruşturarak "Saçmalama istersen, hem ne diye babamın vermeyeceği adamın kahvesine tüküreyim ki?" gözlerimi devirip "Tükür lan!" diyerek sesimi yükselttim, o da tükürdü tabii üstünü biraz karıştırıp köpüğe dağıttım.

Deniz’e vereceğim kahvenin içine önce bir yemek kaşığı tuz ve karabiberi koyup karıştırdım, köpüğü maalesef azaldığı için köpüksüz hoş gözükmediği için içine birkaç kere tükürdüm, midemin bulanması ile öğürsem de bunu içirmeden bana bu gece uyku yoktu.

Damat bardağına su koyup içine de Hilal görmeden dört-beş tatlı kaşığı tuz koydum, sizin hiçbirinize yaranılmaz. Kahveler soğumadan götürsek iyi olacaktı. Damat tepsisini Hilal'e verdim, diğer tepsiyi de ben alıp götürdüm. İstemeye değil görmeye gelmişlerdi ama neyini göreceklerdir ki zaten kapı komşularıydık?

Hilal ile Kerem’i her ne kadar yakıştırsam da böyle bir şey beklemiyordum, hele ki Hilal’in benimle böylesi önemli bir mevzuyu paylaşmamasına ayrı kalbim kırılmıştı. Tamam son zamanlarda onunla hiç sohbet falan etmemiştim ama bir aydır sevgili olup istemeye gelecek hali de yoktu değil mi kesin bunlar uzun zamandır sevgiliydiler de bize söylememişlerdi.

Ben her boku herkese anons ettiğim için mi her şey altüst oluyordu, işleri gizli yürütün diye boşa demiyorlardı. Ah ah, ben asla gizli bir iş yürütemezdim ki!

Hilal, Kerem’e kahvesini verdi, ben de diğerlerine dağıttım, son kahveyi de Deniz'e verip boş bir yere oturdum. Bugün isteme olmayacaktı, sadece bu konu hakkında konuşmuşlardı, bir hafta sonra da istemeye filan gelirlerdi eğer babamdan onay çıkarsa tabii. Büyük ihtimalle verirdi tabii, en yakın arkadaşı ne de olsa Kerim amca. Onlara vermeyecek de kime verecek, bu zımbırtıyı da alsa alsa Kerem alır, başka da kimse almazdı. Bunu da bildiklerinden şu an da isteseler bile verirler yani.

Aynı şeyleri annemin kulağına fısıldadım, o da babama tabii. Ağabeyim karışmazdı, ablamızı verelim de sıra bize gelsin derdindeydi zaten. Ben de aynı dertten yakınıyordum. Annem ablamla da konuşup oldu bittiye varalım dediler, o sırada ise Kerem mutlu bir şekilde kahvesini içiyordu, Deniz ise korkudan hiçbir şekilde kahvesine dokunmamıştı, bu sinirle onu zehirleyeceğimi filan düşünüyor olmalıydı ki ben de böyle düşünüyor ama icraata geçiremiyordum.

Ben sinsi sinsi gülerken Kerem ağabey çoktan kahvesini bitirmişti, bir zaman sonra su dolu bardağı eline aldı, tam o içecekken Deniz kahveyi içti, içmesi ile de yutkunup Kerem'in bardağına yeltenmesi bir oldu. Ardından da suyu kafasına dikip öksürük krizine girmesini saymıyorum bile.

Allah’ım, ne kadar mutluyum. Ben istedim bir göz Allah verdi iki göz. Kurban olayım Allah’ım sana.

GEBER!

Az bile yapmıştım ama neyse, en azından biraz da olsa içim soğumuştu. Kimse ne olduğunu anlamayınca herhalde damat kahvesi karıştı diye düşündüler ve tartışma polemiğine girmediler ama Kerem ve Toprak alttan alttan gülüyorlardı, ağabeyim ise utanmadan kahkaha atıyordu. Aşırı mutlu olmuştu, sanırım ben Oğuz’un kızıydım, başka açıklaması yoktu.

Deniz'in üstü başı kirlendiğinden tuvalete kadar gitti, peşi sıra gidiyor gibi olmamak için boşları toplayıp mutfağa götürdüm. Herkesin yüzü gülüyordu ama benim yüzüm gülmüyordu, kız görmeye gelip de bir tepsi baklava almamak nedir yani. Ben baklava yiyemeyecek miydim?

Yavuklum ne halt etmiş kontrol etmek için tuvalete doğru gittim, daha köşeyi dönemeden kolumdan bir yaratığın tutması ve beni ağabeyimin odasına çekmesi bir oldu, bu yaratık Deniz'den başkası tabii değildi. Onu affetmiş değildim, bu yüzden sesimi yükselterek "Ne yaptığını sanıyorsun sen be!" diye bağırdım, o kalabalığın sesinden sesimi pek tabi ki kimseler duymazdı. Şahsen duyup gelirlerse yalanım hazırdı: “Beyinsiz Deniz eşek şakası yaparak beni korkuttu!” Yalan da değildi hani.

"Ben ne yapmışım kızım, ağzımdan saçma sapan bir şey çıkmış bu kadar da abartılmaz, az kalsın ölüyordum!"

"Beter ol Deniz Efe KAYA!"

"Öyle mi hanımefendi!"

"Öyle!"

Saçımı savurup odadan çıkmak için yeltendiğim sırada Deniz kolumdan tutup duvara yavaşça itip dudaklarıma yapıştı, dudaklarımı öpmek değil bildiğin vakumlamaktan geri durmuyordu, şu an ona ve öpüşüne karşı zerre hisler beslemezken dudaklarımı aralayarak öpüşüne karşılık verdim. Kesinlikle bir şey hissetmiyordum(!). Dudaklarını ağzımda esir edip alt ve üst olmak üzere ikisini de ısırdığımda çırpınsa da bırakmadım, madem beni bu kadar önemsemiyorsun, o çok sevgili dudakların da nasibini alsın öyleyse!

Kan tadı geldiğinde o metaliksi tattan nefret ederek geri çekildim, onun her şeyi güzelken bu iğrenç ötesi kandan nefret etmiştim.

“Benimle uğraşma, seni buna pişman ederim!” diyerek işaret parmağımı yüzüne doğru salladım. Parmağımı tutup ağzına götürdü ve acıtmayacak bir şekilde ısırdı. Parmağımı çekmeye çalıştığımda daha da acıdı ama yine de dişlerinden kurtardım.

“Acıttın!”

“Sen de acıttın, ben bir şey diyor muyum?”

“Demeye hakkın yok ki diyesin!”

“Öpmeye hakkım vardır ama dimi?” deyip belimden kendine doğru çekip tekrar dudaklarıma yapıştı. Bu sefer ona ayak uydurup öpüşüne karşılık verdim. Ben de dudaklarından ayrılmak istemiyordum ki zaten.

Boştaki eliyle yüzümü okşayıp ardından daha da kendisine çekti, bir eliyle dudaklarına doğru çekiyor bir eliyle belimi daha da kendine çekip aramızdaki mesafeyi kapatıyordu. Gömleğini tutup destek almak istedim, bayılacakmışım gibi hissettiriyordu, yumuşak dudakları, ölümcül kokusu her şey çok güzeldi.

Ellerini bacağıma indirip beni kaldırdığında düşmemek için bacaklarımı beline doladım, dudaklarını ayırmıyor nefes almamız için boşluk yaratmıyordu. Odada resmen öpüşmemizin sesleri geliyordu ve yan odadaki herhangi birisi o an umurumuzda bile değildi.

Sırtım duvardan ayrıldığında kapanmış gözlerimi açtım, Deniz yatağa oturmuştu ve haliyle ben de oturmuş bulunuyordum. Kalçamdan tutup kendine bastırıyordu, bu ne kadar güzel hissettirse de içimde büyük bir korkuya da neden oldu. Dudaklarımı zorla ondan uzaklaştırıp nefes nefese üzerinden kalktım. Her ne kadar bırakmak istemese de şu an nasıl bir kalabalık bir ortamda olduğumuzu hatırlamamız gerekiyordu.

“Her an birisi gelebilir, kudurdun herhalde!” Saçlarını düzeltip diliyle dudağının kenarındaki ıslaklığı yaladı. Aşırı tahrik olmuştum, lanet olmasın. Dudaklarımı daha fevri yalayıp her an birisi gelecekmiş heyecanlanmıştım ya da başka türlü bir heyecandı bilemiyorum.

Hızla Deniz’e yaklaşıp gömleğini düzelttim, baş parmağım ile dudaklarının kenarlarını temizledim. Gözlerimin içine bakması kalbimi eritse de şu anlık buna son vermemiz gerekiyordu.

“Sen önden git, ben biraz bekleyip geleceğim.” Niye beklemesi gerektiğini anlamasam da başımı sallayıp odadan çıktığım gibi lavaboya girip elimi yüzümü yıkadım. Saçlarımı tepemde topuz yapıp enseme su serptim.

Kapının önünde Toprak'ı ve Oğuz’u görünce "Bir şey mi isteyecektiniz?" diye sordum.

"Deniz'e bakmaya gelmiştik ama?"

"He o mu, o şey de ya?"

"Neyde?"

"O dışarı sigara içmeye gitti."

"Ben de gidiyim bakiyim, yüzük takıcaz, nerede kalmış?"

"Peki," dedim. Ağabeyim de kaşlarını çatarak yüzüme baktı, ardından "Sen bi boklar yiyon da dua et de o boklardan haberim olmasın!" Ağabeyimin yediğim boklardan, her şeyden haberinin olduğunu hissetsem de çaktırmıyordum.

Gözlerimin içine bakıp “Şunlar gitsin de görüşeceğiz!” deyip salona girdiğinde hemen odaya gidip “Çık haydi, ağabeyim ağzıma sıçacak senin yüzünden!”

Deniz pantolonunun önünü düzelttiğinde yerimde dona kalsam da tepki vermemeye çalışarak çekip gitmesini bekledim. Yanımdan geçerken dudağımı öpüp tuvalete doğru koşarken arkasından totosuna tekme attım. "Bu iki oldu, ben de aynısından atsam sapık olurdum!"

“Hayır bana tekme atsan şiddet uygulamış olurdun, sonra seni katlederdim.” Gözlerini devirdi.

Salona gitmeden önce odama gidip dudak parlatıcısı sürdüm, ardından içeri girip annemin yanına hanım hanımcık bir şekilde oturdum. Herkesten utanasım da vardı biraz da yoktu. Böyle saçma bir duygu seli yaşıyordum.

Kerim amca sohbet arasında pat diye ablamı isteyiverdi, şahsen bu ne rahatlık anlamamıştım. Ben de Deniz’le evlenmek istesem hemen bu şekilde oldu bittiye getirirler miydi? Vallahi bu kadar hızlısı mezardaydı.

Tabi ki yüzüklerle de gelmişler, vereceğimizden ne kadar eminseler artık, babam da verdi zaten de ne biliyim biraz naz yapaydık iki kere gelelerdi! Vereceğini zaten kırk yıl önceden biliyorlarmış gibi halleri beni sinir etti! Kız evi naz evi, naz evi kız evi falan olmayacak mıydı? Beni bu kadar kolay kocaya verirlerse kendimi evlatlık sanıp kan testi yaptırırdım.

Deniz ve Toprak birlikte odaya geldiklerinde yüzükler takılmış kurdele kesiliyordu. O kadar keyifliyim ki ortamı size anlatamıyorum. Herkesten nefret ediyorum gibi ama etmiyor da olabilirim. Sanırım az sonra kıskançlıktan fare zehri içeceğim!

"Hadi fotoğraf zamanı!" Ağabeyime ölümcül bakışlar atarken gecenin en mutlu (!) üyesi olarak bütün aile fotoğraflarını ben çektim. Kimse aileden sen de varsın, geç biz de senin fotoğrafını çekelim demedi. Sadece kız tarafı olarak bir karede yer aldım onda da saçımı açmayı unuttuğum için topuzum yan yatmıştı ve çok leş görünüyordum. Bu kadar mutlu bir isteme töreni hayal edemezdim.

Herkes gittikten sonra odaya geçmiş yastığımla fazla samimi bir şekilde yatıyorduk, kafamı yastığa gömüp iki dakikaya bir çığlık atıyordum. Neden beni değil de Hilal'i istediler, neden? Tek sebep üniversite bitirmemem mi, ben aşık değil miyim, biz aşığız bizi neden evermiyorsunuz, evlenmek bizim de hakkımız değil miydi?

Bölüm : 14.07.2025 17:42 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...