
"Arkadaşın var mı?"
"Efsun var, kuzenim."
"Başka yok mu?"
"Yok.
"Sevgilin?"
"Yok."
Bu sorular kitap için gerekli mi?
"Ailenle aran nasıl?" dedi kalemi elinde döndürerek.
Soruyu duyar duymaz göğsümün daraldığını hissettim. Rahatsızca yerimde kıpırdandım.
"Bu sınırları aşan bir soru,"
"Galiba geçmişe dair travmaların var,'
"Maalesef,"
"Anlatmak ister misin?"
"Hazır hissetmiyorum."
Bulut, yavaşça başını salladı. Anlayış göstermesi beni rahatlatmıştı.
"En sevdiğin kitap peki?"
Bir kaç saniye düşünerek okuduğum kitaplar arasında bir seçim yapmaya çalıştım, ancak başarılı olamadım.
"Sevdiğim bir sürü kitap var," dedim mırıldanarak. "Ama sana en sevdiğim alıntıyı söyleyebilirim;
Lakin tek korkum; yarın ölebilirim, kendimi tanıyamadan..."
Bulut düşünceli bir şekilde kafasını sallayarak bir şeyler not aldı. Sonra bakışlarını tekrar yüzüme sabitledi.
"En sevdiğin şiir?"
Bir kaç dakika düşündüm. Sonunda cevabı bulduğumda yüzümde büyük bir tebessüm oluştu. Ezbere bildiğim satırlar dudaklarımdan dökülmeye başladı.
*"Sen yoksun.
Boşuna yağıyor yağmur
Birlikte ıslanamayacağız ki
Boşuna bu nehrin
Çırpınıp pırpırlanması
Kıyısında oturup seyredemeyeceğiz ki
Uzar uzar yollar
Boşuna yorulur yollar
Birlikte yürüyemeyeceğiz ki
Özlemlerde, ayrılıklarda boşuna
Öyle uzaklardayız
Birlikte ağlayamayacağız ki."
*Boşuna şiiri - Nazım Hikmet
Uzun bir sessizlik çöktü aramıza. Yeşil ve kahverengi gözlerimiz belki de birlikte ağladı. Defterini bir kenara bırakarak ayağa kalktı. Yanıma doğru gelmeye başladığında stresli bir şekilde ayağımı yere vuruyordum.
"Benimle gelir misin?" diye bir soru sordu. Kaşlarımı merakla çattım.
"Nereye?"
"Sürpriz,"
Gülerek ayağa kalktığımda başıma bir şeyin gelmemesini umuyordum.
"Pekâlâ,"
"Bu arada," dedi kıyafetlerimi ve hâlâ üzerimde duran sweatshirt'ünü göstererek.
"Sana göre bir şey yok ama istersen kıyafetlerimden giyebilirsin,"
Gülümseyerek ayağa kalkarken ona teşekkür ettim. Çıplak kalmaktan iyidir. Arkamı dönüp onun odasına doğru ilerlerken neden ona karşı borçlu hissetmediğimi düşündüm.
Sanki her şey yolundaymış gibi.
Böyle bir durumda benim bu evde kalmamam lazımdı ama içimden bir istek, bir arzu burada kalmak istiyordu. Bulut Akın ile konuşmak hoşuma gidiyordu. Bu inkar edemeyeceğim bir gerçekti.
Belki de o iyi bir arkadaştır. Ya da... Her neyse. Ona kendimi yakın hissediyordum ve sanırım yeni bir arkadaşım vardı.
---
Üzerime lacivert bir t-shirt giyebilmiştim. Altıma da, eşofmanlar bana baya büyük geldiği için kendi şortumu giymiştim. Saçlarımı iki yandan örerek güzel bir görüntü oluşturmuştum. Sonunda hazır hissettiğimde dışarıda beni bekleyen Bulut'un yanına doğru gittim. Kapıdan çıkmadan önce de hızlıca bir bardak su içmiştim.
Bulut, beni gördüğü ilk an hoş bir ıslık çaldı. Utançla tebessüm ettim.
"Çok güzel olmuşsun, örgüler yakışmış,"
Hafifçe eğilerek elimle reverans gibi bir şey yaptım.
"Sen de çok güzel- ay... Yakışıklı olmuşsun,"
Küçük bir kahkaha attığında gözlerim, giydiği siyah bol kot pantolona ve ilk iki düğmesini açık bıraktığı beyaz gömleğinde dolaştı. Harbiden yakışıklı.
Son model beyaz bir BMW'ye aynı anda bindik. Arabanın kapılarını kapattığımızda Bulut;
"Senin kapını açmayı unuttum," dedi alçak bir sesle ama ben duymuştum.
Kolundan tutarken gözlerimi hafifçe devirerek sırıttım.
"Ben sevmem zaten öyle şeyleri boşver bas gaza,"
Gülerek ellerini direksiyona koydu. "Direkt gidelim diyorsun yani,"
"Evet," diyerek omuz silktim.
"O zaman,"
Bir anda gaza bastığında korktum ama emniyet kemerimi hızlıca taktım. Araba giderek daha da hızlandı, yolumuza bir viraj çıkınca Bulut hızlıca sağa döndü. Asfalttan çıkan sesle birlikte kahkaha attım. Camı sonuna kadar açarak yüzüme doğru esen rüzgarı hissedip gözlerimi kapattım. Bu sırada da Bulut daha çok hızlanmıştı. Yine gaza bastığında camdan dışarı sarkarak ellerimi havaya kaldırdım. Güzeldi. Daha önce hiç yaşayamadığım kadar.
Radyodan rastgele bir müzik çalmaya başladı.
"Benim gönlüm sarhoştur
Yıldızların altında
Sevişmek ah, ne hoştur
Yıldızların altında."
Hava kararmaya başlarken ben kendimi kaybettim. Benliğimi, ismimi unuttum. Sadece yaşadığım bu ana tutundum. Gözlerimi sıkıca kapatırken ellerime ve tenime çarpar rüzgarı hissettim.
"Yanmam gönlüm yansa da
Ecel beni alsa da
Gözlerim kapansa da
Yıldızların altında."
Sonunda araba yavaşladığında üşüdüğüm için titreyerek geri çekildim ve camı kapattım. Birkaç saniye sonra düzeldiğim de boğazımı temizleyerek dikkatini üzerime çektim.
"1 hafta sonra gidiyorum,"
"Neden?" diye sordu çekinerek.
"Sana fazla yük olmak istemiyorum, şimdi kendimi kötü hissetmeye başladım." dedim derin bir nefes alarak. Sabah böyle düşünmüyordum fakat zaman geçtikçe sanki ona yük oluyormuşum gibi hissetmeye başlamıştım.
"Peki," araba biraz daha hızlanmıştı Nereye gittiğimizi bile bilmiyordum.
"İnşaallah kitabım biter o zamana kadar,"
"İnşaallah," dedim mırıldanarak.
Bir tık daha hızlandı araba, sinirlenmiş miydi yoksa?
O sırada başıma felâket derecede bir ağrı girdi. Elim istemsizce beynimin ön bölgesine gelen alnıma gitti. Dişlerimi hissettiğim acıyla sıktım. Bugün hiçbir şey yememiştim, bunun yüzünden ağrı çekmek istemezdim. Karnım guruldayarak beni ele verince utançla arkama yaslandım.
"Acıktın mı?" dedi Bulut.
"Evet," dedim utangaçlığın etkisiyle.
"Torpidoda karamelli ve fındıklı barlar olacaktı, onlardan yiyebilirsin,"
O kadar açtım ki teşekkür ederek torpidodan barları aldım ve hızlıca yemeye koyuldum. Ama sanki fındık ve karamel tadı değil de başka bir tat geliyordu ağzıma. Sanki... Sanki...
Kan gibi.
Dudağımdan gelen kan tadını alınca midem bulandığı için yüzümü buruşturdum. Heyecandan dudağımı da ısırdığıma göre yola devam edebiliriz. Birazdan karşıma çıngıraklı yılanlar falan çıkarsa ona da şaşırmam artık.
"Gideceğimiz yere kaç dakika kaldı?" diye sordum.
"Yaklaşık 20 dakika falan," dedi Bulut.
Artık nereye gidiyorsak, diye düşündüm içimden. Zor bir hayat geçirdiğimden her şeyin altında bir şüphe arardım. Kafamı koltuğa iyice yaslayarak uyuklamaya başladım.
15 dakika sonra...
"Bulut..." Her yerim uyuşmuştu. Kafamı sağa sola hareket ettirerek kıtlattım. "Bulut, neredesin?"
Bulut sürücü koltuğunda yoktu. Sorunumuz ise arabanın hâlâ gidiyor olmasıydı. Olayları idrak ettiğimde kocaman bir çığlık attım. Bulut neredeydi?
Derin derin nefesler alarak gözlerimi açtığımda, kabus gördüğümü anlamam ile öyle bir rahatlamıştım ki... Hızlıca yanıma baktığımda Bulut'u görmüş ve sonunda kendime gelebilmiştim. Sadece kâbus.
Sorun şu ki, Bulut beni izliyor bir yandan da arabayı park ediyordu. Muhtemelen her şeyi görmüştü.
"Neden kabus görüp duruyorsun?"
Yeşil gözleri dikkatlice yüzümde gezindi.
"Travmalar..." diyerek geçiştirdiğimde artık kızgın olduğunu anlayabiliyordum.
"Geldik," diye mırıldanarak arabadan çıktı. Bu sefer benim kapımı kendisi açmıştı, inerken de ona kibarca gülümsedim.
"Burası neresi?"
Sorduğum soruya karşılık eliyle ileriyi gösterdi. Burası bir gözlemeviydi. Hani şu teleskopla gökyüzünü incelediğimiz. Karanlık gecenin içindeki masum insanların dileklerini anımsatan yıldızlar, adeta bize göz kırpıyordu.
"Burası çok güzel," diyerek fısıldadım.
"Haydi, gel,"
Minik adımlarla onu takip etmeye başladım. Gözlemevi kapısının önünde duran adam bize gülümseyerek yolu gösterdi Bulut ile önceden tanışıyorlardı galiba.
"Bu taraftan, hoş geldiniz,"
Adam bize bir asansör göstermişti. Olduğum yerde Bulut'a dönecektim ki kolunu omzumda hissedince ne olduğunu sorguladım.
"Seni buraya yıldızları gözlemlemek için getirdim. Yıldızların altında bir röportaj yapmak daha iyi olmaz mı?"
Yüzümdeki derin tebessüm onun yüzüne de bulaştı. Başımı hevesle sallarken küçük bir çocuktan farkım yoktu. Beraber asansöre doğru ilerledik. Onunla aynı asansörde olmak beni heyecanlandırsa da sabrederek duygularımın önüne geçtim. En yüksek kata geldiğimizde terasa açılan bir kapı karşıladı bizi. Kim bilir, o kapıdan girdiğimizde neler olacaktı?
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |