2. Bölüm

1. Bölüm (part 2)

Hayrunisa Işık
hyrnssk

"Yavaş olmaktan ne anlıyorsun Pet?" dedi Tina. "Senin yüzünden düşecektim az kalsın."

"Ne var yani bir kere oldu hem. Bak düşmedin ya," diye savunmaya geçti Peter.

"Bir kere mi!" Tina'nın bu kadar sinirli olduğunu hiç görmemiştim desem yalan olur. Ben onunla uzun bir süre uğraşınca da bu tepkiyi veriyordu. "Bu üçüncü bana çarpışındı Pet!"

Tina bir, havuç sıfır.

Bu şekilde tartışırlarsa ikisi de bize çarpacaktı. Zaten akşam iyice çökmüştü. Şuan sadece ayın ışığında yolumuzu görüyorduk.

Ve bu lanet yol hala bitmedi! Uzun bir süredir yürüyorum!

"Havuç sen de daha dikkatli ol. Akşam oldu zaten. Önümüzü zor görüyoruz. Bir sıkıntı çıkmasın."

"Tamam, Lucy. Dikkat ediyorum zaten. Daha da dikkat edeceğim ve bana havuç demeyi bırak artık!"

Şimdi inadına yine havuç derdim ama dediğim an sinirle hızlı hareket ederse düşme ihtimalimiz olduğu için demedim.

İlerlemeye devam ettim. Ayağım bir taşa değdi ve ayağım kaymaya başlamasıyla çığlık attım. Arkamdan David hemen beni tuttu. Ona baktım. "Umarım baban, benim çığlığımı duymamıştır." Zaten dağ tarlanın yakınlarında olduğu için ve benim çığlığım burada büyük bir yankı yaptığı için bizi duymuş olabilirdi. "Baban umarım bu vakitte eve gidiyordur?"

"Sizin eve gidecekti. Muhtemelen burada değildir."

"O da mı bize geliyor? Niye?"

"Bilmiyorum."

"Devam etsenize artık. Çok geç kaldık azar işiteceğiz yine," dedi Peter.

"Senin annen ile baban sana çok kızamazlar. Sana kıyamıyorlar," diye cevap verdim.

Yavaş yavaş adım atmaya başladım. Yol sonunda bitiyordu. Hızlıca koştum. Arkamdan diğerleri de koşarak geliyordu. Tarlanın yanından koşarak geçtik. Jack'in evini de geçtik. Galiba kasabada ki herkes bizim eve gitmişti. Normalde pazar bu vakte kadar hala açık oluyordu ama şuan sokaklar bomboştu. Bütün evleri bitirince en son bizim evin önüne geldik.

Nefesim daralıyor be.

Çit kapıyı ittim. Bahçeye girmemle çıkmak istemem bir oldu.

Evin önünde çok fazla ayakkabı var.

"Geri mi dönsek acaba canım kardeşim?"

"Tamda benim düşündüğümü söyledin canım kardeşim." Ona baktım ve bahçe kapısına yöneldim. "Hemen gidelim!"

Arkamdan gelen kapı gıcırtısı ve ondan sonra gelen annemin sesiyle büyük bir hüsrana uğradım. "Nereye gidiyorsunuz?" Ben ve Louis birbirimize üzgün bir şekilde bakarken diğerleri bu halimize kahkaha atıyordu. "Hem bu saate kadar neredeydiniz?!" Evet, işte beklediğimiz o soru.

Yüzüme bir gülümseme ekleyerek arkama anneme döndüm. "Oyun oynuyorduk her zamanki gibi ve nereye gideceğimize gelirsek: bu ev çok kalabalık asla burada kalamam. İçeri girersem o insanların arasında boğulurum, nefessiz kalırım, bana daralma gelir, yere bayılırım. O yüzden en sağlıklı kararı verip o ev dışında her yere gidebilirim şuan."

"Eğer bugün eve gelmezsen çok önemli bir şeyi kaçıracaksın ama, haberin olsun tatlım. İstediğin yere gidebilirsin şimdi."

Lanet olsun! Beni nasıl içeri getireceğini çok iyi biliyor. Şimdi ben meraktan başka bir yere de gidemem.

"Ne imiş o önemli olan şey?"

Annem bana gülümseyerek "Söyleyeceğimi mi sandın Lucy. Öğrenmek istiyorsan eve gel," diyerek kapıdan çekildi ve eliyle içeri girmemi işareti etti.

Biliyor kadın eve nasıl gireceğimi.

Somurtarak kapıya doğru ilerledim. Ayakkabımı çıkararak kapıdan içeri girdim. Arkadaşlar da arkamdan geliyordu.

Salona girdiğimde içeridekilerin hepsinin yan yana bitişik bir şekilde oturduğunu gördüm. Burada o kadar kişi vardı ki koltuklara oturamayanlar yerde bacaklarını kendine çekerek oturuyorlardı. Yüzümü somurttum. Hem burası çok kalabalıktı hem de oturacak yerim yoktu.

"Kızım gel otur şuraya." Babamın gösterdiği yere baktım. Koltuğun kenarına oturmamı söylüyordu. Memnun olmayan bir ifadeyle oraya ilerledim ve oturdum. Buraya oturana kadar burada yerde oturan çoğu kişinin ayağına ve bacağına bastım.

Etrafımdakilere baktım. Herkes gelecek demişlerdi. Burada sadece kasabanın erkekleri vardı. Kadın olarak sadece annem, Tine ve Peter'ın anneleri vardı.

"Kızım, Tina ve Jenny! Yanımıza gelin de bize yardım edin," diyen anneme sinirli sinirli baktım. Onun yanına giderken yine çoğu kişiye çarptım ve onlardan özür dilemedim.

Gelmeselerdi banane!

Annemin yanına gelince, "Niye oturmadan önce çağırmıyorsun beni?! Zaten zar zor ortaya oturmuştum!"

O beni hiç dinlemeden mutfağa gitti. Ben de oflayarak hemen salonun karşısında bulunan mutfağımıza doğru adım attım ve içeri girdim.

Burada çok yemek var, ben taşımam. Kaçsam mı acaba?

"Kızım hadi götürün tabakları."

"Nereye götüreceğim ben? İçeri mi? İçeri de yer yok!"

"Ağabeyin kardeşinle beraber dışarıya masaları koydular. Oraya götürün tabakları."

İki tane tabak aldım ve mutfaktan çıkıp bahçeye girdim. Masaları daha yeni getiriyorlardı.

Anne neden masaları koydular diyorsun.

Masayı kurmalarını bekledim kaşlarımı çatarak. Kurduklarında hemen tabakları masaya koydum. Sonra aklıma neden tabakları benim getirdiğim gekdi. Louis'e bakıp sırıttım. Sırt bana dönük olduğu için yüzümü görmedi. Ağabeyim bana baktığında aklımdan bir şey geçtiğini anlamıştı. O yüzden gülüyordu.

"Louis." Hmm diye ses çıkardı. Tekrar seslendim, hmm dedi. "Louis!" Bağırmamla arkadına döndü hemen. "Ne oldu?"

"Annem seni ve diğerlerini çağırıyor," dedim Jack, Peter ve David'i de işaret ederek. "Gelsinler bana yardım etsin diyor."

"Ben niye yardım edeyim? Zaten misafirleri sevmiyorum. Bir de onlara hizmet mi edeceğim?"

"Ya gidersin ya da yarın kokuşmuş balıklarla yatağında uyanırsın."

"İğrençsin!"

"Sağol kardeşim iltifatın için." Sinirli bir şekilde diğer erkekleri alarak eve girdi. Ağabeyim bana baktı. "Annem onları çağırmadı değil mi?"

Gülerek başımı salladım. Sonra ağabeyimle Peter'ların bahçesinde bunulan bir masayı aldık. Bizim evde iki masa vardı ama yetmeyecek gibiydi. O yüzden Peter'lardan da aldık. Umarım üç tane büyük masa içeridekilere yeterdi.

Bütün yemekler masaya yerleştirilince annem benden misafirleri çağırmamı istedi. Eve girip hemen sol tarafta bulunan odaya girdim. Direk kapının karşısında bulunan babama baktım. "Sofra hazır, gelin." Cevaplarını beklemeden hemen kapıyı kapatıp çıktım ve bahçeye geldim.

Annem benden cevap bekliyordu. "Geliyorlar... herhalde." Annem bir kaşını kaldırdığında ofladım. "Söyledim yemeğin hazır olduğunu. Sonra hemen çıktım. Beklemedim onları."

Annem bana bir şey diyecekti ama bahçeye gelen misafirleri görünce sustu.

Herkes masaya oturmaya başlayınca annemin yanında duran Tina ve Jenny'yi kollarından çekiştirip onlarla beraber yan yana sandalyelere oturdum.

Tabii ki ortalarında ben varım.

Babam en baştaki sandalyesinde herkese hitaben konuştu. Hepinize afiyet olsun." Ben hızlıca yemeğimi yedim. Ben yemeği bitirince çoğu kişinin tabağınım yarısının dolu olduğunu gördüm.

Babamın hemen sağında duran anneme seslendim. "Benim tabağımı doldur." Yanıma gelip tabağımı doldurdu ve bana geri verdi. Bana geri vermesiyle karşımda ki Louis'te tabağını uzattı, annem ona da doldurdu. "Size de doldurayım mı kızlar?" Tina ve Jenny gerek olmadığını söyleyip teşekkür ettiler.

Herkes yemeği bitirince çocuklar olarak ben, Louis, Tina, Jenny, Jack, Peter ve David masadaki her şeyi toplayıp kaldırmaya başladık. Annem arkamızdan bizimle gelmediğine göre bulaşıkları yarın sabah yıkayacak.

Masaya gittik ve oturduk. Babam konuşuyordu. "Meydan da yaparız düğünü."

"Ne düğünü?" diye sordum.

Babam bana baktı. "James ağabeyini evlendiriyoruz ya kızım."

"Nasıl evlendiriyoruz? Benim niye Jems ağabeyin evleneceğinden haberim yok?"

"Haberin yok mu?"

"Evet, yok."

"Ben size söyledim ya. Aaa... Ben sadece annenize ve ağabeyinize söyledim. Size söylemeyi unutmuşum."

Göz devirdim. Böyle önemli bir şeyi nasıl bana söylemezdi. Sağımda duran Jenny'nin kolunu çimdikledim. "Peki ya sen? Sabahtan beridir yanımdasın niye ağabeyim evleniyor, demiyorsun?"

Bana gülümsedi. "Duyunca yüzünün alacağı hâli merak ettim."

James ağabey bana baktı. "Kiminle evleneceğimi sormayacak mısın?"

Gülümsedim. "Hekim kızla evleneceksin işte," dediğimde donup kaldı buradaki herkes gibi.

"Eee sen evleneceğimi bilmiyordun?"

"Evleneceğini bilmiyordum zaten ama ondan hoşlandığını biliyordum. Fark etmemek elde değildi." James ağabeyin yanakları kızarınca güldüm. Jenny'nin kime çektiği belli oldu. Babama baktım. "Ne zaman yapıyoruz düğünü?"

"Yarın," yüzümü hayret alınca güldü. "Yarından sonra ki gün."

"Yani iki gün sonra?" Başını sallayıp onayladı. "O zaman niye diyorsun yarın?!" Babam yine güldü. "Peki bu akşam niye toplandık?"

"Kim hangi hazırlığı yapacak onu tartışmak için."

"Anladım." James ağabeyin bir yakını akrabası olmadığı için bütün kasaba onun düğünü ile ilgilenecek anlaşılan.

"Biz yiyecek ve içecekleri hallederiz." Konuşan Tina'nın babasıydı.

"Ben meydanı süslerim masaları falan hallederim," dedi Peter'ın babası. "Bunun dışında," James ağabeye baktı. "Sizin evlede ilgilenirim. Kırık eşya varsa bana söylersin. Sizin evde yeni eşyalar da yaparım, birazını yaptım da zaten masa samdalye hazır. Tabak çatal kaşık da var fazla. Onu da sana veririz."

James ağabey mahcup bir ifadeyle başını eğdi.

"Sen tek başına halledemezsin hepsini Peter. Kasabanın çoğu meydan hazırlığıyla ilgilenecek. Meydan hazırlığını sen boşver. Zaten senin yapacağın eşyalar mahir işidir, vakit süre ister. Kasabada ki tek marangozcu da sensin. Sade onlarla ilgilenmen kâfidir." Konuşan kişiyi tanımıyorum pek. Bir tek babamın arkadaşı olduğunu biliyorum.

Annem James ağabeye baktı. "Senin ve gelin kızın kıyafetlerini, çeyizini ben yapmaya başladım. Düğün kıyafetlerinizi de bana nasıl istediğinizi söylerseniz yarın onu da hemen yaparım." Annem bu kasabada bulunan tek terziciydi. Bu işleri bir tek o yapıyordu.

James ağabey gülümsedi. "Teşekkür ederim."

"Ben de James'in kaldığı evi temizlerim yarın," dedi yengem sinsice. Annem hemen araya girdi. "Onu yapmana gerek yok. Çocuklar halleder."

Kabul etmeyip itiraz ederdim ama annemin neden bizim yapmamızı istediğini anladığım için karşı çıkmadım.

Yengemin amacı o evde değerli bir şey varsa çalmaktı. Bir zamanlar bizim eve yardıma diye gelip eşyalarımızı çaldığı gibi.

"Evet, biz hallederiz." Diye onayladım annemi. Yengem bana nefretle bakıp üzerimdeki Louis'in kıyafetini süzdü. Kendince beni aşağılamaya çalışıyordu.

Kaşımı kaldırıp aynı şekilde ben de onu süzdüm. Başka yöne bakmaya başladı.

Onlar bir süre daha konuştular ondan sonra herkes kendi evine gitti. Ben, Louis ve babam kendi odalarımıza gidip uyuduk. Ağabeyim de anneme bulaşıkları yıkamasına yardım etmeye mutfağa gitti.

******

"Louis! Daha yukarıyı temizleyeceksin, düzgün yap. Peter! Merdiveni düzgün tut! Louis'in düşmesini mi istiyorsun? Jack ve David! Koltukları biraz daha kenara çekin! Jenny! Gel şu kovadaki suyu temizle. Tina! Çarşafları pencerede silkele."

Emir vermek ne kadar da zormuş. Çok yoruldum, dinleneyim bari.

Jack ve David'in çektiği koltuklardan en büyüğüne boylu boyunca uzandım. Gözlerimi kapadım. Uyursam beni uyandırmazlardı bence.

Yüzüme su dökülmesiyle uyandım. Ben beni uyandırmazlar demiştim, o lafı geri alıyorum.

Louis karşıma elindeki yarısı dolu bardakla sırıtıyordu. Kolumla yüzümü sildim. Sinirli bir şekilde ona baktım. "Ben seni hiç böyle uyandırıyor muyum?!"

"Evet." Daha da gülerek "Hem de ne zaman benden önce uyanırsan yapıyorsun."

"Louis! Ben sana kızı uyandırma demiştim!" Konuşan James ağabeydi. Onu tam görmek için koltukta doğruldum. Kollarını sıvamış, Louis'in yapması gereken duvarı silme işini o yapıyordu. David'de onun üzerinde bulunduğu merdiveni tutuyordu.

Damat adama da iş yaptırmazsınız.

Diğerleri ne yapıyor diye salona göz gezdirdim.

Ağabeyim de, James ağabey gibi bir merdivenin üzerine çıkmış başka bir duvarı siliyordu. Jack'te onun merdivenini tutuyordu. Yerler temizdi. Dış kapının yanında bulunan süpürgeden anladığım kadarıyla buradaki tozları süpürmüşlerdi.

Peter, Tina ve Jenny ortalarda yoktu. Diye düşünmemle Jenny üst kattan aşağı doğru geldi. Buradaki herkese hitaben "İki havuç nerede?"

Ağabeyim cevap verdi. "Yukarı katı temizlemeye gönderdim yoksa işler bir türlü bitmeyecekti."

"Sizin aklınıza buraya gelmek nereden esti?"

Güldü. "Annemden," James ağabeye bakarak "Aslında James'e gitme burada kal, kıyafet için senden ölçü alacağım senden dedi..."

James ağabey devam etti. "Ben de gençler evi tek başına temizleyemezler, ben de gidip yardım edeyim. Hem bazı eşyalar kesinlikle atılmaması, yerinden dahi oynatılmaması gerekiyor. Onlar bilmiyor. Gidip söylerim de dedim. Ölçüyü de Lucius'tan alırsın. Onunla aynı boydayız, birbirimize vücud olarak benziyoruz dedim."

Ağabeyim ve James ağabey birbirlerinin resmen aynısılar. Tek fark ağabeyim sarışın, aynı bizim akrabalarda ki herkes gibi, James ağabey ise kahverengi saça sahip. Aynı Louis ve Jack gibi.

Ağabeyim de söze girdi tekrar. "Sırf bu işi bana bıraktığı için yolda biraz tartıştık."

"Daha çok şakalaştınız gibi geldi bana. Neyse," onlar hiç tartışmazdı. Bir kere bile birbirlerini ittiklerini görmedim. Yukarı kata baktım. "Ben havuçlara yardım etmeye gidiyorum. Siz de buraları halledin. Yoksa akşam yemek yiyemezsiniz ona göre."

"Emir verdiği yetmezmiş gibi bir de tehdit ediyor," diye söylenmeye başladı her zamanki gibi Louis. Louis'i takmadan evin ortasında bulunan merdivenlerden yukarı çıktım.

Off! Şimdi Pet ile Tina'nın nerede olduğunu bulacağım.

Sırayla altı tane kapı vardı. İlk kapıyı açtım. Burada büyük bir yatak, komodin ve bir koltuk vardı. Burası anladığım kadarıyla Jack'in ve Jenny'nin anne babasının odasıydı. Kapıyı hemen kapatıp çıktım. Annem evdeyken bu odaya girmememizi söylemişti. Nitekim Tina ve Peter'da girmemişti çünkü içerisi toz doluydu ve ayak izi yoktu.

İkinci kapıyı açtım. Burada hiçbir şey yoktu. Pencere açıktı. Herhalde burayı havalandırmak içini. Yere eğildim. Yerde toz yoktu, tertemizdi.

Çok iyi temizlemişler, aferin.

Tek tek diğer odalara da girdim. Son kapıyı açacakken kapıya ben dokunmadan kapı açıldı. Peter bana bakıyordu. "Ooo uyanmışsın ama biraz erken uyanmadın mı? Biz her yeri temizleyip bitirdik."

"Bitirdiyseniz madem aşağı inelim. Ben çok açım hemen evime gitmek istiyorum."

Tina da odadan çıkınca merdivenlerin başına geldik ve aşağı indik. Ağabeyim ve James ağabeyim koltukları eski yerine koymuş; Jenny, Jack ve Louis'le beraber oturuyorlardı. Bizi görünce James ağabey konuştu. "Yardım ettiğiniz için teşekkürler gençler."

Sanki buradaki her şeyi ben yapmışım gibi cevap verdim. "Yorulduk ama değdi. Sonuçta bir ağabeyim evleniyor tabii ki yardım edeceğim."

"Dedi aslında hiç yardım etmeyen Lucy,"

Louis'e göz devirdim. "Zaten dün oradan aşağı inebilmek için o kadar uğraştım. Eve de koşarak gittim. Misafirler yüzünden bir de geç uyudum. Çok yorgundum o yüzden. Biraz kestiriyim dedim. Bana demediğini bırakmadınız. Hepiniz üstüme geliyorsunuz. Konuşmuyorum sizinle. Bana ağabeylerim yeter," diyerek ağabeyim ve James ağabeyin arasına oturdum. İkisi de kollarıyla beni sarmaladılar ve başımın üstüne öpücük kondurdular.

Bir süre daha oturup dinlendikten sonra evden çıktık. David kendi evine gitti. Benim evin yakınlarına gelince Peter ve Tina da hemen yanımızda bulunan evlerine gittiler. James ağabey, Jack ve Jenny bizimleydi. Bugün de biz de kalacaklar.

Kapıyı çaldığımızda annem güler yüzüyle kapıyı açtı. James ağabey, Jack ve Jenny'ye bakarak "Hoşgeldiniz," dedi tüm neşesiyle.

İkizim kolumu çimdikleyerek "Biz evlatlıktan reddedildik galiba canım kardeşim."

"Ben de öyle düşünüyorum canım kardeşim." Anneme baktım. "Bir kere bile bize kapıyı böyle açmadın." diyerek ayıpladım onu.

"Şimdi de size söyleyeceğim," dedi ve gülümsemeye başladı. "Hoşgeldiniz!"

"Bu ne şimdi? Evcil hayvanını sevindirmeye çalışır gibi."

"Bir nevi öylesiniz zaten," diyerek annem Louis'e cevap verdi.

Louis'e baktım. "Bizi hayvan olarak görüyor canım kardeşim."

"Fark ettim canım kardeşim."

Bizim konuşmamızı geri kalanlar gülerek dinliyordu. Jack ve Jenny'yi iki yana ittim. Annemle karşı karşıya geldim. Onu da hafiften ittim. "Benim benden daha çok seven canım babam nerede?" Bunu dememle salonun kapısı açıldı hemen. "Buradayım kızım!" Babam direk koşup bana sarıldı ve etrafında döndürmeye başladı.

Anneme baktım. "Kıskan, kocanı çalıyorum." Babam güldü. Kolunu omzuma attı ve beraber mutfağa girip yan yana oturduk. Kolu hala omzumdaydı.

"Ben ne oluyorum bu evde. Hadi bu kızı babam seviyor. Beni kim seviyor bu evde, kimse!"

"Oğlum yerlerde sürünme!"

Annemin söylediğiyle ben ve babam kahkaha attık. Demek ki Louis o lafları söyledikten sonra kendini yere atmıştı.

"Abartma Louis. Bak, ben de seninle aynı durumdayım." diyen ağabeyimle daha büyük bir kahkaha attım. İçeri yanımız geldiklerinde Louis bana ve babama bakıp hıh dedi. Trip atıyor bir de aslanımız.

Akşam yemeğimiz benim ve Louis'in atışmaları. Bu atışmalarda babamın benim tarafımı tutması, annemin de Louis'in tarafını tutmasıyla geçmişti. Ağabeyim bizlere bakıp sadece gülüyordu. Atışmalarımızda ona sorduğumuz hangimiz haklı sorularına cevap vermeyip James ağabeyle sohbet etmeye başlamıştı.

Onların tarafına bakınca Jack'in ve Jenny'nin bize burukça baktığını gördüm. James ağabey belli etmemeye çalışsa da o da o şekilde bakıyordu. Bizim aileyi izleyince akıllarına kendi anne babaları geliyor olmalıydı. Bir kere biz yine ailecek bir şey tartıştıktan sonra Jenny'nin dedikleri geldi.

"Annem ve babam yaşasaydı biz de sizin gibi mi olacaktık?"

Bana bunu dediğinde o galiba sekiz ben on yaşlarındaydım.

Babam da onların durumunu fark etmişti. Jenny'ye seslendi. "Kızım sen niye yemeğini yemiyorsun? Zayıf kalmışsın zaten. Bunlardan da ye," diyerek tabağına biraz daha yemek koydu. Jenny'nin başını okşadı. "Bu yemekler bitecek ona göre."

Jenny'nin o anki gülümseyen yüzü bir ömre bedeldi. Bana baktı. "Bana ne bakıyorsun kız kardeşim. Babam doğru diyor, o yemekler bitecek."

*****

Düğün günü gelmişti. Şuan James ağabeyin yanındaydım. Beyefendi çok heyecanlı. Ayakta sürekli tur atıyordu. Bu arada söylemeyi unuttum. Şuan onun evindeyiz.

Bu sabah buraya geldiğimizde James ağabeyin, biricik müstakbel eşi Clara için çilekli bir pasta yaptığını öğrendim. Clara, Peter ve Tina'nın akrabasıydı ve aynı Pet ve Tina gibi o da havuçtu. Ama saç rengi daha çok kızıla yakındı.

Jenny'nin kolunu tuttum ve kendime doğru çektim. Kulağına fısıldayarak "Pasta niye çilekli?"

Jenny gülümsedi. "Ağabeyim onun kızıl saçlarına ve yüzündeki çillerden dolayı hep ona çileğim diye hitap ediyor." Kıkırdadı. "O yüzden pasta çilekli. Anlamlı olur diye düşünmüş galiba." Aklına bir şey gelmiş gibi bir ifadeye büründü. Dudaklarını büzdü. "Bugün hiç birimizin o pastayı tatmamıza izin vermedi. İlk dilimi ikisi beraber yiyecekmiş."

"Ay ne kadar romantik!" dedi Tina hoşlanmayan bir sesle. O bu tür şeylerden nefret ederdi.

Jack yanımıza yaklaştığında Tina ve mutfakta bir şeyler yiyen Peter'a hitaben konuştu. "Siz gelin tarafı değil misiniz? Burada ne yapıyorsunuz?"

Mutfaktan yemek yiyen Peter "Orkodoşomuz dogulmusun" Ağzı doluyken konuşuyordu. Bu çocuk bana çekmeye başladı.

Jack'in anlamaz suratına kahkaha attım, çok komik duruyordu. Çevirmeye başladım. "Diyor ki arkadaşımız değil misin?" Sonra düşündüm. "Başka bir şey demedi. Bence bir şeyler daha demesi gerekiyordu? Öyle değil mi Tina?"

"Arkadaşlarıyla kalmayı akrabaların yanında kalmaya tercih ediyor."

"Anladım," dedi Jack.

Annem yanımıza geldi. "Çocuklar hadi meydana gidiyoruz. Düğünü başlatacağız." Bizimkiler kafa sallayıp tamam dediler. Annem bana baktı. "Sen de Jenny'yi al. Siz James ile en önde gidin. Jack ve Louis! Siz de onlarlasınız. Hadi herkes James'i ve kardeşlerini görsün. Hadi!"

"Beni görmelerine gerek yoktu bence," diyen Louis'e annem dış kapıyı gösterdi. Louis'in yanına gittim. "Üzüldün mü?" Gülerek söylememle hıh deyip gitti.

Hepimiz atlara binip meydana doğru ilerlemeye başladık. Zaten meydan yakın olduğu için kısa bir sürede vardık.

Meydana varınca Kraliçe Meyda'nın heykelinin yanından geçtik. Her zamanki gibi yine heykele bakmaya başladım. Çok güzel bir kızdı. Kız diyorum çünkü yaşı çok küçük duruyordu. Uzun saçları ve kanatları var. Evet, kanatları var. Bunun dışında heykelde bir tuhaflık daha vardı. Kraliçenin kulağı sivriydi ama sadece sol kulağı. Sağ kulağı bizim gibi normaldi. Bunu fark ettiğimde babama sormuştum.

'Baba! Bu heykeli kim yaptı?'

'Neden sordun kızım?'

'Çünkü kim yapmışsa yanlış yapmış. Sol kulağı sivri, diğer kulağı ile aynı değil' dedim küçük çocuksu sesimle.

Babam bana bakıp gülümsedi. 'Yanlış değil kızım. Meyda bir melezdi. Kulakları onun iki ırkı da temsil ettiğini gösteriyor'

'Onun hakkında çok şey biliyorsun. Bana onun görünümünden bahseder misin? Çok güzel olduğu belli ama ben saç rengini, göz rengini merak ediyorum'

Babam bana gülümsemeye devam etti ve anlatmaya başladı. 'Simsiyah upuzun saçları vardı. Gözleri maviydi. Gözlerine bakanlar onun gözlerinde kayboluyordu. Teni bembeyazdı. Yaşıtlarına göre boyu uzundu. Etrafındakilere karşı çok saygılıydı. Çoğu varlıktan daha akıllıydı. Bitkileri iyileştirme gücü vardı. Ormana bayılırdı, orada hayat bulduğunu söylerdi.'

'Heykelde önemli bir savaşı kazandığı yazıyor. Ne savaşı? Orada ne yaptı?'

Babam hemen büyük bir hevesle anlatmaya başladı. 'O zamanlar iki taraf vardı; aydınlık taraf ve karanlık taraf. Anlayacağın üzerine karanlık taraf çok kötüydü. Çok kötü emelleri vardı, bütün ırklara hükmetmek istiyordu ama bu emelini durdurmaya çalışan bir grup vardı, aydınlık taraf. Meyda aydınlık taraftaydı. Meyda bir gün ormana gitti. Orada neler olunduğu tam olarak bilinmez ama ona orada kanatlar bahşedilmişti. Bundan kimseye bahsetmedi zaten kanatları istediği zaman vücudunun içinde kayboluyordu bu sayede kanatları bir süre saklayabilmişti.

Karanlık taraf hiç boş durmuyordu. Sürekli etrafındaki ırklara saldırmaya, onları öldürmeye başlamıştı. Bu olayların sonunda Aydınlık taraf ile Karanlık taraf savaşmaya başladı. Karanlık tarafın kazanmasına yaklaşılmışken Meyda kanatlarıyla oraya gelmişti ama tek başına değil. Savaşmayacağız denilen ırkları ikna etmiş ve savaşa katılmaya ikna etmişti. Savaşı asıl bitirecek olayı kardeşi ile birlikte yapmıştı. Karanlık tarafın başını öldürmüş ve ona yardım edenleri cezalandırmıştı.'

Babama Kraliçenin başındaki tacı işaret ettim. O da işaret ettiğim yere baktığında ne soracağımı anlamıştı. Hemen anlatmaya başladı. ' O taç, savaşı kazandığında bütün ırkları temsil ettiğini göstermek amacıyla verildi'

Babam ondan o şekilde bahsettikten sonra ona hayran kalmıştım. Babam onun kılıç kullandığını söylediğinde sonraki gün kılıç öğrenmeye başlamıştım. Babamdan sonra örnek aldığım ilk kişi olmuştu.

Tam bizim karşı tarafımızda Clara ve onun kardeşleri atla geliyordu. Anne ve babalar en arkada.

James ağabeyin koluna girdik ben ve Jenny. Clara nın da koluna bir erkek kardeşi girmişti. İkinci bir erkek kardeşi yoktu. Clara nın annesi Peter'ı yanlarına çağırdı. Peter yanlarına gidince Clara nın boşta kalan koluna o doladı kolunu.

Hepimiz aynanda meydanın ortasında duran masaya doğru ilerledik. Ben ve Jenny, James ağabeyi oturttuk. Clara da yanına geçti. İkisine bakıp gülümsedim.

James ağabey zaten küçük yaşlardan itibaren zorluk çekiyordu, sevdiklerini de kaybetmişti. En azından şimdi Clara nın yanında çok mutlu görünüyordu.

Damat ve gelin tarafının kardeşleri masadan uzaklaştık.

Biz eğlenirken denize doğru baktım. Çok uzakta bir gemi vardı ama buraya yaklaşıyordu. Kasabadan kimse bir yere gitmeyecekti. Bu gemi niye buraya yaklaşıyor. Gözlerimi kısıp geminin kimlere ait olduğuna bakmaya başladım. Dalgalan bayrakta gördüğüm kuru kafa işaretiyle içimde bir korku oluştu. James ağabeye baktım. Hala hiçbir şeyden haberi yoktu. Geminin daha da yaklaştığını görünce etraftakilere bağırdım.

"Korsanlar geliyor!"

Bölüm : 06.04.2025 22:30 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
İçindekiler
Hayrunisa Işık / Kayıp Şehir / 1. Bölüm (part 2)
Hayrunisa Işık
Kayıp Şehir

0 Okunma

0 Oy

0 Takip
2
Bölümlü Kitap
Hikayeyi Paylaş
Loading...