
Neden her taraf kan içinde?
Bir savaşta mıyım yoksa?
Karşıdaki adam da kim?
"Vârisi kurtarın!"
Öfkeli sesi kulaklarıma bir darbeyle inerken bu sesi tanıdığımı fark ettim. Veya tanımıyordum...
Toz, duman ve oldukça kanlı bu yerde zorlukla gördüğüm arkası dönük, beyaz gömleği dağılmış ve kanla kaplı adam bana doğru döndü ağır ağır.
𝑂𝑛𝑢 𝑡𝑎𝑛𝚤𝑦𝑜𝑟𝑑𝑢𝑚.
Mavi gözler bana hayal kırıklığıyla bakıyor.
Yanlış bir şey mi yapmıştım?
Olduğum savaş alanından sıyrılıp uyanırken yatağın içinde nefes nefeseydim, o da neydi öyle? Yeni kral bana neden hayal kırıklığıyla bakıyordu? Gözleri sanki biraz kırmızımsıydı da...
Düşüncelerimden sıyrılırken gece yattığım odanın içinde olmadığımı fark etmiştim, kaşlarımı çatıp odaya göz gezdirmeye başlarken dün gece ki lüks odadan daha lüks bir odaya bakıyordum.
Kocaman yatağın önünde ki ince beyaz tül görüntümü çok fazla kısıtlamıyordu ama etrafı daha net görebilmek için doğrulup tülü araladım ve etrafı daha dikkatli inceledim.
Hâlâ rüyada mıydım yoksa?
Kocaman odanın içinde bir sürü dolaplar ve değerli eşyalar diyebileceğim nitelikte şeyler vardı. Büyük ve işlemeli bir vazo, pahalı olduğu her yönünden belli uzun halı, elmas heykeller, kralın tablosu...
Bir dakika, kralın tablosu mu?
Gözlerim tabloya takılırken sarayın içinde olduğumu fark etmem çokta uzun sürmemişti ama bir şok dalgası ele geçirmişti bedenimi.
Yataktan inmek için tülü iyice çekerek ayaklarımı aşağı sarkıttığımda yatağın karşısında, duvara sabitlenmiş meşaleyi fark ettim. Sanırım söneli çok olmamıştı, kim gece gece ben uyurken meşaleyle odayı aydınlatmıştı ki? Daha doğrusu bu odaya neden getirilmiştim.
Dün gece hatırladığım tek şey annemin zorluklada olsa vârisliğimi kabul etmiş olmasıydı, daha sonrasında yatağıma gidip yatmıştım.
"Odaya öylece giremezsin Henna! Vâris uyuyorsa uyandırmamalısın."
"Ama bir kraliçenin erken kalkması gerekmez mi?"
"O sadece vâris Henna!"
"Ama kraliçe olacak!"
Kapının dışından yaklaşan seslerle ayaklarımı yerle buluşturup ayağa kalktım, kapıya doğru ağır adımlarla ilerlerken sesler daha da belirginleşiyordu. Tanrı aşkına, gerçekten Lorvil sarayında mıydım?! Buranın sadece zindanını tanıyordum...
"Winna, Kral Ace eğer vârisinin bu kadar geç uyandığını kavrayabilirse onun vârisliğinden şüphe eder ve krallık o olmadan savunmasız kalır!"
"Saçmalama ve düzgün konuş Henna! O bizim vârisimiz, erken kalksa da geç kalksa da bu değişmez."
Kapıya iyice yaklaşmışken birden burnuma yediğim sert darbeyle iki adım sendeledim. Şok içinde burnumu tutarken istemeden kısacık ufak bir inilti çıktı dudaklarımdan.
"Aman Tanrım, kapı çalmayı sana öğretmediler mi Henna?!"
Gözlerim kısa bir an kararırken her şey eski netliğine yavaş yavaş kavuşuyordu.
"Vârisim, özür dilerim ben uyuduğunuzu sanıyordum!"
Yanıma gelen iki çift telaşlı ve korkmuş göze bakarken olanları anlamdırmaya çalışıyordum.
Az önce o ihtişamlı kapıdan dayak mı yemiştim?
Büyük ihtimalle bilerek yapmamıştı.
Görüş alanıma giren iki kız da bunu doğruladı.
On üç yaşlarında ki kız çocuğu morun koyu tonu gözlere sahipti ve beyaz, canlı saçlarıyla benim yanımda inanılmaz biri gibi görünüyordu. Kesinlikle büyüleyici bir güzelliğe sahipti.
"Vâris? Neden konuşmuyorsunuz, çok mu sert çarptı kapı? Beni telaşlandırıyorsunuz..."
Diğer kızda yanımıza ulaşırken aynı güzelliği onun da taşıdığını fark ettim. Saç renkleri aynıydı, sadece az önce yanımıza gelen kızın beyaz saçlarının uçları siyahtı. Gözleri ise tamamen birbirleriyle aynıydı.
Yüzüme zoraki bir gülümseme yerleştirdim.
"Afedersiniz kızlar ama... Ben bir şey anlamış değilim."
Kızlar bi' bana bi' birbirlerine bakarken zoraki gülümsememin yerini hızla soru işaretleriyle bakan açık kahve gözlerim aldı. Kaşlarımı havaya kaldırıp bir cevap beklerken siyah saç tutamlarına sahip kız bana bakıp gülümsedi.
"Ah doğru ya, gece uyurken getirildiniz ama odaya getirilip yatağa yatırıldığınızda korkuyormuş gibiydiniz ve uyanmıştınız sanki. Demek hatırlamıyorsunuz."
Duvara sabitlenmiş sönük meşaleyi gösterdi.
"Biz neden korktuğunuzu anlayamazken kral sadece o meşaleyi yakıp odanın içini aydınlattı ve sizde uykuya takrar daldınız. Sanırım o sırada tam uyanmamış olmalısınız, gördüğüm kadarıyla bir şey hatırlamıyorsunuz."
Gözlerim meşaleye takılıp kalırken kızlar neşeyle konuşmaya devam etti.
"Vârisim, kahvaltı için aşağıya inelim dilerseniz."
Tekrar kızlara döndüğümde gözlerinde ki parıltıyla bana bakıyorlardı.
"Şey... Adınızı sorabilir miyim?"
Sorum karşısında daha çok gülümsediler.
Beyaz saçının uçlarını siyaha boyayan kız ayağa kalkıp önümde eğildi.
"Ben Winna efendim."
Doğrulduğunda bu sefer diğer kız ayağa kalkmış ve aynı şekilde eğilmişti.
"Ben Henna efendim."
Henna da doğrulunca artık aptal bakışlarımı durdurup vâris gibi davranmam gerektiğini kendime hatırlattım. Ayağa kalkıp birbirine çok benzeyen iki kıza baktım.
"İkiz misiniz?"
Winna başını olumlu anlamda salladı.
"Evet efendim, fakat bizimle alakalı konuları daha sonra konuşursak daha iyi olur gibi. Saat on ikiye geldi ve kral vârisini kahvaltı yapmamış bir şekilde bulursa..."
"Anladım."
Üstümde ki geceliklere bakıp kızlara döndüm.
"Ama önce üstümü değiştirsem?"
İkiside gülümseyip hızlı adımlarla âdeta heyecanla dolaplara yöneldiler.
"Elbette sizi giydirmeden aşağı indirmeyeceğiz!"
𝐵𝑒𝑛𝑖 𝑔𝑖𝑦𝑑𝑖𝑟𝑚𝑒𝑑𝑒𝑛 𝑚𝑖?
𝐴𝑚𝑎 𝑏𝑒𝑛 𝑘𝑒𝑛𝑑𝑖𝑚 𝑔𝑖𝑦𝑖𝑛𝑒𝑏𝑖𝑙𝑖𝑟𝑑𝑖𝑚...
(...)
"Vârisin saraya gelmiş diye duydum."
"O gelmedi, ben getirdim."
Lord Orev hedefine belirlediği oku tutturduğu yayı çekerken bir an duraksayıp çatık kaşlarla Kral Ace'a döndü.
"Kızı alıkoydun yani?"
"Hayır, o çoktan vâris olmayı kabul etmişti."
Lord Orev anlayamaz gözlerle onu izlerken Kral Ace yayını gerdirip bir gözünü kırptı ve hedefine odaklandı.
"Ama o saraya gelmedi ben getirdim gibi bir imâ da bulundun. Kabul etti mi etmedi mi?"
Ok yaydan fırlayıp hedefte olan tavşan kılığında ki bir vampire saplanılması beklenirken, vampir sanki şeffaflaşmıştı ve ok onun içinden geçip toprağa gömülmüştü.
Ace kaşlarını çatıp yayını indirdi.
"Lanet olsun, Terna!"
Şuh bir kahkaha sesi duyulurken oyuna geldiklerini anlamışlardı.
"Oltama yine geldin Okyanus!"
Castiel'in oyunbaz lordu karşılarında otuz iki diş sırıtıyordu adeta.
Vampirler genelde kılık değiştirip sınırlarda dolaşabiliyorlardı, Ace onları hisseder ve tanırdı. Lord Terna ona avladığı bir vampiri tavşan olarak göstermişti ancak hepsi birer göz yanılgısıydı. Ne tavşan vardı ne de vampir.
"Şu aptal oyunu yapmayı tahminen ne zaman kesersin işe yaramaz soytarı?"
Ace okunun ucunu bile Hetana'nın sembolü olan toprağa değdirmeyeceğine dair yemin etmişti, o krallıktan her zaman nefret etmişti. Fakat Terna sayesinde bu yemin tam üçüncü kez bozuluyordu. Terna Ace ile uğraşmayı severdi. Ama Ace'ın pek şaka sevdiği söylenilemezdi.
Terna yanlarında ki kütüğe oturup iç cebinden bir matara çıkarttı.
"Öfkelenme hemen Okyanus, okunun ucu toprağa deymişse ne olmuş? Bu seni Hetana vatandaşı yapmaz. Ayrıca geniş açıdan bak, ayakların hep toprağa dokunuyor. Okun ucu değmiş çok mu?"
Elinde ki matarayı ona uzattı.
"Malum, kralığımın içkilerine pek bi' düşkünsün. Sana üzümlüsünü getirdim."
Ace kaşlarını çatıp matarayı eline aldı.
"Ne zamandan beri yerli içkin var?"
Bir yudum alırken yüzümü buruşturup elinde ki mataraya iğrenmişlikle baktı.
"Ne koydun bunun içine? Castiel serserisinin yapabileceği içki ancak bu kadar ucuz olur!"
Terna yapay bir öfkeyle Ace'a doğru döndü.
"Hey, her şeyime laf et ama yerli içkilerime asla! Laf kondurtmam."
Orev matarayı Ace'ın elinden alıp kapağı açtı ve içini kokladı.
"Kokusu tanıdık... Ama üzüm dışında her şey varmış gibi."
Kaşları alayla havaya kalkarken Terna'ya döndü.
"Ace'ı tahttan indirmek için süikast falan mı bu?"
Ace ile Orev arasında küçük bir gülüşme sonrası Terna oturduğu kütükten hiddetle kalktı.
"Ne münasebet?! Yerli içkime resmen laf atılıyor, üstelik ruhum kralken tahta ne gerek var?"
Ace sırıtarak yetişkin bir çocuk olan arkadaşına döndü.
"Bak ne diyeceğim Terna, tahtı sana vereceğim ama bu aptal içkiyi halkına içirmeye kalkışmayacaksın."
Ardından hafif eğilip kulağına fısıldadı.
"Yoksa, seni terk edebilirler."
Terna kaşlarını çatıp Ace'ın alaylı gözlerinden uzaklaştı.
"Damak zevki olmayan birisini dinlemeyeceğim."
Kendinden emin bir özgüvenle Orev'e döndü.
"Beyefendi, bir de siz bakın şu muhteşem buluşumun tadına. Zira Okyanus'un sabah akşam dent* içmesi damak zevkinde bir takım sorunlara yol açmış."
(Dent: sadece Lorvil Krallığına özel olan bir içecektir. İçinde Lord Terna'nın nefret ettiği çilek suyu bulunmaktadır.)
Ace dik dik Terna'ya bakarken Orev şüpheli bir yaklaşımla mataradan bir yudum aldı.
Ekşimsi tat boğazından geçer geçmez öfkeyle Lord Terna'ya döndü.
"Benim karışımımı çalmışsın adi herif!"
Terna kaşlarını çattı.
"Çalmak mı? Sen o şeye bal koymuştun, fakat bunda bal yok."
Orev "ciddi misin" der gibi bir bakış attı Terna'ya. O sırada Kral Ace aralarına girdi.
"Orev, böyle aptal içkiler yapmadığını hatırlıyorum. Aranızda geçen olay tam olarak ne?"
Orev Terna'ya ölümcül bakışlar atmaya devam ederken Ace'a cevap verdi.
"Henüz tahta çıkmadan önce ben ve Terna soytarısı krallığımda ki bir dağın tepesine çıkmıştık. Ancak sorumsuz herif bozuk pusula getirince kaybolmuştuk. O oturup zırlanırken bende orada bulduğum şeylerle bir karışım hazırlamış, balı da üzerine ekleyip arıları peşimize takmıştım. Arılar sayesinde sarayın yönünü bulduk."
Arılar her dört krallıkta da bir yol gösterici görevini üstlenebiliyorlardı. Orev o zamanlar bunu bildiği için balı kullanmıştı. Bal arıları getirmiş, arılar ise durumlarını görüp onlara yol göstermişlerdi.
Olinn krallığı dağlarında ki mucize ve kaoslarıyla ünlüydü, bu yüzden en çok arı orada bulunurdu.
Ace kaşlarını çatıp Orev'e yargılayan bakışlar attı.
"O kadar eski bir anıda ki içeceğin tadını hâlâ hatırlayabiliyorsan, bu saçma şeyi yakın zamanda da içtin öyle mi?"
Orev Ace'a kaçamak bir bakış attı.
"Bal koyunca gerçekten içilebilir oluyor ama..."
Kısa bir sessizlikten sonra Terna matarasını alıp iç cebine geri koydu.
"Ne anlarsınız içkiden..."
Ace aley edercesine gülerken Orev kaşları çatık hâlde Castiel Lordu'na baktı. Üçlü orada av yapmayı unutmuş, birbirlerine odaklanmışlardı.
(...)
Şaşırtıcı şekilde aşırı abartılı ve lüks bir elbise yerine sade ve gayet şık açık mavi renkli bir elbiseyle odadan çıkmıştım.
Şaşırmıştım çünkü zindandayken kraliçeyi ne zaman görsem abartılı elbiseler ve mücevherler ile donatılırdı.
Sanırım alışık olmadığım için böyle bir ayrıcalığım olmuştu veya ben kafada kuruyordum.
Büyük merdivenler aşağı doğru yamuk "u" şeklinde ilerlerken sarayı izlemeden duramıyordum. Özel bir gün veya davet olmamasına rağmen -ben öyle umuyordum- her yer değerli eşyalar ve lüks mobilyalarla donatılmıştı. Her soylunun sarayında bulunan soy ağacı çerçeveleri ise koridor boyu takip etmişti bizi.
Merdivenlerden aşağı inerken hâlâ etrafı inceliyordum. Henna'nın sesi kulaklağıma ulaşınca gözlerimi eterafta görmemiş gibi gezdirmeyi bırakıp küçük kıza döndüm.
Aslında bir bakımdan görmemiş sayılabilirdim.
"Kral ava çıktığı için şu an yok, büyük ihtimal siz kahvaltınızı yapana kadar gelir."
Başımı olumlu anlamda sallayıp merdivenin son basamağını da inerken burasının sadece misafirler için özel tasarlandığını kavrayabilmiştim. Her yere özel bir oda vardı.
Yemek odasına doğru ilerlemeye geçmişken dışarıdan at sesleri gelmesiyle olduğum yerde durup sesleri dinlemeye başladım.
Kral gelmiş olabilir miydi?
Büyük kapı birden açılınca Henna ve Winna tıpkı benim gibi oldukları yerde durup dikkatlerini kapıya vermişlerdi.
"Hoşgeldiniz kralım!"
Avcı kıyafetleriyle hâlâ çok asil duruyordu, her yönden gerçek bir kraldı ve hayean kalmamak elde değildi. Belki de sadece kraliyet ailesinde doğup büyüdüğü için böyle olabilirdi ancak krallığa yakılır kişiliği kesinlikle kendisine özeldi.
Henna ve Winna aynı anda konuşup kapının önünde büyük bir asaletle duran kralın önünde eğilirken kralın gözleri bende oyalanıyordu.
Üzerindeki kan lekeleriyle gözlerini bana dikmesi hiç hoş bir görüntü değildi ama izin verecektim.
Yüzüne bir gülümseme yerleştirirken kılıcını yanında ki askere verdi.
"Günaydın."
Alay mı ediyordu yoksa bana mı öyle gelmişti?
Bende aptal aptal suratına bakmaya devam etmek yerine başımı hafifçe eğip kaldırarak günaydın kelimesine karşılık verdim kendimce.
Hayatımda hiç bu kadar garip bir an yaşadığımı hatırlamıyorum.
Yanıma doğru adımlamaya başlarken askerler ve ikiz kardeşler yanımızdan ayrılmak için hareketlenmişlerdi.
Tam olarak karşımda durduğunda kaşlarını kaldırdı.
"Dün zindanda ki diyaloğa bakılırsa dilsiz olmadığınızı hatırlıyorum vârisim."
Yutkunup göz kaçırdım.
Korkaklık etmiyordum ama uzun süre göz göze kalmak çok zordu.
"Sadece... Olaylar bana biraz garip geldi."
Tekrar ona döndüğümde mahçup gözlerle başını olumlu anlamda salladı.
"Vâris için sahiplenme içgüdüsü. Her kralda var ama gece gece seni biraz kaçırmış gibi oldu..."
Kaçırmış "gibi" olmamıştı, resmen kaçırmıştı işte!
Bana bakmaya devam ederken ona "ve?" Der gibi baktım. Bu cümlenin devamı olmalıydı.
Kaşlarını çatıp ne imâ ettiğimi anlamıyormuş gibi baktı.
Şok etkisi bittiğine göre kedi gibi davranmayı da bir kenara bırakmalıydım ama artık değil mi?
Kollarımı göğüsümün hemen altında birleştirdim.
"Yani evet kaba bi' hareket. İnsanlar bu tür şeyleri yaptıktan sonra pişmanlığını ifade eder öyle değil mi?"
Bana hâlâ çatık kaşlarla bakmaya devam ederken yarım ağız sırıtıp omuz silkti.
"Anne ve baban o saate kadar düşünmekten uyumamışlardı doğal olarak, bende durumu izah ettim."
Ciddi miydi bu adam?
"Tamam onların haberi vardı diyelim, ben?"
Kaşları çatıldı.
"Bir saray odasında gözlerini açmak hoşuna gitmedi mi?"
Asil bir "vâris" olarak sesimş yükseltmeyecektim.
"Kral Ace, konu o değil."
"Konunun o olmadığını biliyorum, vârisimi saraya getirdiğim için pişman değilim bu yüzden neden özür dilemem gerektiğini anlamıyorum. Getirilirken bir yere çarptın da canın mı acıdı? Rahat mı uyuyamadın?"
"Buraya getirildiğimi hatırlamadığıma göre gayet iyi uyumuş olmalıyım merak etmeyin. Ama benim haberim olmadan gecenin bir yarısı saraya getirilmem ve sabah uyandığımda hafızamı kaybettiğimi sanmam hoş değil."
Omuz silkip gülümsedi.
"Gece götürülürken uyandığında sana bunu söylemiştim ama hatırlamıyorsun."
"Sadece özür dileseniz ve konu kapansa?"
"Neden konunun kapanması için benim özür dilemem gerekiyor ki konuyu açan sensin."
On iki yıllık evliymişiz gibi konuşmasıda bi' garip. Biz daha dün tanışmıştık! Gerçi tanışmak sayılmaz sadece yeni kral olduğunu ve isminin Ace olduğunu biliyordum.
"Saraya gelmeden vârislik yapmayı düşünmüyordun diye umuyorum. Öyle bir şey düşünmedin değil mi? Elbette saraya getirilecektin. Yani biraz benim sabırsızlığımda olmuş olabilir ama sen vârisliği kabul ettiğin an bağ hissedildi. Yani krallık sınırlarından çıkmış olsan bile bu bağ beni sana götürür."
Tamam, bu adamla uğraşmayacaktım.
"Peki."
Omuz silkip nereye gideceğini bilmez şekilde mutfağa yönelirken arkamdan seslendi.
"Özür dilerim Pride Vârisi."
Söylediği son iki kelime bedenimi ürpertirken bunu belli etmedim, ilerlemeye devam ettim.
Ben böyle ilerliyorumda Henna ve Winna neredeydi ki..?
Hemen yanıma gelseler iyi olurdu.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |
