14. Bölüm

Bölüm:13

Hümeyra hazır
hmyraa

Farkındalık...

 

Büyük bir farkındalık yaşadığı zaman herkesten daha çok acı çekiyordu insan. Bazen farkındalığın verdiği yükle prangalanıyor, bazen ise sadece anlaşılmak istiyordu. Ne var ki, anlaşılmadığı yerde yokluk hissini tadıyor, görünmediğinin farkındalığını yaşıyordu.

 

Bu yüzdendir ki cesedi taşımak zorunda olan kalp, duygusuz bir kan pompasından ileri gidemiyordu. Ve sonra yaşamdan keyif almayan cesedi taşımak,ağırlık veriyordu insan ruhuna. Taşımak istemediği cesetten kurtulmak adına bağlantısını kesmek istiyor, huzuru bulmak adına başka alemlere varmak istiyordu ruh. Yaşamadığını hissedince duygularını kaybediyormuş insan. Duygularını kaybetmiş bir cesedi hiç bir şey mutlu edemezmiş.

 

Kartal, gözlerinin içinde aynı yangını taşıyan bakışlarla pencereden bedeninin yanmasına sebep olan genç kızın cesedine bakıyordu. Yüreğini körükleyen vicdan azabı, gözlerinde tarifi olmayan duygularla acı çektiğinin bilincini veriyordu. Gözlerini kırpmadan baktığı esnada belkide yüreğinin mahkeme odasında defalarca kez kendini yargılıyordu.

 

Parmakları avuçlarının içine gömülüp birer yumruk halini alırken tüm hıncını ve acısını ellerinden çıkarmak istercesine tırnaklarını etinin içine saplıyordu. Lakin hiçbir acı hissetmediğini anlayınca sıktığı yumruğunu aniden serbest bırakıyordu.

 

Yangına verdiği yerin külleri şimdi onun yüreğinde yeniden közleniyordu.

 

Birkaç adım daha ilerleyerek bakış açımda duran yan profiline yaklaştım. Kirpiklerinin ucu yangından dolayı hafif yanmıştı. Gözlerinin içi yine kızarmış ve belkide biraz dolmuştu. Her ne kadar gaddar görünmeye çalışıp içindekilerin tersini lanse etmek istesede gözbebeklerinde gelip geçen kederleri net görebiliyordum.

 

Birkaç adım daha yaklaştım fakat onunla konuşmaktan vazgeçerek yanından usulca geçip gittim. Tam ona arkamı döndüğüm sırada ise sıkılı dişlerinin arasından bir cümle döküldüğünü işittim.

 

"Hesap sormayacak mısınız?"

 

Sorduğu soruyla birlikte yan profilini hafifçe benden yana çevirmiş ve yüzüne alayla karışık umursamaz bir tavır eklemişti. Az önce ki ruh haline değin bu kadar hızlı geçiş yapmasını beklemiyordum.

 

Olduğum yerde duraksadım. Kirpiklerinin altındaki koyu kahverengi harelere öfkeyle baktım. Lakin sakin durdum. Buz gibi bir ses tonuyla cevap verdim. Nitekim biliyordum bu buzdan sesim onun yüreği kadar soğuk ve hissiz değildi.

 

Ürkütücüydü Kartal… İnsanların bedenini bu kadar kolay yakması, acımasızca ve merhametsizceydi.

 

"Vicdanınızı rahatlatmak için birinin size kızmasını istiyorsanız kendi sesinizi dinleyin." dedim sert bir ses tonuyla.

 

Söylediklerimle gözlerini gözlerime meydan okuyan bir ifadeyle kenetledi. Üzerinde bitkinlik vardı. Yorgun bir ifadeyle gülümseyerek, aynı zamanda güçlü olduğunu kanıtlamak istercesine başını dikleştirip omuzlarını geriye attı. Ardından kelimelerini zarar içeren bir tonlama ve dehşetli bir sakinlikle üzerime saldı.

 

"Şaka yapıyor olmalısınız Meva Adanır. Vicdan azabı çektiğimi de kim söyledi! Bazen birini kurban etmemek adına birilerini kurban etmemiz gerekir."

 

Söyledikleri öfkemi arşa çıkarsada tepki vermemek için kendimi bir hayli tuttum. Nasıl oluyordu da kıydığı masum bir can hakkında bu kadar acımasızca konuşabiliyordu?

 

Camdan dehşetle yaralanan bedene bakarken aynı dehşetle onun gözlerine de baktım. Bu acımasız şahsiyete kelimelerimi feda etmek istemesemde gözlerimle birçok şeyi ifade etmiştim bile.

 

Anladığını belli eden bir ifadeyle baktı. Umursamıyor ama düştüğü bu duygu karmaşasının içindende kendini kurtaramıyordu.

 

"Yaralısınız ama farklı tedavilere başvuruyorsunuz." Dediğim an harelerinde bir takım duygular gelip geçti.

 

Yaktığı kızın bedenine odaklandı. Söylediklerimle gerildiğini hissettim. Duyguları bir muhaberenin içinde yenik düşmemek için çırpınıyordu. Bakışları hem çok anlamlı hem de çok anlamsızdı. Bedeni hem çok güçlü hem çok güçsüzdü.

 

Tekrar bana yöneldiğinde bir şey söylemek adına dudaklarını araladı. Fakat sonra vazgeçmiş olacakki susmayı tercih etti.

 

"Karakola gittiğim gün neden beni durdurma cüretinde bulundunuz?" diye sordum bu kez, daha vurgulu bir tonlamayla.

 

Beklenmedik bu soru karşısında afallamış duruyordu. Birkaç saniye içinde üzerindeki savunmasız hali atmak adına çabaladı. Ne diyeceğini bilemiyor, bu yüzdende yüzüme bakmakla yetiniyordu. Ardından ikinci sorumu düz ve de net bir biçimde tekrar yönelttim.

 

"Siz..." dedim ve üzerimdeki ağırlığı atabilmek adına, duygularımı kontrol altına almaya çalışarak devam ettim. "Yoksa annemin katili siz misiniz?"

 

Bunu söylerken ürpermiştim. Parmak uçlarıma kadar gerildiğimi hissediyor ve sanki bir gerçekle yüzleşiyor gibi hissediyordum.

 

Söylediğim şeyle şoka uğrarken çenesi kasıldı. Dudaklarını bastırırken ağzından çıkacak olan kelimeleri kontrol altına almaya çalışıyordu. Cevabı geciktikçe yüzüme soğuk su çarpıyormuş gibi hissediyordum.

 

Birkaç saniye sonra ruhsuz bir ses tonuyla cevapladı beni: "Hangi mantıkla bu konuda beni suçladığınızın hayretindeyim şu an." Öfkesini ses tonundan korusada ifadeleri bunu ele veriyordu. Öfkesi artarken devam etti. “Annenizin katili olsaydım çok sevgili babanız beni öldürme eylemine çoktan başlamıştı. Buna güç yettirebileceğini söyleyemem lakin en azından denerdi."

 

Sözcüklerinin üzerinden çok geçmeden arkasını dönüp camı izlemeye devam etmişti. Haklılık payı vardı ancak beni asla tatmin etmemişti. Bu sözlere ikna olmam olası bir durum değildi. Karakola giderken beni neden durdurduğunun cevabını vermemişti ve bu oldukça şüphe uyandırıyordu.

 

Arkasından meydan okuyan bir tavırla cevapladım.

 

"Bu işin peşini bırakmayacağımdan emin olun." Dediğim an yanından uzaklaşmak adına ilerledim.

 

Ta ki o ruhsuz ses tonuyla söylediği cümleleri tekrar duyuncaya dek.

 

Arkamı dönmeden olduğum yerde duraksadım.

 

“Bilirsiniz Meva Adanır, atlar ne kadar koşarsa koşsun yorulduklarını asla anlamazlar. Taki bu yorgunluk ölümle sonuçlanana kadar.”

 

Hiçbir alaka peyda etmeyen bu cümlelerine karşı dönüp soğuk ifadelerle yüzüne baktım.

 

Bir iki saniye sonra korkutucu kişiliğiyle beraber ürkütü bir ses tonuyla devam etti.“Sizde kendinizi fazla yormayın derim. Bu koşu sizi ölümle burun buruna getirebilir.”

 

Hayretler içerisindeyim. Bu cüretsizliğine değin diyecek tek bir kelime bulamıyordum. Alenen ettiği tehditleri bir zamanlar ciddiye almıyordum fakat dün avm’yi yakıp ikimizi de ölüme terk ettiğinde, cümlelerini öylesine kullanmadığını anlamam uzun sürmedi. İşin kötü tarafı o ve onun gibiler bu şekilde elini kolunu sallaya sallaya dışarıda geziyordu.

 

Bu Ülkede adalet yoktu. Peki diğer ülkelerde var mıydı ki? Sanırım dünyada adalet yoktu, çünkü bu zamanda insanlar adaleti sağlayamıyordu. Ama ben du adaleti sağlamak için elimden geleni yapacaktım.

 

“Dağda olsanız yıkılırsınız, taşta olsanız kırılırsınız. İnsansınız çünkü. İnsan aciz bir varlıktır. Ne kadar güçlü olursanız olun, acziyetiniz hep sizinle olacak.” diye çıkıştım.

 

Bu söylediklerimin ona tesir etmesini beklemiyordum ve o da umursamaz tavrıyla bu düşüncemi tasdiklemişti. Ardından bir şey söylemesini beklemeden ilerledim.

 

Soğuk hastane koridorları binbir acıyı taşıyan seslerle doluydu. Herkes kendi halinde işine odaklıydı. Fakat burada hastaların bağrından kopan acının atmosferi yayılıyordu her tarafa.

 

Bazen bir ölünün bazen de bir yaralının sesi duyuluyordu. Öyle sadece bedeni yaralı olanlar acı çekmezdi. Kartalın da yaralarını en derinden işitiyordum. Fakat bu ona beslediğim öfkeye karşılık içimde merhamet duygusu barındırmıyordu. Acımasızdı çünkü. Yaraları ona acımasız olma hakkı vermiyordu.

 

***

 

“Pelerinsiz kahramanımız kitabını bitirebildi mi bakalım?” diye sorduğumda, Ömer elindeki kitabı masaya bırakıp neşeyle gülümsedi.

 

Her geçen gün daha iyi görünüyordu. İşte tamda bu yüzden babasının ölümünü henüz öğrenmemesi gerekiyordu.

 

Son zamanlarda Kartal’ı onun odasına sık sık girerken görüyordum. Yine bir şeyler mi çeviriyordu yoksa sahiden Ömer’le mi ilgileniyordu bilemiyordum.

 

“Bitirdim Meva abla. Bu kitap sahiden ufkumu açtı. Zaten kartal abii bunu verirken ufkumun açılacağını söylemişti. Haklıymış.”

 

Alnına düşen saçlarını eliyle arkaya tarayıp, kocaman gülümsemesiyle yüzüme bakıyordu.

 

“Hmm, peki sana başka neler söylüyor Kartal abin?”

 

“Beni çokça güldürüyor. Yemeğimi yiyip yemediğimi kontrol ediyor her gün. Yemek yemezsem artık bana kitap getiremezmiş. Bu kitabı verirken bana; bunu oku belki sen bizden farksız olursun demişti.”

 

Kartal uyanık sen nasıl bir insansın? Bu işin içinde bir şey olabilir miydi? Çünkü Bu bahsettiği kişi Kartal’a hiç mi hiç benzemiyordu.

 

“O öyle diyince sen ne dedin peki?”

 

“Bende ona evet ben doktor olmak istemiyorum zaten, ressam olacağım dedim.”

 

Verdiği cevaba kısıkça gülmekten kendimi alamadım. Çantamdan çıkardığım boyama defteri ve kalemleri ona verdiğim an kolları narin bir sarmaşık gibi boynuma dolandı.

 

Saatler sonra beni gülümsetebilen tek kişinin bir çocuk olması ne garipti.

 

***

 

Hastanenin büyük bahçesinden uzaklaşarak caddeye açılan stadın girişine doğru ilerledim. İkindi güneşiyle birlikte, İstanbul sokaklarının en yoğun olduğu saatlerdi.

 

"Meva!"

 

Ardımdan duyduğum tanıdık ses tonuyla durdum, kaşlarımı havalandırarak omzumun üzerinden geriye doğru baktım. Nehir ve Selma hevesli ve hızlı adımlarla bana doğru ilerliyorlardı. Kaldırımın ucunda durup tamamen onlara doğru döndüm.

 

Gözlerim kısıldı. "Mesai bitiminden sonra bu kadar hayat dolu görünmenizi hangi sebebe borçluyuz hanımlar?" Diye sordum hafif bir tebessümle.

 

Birbirlerine bakarak haylaz haylaz gülüştüler.

 

Nehir çenesini kaldırarak aşağıya doğru uzanan caddenin kalabalık seyrini gösterdi. "Zihnindeki gösteriyi biraz boşlayarak etrafına bakınırsan, bugün atmosferin bile gülümsediğini farkedebilirsin." Diye takıldı matrak bir tavırla.

 

Anlamsızca etrafıma bakınacakken ikiside koluma asılarak yönümüzü caddeye doğru çevirdiler ve tekrar aynı heyecanla ilerlemeye başladılar.

 

"Ama bugün resmi bir tarih değil." Diye konuştum ağzımın içinden.

 

Sol tarafımdaki Selma gözlerini devirdi. "İnsanlar sadece şeker bayramında eğlenmek için gün saymıyorlar sevgili Meva." Diye beni tiye aldı.

 

Sağ tarafımdaki Nehir, sössüz bir anlaşmayla başını salladı ve onu onayladı. "Ve Noel babalar yılbaşına özel olabilir, palyaçolar bütün günlere aittir, tatlı Meva." Diyerek kafamı daha çok karıştırdı.

 

Sağımda ve solumda konuşan iki meleğin terazisinde gibi hissediyordum.

 

"O halde bugün vizyona girmiş bir sinema filmi ya da eğlence merkezinde gösteri seyri falan mı var?"

 

Bu kez ikiside durdu, birbirlerine baktılar, ardından Nehir, “Bugün mükemmel bir film önerisiyle karşındayız tatlış Meva.” Dedi.

 

Emin olamayarak düz bir ifadeyle kirpiklerimi zemine doğru düşürdüm. Aslına bakılırsa hiçbir aktiviteyi yapmak isteyecek kadar keyfim yoktu. Babamla aram hâlâ kötüydü. O akşam ki konuşmalarımız her an zihnimde yankılanıyordu. Onlara belli etmesemde içimi kemiren bir hüzünle dolup taşıyordum.

 

Bölüm : 09.09.2025 22:37 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...