
Oy verip, yorum yaparsanız; bölümler daha hızlı gelecektir.
Bölüm 5: Hırsız polis oyunu
Bazen olmayan gizemlerin peşinden sürüklenir, bazen ise gözle görülen hadiseler karşısında ise kör ve sağır olmayı tercih ederdik.
🪫
Titreyen parmaklarımla masada duran kitabı elime aldım. Zihnimde şüphe sinyalleri yanıp sönse de, henüz hiçbir şey net değildi. Yazılar birbirine benziyor olabilirdi. Evet çok büyük bir benzerlik vardı fakat buna peşin hüküm yükleyemezdim.
Birkaç derin nefes alışverişlerinden sonra kendimi yavaş yavaş sakinleştirmeyi başarmıştım. Bu durumu kabullenemezdim. Bu gerçekle yüzleşmek bana çok fazla gelirdi. Peşine düşecektim, bir iz bulmuşken bunu göz ardı edemezdim. Ve umarım bu sadece büyük bir benzerlik olurdu. Aksi halde yüreğim onarılmayacak parçalara ayrılırdı.
Hastane girişine adım attığım esnada durgun bir halde koridorun ortasında beklediğimden bir haber, derin bir dalgınlığa gömülmüştüm. İnsanların tuhafsayan bakışları üzerimde geziniyordu ve bu oldukça rahatsız ediciydi.
Bu sırada aynı anda açılan kapılarla başımı önce çarprazıma, daha sonrada sol tarafıma çevirdim. Selma kendi odasından çıkarken, Nehir asistanı olduğu Sıraç Bey’in odasından çıkıyordu. Bakışlarımın durduğu noktada Selma’nın asık suratı vardı. Kendini sıkarak olduğu yerde sinirli bir ifadeyle derin derin nefesler alıyordu.
Ellerimi beyaz önlüğümün ceplerine daldırarak hafifçe güldüm. “Senin de ameliyatta olman gerekmiyor muydu doktor?” Diye sorduğumda, Selma’nın canı sıkkın bakışları beni buldu.
“Hastaneye yeni gelen anestezi uzmanını hemen benim yerime almalarına verecek bir cevabın yoksa, beni meşgul etme çünkü gidip baş hekimini hastaneyle birlikte havaya uçuracağım!” Diye yükseldiğinde, gülmemek için kendimi zor tutuyordum. Pimi çekilmeye müsait bir bomba gibi duruyordu.
Elimi dostane bir tavırla omzuna yaslamıştım ki, konuşmama fırsat vermeden başını indirip ellerine baktı. “Ellerim titriyor,” dedi fısıltıyla. İçerlendiği husus, O’nun yerine yeni biri almaları değildi. Bir türlü strese karşı ellerinin zangırtısını durduramamasıydı. “Birinin damarını keseceğim diye ödüm kopuyor, dizlerimin bağı çözülüyor. Bunu nasıl aşacağım? Şimdiye kadar hiçbir ameliyat odasına kendi alanımla giremedim,” Dudaklarını büzerek, başını kaldırıp yüzüme baktı. “Sürekli deneyimsiz bir stajyer gibi, benimle aynı stratejide olan doktorların asistanı oluyorum o odada. Bu fazlasıyla can sıkıcı.”
İlk defa Selma’nın bu kadar uzun ve soluksuz konuşmasıyla, şaşkınca birbirimizin yüzüne baktık. O’da kendi yaptığı çıkışı beklemiyor gibiydi.
Aynı anda gülmeye başladık.
“Sinirlerin yıpranmış senin,” dedim başımı iki yana sallayarak. “Kendini alıştırman için bir müddet daha staj dönemine dönerek, kadavralarla mesleğini pekiştirmeye ne dersin?”
Muzip bir gülümsemeyle sorduğum soruya yüzünü buruşturarak cevap verdi.
“Stajyerlik dönemi mi? Tam bir trajedi!”
O’na hak vererek başımı salladım. Zamanında anatomi dersinde, ölülerin üzerine yaptığımız çalışmalar, en kötü staj deneyimiydi hepimiz için.
“Bir ölüyü delik deşik ederek tekrar öldürmek, bütün etik değerlerimin katiliydi.” Dedi Selma, midesi bulanmış olacak ki o anları tekrar yaşıyormuş gibi rengi atmıştı.
Ürpererek güldüm. Kadavraları deney olarak kullandığımızı hatırladıkça elektrik akımına uğrayan bir hasta misali histerikçe irkiliyordum. Tıp için masum bir katliamdı, bizim için ise trajedinin ta kendisiydi.
“Bunu kan mı tuttu, niye suratı kireç gibi kesilmiş.” Selma düşüncelerimin arasına girerek, ardımızda unuttuğumuz Nehir’i çenesiyle gösterip gülerken, bende omzumun üzerinden dönüp yüzüne baktım.
Yüzü bir suç işlemişçesine solgunlaşmıştı. Sesi soluğu kesilmişti. Bu haline karşı kaşlarımı havalandırarak tamamen O’na doğru döndüm.
“Neden yine Sıraç hocanın başına bir iş açtığını ve şuan mağdur ayağına düştüğünü hissediyorum?” Diye şüpheci bir tavırlarla sorduğumda, gergince gülümsedi. Ne zaman bir haylazlık yaparsa bunu gizlemek için ayağını diğer ayağının ucuna sürttüğü için, anında bir şeyler karıştırdığını anlardım.
“Belki birazcık Sıraç Bey’i kızdırmış olabilirim,” dedi masumca. Gözlerimi kıstığımda dudaklarını ısırarak, “Tamam, birazcıktan biraz daha fazla.” Diye savunmaya geçti. Selma’yla inanamazca yüzüne bakmaya devam ettiğimizi farkedince omuzları çöktü. “O kadar belli mi oluyor kabahatimin büyüklüğü?”
Önünde durduğu kapının, yani Sıraç Bey’in odasından âniden yükselen çarpma sesiyle irkilerek geriye kaçındı. “Aman canım, altı üstü bütün randevularını karıştırdığım için mesaisi uzadı.”
“Ne!” Diye bağırdık Selma’yla aynı anda.
Bütün gün bizim işimizi sekteye uğratmamış gibi hiç sektirmeden Sıraç Bey gibi otoriter ve işinde sıkı disiplinli bir doktoru çıldırtmayı nasıl başarmıştı? İnanılmazdı.
Usulca gülmeye çalıştı. “Ama ben demiştim laboratuvar fobim var diye. Dinlemedi ki, ben mi suçluyum şimdi?”
Dudaklarımı sıktım. “Ne yaptın yine? Adam bu sefer epey kızgın duruyor.” İçeriden hâlâ öfkeli homurtular yükseliyordu.
Nehir anında gözlerini doldurarak bize kendini masum göstermek için çocuksu bir hüzünle yanımıza vardı.
“Anlatacağım ama beni korumazsanız Sıraç Bey tarafından serum hortumuyla boğularak can verebilirim.”
“Abartma,” dedi Selma gülerek.
Nehir derin bir nefes alarak soluksuzca anlatmaya başladı. “Sıraç Bey laboratuvar departmanına gidip iki hastanın tahlil sonuçlarını almamı istedi. Afra, O’na acele ettirdiğim için tüplerin üzerindeki barkodları karıştırmış meğer. Ne olsa beğenirsiniz? Sağlam olan hastanın tahlillerinde kanser olduğu yazıyordu, kanser olan hastanın da tahlilleri temiz görünüyordu.” Siniri bozulmuş gibi gülerek devam etti.
“Sıraç Bey’in nevri döndü. Kanser olan hasta sevinçten hepimizi unutup çığlık çığlığa hastaneden koşturup çıktı. Şaka gibi! Kanser olmayan ama sonuçları kötü çıkan hasta ise fenalık geçirdiği için Sıraç hoca tekrar muayeneye aldı onu. Randevu sırası birbirine karıştı. Eh sanırım...Epey işini bozdum. Hayır, daha kötüsünü duymadınız bile!”
Selma’yla birlikte şoktan şoka girerken aynı anda ikimizde fenalık geçirircesine ellerimizi kaldırarak yüzümüze doğru salladık. Bütün gerginliğimi bana unutturmuştu. Ve sanırım Selma’nın da öyle.
“Daha kötüsü ne olabilir! Adama yardım etmezsek işin içinden hayatta çıkamaz. Senin yüzünden ayda yılda denk gelen boş saatimiz heba oldu!”
Selma’nın isyanına başımı salladım. Tam bir baş belasıydı!
“En kötüsü de bir kanser hastası umutla çıktığı hastaneye tekrar dönecek!”
Nehir hepimizin gazabına üst üste uğradığı için yutkunarak geriye çekildi. “Arkadaşınızı korumayacak mısınız?”
“Başka şansımız var mı sence!” Selma’yla yine aynı anda konuşmamız trajediydi.
Bu sırada Sıraç Bey kan ter içinde kalmış bir vaziyette odasından çıkıp bize doğru ilerlediğinde, üçümüzde iç güdüsel bir dürtüyle nefesimizi tutup bakışlarımızı kaçırdık. Bizim ne suçumuz varsa artık!
“Anlıyorum sizi, çok üzgünüm Sezen hanım. Bu talihsiz yanlış anlaşılma için maalesef ki çok mahçubum size karşı.... Bu hafta tedaviye başlamak için sizi bekliyor olacağım. Biliyorsunuz bundan sonra hastanede müşahede altında kalacaksınız...”
Telefonda konuşan adam mendiliyle alnını silerken, arkamıza saklanan Nehir’e kötü kötü bakışlar atarak hızlıca koridoru dönüp gitmişti. Fazlasıyla hırpalanmış görünüyordu.
“Sanki biraz öfkeli görünüyordu.” Dedi Nehir ardımızdan korkuyla kısılmış bir ses tonuyla.
Gülmeye başladım. Gerçekten dakikalar içerisinde hepimizi delirtmişti.
“Dikkatli bakılmadığı sürece belli olmuyor sanki. Sence Meva?” Diye ekledi Selma. Alaycıydı sesi.
Adam sinirden küplere binmişti...
“Tabii canım, yakından bakılmadığı sürece aksini kimse iddia edemez.”
Nehir bunu yutmuş olacak ki heyecanla önümüze geçti.
“Gerçekten mi?”
Buna dayanamayarak sağ kolunu çimdikledim. Selma’da hıncını çıkartmak için sol koluna hafifçe vurdu . Acı dolu bir nidayla bizden kaçmaya çalıştı. “Hadi ama! Bu o kadarda abartılacak bir mevzu olmamalı!” Dediğinde, Selma burnundan sertçe soluyup geriye çekildi. Bende O’na sen iflah olmazsın bakışları atarak geriye çekildim.
Tam bir umutsuz vakaydı.
Biraz sonra üçümüzde orta yol olarak hastanenin güneşlik gören terasına çıkmak için harekete geçmiştik ki, yan yana durduğumuz yerden koridorun sonunda beliren manzarayla donup kalmıştık.
“Benim gördüğümü, sizde görüyor musunuz?” Diye fısıldadı Selma. Bunu ağlamaklı bir ses tonuyla söylemişti.
Yutkunarak, “Birbirimizin zihnine sızamadığımıza göre, karşımızdaki naçizane şahıs Mü-müjgan teyze olmalı.” Diye kekeledim.
Nehir arkaya doğru bir adım attı. “Hani benim biyolojik teyzem olan, Müjgan teyze değil mi?”
Hepimiz kaskatı kesilmiş bir halde başımızı salladık. “Sizce kaçmak için çok mu geç?” Diye sorduğum sırada, koridora doluşan kargaşaya yakalanmıştık bile.
Kartal, muhtemelen kim olduğunu bilmediği Müjgan teyzeyi tekerlekli sandalyeyle olduğumuz tarafa doğru sürüklüyordu. Hemen yanında mesai arkadaşlarından olan başka bir doktorda, Müjgan teyzenin olmazsa olmazı süper hızlı tansiyon arkadaşı Suzan teyzeyi sürüklüyordu tekerlekli sandalyenin içerisinde. İkisinin de yüzünde komik bir bocalamışlık hakimdi. Muhtemelen daha önce hiç bu kadar kendilerini uğraştıran hastalık hastası, hastalarla karşılaşmamışlardı.
Ayrıca, Müjgan teyzenin kolunda bir serum aparatı vardı. Kartal’ın hemen yanındaki asistanı serum askısını tutuyordu. O’nun da gözlerinde dehşet ifadesi vardı.
“Hanım teyze, tansiyonunuzu ölçtük. Hiçbir şeyiniz yokmuş, ilaçlarınızı tekrar yazdırıp gidebilirsiniz.” Diyordu doktor Alişan.
Suzan hanım nazlanarak kaş çattı. “Sizin tansiyon aletiniz bozuktur! Evde baktırıp geldim ben, benden daha mı iyi bileceksiniz tansiyonumu! Yükselmiş bütün değerlerim, hizmetinizi hiç beğenmedim.” Yaptığı kinayeyle alttan alttan güldüm.
“Gidin müşteri hizmetlerine o zaman.” Diye homurdandı Kartal.
Yanındaki doktor huysuzca, “Madem bizden iyi biliyorsunuz, burada ne işiniz var?” Dedi içerlenerek.
Kadın ikisini öldürücü bakışlarıyla susturduğunda, “Yeni nesil gençleri yok mu, hepiniz aynısınız!” Diye azarladı bu kez. Selma kıkırdamıştı dayanamayarak.
Doktor şaşkınca kadına baktı. “Ne dedim ben şimdi?” Akıl yormaya kalkarsa, işin içinden asla çıkmayacağını henüz bilmiyordu.
Bu sırada hepimizin korkulu rüyası Müjgan teyze, hiddetle tekerlekli sandalyenin kenarlarına asıldı. “Beni yamuk sürüyorsunuz!” Dedi Kartal’a kızarak.
Simetri hastası kadın, muhtemelen bize gelene kadar bütün ince detayları düzeltmiş olmalıydı.
Kartal sabır dileyen bir ifadeyle sandalyeyi düz sürmek için resmen başını yerden kaldırmıyordu. “Hastanenin mimari yapısı yamuktur, siz bakmayın etrafınıza. Dümdüz sürüyorum ben sizi.” Diye ağzının içinden bir şeyler geveledi. Neredeyse seslice gülecektim.
“Zamane gençleri yok mu, devletin malına laf atarsınız ancak,” dedi Müjgan teyze kavgacı bir tutumla. “Her yer kir toz içinde zaten. Kim bilir ne tür enfeksiyonlar kapıp gideceğim evime!” Kartal başını duvarlara vurmak isteyen bir bakışla burnundan soludu.
Biliyordum ki, her iki kadın konuyla alakasız her şeyi öne sürüyordu.
“Her yer temiz teyzeciğim,” diyecek olan asistana ters bir bakış atarak onu da susturdu Müjgan teyze.
“Yaka kartını sola doğru yamuk takıp, soy ismini batı yönünde olması gerekirken kuzey yönüne doğru kayan ve doğru düzgün ismini belirtmekten kaçınan bir vatandaş düşmanı tek kelime etmemeli!” Diye azarladı kızcağızı.
Asistan kız şaşkınca başını eğip, mavi gömleği toplandığı için ufacık bir açıyla eğim kazanan yaka kartına baktı. Gözleri kocaman açılmıştı.
“Değil mi Müjgancığım? Birde tekerlekli sandalyenin kenarındaki toz tanecikleri yok mu, sanırım iyi değilim.” Diye sahte bir dert yakındı Suzan teyze.
Müjgan teyze fenalık geçirir gibi elini alnına koydu. “Dezenfektenizde yoktur şimdi sizin,” Diye söylenecekti ki, koridorun panosuna asılı tatbikat dokümanlarına takıldı siyah gözleri. Dehşetle iç çekti. “Hepsini nasıl bu kadar eğri yerleştirirsiniz? Çabuk kızım düzelt şunları!”
Asistan kız korkuyla serum askısını Kartal’ın eline tutuşturduktan sonra koşarak bütün jelatinle kaplı yazılı kağıtları tek tek düzeltti. Hepsinin eli ayağı birbirine dolanmıştı.
Nehir “Odanız temiz mi?” Kızlar diye fısıldadı. Ben hızlıca başımı salladım ama artık pekte emin değildim.
Onlara ihanet ederek sola doğru döndüm ve asansörün yanındaki basamaklara yöneldim. “Siz ilk müdahaleyi yapın canım arkadaşlarım, ben odamı temizleyip geleceğim!” Diye seslenerek bir koşu üst katın merdivenlerine doğru ilerledim.
“Çabuk bayılma numarası yap,” dedi Selma, Nehir’e. “Ancak böyle sıyrılabiliriz.”
Göz ucuyla gördüğüm kadarıyla; Nehir hiç düşünmeden küt diye Selma’nın kollarına yığılıp rol kesecekti ki, Müjgan teyzenin duyduğu seslerle ışıldayan gözleri ikisini bulmuştu.
“Ah benim tatlı, temiz ve güzel kızlarım!” Diye şakıyarak sanki az önce sorun çıkaran ve yürüyemeyecek kadar hasta olan kendisi değilmiş gibi kalkarak yanlarına doğru adımladı. İkisi de yakalanmış olmanın verdiği kasıntıyla zoraki gülümsemişti.
Asistan kız, serum askısını tutarak arkasından gelirken afallamış duruyordu. Kartal ve yanındaki doktor Alişan birbirine anlamsız bakışlar attı.
“Az önce gelmişime geçmişime kadar saydıran o huysuz kadın, şimdi Selma hanımlara nazikçe seslendi mi yoksa bana mı öyle geldi?”
“Sorgulamada gidelim. Kadın dayanışmasına akıl sır erdiremezsin!”
Onlarda kaçıp gittiğinde, son gördüğüm görüntüler bunlar olmuştu. Kıkırdayarak tehlikeyi atlatmış olmanın verdiği rahatlıkla yavaş yavaş merdivenleri tırmandım.
Kendi katımın personel odasına girdiğimde, etrafta göremediğim temizlik aletleriyle suratım asıldı. Bu nedenle temiz hava almak aracıyla da hastanenin teras katına yöneldim. Muhtemelen temizlik hademelerinin temizlik saatiydi, bu yüzden bu saatte ancak terastaki aletler boş kalırdı.
Ağır adımlarla hastanenin terasına vardım. Burnuma dolan temiz havayı birkaç saniye boyunca içime çektim. Epey yorucu bir gündü. İnsan kalabalığından ve karmaşasından yorulan zihnimin birkaç dakikada olsa dinlenmeye ihtiyacı vardı.
Genellikle sakin ve sessiz olan terasın tek misafiri ben olurdum. Yorulduğum ân soluğu burada alırdım.
Terasın iç bölmesinde temizlik aletlerinin olduğu tarafa yönelerek içeri girdim. Müjgan teyze odama uğramadan yerleri çekpaslasam iyi olacaktı. Zeminin temiz olması bile tansiyonunun fırlamasına yardımcı olmuyordu; bu yüzden yeni cilalanmış gibi parlak durmalıydı.
Bu anormal düşünceye içten içe gülümsediğim sırada hiç beklemediğim bir zaman zarfında kulağıma tanıdık bir ses doldu.
Kapı hafif aralık ve içereside hafif karanlıktı. Kapı eşiğinden sızan floresan lambanın cılız ışığı bir tek bulunduğum kısmı aydınlatıyordu. Kapının arkasına geçip asılı poşetlerin içerisinden bez alacaktım ki Kartal’ın sesi çarptı kulaklarıma.
“Bugün için gelemem başka bir işle meşgulüm. Assoy holding de bir davet var ve benim için bundan daha iyi bir fırsat olamaz.”
Assoy holding mi? Babamın iş birliği yaptığı şirketten mi söz ediyordu? Duyduklarım beni istemsiz bir şekilde kuşkuya sürüklediği esnada karşıdan gelen yanıtlar üzerine konuşmasına devam etti.
“Bugün bu işe son vereceğim. Kız kardeşimin tutsaklığına daha fazla katlanamam.”
Bunları söylerken direncinin son safhalarına yaklaşmış bir sabırsızlıkla ifade ediyordu kelimelerini. Ses tonunda keskin bir kararlılık ve belli belirsiz bir öfke hakimdi.
“Evet artık bu hastane de işim kalmadı. Verdiğim adrese gelirsin. Parola konusunu açmak istemiyorum onu kaybetmenin bedelini ödeyeceğim zaten. Bunun farkındayım.”
Baştan beri buraya doktorluk yapmak için gelmediğini biliyordum. Her nedense hissetmiştim. Verdiği adresin hepsini daha sonra kaydetmek üzere aklımda tutmuştum.
Kız kardeşimin tutsaklığı da, ne demekti?
Yaklaşık bir dakika sonra teras, uzaklaşan adım sesleriyle dingin bir sessizliğe gömüldü. Tuttuğum nefesimi tüm gerginliğimi atmak istercesine dışarı atarken emin olmak için birkaç saniye daha orada bekledim. Sonunda emin olduktan sonra temizlik odasından hızla çıktım.
Aynı yolu daha dalgın adımlarla arşınlayıp, odama geçtim. İkili odamdaydı ve görünüşe bakılırsa, Müjgan teyze de yoktu.
“Demek buradasın kaçak!” İkisini Müjgan teyzenin eline bıraktığım aklıma gelince Selma’nın üzerime gelen adımlarından kurtulmak için panikle masanın arkasına geçtim.
“Bil bakalım Müjgan teyzenin isteği ne?” Diye hayıflandı.
Kuşkuyla “Ne kadar kötü olabilir ki?” Diye sordum.
“Bu akşam Nehir’in evine çağırdı ikimizi de. Uzun zamandır titizlik denetlemeleri aksadığı için bizimle itinayla vakit geçirmeye ihtiyacı varmış!”
Selma dert yakınırken söylediklerini idrak etmekte biraz geciktiğimi fark ettim. Hiçbir şeye odaklanamıyordum çünkü zihnimdeki bütün düşünceler bir muharebe meydanında, oklarını mantığıma hedef almışlardı.
“Dinliyor musun sen beni?” Diyerek sesini yükselttiğinde irkildim.
Oda şaşırmıştı. “Affedersin,” dedim cılız bir mırıltıyla.
“Neyin var? Durgun görünüyorsun?”
“Kitabın üzerindeki notla cebimdeki notun benzerliği aklımdan çıkmıyor. Üstelik Kartal’ın, babamın ortaklarıyla bir iletişimi var ve babamın henüz, bütün bunların neresinde yer aldığını bilmiyorum. Her şey giderek karmaşık bir hâl alıyor.” Diyemedim.
Peşinden koşturduğum mesele esrarengiz kapılar ardındaydı ve anladığım üzere büyük bir girdabın içine düşmüştüm. Düğümlenmiş bir olay silsilesinin içerisindeydim, dizginleri bir ân önce tutmazsam kayışlar ya kopacaktı ya da masum kişilerin boynundaki urgan olacaktı.
Selma’ya ruhsuzca gülümsedim. “Bu akşam sizi ekeceğim maalesef.”
İtiraz etmek için dudaklarını araladığında sakince engel oldum.
“Bunu telafi edeceğim, söz. Önemli işlerim var, bugün dostunu idare et.”
Ciddi yüz ifademden çekinerek pes ettiğinde, “Peki.” Demekle yetindi.
Duygularımı ustalıkla saklayarak önüme döndüm. Bu gece uzun bir gece olacaktı.
***
Mesai saatim biter bitmez üzerime ceketimi aldım ve bir solukta hastaneden dışarıya attım kendimi.
Yanmaya başlayan sokak lambaları akşam ayazına dem vuruyor, ışıklar kaldırımlara bir vurgun misali dökülüyordu. Yolumun üzerinde caddeden geçen boş bir taksi çevirip evime vardım. Arabam tamirden gelene kadar böyle idare edecektim. Cebimden anahtarı çıkarıp usulca içeri girdim. Babam evde yoktu. Ve bu da benim için ufak bir fırsattı. Son konuşmamızın ardından o konuyu bir daha hiç açmamıştık. Babamla aramın bozulmasını asla istemiyordum.
Hızlı hızlı üzerimi değiştirip simsiyah bir kombinle kamuflaj oldum. Masamın önüne varıp çekmecemdeki küçük kilitli kutuyu çıkardım. Tüm tedbirleri almak adına babama mesaj atıp nerede olduğunu sordum. Ve birazdan evde olacağını söyledi. Ardından tekrar mesaj atıp bugün ona akşam yemeğinde eşlik edemeyeceğimi haber verip geç kalacağımı belirttim.
Penceremden sızan cılız sokak lambalarının yetersiz geldiğini ve ışığımın kapalı olduğunu daha yeni fark ediyordum. Karanlığı ve çoğu zaman karanlıkta oturmayı seviyordum.
Işık direkt olarak masamı aydınlatırken, parmaklarımın arasında dönüp duran kartviziti inceledim.
SANSAR
Üzerinde sayısal koordinatlar vardı. Bu amblemin özelliği neydi?
Sansar, dedim tekrar içimden. Pek az bilinen yırtıcılardandı. Vahşiliklerini savunmasız kaldıklarında kullanırlardı ve tehlikeli olmaları beklenmedik bir ânda ortaya çıkardı. Geceleri avlanır, oldukça hızlı hareket ederlerdi.
Bu bir kod olabilir miydi? Kişinin meziyetlerine göre verilen bir yırtıcı ismi?
Çaprazımda ki aynaya yansıyan gölgeli yüzüme baktım. Ay ışıkları yüzümü yeniden çizmişti sanki.
Saate bakarak ağır bir tavırla ayaklandım. Kartviziti ve siyah maskemi belki lazım olur diye çantama atarak odanın çıkışına yöneldim. Vakit kaybetmeden bir taksi çevirdim. Kartal’ın telefonda verdiği adres zihnimde kazılı dururken geç olmadan aynı adresi verdim. Karanlık ve ısısız caddelerden ilerlerken, tedirgin olduğumu belli etmeden geçtiğimiz her bir caddeyi olabildiğince hafızamda tutmaya çalışıyordum.
Kanımda dolaşan belli belirsiz gerginliği hissedebiliyordum. Şehrin kalabalık caddelerinden geçen araç, lüks mekanların olduğu bir şeritte durdu.
“Verdiğiniz adres burası hanımefendi.”
Kaş çatarak dışarıya bakındım. Assoy holdingin tam karşısındaydık.
Burası babamın iş birliği yaptığı şirketse Kartal’ın burada ne işi vardı?
Ücreti ödeyerek indim.
Park alanında birçok araba vardı. Jeep, Mercedes, BMW , Lamborghini, Ferrari, Honda, Porsche... Fakat tuhaf olan hepsinin esrarengiz bir şekilde siyah renkte olmasıydı. Manuel otomatik kapının iki yakasında iki güvenlik duruyordu. Kenar köşelerde ise fiyakalı takım elbiselerle duran birkaç adam sigara içiyordu. Yutkundum. Garip bir atmosferi vardı. Oldukça bu ortama aşina ve doğal görünmeye çalışarak boş bir ifadeyle güvenliklerin olduğu kısmın önüne vardım. Tam içeri girdiğim sırada girmemi engelleyen bir el durmamı sağladı.
Muhafız gibi dikilen nöbetçi, sert duran bir ifadeyle yüzüme baktıktan sonra dur işareti yapan eli aşağıya inmişti. Bozuntuya vermeyerek ne olduğunu anlamaya çalıştım.
Kuşkuyla havaya kaldırdığı tek kaşıyla, “Parola?” Diye sorguladı ciddiyetle. Ses tonundaki soğuk tınlamayla ürpermiştim.
İçimdeki stres ve coşkulu adrenalinin aksine dümdüz bakışlarla yüzüne baktım. Kendimi tehlikeye atacak hiçbir mimik sergileme lüksüm yoktu. Risk alarak gelmiştim.
“Ah, bir saniye lütfen.” Elimi çantama atarak sakin adımlarla tekrar arkamı dönüp yürümeye başladım. Ne parolası!
Davetli listesi yoktu. Resmi bir diyaliz ise hiç yoktu. Şifresi sınırlı olan bir şirketin doğal bir ticaret merkezi olduğunu hiç sanmıyordum. Bir köşeye çekilip zihnimi düşünmeye ittim. Bir fikrim vardı fakat yine emin değildim. Risk alıp bunu başaracak olsam her şeyi netleştirecektim.
Zihnimde Kartal’ın sesi yankılandı ansızın. “O parolayı kaybetmenin bedelini ödeyeceğim. Bunun farkındayım zaten.” Demişti, teras katında.
Kafamda şimşekler çaktı. Çantamdaki kartviziti çıkarırken içeriye giren insanlara göz attım. Hızla güvenliğe bir kart gösterip içeri giriyorlardı. Tabi ya!
Karakola gitmeme engel olan Kartal’dı...
Kart ona ait olduğuna göre onunla hastanede tanışmamıştık!
En ilginci ise kart sahiplerini belirleyen argümanlar yoktu. Üstelik içeriye girmezsem bakışları üzerimde olan korumaların şüphelerine odak olacak, hedef alınacaktım.
Zihnimi hızla çalıştırdığımda, saniyeler sonra kendimi yine o kapının önünde buldum. Yüzüme dik dik bakan adamlara ruhsuzca gülümseyip elimdeki kartı havaya kaldırdım. “Sanırım bana referans olacak kartı buldum,” Omuz silktim. “Kadınların çantası her zaman karışıktır bilirsiniz.” Dedim rahat bir umursamazlıkla.
İki adam birbirine baktı. Gerginlikle yanağımın içini ısırdım.
Esmer adam bir şeyler sezmiş gibi yüzüme bakıp tereddütle kaşlarını çattığında, kumral adamın kenara çekilip yön vermesiyle hızlıca içeriye girdim.
İnsanları takip ederek izlerinden ilerlediğim sırada giriş lokasyonundan itibaren danışman departmanını aşarak farklı bir çıkışa ulaşmış, holdingin devasa bir salonuna giriş yapmıştım. Buna şaşırarak etrafıma bakındım. Dıştan olduğu gibi içereside oldukça şaşaalıydı. Misafirler için kenarları gümüş işlemeli masalar kurulmuş, gold tasarımlarla gösterişin dibine vurulmuştu. İkramlar mezelerden, içecekler ise likörlü ve alkollü menülerden oluşuyordu.
Yuvarlak masaların bir tanesine yanaşıp ayakta dikilmeye başladım. Maskemi taksam çok mu dikkat çeker diye düşünmeden edemedim. Çünkü her an tanıdık bir yüzle karşılaşabilirdim. Misal Kartal gibi. Oda buralarda olmalıydı. Sonunda çantamdan siyah hastane maskemi çıkarıp usulca yüzüme yerleştirdim.
Herkes kendi halinde sohbet ediyor, kibirli ifadeler nostaljik konçertonun ritmine hafifçe yerinde salınarak eşlik ediyordu. Şimdilik her şey gayet doğaldı. Yabancısı olduğum bu ortamın ve insanların samimiyetsizliği uzaktan bile belli oluyordu. Ruhum daralırken masamda duran suya yöneldi elim.
Tam bu esnada yanımda bir beden hissettiğimde duraksadım, elimdeki bardak titredi.
Aheste aheste yanıma yanaşan kişinin yüzüne döndüm.
O ânda yüreğimin atışları kulaklarımda çınladı. Soluğumu yutmuş, gözlerimin kesiştiği gözlere donmuş bir şekilde bakakalmıştım.
O’nun ise yüzümdeki maskeden görebildiği tek yer maskemle birebir uyumlu kapkara gözlerimdi.
Siyahların içinde parlayan beyaz teni geceyi aydınlatan aydan farksızdı. Saçlarından yine birkaç asi tutam alnına serpilirken yüz hatlarındaki karizmatik görünüm dikkat çekmek için oldukça yeterli bir sebepti.
Karan.
Her seferinde nabzımı hızlandırmayı başaran polis şefi.
Her yerde karşıma çıkmayı nasıl başarıyordu? Gözlerim şaşkınlıkla büyümüşken hızla başımı öne eğdim. Belki de tanımamıştı. En azından ben öyle umuyordum. Ancak kendine özgü tok ve sakin sesiyle fısıldar nitelikte konuşmaya başladığı an yanıldığımı anladım.
“Sizinle karşılaşmak ne güzel. Ve artık bunun bir kader meselesi olduğunu düşünmeye başladım. Ayrıca gözlerinizdeki tüm yıldızları sayabilecekken, sizi gözlerinizden tanımadığımı düşündüğünüzü söylemeyin lütfen.”
Gözlerim tekrar ona yönelirken, dudaklarına sıcak ve anlamlı bir gülümseme konduğunu fark ettim. O’nu her gördüğümde ritmi değişen kalp atışlarımdan kaçmanın bir faydası olmayacağını anlamak savunmasız hissettirmişti. Kendime itiraf etmem gereken her ne varsa bu kez de olduğu gibi erteleyecektim.
Daldığım bakışlarında yüreğimin titrediğini hissettim. Olmaması gereken duygularla savaş vermek istemiyordum. Çünkü bu savaşta galibiyeti ona bırakırsam sonunu tahmin edemediğim bir kitaba imza atmış olacaktım.
Hâlâ bir şeyler söylememi beklerken cevap verdim: “Siz bu işin neresindesiniz Karan bey?”
Biraz önce içmeyi unuttuğum suyu nazik bir hareketle önüme bıraktı. Rahatlamak adına hiç düşünmeden birkaç yudum içtim.
Sorumun tersine beklemediğim bir cevap verdi.
“Benimle gelin,” dedi bir ânda. “Biraz sonra hoşunuza gitmeyen olaylar olacak. Zarar görmenizi istemiyorum.”
Sözleri zihnimde bir tur attı. Her dönüşünde aynı kelimeler saplandı aklıma. Ne gibi bir zarar görebilirdim? O kitabın ona ait olma ihtimali kadar incitir miydi?
Ciddiyetle ona odaklanıp imalı bir ses tonuyla cevapladım.
“Bu sözlerinizin arkasında muazzam detaylar var. Ve takdir edersiniz ki ben detayları kaçırmayı göze alamam.”
Evet alamazdım, bu gece buradan bazı detayları avlamadan çıkamazdım.
Beklemediği bir cevapla karşılaştığını belli eden bocalamış gözlerle baktı. Ve o gözler geceyi aydınlatan bir meşaleden farksızdı.
“Karanlığınız kararlılığımın önüne geçemez, üzgünüm.” Dedi sakince.
Ne yapacağını merak ederken soran gözlerle yüzüne baktım, bakışlarımdan sorumu anlamış olacak ki tekrar yanıtladı.
“Merak etmeyin, elbette zorla kolunuzdan tutup götürecek kadar nezaketten yoksun değilim.” Munzur bir parıltı yerleşti bakışlarına. “Aksine benimle gelmeyi hür iradenizle kabul edeceksiniz.”
Gözlerim kısıldı.
“Bu nasıl olacak?” Diye sorguladım şüpheyle.
Rahatça omuz silkip ellerini ceplerine daldırdı. Giydiği beyaz gömleğin açık yakasından gümüş künyesi ışıklar altında göz alıyor, giydiği siyah takımı içinde heybetli vücudu gölgesini üzerime düşürüyordu.
Ona bu kadar anlam yüklediğim için kendime kızdım. O ise içimde olanlardan bir haber, olaylara hakim olduğunu gösteren tavırlarla etrafta olan bitene göz atıyordu.
Biraz sonra gözleri bahçenin içerisindeki kocaman sahneye kilitlendi. Baktığı yöne baktığımda, sahnede Kartal’ı görmemle artık tam tamına yerine oturan taşlardan birebir emin olmuştum. Parolasız nasıl içeriye girmişti? Üstelik orada ne işi vardı? Aklımdaki soruların cevabını bulmakla yanıp tutuşurken sabrımı takınmayı ihmal etmedim.
Kartal insanlara göz gezdirdiğinde, eline bir mikrofon alıp sesin gelip gelmediğini yokladı. Bir iki saniye sonra keskin bir tonla hedefindeki sözcükleri türetti.
“Öncelikle hoş geldiniz. Kısaca söze gireceğim çünkü bugün, bu akşam bir şeyler için artık vaktinizin olacağını sanmıyorum.”
Bulunduğu imadan sonra kendinden emin ve ciddi gözlerle insanları kısa ve net bir şekilde süzdükten sonra devam etti.
“Hepiniz bu davete Assoy holdingin ortaklık teklifine nail olmak için icabet edildiğinizi düşünüyorsunuz. Ancak hayatta her zaman planlarımız dahilinde talihsizlikler gelişir, bize tercih hakkı sunulmaz. Birazdan izleyeceğiniz görüntüler, Assoy’ların aleyhi dahilinde bir çoğunuzunda imajında sahici hasarlar meydana getirecek, takdir edersiniz ki maskelerden çok gerçeklere ihtiyacınız var. Ohalde maskeleri indirelim lütfen.”
İnsanların ağzından dökülen şaşkın nidalar, derin bir uğultuya dönüştü. Her kafadan bir ses yayılırken, bu kulak tırmalayıcıydı.
Karan, ”Bir izdiham başlatıyor fakat bu felaketin çağrısından başka bir şey değil.” Diye mırıldandı.
Sahneye yaklaşan birkaç kişinin yayılacak görüntüleri engellemeye çalışacağı çok açıktı. Kürsünün ardında gördüğüm adam mikrofonun kablosunu kestiğinde, Kartal’a çalışan adamlar, insanları geri püskürterek yeni bir mikrofon arayışına girdiler.
Kartal insanların sesini bastırmak için gür bir ses tonuyla, “Hiçbir şey sesimizi susturamaz!” Diye bağırıyordu. Bakışları kan dondurucu ve de ürkütücüydü. Sanki yıllardır alamadığı bir intikamın arzusuyla yanıp tutuşuyor, bunun hıncını herkesten çıkarmak ve kan kusturmak isteyen bir ifadesi vardı.
O görüntüleri görmek istiyordum. Kartal her ne çeviriyorsa hepsi o görüntülerde saklıydı.
Etrafıma bakınırken bakışları yüzümde dolanan Karan’ın gözlerine değdi gözlerim. Bütün bu olanlara karşı elleri ceplerinde rahat bir duruşu varken, yüz ifademde yakaladığı gerçeklerle kaşları çatılmıştı.
Başını onaylamazca iki yana salladı. “Sakin kalıp olacaklardan ürkmemenizi rica edecektim,” Dedi ciddileşmiş bir suratla. “Ancak görüyorum ki kendinize pay çıkaracak kadar cesur duruyorsunuz.” Diye mırıldandı sorarcasına.
Duvara yansıtılan projeksiyonu fark ettiğimde, “İzlenimleriniz çok başarılı, birazdan yangına bir kibrit çöpü de ben atacağım çünkü!” Dedikten hemen sonra kalabalığın arasına karıştım. Arkamdan gelse de salondaki karmaşadan bana yetişememişti.
Biraz sonra Kartal’ın yansıttığı ekranı söndüreceklerdi çünkü en önlerde eli silahına giden adamları görmüştüm.
Yanımdan geçen garsonun koluna yapıştım. Genç kız korkuyla yüzüme baktı. Çantamdan çıkardığım para destesini hızlıca cebine sıkıştırıp kulağına eğildim. “İkramiyeleri nereden getiriyorsun?” Diye sordum aceleyle.
Başıyla salon için ayrılan küçük gişeyi işaret etti. “Çok güzel şimdi beni oraya götür.”
Bir cebindeki paraya, birde dikkati sahnede olan görevlilere baktı. Başını salladığında insanlara çarpa çarpa zorlukla gişenin olduğu kısma varmıştık.
“Ne arıyorsunuz?” Diye sordu tereddütle.
Gözlerim her tarafta gezerken, “İkramiyeliklerin arasında sıcak menü olduğunu gördüm, bu da demek oluyor ki buralarda bir yerde doğalgaz bulunmalı. Bana o boruların yerini gösterebilir misin?” Diye sordum aceleyle.
Kaş çatarak duvara asılı yangın tüpünün üzerinden tavana kadar uzanan borulara baktığında cevabımı alarak o tarafa yöneldim. Arkamı kollamayı ihmal etmiyordum. İnsanlar sahneye çıktığı için Kartal henüz ekranı yansıtma fırsatı bulamamıştı.
Hiç düşünmeden yerden yüksek borunun çıkıntısına ve yangın tüpünün aparatına basarak kendimi yükselttim ve bir kolumdan destek alırken çantamdan aldığım makası borunun kenar köşesindeki çıkıntısına sapladım.
O ânda etrafa sızan keskin koku burnumun direğini yaktı. Sersemleyerek zemine atladım.
Garson kız dehşetle yüzüme doğru bağırdı. “Ne yaptınız? Gaz sızarsa imha edilmediği takdirde patlama olur!”
“O halde bir an önce imha edilsin, insanlara ateş edilirse herkesin pimi çekilmiş bir bomba gibi patlayacağını söylersen iyi olur.” Dedim sakince.
Kız fenalık geçirir gibi yüzüme bakarken hızla oradan uzaklaştım.
Kartal bulduğu boşlukta ekranı yansıtmayı başarmıştı. Sahneye yakınlaşmıştım.
Adamların bir kez daha silahlarına davranarak projeksiyon cihazını kurşun yağmuruna tutacağını fark ettiğimde, garson kız telaşla sahneye atıldı.
“Durun! Gaz sızıntısı var, lütfen durun! Ateş edilirse holding patlar!”
O ânda istediğim gibi insanlar durdu. Koku duyumsanmayacak gibi değildi.
Onlar bu işi engelleme arayışına girene kadar her şeyi herkes izleyecekti. Bu adam karakola gitmeme engel oldu. Kim olduğunu ve annemin ölümüyle bir ilişkisi olup olmadığını öğrenmem gerekiyordu.
Ekranda beliren yazılardan hiçbir şey anlamadan güvenli bir köşede dikkatle o tarafa bakıyordum.
Ancak tam bir görüntü belirecekken ekranın karanlığa gömülmesiyle şok içinde kalakaldım. Bu nasıl durdurulmuştu?
Kartal’da tıpkı benim gibi öfkeyle etrafına bakınırken yanımda bir beden hissettim. İrkilerek omzumun üzerinden çarprazıma baktım. “Çakmak yakmakla yangın başlatamazsınız.” Dedi Karan anlamlı bir gülümsemeyle.
“Bunu nasıl yaptınız?” Diye sordum şaşkınlıkla.
Zarifçe kıvrılan dudaklarıyla sağ elini yukarıya kaldırdı. Avucunda ufak bir kumanda vardı. Gözlerim irileşti. Projeksiyon cihazının kumandasını bir şekilde eline almış olmalıydı. Karan’ın bu olanlarla ne ilgisi vardı? Delirmek üzereydim.
“Öfkeyle hareket ettiniz, tıpkı onlar gibi. Öfke ve hırs, hata yaptırır.” Diye devam etti.
Cevap veremedim. Her ne yapmışsa ona meydan okuyamazdım çünkü çok geçti. Yenilgiyle omuzlarım çöktü, gözlerim öfkeyle ona döndüğünde “Ve hala öfkelisiniz.” Dedi.
Daha fazla dayanamayıp cevap verdim. “Siz kim oluyorsunuz da benim öfkemi yönetmeye çalışıyorsunuz?” Diye çıkıştım.
Ona zaten öfkeliydim, öfkem daha da artmıştı.
Kalabalık seyrekleşmek yerine daha çok karışınca etin ete çarpma sesine, büyük bir kavganın başlangıcına şahit oldum. Korkuyla gözlerim açıldı. Atmosfer bir ip gibi gergindi, insanlar birbirine hınçla vurmaya başlamıştı.
“Benimle gel Meva,” Diyen Karan, transa girdiğimi fark ederek önümde durdu. İnsanların korkunç düellosunu görmemem için geniş gövdesi görüş açımı kapatmıştı.
“Hadi, korkma sana siper olacağım.” Sesi bulanıkça kulaklarıma dolarken artık kendine özgü tok sesinin buhar olup uçtuğunu anladım. Ta ki Karan’ın kolumu tutuğunu hissedene kadar.
Hissettiğim hafif temasla hızla geriye çekildim ve gözlerim fevrice yüzüne döndü. Karan’ın harelerinde defalarca kez özür dileyen bir mahcubiyet yerleşirken bakışlarım istemsiz daha da asileşmişti.
Su yeşili gözlerindeki meşale şimdi kül olmuş bir suçluluk duygusuyla bakıyordu. Bahçedeki aydınlatmaların parıltıları gözlerinde yansıma yapsa da bakışlarında ki parıltılar paramparça olmuştu. İlk defa çekimser bir ses tonuyla konuştu.
“Eğer benimle gelmezseniz zarar görebilirsiniz. Amacım sadece sizi sarsmaktı. Büyük bir dalgınlık içerisindeydiniz. Ve sanırım şok geçiriyordunuz.”
Birkaç saniye sonra bakışlarıyla çıkış kapısında biriken insan yığınını işaret etti. Haklıydı bu şekilde buradan çıkamazdım çıksam da zarar görecektim.
Bakışlarım teslimiyet ifadelerine yer verirken ikna olduğumu anlamıştı.
Birbirini ezen insanların omzuma çarpmasına engel olmak için bir sağıma, bir soluma geçiyordu. Bu hassasiyeti içimi titretmişti.
Nihayet yangın merdivenlerinden geçerek holdingin bahçesine vardık. Kapıyı kullansaydık muhtemelen tek parça halinde buradan çıkamazdık.
Yüzüme nüfuz eden temiz havayla derin derin nefesler aldım. Burada kimseler yoktu, otoban alanına yakındık ve sessizlik rahatlatıcı olacak kadar dingindi.
“İyi misiniz?”
Bunu ilk benim kendime sormam gerekiyordu. Ayrıca neden bana yardım ediyordu ki? Ve bu olanlarla ne ilgisi vardı? Soğukkanlı bir sakinlikle ondan tarafa döndüm.
“Siz...” dedim, ancak duraksadım. Ciddi bakışlarımdan ziyade şimdi bir suçluyu sorgu odasında sorgulayan bir polis gibi bakıyordum.
“Gerçekten kimsiniz?”
Benim aksime sakin kalmayı tercih ederek cevap verdi.
“Ben sadece yerel bir polisim, buradaysam ortada bir suç vardır.” Omuz silkti. “Emin olun takım elbise giyen suçlular, göz önünde gizlenenlerdir.” Diye devam etti.
“Buna devlet memurları da dahil mi?”
Onu suçlamamı beklemiyor olacak ki büyük bir şaşkınlık içinde bana baktı. Ardından soğuk bir ses tonuyla cevap verdi. “Neden içinizde ki öfkeyi açık sözcüklerle ifade etmekten geri duruyorsunuz?”
Gerçeği duymaktan korkuyorum, diyemedim. Yüreğimde büyük bir ürpertiyle beraber cevap verdim.
“Kitabınızı masada unutmuştunuz. Hep böyle unutkan mısınız?”
Anlamaya çalışan gözlerle baktı. İçinden bir şeyleri ölçüp tarttığına emindim. Birkaç saniye sonra düz bir ses tonuyla cevap verdi.
“Meva hanım o kitap bana ait değildi ki.”
Büyük bir ferahlama hissiyle birlikte içimde oluşan enkazların ağırlığını şimdi fark ediyordum. Derin bir nefes alıp verdim. Ellerim gerdanlığıma kayarken kızarmış gözlerle gökyüzüne baktım. Artık yıldızlar daha güzel görünüyordu. Karan ise hiçbir şey demeden neler olduğunu anlamaya çalışan gözlerle baktı.
Tam cevap verecekken beklemediğim bir şey oldu. Başlangıç ânı belirsiz bir süre zarfında karşımızda bir adam belirdi.
Kartal!
Şaşkınlık ve tedirginlik içinde açılan gözlerimle yüzüne bakarken onun çakmak çakmak yanan öfkeli gözleri Karan’ın yüzündeydi. Saf bir nefretle bakıyordu.
Karan ani bir şekilde önüne geçip beni arkasına almıştı. İç güdüsel olarak birkaç adım geriye doğru ilerledim.
Karan’ın gergin sırtıyla bakışırken, Kartal hiç beklemeden fevri adımlarla Karan’a atılıp yumruğunu suratına geçirdi. Panikle sesli bir nida kopardığım esnada ellerimi ağzıma götürdüm.
Karan sendeleyerek geriye doğru savrulduğunda, düşeceğini zannetsem de düşmemişti. Başını kaldırıp çıldırtıcı bir sakinlikle gülümsediğinde, dudağının kenarındaki kanı baş parmağıyla sildi. Hemen sonra takip edemediğim bir hızda Kartal’ı yakalarından tutarak kendine çekmiş, suratına hokkalı bir kafa savurmuştu.
Hiç duraksamadan rakibinin yüzüne sert bir kroşe daha geçirdi. Bu kez gerileyen Kartal’dı.
Gerginliğim artarken parmak uçlarıma kadar kasıldığımı hissetmem, bir şeylerin bilincinde olmanın daha acı verici olduğunu kanıtlar nitelikteydi.
Ancak ikisi de güçlü ve zorluydu. Kartal toparlanmış, bu kez ikili; bir ringteymiş gibi birbirlerinin paralel açısında durarak savunma pozisyonu almışlardı.
Yine de Karan az bir hasar alsa da kudretli yumruklarından nasibini alan Kartal’ın yüzü epey hırpalanmıştı. Sağ kaşından akan kan şakağına doğru süzülürken dudağı fena patlamıştı.
Kavganın büyüyeceğini düşündüğüm sıralarda Kartal’ın bakışları beni bulunca gerim gerim gerildim. Bana olan bakışları yoğun derecede ürkütücüydü.
Karan toz olan üstünü hafifçe temizleyerek çenesini sıktı. Ardından Kartal’a, “Normalde adil bir insanım ama birinci yumruğu bana vurduğun için ikinci yumruğu ise bir hanımefendinin yanında şiddete başvurduğun için hakkettin hasta doktor.” Dedi baskın bir sesle.
Kartal sinirden titreyerek dişlerini sıktı. “Sen zaten o yanındaki hanımefendiye dua et.” Diye vurgulayarak karşılık verdi. Çok şey söylemek istiyor ama susuyor gibiydi. Ve en çokta bana.
Neyin içine düştüğümü sorgularken sözlerine devam etti.
“Bu burada kalmadı. Unuttuğun bir şey var, kayıtlar hâlâ bende.”
Artık zaferin kendi elinde olduğunu düşündüğü yüz ifadesi eğlendiğini belli eden bir tavırla bakıyordu. Yinede öfkesi hep diriydi. Arada bana bakıyor tekrar Karan’a yöneliyordu. Büyük ihtimalle Karan’la iş birliği yaptığımı düşünüyordu.
Her seferinde nasıl oluyordu da bu kadar yanlış anlaşılıyordum?
Karan koyu karanlık gözlerindeki ışıltıyla rahat bir tavırla cevap verdi. Onun bu rahatlığı Kartal’ı deli ediyordu.
“Bana olan zaafını anlıyorum işlevsiz doktor. Bu demek oluyor ki daha çok karşılaşacağız. Sorun değil, oyun oynamayı severim.”
Düşünmeden olaya balıklama atlarken, “Ne oyunu?” dedim derin sükunetimi bozarak. İkisinin de bakışları bana yöneldiğinde, sorumu Karan cevapladı.
“Hırsız polis oyunu.”
***
Karan her ne kadar ısrarla beni evime bırakmak istese de kabul etmeyip taksi çevirmiştim. Olaylara akıl erdirmeye çalışsam da bazı olayların mantığı zihnimde düğüm olup kalıyordu. Ama yerine oturttuğum birkaç taşla, koz olarak kullanabileceğim şeyler sahiplenmiştim.
Demek karakola gitmemi engelleyen kişi Kartal’dı. Ve bunu düşürdüğü parolasından anlamıştım. En önemlisi ise parolası elime geçmişti ve emindim o şuanda parolayı ele geçireni deli gibi bulmak istiyordu. Asıl mesele Kartal o gün karakola gideceğimi nereden biliyordu, biliyorsa bile neden durdurmak istedi? Gerçekte Kartal kimdi? Hepsini öğrenecektim.
Annemin katilini bulmak için gittiğim yolda beni durdurmak istemişti...
İşte bu yüzden bu işin peşini bırakmayacaktım.
Yolda zihnimi çelen düşüncelerle beraber eve geldiğimin farkına henüz yeni varıyordum. Ücreti ödeyip taksiden indiğim ân birkaç büyük adımla evime vardım. Kapıyı hafifçe tıklattığımda, yaklaşık yirmi saniye sonra babam kapıyı araladı.
Gözleri uyku mahmuruyla kısılmıştı, kendine gelmek ister gibi başını iki yana salladı. Bakışlarında beliren şefkat emareleriyle yanıma yaklaşıp başımı göğsüne yasladıktan sonra hafifçe omzumu okşadı. İlk defa bu temas bana çok yabancı geldi, gözlerimin ardı sızladı ve bedenim kaskatı kesildi. Babam ise bunu hiç fark etmemişti.
“Neredeydin tatlı kızım?”
Birkaç saniye öylece susmayı tercih ettim. Onun şefkati her şeye bedeldi.
“Biraz işlerim vardı onları hallettim, umarım bir sorun yoktur?” Diye sorarken ondan ayrılmış ve içeriye girmiştim.
Babam cevap veremedi.
Ben ise odama çıkmayı planladığım için ileriye attığım adımlarla olduğum yerde kalakaldım.
Kulaklarıma şiddetli bir gürültü çarptı. Dizlerim zangır zangır titrerken babamın bağırdığını işittim. Dehşetle tırabzanlara doğru eğildiğimde, oturma odasının penceresine savrulan kurşunlarla camlar paramparça olup evin içine dağılıyordu.
Kurşunlar bize denk gelmesin diye babam beni tuttuğu gibi koltuğun arkasına almıştı.
Her şey çok fazlaydı. Çok hızlıydı.
Durmaksızın ateş ediliyor, eşyalar kırılıp dökülerek üzerimize savruluyordu. Bu korkunçtu, artık neye bulaştığım hakkında en ufak bir fikrim yoktu.
Babam bedenime siper olurken zihnim olanları kavramakta güçlük çekiyor, ölümle hiç bu kadar burun buruna geleceğimi düşünmemiştim.
Patlayan silah sesleri kulağımda derin çığlıklar bırakırken, daha fazla bu travmatik sese maruz kalmamam için babam elleriyle kulaklarımı kapattı.
Şimdi ya ölmeyi ya da sağ çıkabilmeyi umarak tehlikenin kollarında sükunetle bekliyorduk.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |