
Vote ve yorum lütfenn
‼️‼️Sizden öncelikle yorum yapmanızı istiyorum. Yaptığınız yorumları tek tek okuyup cevaplandıracağım‼️‼️
İnstagram: kitap_blog.ss3
Instagram: ayguzeli_07
.
.🔪
İlahi Bakış Açısı
7 saat önce
Genç adam oturduğu koltuğa yayılmıştı. Gergin bir şekilde ritmik olarak bacağını sallayıp duruyordu. Bakışlarını tavana çevirmiş, kara kara düşüncelerle boğuşuyordu. Saatler önce farklı giyinimli adamlar tarafından alınıp bu eve getirilmişti. Tehlikeli bir durumun içinde olduğunu düşünüyordu.
Yalnız başına evin büyük salonunda oturuyordu. Ona ne yapacaklarını düşünerek kendini yiyip bitiriyor. Oturduğu sandalyenin koltuklarını sıkıp gerginlikten uyuşan elini canlandırıyordu. Ev baştan aşağı siyah ile kaplanmıştı. Tıpkı mafya filmlerini anımsatıyordu. Bu onu daha çok ürkütüyordu.
Kafasını eğip yerdeki halıyı inceledi. Uzun zamandır ne gelen vardı ne giden. Boş boş oturup bir şeyler ile uğraşıyordu. Belli ki buraya esir olarak getirilmişti. Ama ters giden bir durum vardı. Esirden çok kendi evinde gibiydi. Rahatça gezip dolaşıyordu. Onu buraya getiren adamlar kendilerine fazlasıyla güveniyor olmalıydı. Kaçmaya çalışsa bile kaçamayacak bir durumdaydı. Dışarıda yüzlerce adam vardı.
Derin düşünceleri ile boğuşurken kapı sert bir şekilde açıldı. Üç adam salonun girişini sardığında aralarından lacivert takım elbiseli bir adam çıktı. Adamın sol göğsünün üstünde yılan broşürü vardı. Altın renklerinde olduğu için fazla dikkat çekiyordu. Yavaş ve ağır adımlar ile genç adama yaklaşmaya başladı.
Genç adam korku ile geriledi. Karşısındaki kişinin yüzü ürkütücü duruyordu. Sert bir şekilde yutkunup ellerini cebine soktu. Stres yaptığını belli etmek istemedi. Neler olacağını bilmiyordu. Adam sağ elini ağır bir şekilde kaldırıp indirdi. Oturmasını emretmişti. Genç adam hızla sandalyesine geri oturdu.
"Hoşgeldin Yunus Çelik."
Genç adam ismini duyduktan hemen sonra sandalyesine daha çok sindi. Karşısındaki adam gerçekten mafya olabilirdi. Ve yahut eski bir düşmanı. Düşman şıkkını çabucak elemişti. Çünkü şu zamana kadar iki düşmanı olmuştu. Biri babası diğeri ise Demir Atasoy'du. Diğer insanlar ile gayet normal ve samimi anlaşırdı.
"Hoşbulmadım aslında." dedi kısık bir sesle.
"Basit kelimeler kullan. Türkçe seviyem yetersiz kalıyor."
Adamın aksanından da yabancı olduğu anlaşılıyordu. Ama türkçe'yi iyi konuşuyor olmalıydı. Çünkü genç adam başta onun da içten içe bir türk olduğuna inanmıştı. Adamın dediklerine karşı kafasını salladı.
"Kimsiniz?" Bu soruyu ürkerek sormuştu. Duymaktan korktuğu bazı şeyler vardı.
"Ben Anton."
"Benden ne istiyorsun?" Adam ağır hareketler ile diğer sandalyeye oturdu. Elinde tuttuğu kalemi sert bir şekilde sandalyenin kolluğuna vurdu. Daha sonra elinde çevirmeye başladı.
"Ortak bir noktamız olabilir." Genç adam duydukları ile kaşlarını çattı. Bu adamla nasıl ortak noktaları olabilirdi? Kafası şimdiden karışmaya başlamıştı.
"Nasıl?"
Adam elindeki kalemin kapağını açtı ve hızlıca masaya sapladı. Genç adam irkilerek sandalyeye yaslandı. Düşündüğü gibi kalem değildi. Kalem tarzında olan bir jiletti. Anton jileti bir daha eline alıp masaya sapladı.
"Demir Atasoy ile olan derdin nedir?"
Yunus duyduğu isim ile yüzünü buruşturup bakışlarını kaçırdı. Onun ismini bile duymak rahatsızlık veriyor olmalıydı. Parmak uçları sandalyenin üstünde ileri geri gidinmeye başladı.
"Sevdiğim kadını benden almaya çalışıyor, yeterli mi?"
Karşısındaki adama bakıp sertçe yutkundu. Bunu sesli bir şekilde söylemek canını yakmıştı. Anton tüm salonu dolduracak bir kahkaha attı. Bu gülüş alaycıl bir gülüştü. Yunus utançla kafasını yere doğru eğip bakışlarını bir süre orada tuttu.
"Benim derdim ne biliyor musun?"
Yunus kafasını kaldırıp merakla Anton'a baktı. Ortak noktalarını merak etmişti.
"Benim derdim dayısı ile. Bu yüzden ilk hedefim Demir Atasoy olacak."
Yunus kaşlarını çatıp düşünmeye başladı. Demir'in dayısı ne tür bir adamdı? Bu tarz adamları nereden bulmuştu? Onun hakkında hiçbir şey bilmiyordu. Belki bazı şeyleri bilseydi bu ona daha çok yardımcı olabilirdi.
"Neden buradayım peki?" Anton sinsice gülümsedi. Etrafındaki adamlara kafa işareti yaptığında hepsi koşar adımlar ile salondan çıktı.
"İntikam almak istemez misin?"
"İsterim."
Yunus hiç düşünmeden intikamı kabul etmişti. Olacakları düşünmek için hiç uğraşmamıştı. Bu adama içten içe güvenmişti. Belki hayatı batacaktı, ama yine de güvenmeyi seçmişti.
"O zaman bu süreçte bana itaat edeceksin."
Duydukları başta garibine gitse de fazla sorgulamamıştı. Karşısındaki adama, itiraz etmek istediğinde anında vazgeçiyordu. Çünkü her an öldürülecekmiş gibi bakıyorlardı. Bu onu yanlış yola sürüklüyordu. Kafasını onaylarcasına salladı ve aklını karıştıran asıl soruyu sordu.
"Neden Demir? Güneş Atasoy'da olabilirdi."
"Çünkü ortak noktamız Demir, unutma! Güneş'e gelecek olursak, ben bir kadına zarar vermem. Bunu aklında bulundur. Bir kadına zarar verene ben zarar veririm."
Yunus gergince oturduğu yerde dikleşti. Anton bu konularda hassas olmalıydı. Çünkü fazlasıyla sert tepki vermişti. Bu zamanda böyle biri olarak kalması inanılmazdı. Anton, Yunus'un sorduğu sorunun öfkesini yaşıyordu. Bir kadına zarar verme düşüncesi bile onu delirtiyordu.
"Son sorumu sorabilir miyim?"
Anton kafasını onaylarcasına salladı. O sırada elindeki jileti çevirip sandalyenin kolloğuna sapladı. Yunus her seferinde ürküp duruyordu. Bu adamın jiletle ne alıp veremediği vardı?
"Dayısı ile olan derdin ne?"
Elindeki jileti sandalyenin üstüne bırakıp ters bakışlarını Yunus'a yolladı. Gözleri buz mavisiydi. O kadar derin bakıyordu ki Yunus kendini bir anlığına ölümün ucunda hissetmişti.
"Bu seni ilgilendirmez!"
Anton'un sert sesi ile gülümsemeye çalışarak kafasını salladı. Adamın yanında nefes almaktan bile ürkmeye başlamıştı. Anton karşısındaki insanların ondan korkmasını seviyordu. Bu ona fazlaca kazanç ve fırsat kazandırıyordu. Sadece bir sözü ile herhangi bir insanın tüm mal varlığını eline alabilirdi. İnsanları istediği gibi yönetmeyi seviyordu.
Anton sol göğsündeki altın yılan broşürü çıkarıp sehpanın üstüne sertçe koydu. Sandalyenin kolluğuna bıraktığı jileti bileklerine yasladı ve hafifçe üstünde gezindirdi. Anında kanamaya başlamıştı. Kan yavaşça bileğinden akmaya başladı. Damla olmaya başlayan kanı sehpanın üzerindeki broşüre hizaladı. Kan saniyeler içinde Anton'un bileğini terk etmişti. Hızlıca broşürün üstüne düştü.
Yunus şok olmuş bir vaziyette onu izliyordu. Adamın ruh hastası olduğunu düşünmeye başlamıştı. İğrenen yüzü ile broşüre bakıyordu. Onun bakışlarını gören Anton konuşmaya başladı.
"Kan akacak Yunus, eğer akmazsa kalbini zevkle durdururum."
Duyduğu tehdit ile yavaş bir şekilde yutkundu. Gözlerini uzun süre kırpmaya çalıştı. Göz kapakları kitlenmiş gibiydi. Avuç içleri stresten terlemeye başlamıştı. Ellerini yumruk yapıp cebine soktu. İçten içe tekrar Demir'i suçladı. Onun yüzünden buradaydı.
"Nasıl kan dökebilirim?"
"Bu artık senin tarzına kalmış. İster kendin yap, ister bir başkasına. Ama bil ki o kan akmalı."
🔪
Ölüm, insan için cehennemden farksızdı. Ruh bedeni terk ettikten sonra unutulur giderdi. Sesini, yüzünü unutup öylece yaşardın. Ölüm bir anda gelirdi. Belki en mutlu anında belki de en acı durumunda bulurdu seni. Söylemek istediğin her şey kalırdı yüreğinde. Bağırsan duymayacağını bilirdin. Soğuk mezarın üstünde solmuş çiçekler, toprağın altında yaşayan börtü böcekler orada yatan kişinin ruhunu anımsatırdı. Lakin mezar taşının üstündeki silik yazı yutkunmayı engellerdi.
Gökyüzüne bakıldığında batmak üzere olan güneş görünürdü. İnsanlar yavaş yavaş mezarlıktan çıkıp hayatlarına devam etmeye gidiyorlardı. Ölen kişiyi yılda bir anıp giderlerdi. Bilmezlerdi o soğuk toprağın altını, o tarafta yaşanan kıyameti. Eğer bilselerdi bu kadar rahat yaşamazlardı. Yaşadıkları her an için dua edip temkinli yaşarlardı. Bir gün öleceklerini bilseler kötü olmak için çabalamazlardı. Hepsi bir cehennem ateşinde yanacaktı.
~Demir Atasoy'dan
Sema Atasoy'a~
27.12.24
🔪
Buse Arıkan'dan
Sevgi her iki tarafında duyabileceği bir duygudur. İnsanın içindeki sevgi bitmez. Ama aşk böyle değildir. Ansızın gelip ansızın gidebilir. Her iki tarafta acı çeker. Çaresiz bekleyişler, susmayan sesler, yalnız geceler ve dahası. İnsanın beklemekten başka bir çaresi yoktu. Ya zaman onları iyileştirecekti ya da hayatlarına giren insanlar.
Gözleri birbirine değdiğinde iki kalpte fırtınalar kopardı. Öylece bakışır, gözlerine dalardı. O an zaman durur ve her şey daha güzel gelirdi. Seslerine hasret bir şekilde dolaşırlar.
Sevgi beklenenden daha yakınken, aşk beklenenden daha uzaktı. Bazen bir melodi gibi kafasının içinde yankılanır sesi. En güzel notalar onun sesi ile can bulurdu. Bir bakışı ile dağları deler, nefesini tutardı.
Aşk beklemeyi sever, zorlukları sever. Bir gemi nasıl okyanusları, büyük dalgaları aşıp hedefine ulaşıyorsa aşkta böyleydi. Bazen bir temas, bir bakış, bir sesleniş yürek yakardı. Kalbinin cayır cayır yandığını iliklerine kadar hissederdi. Adeta ateşin ortasında kalmış gibiydi.
Saatlerdir hastanenin bir köşesine çökmüş oturuyordum. Her şey o kadar hızlı gelişmişti ki neler olduğunu kavrayamamıştım. Eğer Demir'e telefonunu vermek için o sokağa girmeseydim, belki de şuan kan kaybından ölmüş olabilirdi. Önünde ve arkasında sadece iki kişi vardı. Onu bıçaklayan çocuğu görmüştüm ama karşısında olan kişiyi görememiştim. Neden böyle bir şey yapmışlardı?
Ameliyata girmesinin üstünden iki saat otuz yedi dakika geçmişti. Bu aralıkta bir sürü şey olmuştu. Atasoy ve Arıkan ailesi hastane koridorunu doldurmuştu. Kenan abi oğlunun durumunu öğrendikten sonra kriz geçirmişti. Güneş ise sakinleştirici yapılıp bir koltuğa oturtulmuştu. Ailesindeki herkese zaafı vardı. Her gün onlardan birini kaybetme korkusu yaşıyordu. Şu an ise telaşla ameliyatın bitmesini bekliyordu.
Babam ise Kenan abinin yanında kalmayı tercih etmişti. Böyle bir günde yakın arkadaşını yalnız bırakmak istememesi gayet normaldi. Kendimi bildim bileli hep birliktelerdi. Aralarındaki bağ fazlasıyla güçlüydü. Annem de bizim yanımızda kafasını eğmiş bir şekilde oturup göz yaşlarını döküyordu. Öz oğlu gibi seviyordu onu. Abim ve onu hiç ayırmazdı. İkisi de gözünde aynı değerdeydi.
Abim, o felaket bir durumdaydı. Can dostunu kanlar içerisinde görmüştü. Geldiğinden beri sesini bile çıkarmamıştı. Ameliyat kapısının önünde durmuş gözünü kırpmadan o tarafa bakıyordu. İçten içe kendini yiyip bitiriyordu. Bunun farkındaydım. Ben ise çaresizce oturuyordum. Elimden hiçbir şey gelmiyordu. İnsanın sevdiği ölümün ucunda olunca yaşamayı unutuyordu.
Titrek bir nefes alıp ayağa kalktım. Anneme baktığımda tuvaletin olduğu tarafı gösterdim. Anladığı an kafasını sallayıp tekrar kafasını önüne eğdi. Adımlarımı koridorun sonuna doğru yönelttim. Yavaş yavaş ilerliyordum. Adım atmaya halim bile kalmamıştı. Bakışlarımı ağır ağır karşıma sabitledim. Titreyen ellerimi cebime koydum ve yürümeye devam ettim.
Tam o anda koridorun sonunda büyük bir kalabalık oluştu. O tarafa odaklandığımda birden fazla takım elbiseli adamın hızlı adımlarla bu tarafa geldiğini farkettim. Çatık kaşlarım ile onlara baktım. Tüm sülaleyi toplayıp hastaneye gelmiş olmalılardı. Ama ilk bakıldığında onların koruma olduğu anlaşılıyordu. Adımlarımı durdurup arkama baktım. Aynı giyinimli adamlar koridorun diğer ucunu da doldurmuştu.
Donmuş bir şekilde onlara bakarken asansörün olduğu taraftan sert ve koridoru dolduracak bir ses yükseldi.
"Yeğenim nerede lan?"
Adamın kömür karası saçları vardı. Hafif dalgalı olduğu için önündeki saçları alnına dökülmüştü. Uzaktan bakılınca bile kendini belli eden koyu renkte gözleri vardı. Boyu fazlasıyla uzundu. Üstündeki siyah takım elbisenin yakaları, düğmeleri gümüş rengindeydi. Daha önce bu kadar garip bir takım elbise görmemiştim. Siması çok tanıdık geliyordu. Gözlerimi kısıp adama baktım.
Adam hızla koridorda ilerlerken bakışları bana kaydı. Uzun süre bana baktıktan sonra dudakları belli belirsiz yukarı doğru kıvrıldı. Aramızda çok az mesafe kaldığında olduğu yerde durdu. Arkama kısa bir bakış atıp konuşmaya başladı.
"Seni görmek ne güzel Buse Arıkan."
Dedikleri ile kaşlarımı daha çok çattım. Bu adam kimdi? İsmimi nereden biliyordu?
"Sen kimsin?" dediklerim ile kafasını sol tarafa doğru yatırıp hafifçe tebessüm etti.
"Ben Yakut Vural Çakır, Demir'in dayısı."
Duyduğum isimle çatık kaşlarımı düzelttim. Daha önce bir kaç kez adını duymuştum. Aslında simasının tanıdık gelmesinin sebebi Sema ablaydı. Bildiğim kadarıyla bu adam onun erkek kardeşi olmalıydı. Karşımdaki adama gülümsedim. Bana bakıp bir adım attı. Yakınımda durduğunda konuşmaya başladı.
"Şimdi yeğenime zarar veren kişiyi söyle, söyle ki ona ölümlerden ölüm beğendireyim. Ha bilmiyorsan kendim her türlü bulurum. Sadece zaman kaybetmek istemiyorum."
Gözlerinin içine baktığımda o intikam ateşinin beni cayır cayır yaktığını hissettim. Bu adamın bakışları Demir'in bakışları ile aynıydı. Yani arada bir fark yoktu. Demir dayısına çekmiş olmalıydı. Ben zorlukla yutkunup ona bakmaya devam ettim.
Demir'i bıçaklayan çocuğun yüzünü görmüştüm ama onu iten kişi hakkında hiçbir fikrim yoktu. Tam konuşmak için ağzımı aralamıştım ki geriye çekilmem ile neye uğradığımı şaşırmıştım.
"Fazla yaklaşmak yasak."
Duyduğum sert ses ile arkama baktım. O korumalardan biriydi. Kolumu elinden çekip geriye doğru adımladım.
"Pezevenk ne çekiyorsun kızı? Maaşını bu sefer keseceğim."
Korumanın yanına doğru ilerledi ve ayağını kaldırıp onun kalçasına doğru yavaş bir tekme attı. Adam hızla yanından kaçıp arka taraflara saklandı. Yakut Vural Çakır ise sinirle ona baktı. Kaş göz yaptıktan sonra yanıma doğru yaklaştı. Ben merakla ona soru sormak için ağzımı açtım.
"Bu kadar koruma neden? İki üç tane yetmez mi?"
"Düşmanımız çok ne yapalım hanım kız."
Anlayışla kafamı salladım. Eğer bahsettiği gibi fazla düşmanı varsa onun için tehlikeli olabilirdi.
"Şimdi ise sorduğum soruya cevap vermeni istiyorum. Yeğenime kim zarar verdi?"
Derin bir nefes aldıktan sonra konuşmaya başladım.
"İki kişiydiler. Bıçaklayan kişi bir çocuktu. Görsem hatırlarım ama tartıştığı kişinin yüzünü göremedim. Karanlıktı, yüzü belli olmuyordu."
Arkasına dönüp korumalardan birine kafa işareti yaptı. Koruma elindeki büyük tablet ile yanımıza gelip bana ekranı çevirdi. Yan yana dizilmiş yedi tane kişinin fotoğrafı vardı. Şokla gözlerimi açtım.
"O saatte sokakta bulunan çocukların hepsi burada. Gerçi yetişkinleri de almıştım ama hepsini yaş gruplarına göre ayırdım. Bak bakalım bunlardan hangisi?"
Bakışlarımı tablete tekrar çevirdim. Soldan başlayarak hepsinin yüzüne baktım. O gece orada gördüğüm çocuğun kaşında ufak bir sıyrık vardı. Ama o yara hafızama kazınmıştı. Görsem anında tanıyabilirdim.
"Çocuklarla uğraşmak pek tarzım değil. Ama konu yeğenimlerinden biriyse yapamayacağım şey yoktur."
Kafamı kaldırmadan salladım. Fotoğrafa bakarken gördüğüm yüz ile kaşlarımı çattım. Bu o çocuktu. Kafamı hızlıca kaldırıp parmak ucumla çocuğu gösterdim. O bana ufak bir bakış attıktan sonra korumaya kaş göz yaptı. Koruma sanki bu hareketi bekliyormuş gibi hızlıca ilerlemeye başladı.
"O sokakta kamera yoktu. Nasıl o çocukları buldunuz?"
"Bizde deriniz nazlı kız."
"Nazlı kız?" Bana neden durduk yere nazlı kız dediğini anlamamıştım. Kaşlarımı tekrar çatıp ona baktım. Kafasını sola doğru çevirip kıkırdadı. Derin bir nefes alıp kafasını tekrar bana çevirdi.
"Değil misin? Bizim oğlan sana hep nazlı der."
Duyduklarım ile şokla gözlerimi açtım. Demir bana nazlı mı diyordu?
"Bana dememiştir. Karıştırdınız sanırım."
"Pek sanmıyorum. Başka Buse Arıkan varsa göster bileyim."
Bu adam 'derinim" derken yalan söylemiyordu. Yediden yetmişe soy ağacımı bilme ihtimali vardı. Ona en garip bakışlarımdan atıp gözlerimi açtım. Adamın suratında hayır bile yoktu. İnsan baktıkça çarpılacakmış gibi hissediyordu.
Neyse yeğenim hangi ameliyathane de?"
Sorduğu soru ile işaret parmağım ile gösterdim. Onun birşey demesine izin vermeden önden ilerlemeye başladım.
"O çocuğa ne yapacaksın?"
Sorduğum soru ile sol elini kaldırıp çenesini sıvazladı. Kaç yaşında olduğunu bilmiyordum ama oldukça genç duruyordu. Çene şekli Demir'in çenesi ile aynıydı. Bu benzerlik gerçekten fazlaydı.
"Kime çalışıyorsa söylemesi lazım. Ondan sonra onu pasifik okyanusundaki korsanlara postalarım."
Şaşkınlıkla ona baktım. Korsanlar var mıydı? Bir de çocuğu onların yanına gönderecekti. Bu adamın psikolojik sorunları olduğuna emindim. Başka bir açıklaması olamazdı.
"Sen boşver onu. Polisler ifade almaya geldi mi?" Kafamı olumsuzca iki yana salladım.
"Gelirse o çocuktan bahsetmiyorsun? Duydun mu?"
Onaylarcasına kafamı aşağı yukarı salladım. Ne tür işlerle uğraştığını bilmesem de içten içe ona güveniyordum. Yeğenini bu kadar umursuyorsa ona zarar verenleri de bulacağına inanıyordum. Anlık bir merakla kafamı ona doğru döndürüp sorumu sordum.
"Mafya mısınız?"
Bunu sorma nedenim gayet açıktı. Takım elbiseli adamlar, üst model teknolojik aletler ve adamların haddinden fazla sert bakması. Mafya fimlerindeki adamları anımsatıyorlardı. Gözlerimin içine bakarak alaycıl bir tebessüm etti. Gülümsemesi tuhaf bir şekilde beni huzursuz etmişti. Bu adamın gülüşü bile korkunçtu.
"Mafyadan çok bir cehennem ateşiyim."
Ne anlama geldiğini pek kavrayamamıştım. Çünkü Yakut Vural Çakır sürekli şifreli veya anlamsız konuşan bir adamdı. Onu tanımıyordum fakat psikolojik analiz yapabilirdim. Karşılaştığımız andan beri yüz ifadesine ne kadar baksam da duygularını fazla belli etmiyordu. Sürekli alaycı bir yaklaşım sergiliyordu.
"Yakut!"
İşittiğim ses Güneş'e aitti. Ameliyathane'nin önünden hızla ayrılıp yanımıza doğru ilerlemeye başladı. Bizde aynı yavaşlık la ilerliyorduk. Güneş'in yüz ifadesini incelemeye başladım. Fazlasıyla heyecanlı duruyordu. Gözlerinden akan yaşlar ile Yakut Vural'a doğru ilerledi. Koridorun tam ortasında karşı karşıya kaldığımızda Güneş hızlıca ona sarıldı. Fazla sert sarılmış olmalı ki Yakut Vural olduğu yerde ileri geri gitti.
Ellerini kaldırıp Güneşin sarı saçlarını okşadı. Bir yandan da kafasını eğmiş saçının kokusunu içine çekiyordu. Bu görüntü karşısında içim parçalandı. Aklıma yıllar önce Güneş ve Sema teyzenin sarılışı geldi. Aynı durum farklı kişiler. Dayısına baktığında annesini gördüğüne emindim. Aralarında bariz bir benzerlik vardı.
Güneş kafasını Yakut Vural'ın göğsüne yaslayıp hıçkırarak ağlamaya başladı. Titreyen ellerini daha sıkı yumdu birbirine. Gözleri ağlamaktan kıpkırmızı olmuştu.
"Şt! Ağlama prensesim," dedikten hemen sonra Güneşi kendinden uzaklaştırıp onu omuzlarindan tuttu. Yüzlerini aynı hizaya getirdiğinde konuşmaya devam etti. "Hepsi geçecek, emin ol." Sesi sert olsa da şuan yumuşak çıkarmaya çalışıyordu. Ellerini Güneşin yanaklarına koydu ve gözyaşlarını sildi. Derin bir nefes alıp onu alnından öptü.
"Abim iki saattir ameliyatta ne giren oldu ne çıkan. Çok merak ediyorum. Lütfen birşey yap dayı." Konuştuktan sonra titreyen dudaklarını birbirine bastırdı. Bakışları kısa bir an bana kaydı ardından geri çekti.
"Birincisi, dayı demek yoktu. İkincisi, adamlarım şimdi halleder, bekle."
Son dediklerini söylerken adamlarına ufak bir el işareti yaptı. Adamlar hızlıca koridordan çıktı. Tabi ki sadece iki üç kişi çıkmışlardı. Geriye kalan tüm adamlar hâlâ koridorda duruyordu. Arkasındaki adamlara dönüp konuşmaya başladı.
"Bana giyilecek birşeyler bulun!"
Neden giysi istediğini anlamamıştım. Buradaki herkes Demir'in derdindeyken onun giysi istemesi oldukça garipti. En garip bakışlarımı ona yollayarak kafamı iki yana salladım. Bu adam gerçekten kafayı sıyırmış olmalıydı.
1 saat sonra
"Sizin olmayan beyninizi sikeyim! Oğlum sizin yüzünüzden ameliyathaneden atıldım lan!"
En son giysi istediğinde adamları ona bir hemşire önlüğü getirmişti. O ise hiç yadırgamadan giyip ameliyathaneye giriş yapmıştı. O bir saat içerisinde ne yapmıştı bilmiyordum. Ama uzun süre içeride kalıp öyle çıkmıştı. Tabi ki kendi kendine çıkmamıştı. Bazı görevliler tarafından ameliyathane kapısı kapısının önüne kadar getirilmişti.
"Bana getirmişsiniz hemşire önlüğünü, cerrah bana 'hemşire burada ne işin var?' diyor. Ulan hiç mi tıp bilgin yok. Beni yaka paça dışarı attılar lan."
Sinirle söylenirken adama doğru gidip kalçasına tekme attı. Adam yerinde oynamamıştı bile. Acaba Demir'i görmüş müydü?
"Demir? O nasıl?"
Sorduğum soru ile bakışları anında bana kaydı. Çatık olan kaşları yavaş yavaş kaybolduktan sonra derin bir nefes aldı.
"Ben pek anlamadım. En son o piç cerrah benden dikiş ipi istedi. Bende onun nerede olduğunu bilmediğim için adama maskenin ipini verdim. Sonra anladılar işte. Adamlar o kadar yoğun ki üstümdeki hemşire önlüğünü sonradan fark ettiler. Ama ameliyat bitmek üzeredir galiba."
Dikiş ipi yerine maskenin ipini mi vermişti? Şaşkın bakışlarımı ona sabitledim. Bana 'ne var' dercesine baktıktan sonra omuzlarını silkip bana arkasını döndü. Kendi korumasına tıp bilgisi olmadığı için kızmıştı. Ama kendisi ondan daha beterdi. Hadi normal ipi anlarım ama maske ipi ne alakaydı.
"Cidden maske ipi mi verdin?"
"Yalan borcum mu var?"
"Yok mu?"
"Var mı?"
İşaret parmağını kaldırıp dudaklarına kondurdu. Daha sonra 'ştt' sesini çıkartarak göz kırptı. Yeğeni içeride canıyla boğuşurken fazla rahattı. Gözlerimi devirip ondan uzaklaştım. Bir adım atıp Güneşin başında beklemeye devam ettim. Oturduğu koltuğa sinmiş boş gözlerle duvarı izliyordu. Tam ona birşey söylemek için ağzımı açmıştım ki herkes bir anda ayağa kalktı. Bende hızla arkamı döndüm. Ameliyathane kapısı açılmıştı. Cerrah bakışlarını bize sabitledi. Bakışları anında Yakut Vural'a değdiğinde kafasını iki yana salladı. Onu tanımıştı sanırım. Derin bir nefes alıp konuşmaya başladı.
"Öncelikle geçmiş olsun. Hastanın durumu stabil ama ne olur ne olmaz diyerekten hastamızı yoğun bakım ünitesine yönledirmemiz gerekecek. Yirmi dört saat gözetim altında tutulacak."
Gözlerimden akan yaşı silip gülümsedim. Buna bile şükredebilirdim. Güneş bir adım öne çıkıp konuşmaya başladı.
"Peki ne zaman uyanır? Görebilir miyim?"
"Bu hastaya bağlı, kesin bir cevap veremem malesef. Görmeniz yasak. Tekrardan geçmiş olsun."
Cerrah son sözlerini söyledikten sonra koridorda ilerlemeye başladı. O giderken kapı bir daha açıldı. Gördüklerim ile yutkunmayı neredeyse unutmuştum. Demir bir sedyenin üzerinde götürülüyordu. Yüzü o kadar çok solmuştu ki bembeyaz olmuştu. Titreyen ellerim ile ona yaklaştım. Öne doğru hızla atılıp elini tuttum. Elini sadece kısa süre tutabilmiştim. Çünkü onu yoğun bakıma götüren görevliler beni anında uzaklaştırmıştı. Dolan gözlerim ile arkasından öylece baktım. Yan tarafımda bir hareketlilik hissettiğimde bakma zahmetine girmedim. Çünkü onun kim olduğunu uzun boyundan ve duruşundan anlamıştım.
"Seviyorsun sen bizim oğlanı."
Söyledikleri ile bakışlarımı yere indirdim. Seviyordum, yalan yoktu. Ama bunu ona nasıl söyleyebilirdim ki. Kelimeler yetersiz kalıyordu. Cevap veremeyeceğimi anladığımda kafamı ağır bir şekilde salladım. Bu 'evet' demekti.
"Bende sana tek birşey söyleyeceğim. Kendini boşuna üzüyorsun. Unutma! Hiçbir sevgi karşılıksız kalmaz. O da karşılığını verir elbet."
Dedikten sonra yanımdan ayrıldı. Sertçe yutkunup arkamı döndüm. Ellerini arkadan bağlamış kaba adımlar ile yürüyordu. Gerçekten dediği gibi olur muydu? Yeğenini tanıyordu sonuçta. Eğer dedikleri çıkmazsa boşa umutlanmış olurdum. Kafamı iki yana sallayıp yoğun bakım ünitesine doğru gitmeye başladım. Nerede olduğunu bilmediğim için abimi takip ettim.
Onu seviyordum.
Duygularımdan oldukça emindim.
Uyandığı an söyleyecektim.
Bu işi fazlasıyla uzatmıştım.
🌕
Buse??
Demir??
Yunus??
Aslan??
Güneş??
Yakut Vural Çakır??
Anton??
Karakterlerin yaşları
Demir Atasoy- 24
Aslan Arıkan- 24
Güneş Atasoy- 19
Buse Arıkan- 20
Yunus Çelik- 20
Buğlem Duran- 23
Fehmi Arıkan- 52
Selda Arıkan- 50
Kenan Atasoy- 52
Hepsi de genç ve çıtır
En çok Fehmi Amca çıtırrr
Bu adamı çok seviyorum
.
Yakut Vural Çakır hakkındaki düşünceleriniz??? Buraya yazın, tek tek okuyacağım.
Anton Lazov hakkındaki düşünceleriniz??
‼️‼️‼️Bir de ufak bir sorum olacaktı.
Soru: Hangi yan karaktere kitap yazmamı isterdiniz?‼️‼️
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |