
İYİ OKUMALAR KUZUCUKLARIM😍😍🥰
Sabah annem ve babamın her zamanki gömlek kavgası eşliğinde uyandım, babam neden bir gömleği dolapta bulamıyor çok merak etmeyerek yastığa yüzümü gömüp içimden saydırmaya başladım. Bu ne ya her gün aynı terane bıktım usandım.
Sınava 6 gün kalmıştı ve ben stresten kahroluyordum ne ders çalışabiliyordum ne de rahat bir nefes alabiliyordum. 6 gün sonra ya sınav sürecini noktalayacaktım ya da o beni noktalayacaktı. Ne istediğimi bile bilmiyordum, hayallerim sürekli değişiyordu. Gerçekten de sürekli değişiyordu.
Daha fazla yatakla boğuşmamak için ayaklandım ve lavaboya gittim. İlk olarak yüzümü yıkayıp ardından mutfağa geçip kendime ayılma kahvesi yaptım, hızlı bir şekilde kahvemle odaya dönüp tekerlekli sandalyeme kurulup masaya geçtim. Kahvemi yudumlayarak AYT denemesi çözmeye başladım. Edebiyat kısmı o kadar zordu ki anlatamam, varsağı neydi bilmiyordum, böyle bir konu gördüğümüzü de hatırlamıyordum. Varsağı, bağırsak gibi geliyordu kulağa, yakından uzaktan alakası olduğunu sanmıyordum ama tüm soruları yine de okudum.
TYT’deki sözel konular hariç hiçbirisinin yüzüne bakmamış gibiydim ama aslında ders videolarını bile izlemiştim ama böyle bir bilgiyi hatırlamıyordum. Kitapçıkta sözel kısımları atlayıp matematik çözmeye başladım, matematik varken insanlar neden edebiyat çalışır anlayamıyordum, hece ölçüsü, uyak falan aşırı zordu. Ben kosinüslerimle, faktöriyellerimle gayet de mutluydum.
Bir süre sonra kimya hariç tüm sayısal sorularını çözmüş bir şekilde ayaklandım, kimya için karnımı doyurmam lazımdı çünkü kimya çözerken aklıma direkt Deniz geliyordu.
Mutfağa gittiğimde masa bomboştu, ocağın üzerinde çay bile yoktu. Çayı seven birisi değildim ama insanlık namına bir kere kahvaltı hazırlayamazlar mıydı?
Annem nedense kahvaltı hazırlamamıştı, babamı dışarı postalayıp salonda yere minder serip yatmıştı. Babamın nereye gittiği belirsizdi. Hilal’i ise sabahtan beri görememiştim, umarım onu hep böyle görmezdim!
Oğuzcuğuma ne kadar çay demlemek istesem de çayı hiçbir zaman tutturamadığım için yiyeceğim laflardan ötürü es geçtim ve dolaptan süt çıkardım. Ben süt kadınıydım, sen seversin sevmezsin beni bağlamaz, ben içerim.
Dolaptan kahvaltılıkları çıkarıp masaya dizerken ağabeyim esneyerek içeri girdi, öğlen olmuştu daha yeni uyanıyordu, bu ne böyle sorumsuzluk! Okul bittiği için ve yaz tatiliydi ve o da aşırı işsizdi ama neyse. Aslında staj yapmak için bir şirket bulması gerekiyordu ama bunu Hilal’in nişanından sonraya ertelemişti.
“Annem yemek yapmamış mı?"
“Yapmış gibi mi gözüküyor acaba!"
“Affedersin, sen bana artistlik mi taslıyorsun bana mı öyle geliyor!"
“Ağabey yeterince sinir stres içerisindeyim, benimle uğraşma lütfen!"
“Aman da aman, bir şey dedim sanki!" Haklı olabilirdi ama herkesin varlığı beni rahatsız ediyordu.
“Anne, şu oğluna bir şey söyler misin, beni rahat bıraksın!”
“Anne şu kızına bir şey söyler misin, mal mıdır nedir ya sanki bir şey dedim!”
“Ben burada denememi bitirmek yerine sana acıyıp kahvaltı hazırlıyorum sen bana mal mı diyorsun!” Elimdeki bardağı hızla ve bir o kadar da sinirle tezgâhın üzerine bıraktım! Ups... Sanırım biraz abarttım.
“Ağabey!"
“Tuana?"
“Şey!"
“Ne oldu Tuana?" Telaşlanmıştı çünkü az önceki tersleyen ya da asabi ses tonum ortada yoktu.
Elimi ve akan kan damlalarını gösterdim, “Bardak kırılmış ve biraz elimi kesmiş olabilir!" ağabeyim hızla yanıma gelip elime baktı, şayet kan görmek istemediğimden ben bakmıyordum, bu yüzden ona “Durumu nasıl?" diye sordum.
Yüzüme şaşkınlıkla bakıp “Allah seni ne yapmasın salak, avcunun içi resmen parçalanmış!" gözlerinin içine bakarken “Valla de!" diye ciyaklamamla kafama vurması bir oldu, ben suçlu oldum, aman ne güzel!
“Gel elini saralım, annem görmesin, sana mı yoksa kupasını kırdığına mı kızsın yoksa bana mı belli olmaz!"
“Aman ağabey alt tarafı ufak bir kesiktir!" deyip elime bakma gafletine düşmemle gözlerimin kararması ve elimin ateşler içindeymiş gibi yanması bir oldu. Ağabeyim suyu açıp elimi suya tutmuştu, avcumun içi kesik kesik olmuştu. Canım çok yansa da belli etmemeye çalıştım, neyse ki sol elimdi, kalem tutabilirdim. Haftaya kadar iyileşirdi umarım!
"Ne bu tantana çocuklar ne oldu?" Hilal kapıdan içeri girince kanaması durmuş elime baktı, ardından tezgâhın üzerinde kırılmış bardağa, bu alışık olduğu bir görüntü olduğundan gözlerini devirdi ve "Tuana yine mi ya!" diye çıkıştı.
Oğuzhan gözlerini bana dikip "Bunu daha önce de yaptığını söyleme!" Hilal dolaptan ilkyardım çantasını çıkarırken gözlerini devirip "Üstüne bastın!" dedi.
Dişlerimin tamamını gösterir şekilde sırıtarak "Sinirlenince bir de stres altındayken kendime hâkim olamıyorum da!" alnıma öpücük bırakıp "Özür dilerim, bu kadar stres altında olduğunu unutuyorum güzelim." dedi. Ama ben şımarırım.
"Oğuzhan, Nefes seni dışarıda bekliyor, ben pansumanını yaparım Tuana'nın, sen onu bekletme istersen." diye önerse de Oğuzhan mutfak masasına geçip "Kahvaltı yapacağım ben, söyle gelsin bana sucuklu yumurta yapsın!" diye homurdandı. Vah canım ağabeyciğim, kendine hizmetçi arıyorsan git birkaç tane kız doğur yahut beni annem hizmetçisi sanıyor! Neyse elim kesilmese ben iş yapacaktım. Eheheh, kurtuldum.
Nefes gelmiş ve hep birlikte kahvaltı etmiştik, Hilal ise odasından bir şeyler alıp çıkmıştı, ben de biraz atıştırıp onları baş başa bırakmıştım, asıl amacım bulaşığı ve sofrayı kaldırmayı Nefes ve ağabeyime bırakmaktı. Yine çok hainim, hahaha.
Odama gidip sandalyeme geçtim, dikkatimin dağılmaması için kulak tıkaçlarımı taktım, ardından kimyadan kalan soruları çözüp kontrol ettim. Yanlışlarımı analiz edip eksik konulara da çalıştım. Maalesef beynim yandı. Konular aslında kolay olsa da ÖSYM hiç kolay soru sormuyordu ve bu beni korkutuyordu. Artık matematikte bile anlamaya dayalı paragraf soruyorlardı, bu yüzden formül ezberlemekten çok anlamam ve işin aslını çözmem ve yorum yapmam gerekiyordu. Gözlerim ağrımaya başladığında gözlüklerimi takıp saçlarımı açtım ve tekrar ama daha rahat bir topuz yaptım.
Hava kararmaya başladığında esneyerek yerimden kalktım, ben hangi ara uyuya kalmıştım ya? Daha kahvem bile yarı olmamıştı! Kendime sinir olarak kalktım, bütün tüylerim diken olmuştu, kirpi gibiydim. Bu arlar çok fazla sıkılıyordum ve hemen uyuya kalıyordum, bu alışkanlığımdan kurtulmam gerekiyordu. Sınavda uyursam boku yerdim.
Yerimde duramayarak ihtiyacım olan iki kişiyi aramak için telefonuma uzandım. Whatsap'tan görüntülü grup araması yaparken Toprak ve Nihan'ı aradım. İlk önce Toprak ardından Nihan katıldı, tekerlekli sandalyemde dönerek onlara baktım.
Toprak siyah gözlüklerini takmış, dağınık saçları ile bana yorgun bir şekilde bakıyordu, Nihan da benim gibi dağınık topuz saçları, yorgun göz altları morarmış bir şekilde anlamsız duygularla bana bakıyordu.
"Naber yavrular?" Diyerek somurtmaya devam ettim, sanırım ikisi de çalışmalarını böldüğüm için sinirlenmişlerdi ve belli etmeye özen gösteriyorlardı.
"Kızım ders çalışıyorum, şurada kalmış 5 buçuk gün, git çalışsana da beni rahatsız ediyorsun?" diye sitem etti Nihan.
Toprak ise "Valla ben çalışmıyorum, yeni bir program kurmak için uğraşıyorum ve 2 gündür daha uyumadım, önceki gün size gelmeseydik biterdi de neyse, sağlık olsun!" gözlerimi devirdim.
"Şurada kalmış 6 gün, çalışacak mısınız ki? Bakın ne diyeceğim, 2 gün ara verin, ne kaybedeceksiniz ki hem profesörler bile son zamanlarda çalışmayın, dinlenin demiyor mu?"
"Tuana senin için demesi kolay, ağabeyin de ablan da iş sahibi olur yakında ama ben hele bir kazanamayayım üniyi babam anında kocaya verir!" Son derecede haklıydı ama yine de pes etmeye niyetim yoktu.
"Dert etme kız, Mert'e alırız seni!" Toprak'ın dediği ile gülmeden edemedim.
"Aynen kanka kocan da hazır, hadi boş ver, kazanacağını ikimiz de iyi biliyoruz, gelin inat etmeyin, denize gidelim, biraz yüzeriz, dinlenmiş oluruz?"
"Aslında çok iyi fikir he, ben varım!" Toprak'ın arkasından Deniz kameraya gözükünce kameramı kapayıp "Sen yoksun bu planda!" diye kızıştım, onu pek görmek istediğim söylenemezdi, kendi sınav stresim bana yetiyordu.
"Hayırdır, tartıştınız mı siz?"
"Bizim ilişkimiz başlamadan bitti canım, hiç açma o konuyu!" dedim Nihan'a.
"Ya ne oldu ya daha doğru düzgün anlatsanıza!"
"Anlatacak bir şey yok!"
Deniz, "Duydunuz zilin sesini, patron susun diyor!" Deniz bana bakarak, "Sonra araşırız!" deyip kapattı.
Nihan da merakla üzerime gelince her şeyi anlattım bir bir!
“Deniz beni çok delirtiyor, son zamanlarda yaşanan onca şeyden sonra artık devam edip edemeyeceğimi bile bilmiyorum.”
“Ne oldu Allah aşkına, sen bebeklikten beri Deniz’i seversin, ne yaptı da soğuttu kendinden?”
“Mezuniyet günü vardı ya?” Başını salladı, Nihan gelmemişti o yüzden bilmiyordu. “Kızın birisi Deniz’in dudaklarına yapışmasın mı?”
“Ohaaa!” Resmen çığlık atmıştı. “Yanına gelmemi ister misin aşkom, istersen büyü, lanet ne bulursak yaparız?”
“Hiç gerek yok, ona en büyük ceza benimle konuşmama cezası olur.”
“Peki hiçbir şey konuşmadınız mı?”
“Yok, konuştuk.” Öpüştük, koklaştık ama ben yine de kendime yediremiyorum.
“Yani kendisine söyleyince mesaj attı, ben bakmadım ama okudum üstten. Gazel öptü bu arada, söylemeden geçmeyelim.”
“Ay sıçarım ben o kızın ağzına, insan üvey kuzenini öper mi? Üstelik sevgilisi olduğunu bile bile.”
“Onunla daha konuşmadım tabi, maksadı neydi de öptü bilmiyorum.”
“Deniz ne yazmış sana?”
“Gazel Hanım, Deniz Bey’e aşk itirafı yapmış ama Deniz kabul etmemiş. Bizden bahsetmiş lakin ikimizi ayıracağını, ne olursa olsun ikisinin birlikte olacağını falan söylemiş. Oruspu ya, yemin ederim kaç gündür içimde neler yaşıyorum bir bilsen. Kimseye de söyleyemiyorum.”
“Deniz’in suçu yok gibi sanki?”
“Nihan saçmalama, adam bir doksana yakın. Ben öpmek için kendisini deve kuşu gibi boynumu yukarı uzatıyorum, o kız benden de kısa. Eğilmeseydi öpemezdi ki bunu anlayamıyorum ben!”
“Ay çok haklısın hayatım, eğilmeseymiş, öptürtmeseymiş kendisini. Kız ne mahlukmuş ya bu Deniz, yolarım bak ben bunu he!"
“Ben süründürecektim de kendisini, yüzde kırk suçlu olduğu için azıcık affettiydim sonra ne oldu dersin?”
“Ne oldu?”
“Hilal’i Kerem’e istemeye geldikleri gün bana ‘İstesem seni mi severdim?’ dedi.”
“Oha! Kerem’e Hilal’i mi verdiniz?”
“Evet de konumuz o mu?”
“Yok değil aşkım da şaşırdım, söylemedin.”
“Bana da o gün geldiklerinde söylediler, insan bana da haber verirdi. Ev topuzumla ve sevgili eşofmanımla katıldım söz törenine.”
“Oha ya çok üzüldüm.”
“Boş ver onu da sence Deniz niye öyle dedi, iki gündür beynimi kemiriyorum.”
“İki gündür mü küssünüz?”
“Yani çok küs değiliz ama dün gece çok düşündüm, neyimi sevmek istemiyor diye bir şey bulamadım. Mesaj attım, biraz uzak duralım birbirimizden diye.”
“Ay beni bitiriyorsun Tuana, olayın üzerinden kaç gün geçmiş öyle mmi tepki veriyorsun. O an yapman lazımdı bunları.”
“İşte o gün de trip attım, kahvesine tuz karabiber attım.”
“Ayy, iyi yapmışsın canıma değsin. Pezevenk!”
“Sonra bu kusmaya gitti, ben de ona bakmaya gittim. Beni odaya çekti öpüşütk.”
“Senin arsızlığın beni bitiriyor?”
“Sen onu şimdilik boş ver de Mert'e söyle Burak'a da haber versin, o da Ahsen ve Viyana'ya. Gelen gelsin işte! Toplu gidelim, eğlenmiş oluruz."
“Tuana sen iyi misin hayatım?” Ben iyi değildim.
“Ne oldu ki?”
“Hani Deniz’le arandaki meseleyi konuşuyorduk ya?”
“Aklıma öpüşmemiz gelince kinim azaldı.”
“Senin kafanı …”
“Ee gidecek miyiz?”
"İyi fikir, ben hemen ariyim onları, hadi sen de hazırlan, giderlerse geceden çıkarlar!
"Tamam, hadi görüşürüz!" deyip kapattım ve hemen ayaklandım.
Deniz’i mi düşünsem kafamda dönen kırk tilkiyle mi uğraşsam bilmiyordum. En iyisi daha hiçbir şey belli değilken yarın için hazırlık yapmaktı. Hiç denize gitmemiştim ama artık gitmenin zamanı gelmişti. Ölmek için iyi bir gündü, en azından sınavdan kurtulurdum.
İlk olarak giyeceğim bikinim olmadığından Hilal'in dolabını karıştırmam ardından Oğuz’un güzelim uzun tişörtlerinden (ç)almam lazımdı. Küçük bir sırt çantasına güneş kremi, güneş gözlüğü, sinek kovucu, havlu ve yedek kıyafetlerimi koydum. Takacak bir yerin olmayacağını bildiğim halde şarj aletimi ve kulaklığımı da koydum. Ne olur ne olmazdı. Canım Oğuz’umun aldığı iphonemin şarj ömrü yarım saatti, ardından ısınıyor ve karanlığa bürünüyordu.
Ağabeyime haber vermek için odasına doğru ilerledim, birinin bize arabayı vermesi gerekiyordu ki babam ancak ona verirdi arabayı. Deniz’in de arabası vardı ama hepimiz nasıl sığacaktık?
**
Herkese haber vermiştik, Viyana ve Ahsen burada olmadıkları için gelemiyorlardı, ağabeyim ve Nefes'in de farklı planları olduğu için sadece bizim grupla gidiyorduk. Babamdan da arabayı almıştık neyse ki. Annemden zor zekât izin almıştım ama babam ve ağabeyim sınav heyecanım yüzünden denize girmemek şartıyla izin vermişlerdi. Halam sağ olsun, tüm ömrüm boyunca denize giremeyecektim.
Arabayı Toprak sürüyordu, yanında ise Burak vardı, arkada ise Nihan, Mert, Deniz ve ben sırayla oturmuştuk, zor sığıyorduk hatta nefes bile alamıyorduk. Diğerleri gelse iki araba ile giderdik ama gelmemişlerdi ve kimse bir kişi için o kadar masrafa girmezdi. Deniz’in arabasının muayenesi de olmadığı için uzak yerlere gidemiyorlardı ve el mahkûm bu şekil gidecektik.
Herkesin ağzından bir şeyler çıkarken Toprak "Bir susun gözünüzü seviyim, valla uykusuzluktan öleceğim, siz de kim vurduya gideceksiniz ona göre!" diye bağırınca "Ya Toprak yan tarafına ben mi otursaydım ya sığamadım!" deyip oturduğum yerden kalktım. Mert fırsat bulmuş gibi oturduğu yerde yayıldı ve bana oturacak pek bir yer kalmadı. Gözlerimi devirdim, iki büklüm kalmıştım.
"Kolayı var kızım, kucak kucağa oturun!"
"Haklı yavrum, gel kucağıma otur!" Deniz'e sinirli bir şekilde bakmak için kafamı çevirdim ama o benden etkilenmiyor piçimsi bir gülüşle bakıyordu.
Nihan sinirlenerek "Hoşt be, nerden yavrun oluyor, hem Burak onu kastetmedi. Mert'e Deniz kucak kucağa gitsinler dedi, öyle değil mi Burak?" Burak arkaya bir bakış atıp, "Yok aslında, ben senin Mert'in kucağına oturman gerektiğini söyledim, sizden başka sevgili yok nasıl olsa!" deyince Burak'ın kafasına şaplak attım.
"Sus lan sen! Mert sen de Deniz'in üzerine mi altına mı giriyorsan gir de hızlanalım, uykum geldi!" dedim, akşama kadar uyumama rağmen halen uykum vardı. Strese girdiğimde ve mutsuz olduğumda uykum geliyordu. Şu an ikisi de yoktu ama geceleri uykusuz kalamıyordum.
"Oğlum, o nasıl kelime lan!" Mert kızarcasına ağzında bir şeyler geveledi, Deniz ise bileğimden tutup beni üzerine çekip dizinin üzerine oturmamı sağladı. Ağzım aralanmış şaşkınca ona bakarken omzumdan tutup kendine çekti ve kafamı göğsüne bastırdı, "Seni seviyorum, lütfen daha fazla uzak olma benden!" diyerek kollarını bana sardı. Ama böyle yaparsa ben ona dayanamazdım ki.
"Eline ne oldu?" Göğsüne daha da yanaşıp "Birazcık bardak kesiverdi," dedim, bileğimi kaldırıp öpücük bıraktı, içim kıpır kıpır olsa da belli etmedim! Sargılı elimi inceleyip içine bakmak istedi ama izin vermedim ve çok küçük bir yara olduğunu söyledim. Kalbimdekinden daha küçük bir yaraydı.
Kokusundan daha ağır olan sigara kokusu genzimi yaktı, bensiz acı mı çekmişti de bu kadar çok içmişti acaba? Daha fazla uzatmamak için ben de beline sardım kollarımı, kulağımı kalbine koyup kalp atışlarını dinlerken yüzüne bakmaya başladım.
Canım sevgilim, stresimi kendisinden çıkarttığım halde yine de beni seviyor. Ama yine de haklıyım. Öpüşerek koklaşarak affedilir şeyler yapmıyordu, canımı sıkacak şeyler yapıyor sonra ‘çok seviyorum’ diyerek üste çıkıyordu.
Toprak arabayı çoktan sürmeye başlamıştı, Burak ise yarım saat sonra direksiyona geçeceği için kafayı koymuş uyumuştu, hiçbir şekilde uyanmayacağını bildiğimiz halde bir şey söylemedik.
Mert, Nihan'la sessiz bir şekilde konuşuyorlardı, aslında sevgili değillerdi, sevgiliymiş gibiydiler aman ne bileyim, bunlar da tuhaftı. Sanki sevgili olunca ayrılırız diye korkuyorlardı, ben de bundan korkuyordum. Sanki her an benden gidecek gibi ben ondan gidecek gibi hissediyordum.
Deniz kafasını arkaya doğru yaslamıştı, ben de onu seyrediyordum, gözlerim yavaş yavaş kapanmaya ant içmiş olsa da şansımı zorluyordum. Biraz rahatlamak için üzerinde yerimi ayarlayıp kafalarımız yan yana gelecek şekilde yukarı kaykıldım, gözleri açılıp kapandı ve en son bana yarı uykulu bir şekilde bakmaya başladı. Burası çok mu sıcak olmuştu? Derin bir nefes alıp etrafıma baktım, Toprak ve biz dışında herkes uyumuştu.
Sağlam elimle yanağını okşadım, teni pürüzsüzdü, kafasını geriye yasladığı için âdemelması belirginleşmişti ve beni benden almıştı. İlk önce oraya bir öpücük bıraktım, ardından da nabzının attığı yeri öptüm, boynunun kokusunu içime çektim, tekrar içime çektim ve burnumu sürttüm. Bir insan nasıl bu kadar muhteşem kokabilirdi? Deniz hareketlenince gözlerimi kapatıp boynuna gömdüm kafamı, kulağıma yaklaşıp fısıldadı: "Yüzüme bak bir saniye."
Kafamı kaldırıp yüzüne baktım, gözlerime baktı, bu karanlıkta çok net bir şekilde beni görüyormuş gibiydi. Aramızda nefesimizin geçeceği kadar boşluk vardı, uzanıp dudağımdan öptü.
Yumuşak dudakları dudaklarımın arasında dolaşırken geri çekildi ve dudağıma ufak bir öpücük bırakıp beni daha da sarıp saçlarımın arasına gömdü kafasını. Ben de onun huzurlu kollarında uykuya daldım.
***
"Tuana, yavrum kalk hadi, geldik!"
"Ne zaman geldik ya?" diyerek Deniz'in üzerinde esneyerek sordum, sırıtarak dudağıma öpücük kondurdu ve "Bir iki saat önce geldik, seni uyandırmaya kıyamayınca, böyle kaldık!" dedi.
Kaşlarımı çattım ve "Eminim ki beni uyandırmaya kıyamamışsındır, baksana yer olmasına rağmen halen üzerindeyim?" dedim ve kenara geçtim, bana yaklaşarak "Seninle her an öyle kalmak istediğim içiindir." dedi. Gülümseyerek yanına yaklaştım ve dudaklarından öptüm.
Pencereye tıklama sesi gelene kadar birbirimize sarılmıştık ve öpüşmüştük, onu öpmek alışkanlık olmuş gibiydi sanki, onu öpmeyi çok seviyordum. Onunla bağ kurmaya bayılıyordum, sanki bu şekilde biz birbirimize ait oluyorduk.
Deniz kafasını ardından da vücudunu üzerimden kaldırıp pencereye baktı, Mert "Hadi oğlum ya, çadır kuracağız daha!" diye soludu, bir işi de Denizsiz yapın ya sadece bir işi!
"Bir rahat verin oğlum ya!" diyerek arabadan çıktı, ardından ben de çıktım ve hızlıca yürüyüp Deniz'in koluna girdim. Kolumdan çıkıp elimi tuttu, ben de ona yanaşıp "Böyle hep dip dibe olalım, sana temas etmedikçe huzur bulamıyorum." dedim.
Kulağıma eğilip "Başka şekilde temas da edebilir miyiz?" diye arsızca sırıttı ve ardından "İşte bu şekil!" deyip belimden tuttu ve çevresinde döndürmeye başladı. Kahkahalarımın arasından "Ya düşeceğiz şimdi!" diye bağırdım, yavaşlayarak önüne bıraktı beni.
"O kadar güzelsin ki yeşil gözlerin, kumral saçların, tenin... Bunları kastetmiyorum bilakis onlar da çok güzel ama ben kokundan bahsediyorum, nefes kesen dudaklarından, kalbimi sımsıcak eden nefesinden, gönlüme verdiğin huzurdan bahsediyorum, seni hak etmek için çok çabaladım Tuana, senin olmak için her şeyimi veririm." diyerek bana sarıldı, ona sıkıca sarılarak karşılık verip fısıldadım "Seni öyle çok seviyorum ki Deniz, her şeyinin, her zerrenin müptelasıyım. En çok da kokunu seviyorum, en çok da bana bakan gözlerini seviyorum, kalbime denk kalbini seviyorum. Ruh eşimsin, her şeyime eşsin." diyerek kalbinden öptüm.
Çadırları kurmuştuk, 3 çadırımız vardı, ben ve Deniz birlikte kalırken Nihan ve Mert, Burak ile de Toprak aynı çadırda kalacaktı. Saat daha 3'tü, 4 saat daha uyurduk büyük ihtimalle. Her yer karanlıktı, zaten erken kalkmamak için gece gelmiştik sabah uyanıp arabayla uğraşmayalım diye.
Denize yansıyan ay, dalgaları ve gelgitleri muhteşem şekilde gösteriyordu, denizin tuzlu kokusu başımı döndürse de bu ılık kum sayesinde huzuru bulmuş gibiydim. Parmak arası terlikleri oldum olası sevmesem de giymiştim, kum parmaklarımın arasından geçiyordu ve bu gerçekten de hoştu.
"Biz biraz dolaşacağız, birazdan döneriz." Diyerek yanımızdan ayrıldı Nihan ve Mert. Toprak çoktan uyumuştu, Burak ise denize girmişti. Neyse ki iyi bir yüzücüydü, geceleri sular çekildiği için tehlikeli olabiliyordu.
Deniz avcuma avcunu koydu ve parmaklarımızı aynı zamanda kenetledik. Deniz'in üzerinde beyaz bir tişört ve kahverengi bir şort vardı. Ben de ise siyah beli saran bikini üstüm, mini siyah şortum vardı. Biraz önce üzerimi değiştirmiştim çünkü bir gram uykum kalmamıştı.
"Denize mi girsek?" dedim, "Bana mı!" dedi, gözlerimi devirip yürümeye başladım, biraz buradan uzaklaşsak rahat edebilecektim.
"Yalnız kalalım diyorsun?" diyerek koşturmaya başladı, bende elini bırakıp hızlandım. Deniz arkamdan bana yetişip kolumdan tuttu ve kumun üzerine düşürdü.
"Ya her yerim kum oldu senin yüzünden!" diye kızsam da üzerime uzanıp "Denize girer temizleriz yavrum," deyip dudağımı öpmeye başladı, bu Deniz de fırsatını bulduğu anda dudaklarımdaki yerini alıyordu.
Omuzlarından itip "Ya Deniz, buraya öpüşüp koklaşmaya mı geldik biz?" diye kızsam da ellerimi birleştirip kafamın üzerine sabitledi ve öpmeye devam etti, öpüşüne karşılık verdim ben de. Ne kadar engel olmaya çalışsam da öpüşünün büyüsüne kapılıyordum. Elini göğsümün üzerine getirdiğinde aklıma gördüğüm rüya gelince onu hızla ittirip "Hadi geri dönelim, merak eden olur şimdi!" dedim.
"Denize girelim," deyip ayağa kalktı ve beni de çekiştirdi, yüzme konusunda çok iyi değildim ama biliyordum, sadece çok fazla derinlere gitmeye korkuyordum. Suyun serinliği dişlerimi titretse de Deniz normalmiş gibi suya daldı ve hızla yüzerek derinlere gitti.
"Hay maşallah, beni bırak git!" dedim ve ben de suya daldım. Suda gözlerimi zor da olsa açtım, deniz suyu gözlerimi yakıyordu, ağzıma tuzlu su gelince tükürsem de geçmedi. Gözümü elimle silip gördüğüm karaltıya doğru yüzmeye başladım.
Biraz ilerledikten sonra çok fazla ilerlediğim için kendime kızıp kafamı sudan dışarı çıkarttım, Deniz'i arkası dönmüş bir şekilde bana seslendiğini görünce yavaşça arkasına doğru yüzdüm ve suyun içine girip ayağından içeri çektim.
Deniz'i suya çekmemle suya girmesi ve beni tutması bir oldu, denizin içinde onun varlığını hissediyordum, kollarıyla benim kollarımın üstünden sarıp hareketsiz kalmamı sağladı, ardından su yüzeyine çıkıp "Bu hareketinden sonra bir cezayı hak ediyorsun!" deyip dudaklarıma kapandı, tuzlu dudakları buz gibi olmuştu, ayaklarımız birbirine dolanmıştı. Belimden tutup beni kendine iyice çekti. Ben de buna izin verdim, ona kapılıyordum ve bu çok güzeldi.
Dudaklarımız ayrıldı, bir eliyle saçlarımı kulaklarımın arkasına sıkıştırdı, ardından yaralı elimi su yüzeyine çıkardı, "Suda yanmıyor mu elin?" gülümsedim ve "İllaki yanıyordur ama tüm bedenim yandığı için pek fark yaratmıyor!" diyerek ona sardım kollarımı, o da sıkıca sardı beni. Kalbim yanıyordu, bütün vücudum yanıyordu, bütün vücudum ona teslim olmak istiyordu. Sanki o dedikten sonra fark etmişim gibi elimdeki yara sızladı. Elimi suya tekrar daldırıp acıyı daha da hissetmeye çalıştım, eğer başka duygular hissetmezsem çok kötü şeyler olabilirdi.
“Ne zaman sudan çıkmayı düşünüyorsunuz, kramp girebilir bacağınıza.” Nihan’ın sesiyle ondan tarafa döndüm.
“Tamam çıkıyoruz.”
“Çıkıyor muyuz?” deyip elini bacaklarıma sarıp bedenlerimizi birbirimize yapıştırdı.
“Kramp girebilirmiş.” Bacaklarıma masaj yapmaya başladı ve ben bundan aşırı tahrik oldum lanet olmasın ki. “Şu an iyi mi bacakların?”
“Hıhı.” Diyebildim sadece, neden bana bunu yapıyordu, içimde alevler kıpır kıpırdı ama böyle devam etmesini de istemiyordum, son zamanlarda sürekli bir cinsel olaylar yaşıyorduk, ne kadar güzel gibi gelse de doğru değildi. Sonu kötü yerlere gidebilirdi, günahtı, annem öğrense ağzıma sıçardı ama ben burada kendimden geçiyordum ve maalesef mutluydum.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 3.78k Okunma |
616 Oy |
0 Takip |
58 Bölümlü Kitap |