
Bölüm 10:
Birini tanımaya çalışmadan önce kendinizi keşfedin.
🕸️
Karşımda Kartal’ı görmemle nabzım boğazımda atmaya başladı. Sanki karnına savurduğum yumruğu hiç yememiş gibi dimdik karşımda duruyordu. Gerginlikle nefeslerim sıkılaşmıştı, umarım beni deşifre etmezdi.
İşaret parmağını dudaklarına yaslayarak susmamı işaretledi. Gözlerinde yine aynı tanıdık öfke, kemikli çehresi gergin, geceden koyu siyah saçları, yüzü bir hayli ürkütücü duruyordu. Üzerinde siyah boğazlı bir kaşmir kazak, krem rengi kumaş bir pantolon vardı.
Gözlerime dik dik bakarak hafifçe boynunu bana doğru eğdi. “Her şeyi en ince detayına kadar planlayıp içeri girdiniz ve şimdi gözler önünde kaçıyorsunuz. Mantığınız bir yerden sonra işlevini kaybediyor sanırım.”
Kaşlarımı çattım. “Sanırım sizin planlarınız hiç sekteye uğramıyor.”
Kartal sabır dilenerek etrafına bakındı.
Merdivenlere gerek kalmadan beni kolay bir şekilde bu katın yangın merdivenlerinden çıkarmasının şaşkınlığını üzerimden birkaç saniye sonra atmıştım.
Hızlı adımlarımız sonrasında ikimizde otoparkın tenha bir köşesinde soluk soluğa durduk. Gözleri öylesine cansız ve ruhsuz bakıyordu ki, daha önce hiç bu kadar soğuk bakışlarla karşılaştığımı sanmıyordum.
“Planlarımın sekteye uğradığını hiç görmedim.” dedi az sonra kararlı bakışlarla.
Fakat kendinden emin oluşu biraz sonra tuzla buz olacaktı. Hiç düşünmeden cevap verdim.
“Az bilinen yırtıcı hayvanlardan bir tanesi olmasına rağmen sizin yakından tanıdığınızı düşünüyorum. Özellikle gece avlanırlar ve nedense siz geceleri pek aktifsiniz.” Diye mırıldandım öfkeli ama sakin bir tonlamayla.
Neyi ima ettiğimi hızla anladı. Omuzları gerilirken gözlerindeki yakıcı öfke artık şimşek gibi çakıyordu.
“Sansar,” dedi, duygusuz bir ölüden farksız o ses tonuyla. Fakat gözlerinde onu ele veren bir kırılma vardı. Buzdan duvarları kontrolsüz bir savaşın içinde çırpınıyordu. Saniyeler sonra konuşmasına devam etti. “Sansarların katil ruhlu olduklarını da biliyorsunuzdur, pek kimseye eyvallahları olmaz, sansar gibi bir suikastçıyla uğraşmak sizi yorar Meva adanır.”
Bunları söylerken bakışlarının en koyu tonlarında kaybolduğumu hissediyordum. Dediği kadar tehlikeli olabilirdi. Tamda tahmin ettiğim gibi kişinin meziyetlerine göre verilmişti bu amblem.
Gözlerini kırpmadan bakışlarını gözlerime kenetlediği esnada devam etti. “O parolayı hemen şimdi bana vermeye ne dersiniz? Yoksa babanızın buraya geldiğinizden haberi yok mu?”
Açıkça belirttiği tehdidi algıladığımda, onun ses tonuna meydan okuyan, ruhsuz ses tonumla cevap verdim.
“Sansarlar ürkütücü olabilirler Kartal bey ama sansarlarında zayıf noktaları olduğunu unutuyorsunuz. O parolayı istiyorsanız kayıtları bana izleteceksiniz!”
Burnundan sert bir soluk verdi.
“Bunu asla yapmam.”
“Öyleyse bende o parolayı istediğimi alana dek asla size vermem.”
O parolanın, onu kardeşine götüreceğini ve tutsak bir kadını kurtaracağını biliyordum. Gözlerinde tahammülsüz bir çaresizlik vardı fakat öfkesiyle bunu öyle çabuk gizliyordu ki, kimsenin ona merhamet duygusuyla yaklaşmasına kati bir surette izin vermiyordu.
Çenesini sıkarak benden bir adım uzaklaştı.
“Bu konuşma burada bitmedi, Meva Adanır.”
Sözünü tamamlar tamamlamaz ona bir soru daha yöneltmiştim.
“Ömer’e babasının öldüğünü söylediniz mi?”
İfadesi düşünceli bir hâl aldı ve, ”Hayır.” dedi ilgisizce.
“Ömer’le konuştuğum sırada neden araya girdiniz o halde?”
“Cevaplarınızı yanıtlamak zorunda değilim.”
Son defa yüzüme bakmadan biraz ötemizdeki siyah bir araca doğru yürüdü. Gideceğini düşünürken, yolcu kapısını açıp eliyle ufak bir jest yaptıktan sonra içeriye girmemi bekledi. Anlamsızca kaşlarımı kaldırdım.
“Bu saate taksi bulamayacağınızı ikimizde iyi biliyoruz. Binin.”
Emrivaki cümlesine karşılık ters ters yüzüne baktım. Onun arabasına binmek ahmakça olurdu, Kartal gibi birine güvenemezdim.
Katı ciddiyetimi fark ettiğinde, nefesini seslice karanlık havaya üfleyerek yanıma yaklaştı.
O ânda elini beline atıp bir silah çıkarmasını beklemiyordum. Gözlerim hafifçe açıldı. Bu kadar mı öfkeliydi bana? Gerilsem de bunu belli etmemeye çalıştım. Ne kadar başarılı olduğum ise tartışılırdı. Şayet o parolayı almak için her şeyi yapabilecek kadar gözü karaydı.
Az sonra silahının namlusunu alnıma ya da kalbime doğrultmasını bekledim ancak şaşkınlığın zihnime dalga dalga yayıldığı bir ânda kabzayı çevirip bana uzatması, aklımın köşesindeki hiçbir ihtimal arasında değildi.
Biraz önceki kızgın hâline değin durgunlaşmış bir ses tonuyla, “Zorba bir adam değilim,” dedi ve hafif muzip bir ifadeyle kaşlarını havalandırdı. “Sizde de daveti havaya uçuracak potansiyel varken, korkak bir kadın değilsiniz. Buna rağmen güvende hissetmek istiyorsanız yol boyunca silahı enseme siper edebilirsiniz.”
Bunu kanıtlamak için silahı bir çırpıda elime tutuşturdu. Bu hareketine karşı şaşkınlığım üç öğün boğazımda takılı kalacak gibiydi. Sert duran karakterinin içinden böyle ince bir hareket beklemediğim aşikardı.
Hâlâ ikna olmadığımı düşünmüş olacak ki sitemkâr bir ses tonuyla devam etti.
“Merak etmeyin ben bu öfkeyle ancak kendime zarar veririm.”
Hiç çekinmeden silahın tetiğini çekip kalbine doğrulttum. Arabasına gitmek üzereyken duraksadı. Gözleri kısıldı, bana verdiği fırsatı onu öldürerek değerlendireceğimi düşünüyordu muhtemelen.
“Size güvenmiyorum, bu yüzden teklifinizi kabul edeceğim ancak aracınızı ben kullanacağım.”
Kartal gülecek gibi oldu. Rest çekmemi beklemiyordu fakat bunu yadırgamışa da benzemiyordu.
“Her halükarda işinizi garantiye almanız çok hoş ancak beni aptal yerine koymayın. Bu gece size sadece tolerans sağlıyorum.”
“Sorumu cevaplayacağınız takdirde arabanıza bineceğim. Neden Ömer’le konuştuğum sırada araya girdiniz. Sizi korkutan neydi?”
Korku kelimesini bilerek kullanmıştım. Korkmadığını kanıtlamak adına açıklama yapacağından emindim.
“Korkmak mı?” Bunu tekrar ederken dudaklarına narsist bir kahkaha yerleşti.
“Ben bir doktorum Meva hanım ve bir doktor olarak kanser hastası bir çocuğu üzmeniz ihtimaline karşı korumak istedim. Travmanızdan ötürü bilinçsiz bir söylemde bulunabilirdiniz!”
“Travmamın olduğunu nereden biliyorsunuz?”
Elbette travmam olduğunu biliyordu. Karakola giderken beni durduran kişi oydu.
“Bugün sabrımı zorlamak için yemin etmiş gibisiniz. Binin şu arabaya. Sizi düşündüğümü falanda sanmayın. Babanız daha sonra öğrendiğinde gecenin bir yarısı sizi orda bıraktığımı duyarsa benim başım ağrır. Binin arabaya!”
Suratına dik baktım ve en sonunda bindim arabasına.
Kartal’ın arabasıyla eve geldiğimde babam yoktu. Ona görünmeden geldiğim için içimden şükür duaları okuyordum. Lakin bu kez de oraya gittiğimi öğrenirse, benim için hiç iyi olmayacaktı ve muhtemelen öğrenecekti.
Artık alarmla uyandığım günlere geri dönmüştüm. Yeniden hastaneye dönmüş, hastalarımın başına geçmiştim. Gider gitmez Nehir ve Selma boynuma atlayıp, neredeyse beni boğacaklardı. Biraz sonra Nehir sarıldığı bedenimden ayrılıp buğulaşan gözleriyle konuştu.
“Ah Meva’m, ah tatlış kankam, buralar sensiz hiç çekilmiyordu. Bir bilsen tatlış kankam, bir bilsen ne kadar sıkıcı geçtiğini.”
Bu haline gülmemek elde değildi. Attığım ufak sesli kahkahanın ardından cevap verdim.
“Nehir her gün gelip size tatlı getirdiğimi unuttun sanırım. Neredeyse her gün buradaydım.”
“Yine de senin kıymetini çok iyi anladım tatlış kankam. Bu yüzden artık başınıza daha az iş açmaya çalışacağım.”
Selma’yla birlikte güldüğümüz sırada anlık bir ruh haletiyle duraksadım. İçimde yelken açan hüzünle beraber Ömer’in durumunu sordum.
“Peki Ömer’in babasının ölümüne sebep olan kaza neydi?”
Selma ciddiyetle karışık hüzünlü ifadelerle cevap verdi.
“Ömer’in babası inşaattan düşmüş Meva. Annesi Ömer’e bir şey çaktırmamak için onunla görüşmüyor. Kadını sakinleştirici iğnelerle ancak zapt edebiliyoruz.”
Üzülmüştüm. Bu kez onun için yapabileceğim hiçbir şey yoktu. Gözler önünde sarsılan hayatlara şahit olmaktan başka bir şey gelmiyordu elimden…
Birkaç saniye sonra bakışlarım telefonuma gelen bildirime kaydı.
“Parolayı vermeniz dahilinde size kayıtlarda ne olduğunu söyleyeceğim.”
Hızlı bir şekilde hastaneden ayrıldım.
Kartal bir AVM’de bowling katının adresini vermişti. Oraya çağırmasındaki amaç neydi?
Çantamda sakinleştirici ve biber gazı olmasına dikkat ederek caddeye çıktım ve rastgele bir otobüse bindim.
Bir yanım, nasıl olurda bu kadar çabuk kabul ettiğimi sorguluyor bir yanım kız kardeşinin tutsaklıktan kurtarmak istediği için hemen kabul ettiğini savunuyordu.
Dakikalar sonra bowling salonunda duran adımlarımla etrafıma bakındım. Kartal, bowling pistinin en son şeridinde duruyordu. Bu kez üstünde en az saçları kadar koyu siyah bir gömlek ve aynı renkte kumaş bir pantolon vardı. Saçları gelişi güzel yan tarafa taranmış, birkaç tutamı sürüden ayrılıp alınının üzerinde yerini almıştı.
Profesyonel bir ciddiyetle büyük toplardan birini kavrayarak duruşunu sabitledi ve parmaklarını çukurlara yerleştirerek hafifçe eğildikten sonra topu piste fırlattı. İlk atışta bütün lobutları devirmişti. Bakışları lobutları değilde, büyük bir savaşın galibiyetini izliyormuş gibi çetin ve kararlıydı.
Yanına yaklaşarak aramızda dört beş adımlık bir mesafe bıraktım. Beni görünce tekrar aldığı topu yerine bırakmayı tercih etti. Ağır adımlarla yüzüme doğru döndü.
“Biz doktorların ortak yarası ne biliyor musunuz Meva hanım?” Ses tonu monoton ve toktu.
Sakinlikle devam etmesini bekledim ve oda ciddiyetle devam etti.
“Kendi yaralarımız dışında tüm hastaların yarasını tedavi etmeye çalışırız.”
Gözleri bir anlığına birkaç gün önce sargılanan elime kayarken, tekrar itinayla gözlerimin içine baktı. Türlü duyguları barındıran gözlerinde bu kez umursamazlık vardı.
“O kayıtlarda,” diye devam edecekti ki elindeki telefona üst üste bildirim sesleri düşmeye başladı.
Mesajlar her kimden geldiyse çenesini sıkarak elindeki telefona öfkeyle baktı.
“O kayıtlarda,” diye yeniledi güçlükle.
Bekledim. Ancak devam etmedi ve bir ânda geriye dönerek benden uzaklaştı. Kararsız kaldığını görebilmiştim. Kan çanağına dönen gözleri ve göz altlarındaki hafif koyuluklar, günlerce uyumadığını ispatlar nitelikteydi.
Pistin diğer kısmında duran bir diğer eğlence merkezine doğru yürüdü. Adımları tereddütsüzce bilardo masasının önünde durdu. Hırsla masanın üzerindeki numaralı topları ve istekaları yerlere fırlattı. Ceketinin iç cebinden çıkardığı parfüm şişesinin kapağını açıp kenara fırlattıktan sonra şişenin hepsini bir çırpıda masanın üzerine döktüğüne şahit oldum.
Ne yaptığını anladığımda ise çok geçti.
Hiç düşünmeden bu kez de pantolonunun cebinden çıkardığı zipponun fitilini harlayarak, çaktığı çakmağı acımasızca masanın üzerine fırlattı.
Kimyasalla buluşan ateş parçası, saniyeler içinde tutuşarak kızıl kıvılcımlara döndü. Kıvılcımlar masanın üzerinde cirit atarak her yeri kaplamaya başladı.
Kafayı yemiş olmalıydı!
Dehşetle geriye doğru adımlar attım.
Rahatsız edici dumanlar üzerimize siniyordu. Etrafa gri renkler bahşedip savunmasız atmosferler lütfederken, kızarmış gözlerine şaşkın ve öfkeli bakışlarla baktım.
O ise bakışlarımı umursamadan bowling pistinin önünde durdu tekrar. İnsanların bağırma sesleriyle beraber ortalıktaki panik artmıştı.
Her adımda gerileyip ona baktığımda parmakları daldırdığı toplardan bir tanesini eline alıp dünyanın en önemli işini yapıyormuş gibi bütün odağını pistteki lobutlara vermişti.
Boğazındaki öksürüklere aldırmadan elindeki topu büyük bir dikkat ve titizlikle pistteki lobutlara fırlatışını izledim.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |