3. Bölüm

1.2

𝐻𝑎𝑡𝑖𝑐𝑒 𝐵.
iiamhatiice

Vurulmuş olmalıydı. Olay giderek daha garip bir hâl almaya başladığında başımı havaya kaldırıp ileriye doğru bir bakış attım. “Akif!” Sesim boş arazide hareketlilik olmasına rağmen duyulacak kadar yüksek çıkmıştı. Birkaç saniye sonra görüş alanıma koşarak bana doğru gelen Akif girdi. Aramızdaki mesafe azaldığında ilk önce yerde yatan kadına ardından da bana baktı. Gözlerinin içindeki şaşkınlık bu karanlık gecede bile belli olacak kadar büyüktü. Saniyeler içinde bulunduğu anı kavrayıp kendine geldi.

“Emredin komutanım.”

Elim hâlâ kadının kurşun yarasının üstündeydi. “Vurulmuş.”

“Ne?” Akif şaşkınlığını bu sefer kelimelerle ifade etmişti. “Komutanım içeri taşınması lazım.”

Kocaman açılmış gözleriyle kadına bakmayı sürdürürken istemsizce geriye doğru birkaç adım attı. Bu durum yani birisinin yaralanma durumu bu karakolda daima karşılaştığımız bir olaydı. Ama şu an durum her zamankinden daha farklıydı. Sınırı kaçak olarak geçtikten sonra bana silah doğrultan bu kişi silah yarası olan bir kadındı. Karşı cinsi burada görme ihtimalinin varlığı bile yokken o karşımıza yaralı bir şekilde çıkmıştı.

Omzunun arkasında yer alan elimi kolunun altına sabitledikten sonra onu yavaşça yere yatırıp diğer kolumu da bacaklarının altından geçirdim. Bilinci tamamen kapalı olduğu için artık daha az canı acıyor gibiydi. Ya da bunu daha az hissediyor. Olabildiğince dikkatli bir şekilde onu havaya kaldırıp ileriye doğru yürümeye başladım. Sivillerin içeriye alınma işlemi bitmek üzereydi. Onların yanından geçerken gözleri ister istemez bize kayıyordu. Kucağımdaki kadını da gördüklerinde dudaklarının arasından ufak birer çığlık koptu. Korkudan mı bilmem ama ağlayışlar da kendini daha çok duyurmaya başladı. Hepsinin yanından geçip hızlıca karakolun içine girdik. Adımlarımı revire doğru atarken arkamdan gelen Akif’in adımlarını da işitebiliyordum. Revirin açık kapısından içeri girdikten sonra boş sedyeye yavaşça yatırdım onu.

Geri çekilip Akif’in işini daha iyi yapabilmesi için alan tanıdım. Akif eline eldiven giydikten sonra onu yavaşça bana doğru döndürdü. Döndürürken yabancının sağ eli sedyeden aşağı düştü. Her ne kadar saçının bir kısmı yüzünü kapatıyor olsa da soluk benzi durumunun çok da iyi olmadığını anlatıyordu. Akif eliyle omzunu hafifçe muayene ettikten sonra arkasını dönüp benimle göz göze geldi.

“Kurşun yarası komutanım.” Yabancıyı yeniden yavaşça sedyeye yatırdıktan sonra bu sefer omzunun ön kısmını inceledi. “Kurşun çıkmamış. Hâlâ içeride.” Sedyenin hemen yanında duran çekmecenin üstünde yer alan stetoskobu alıp bir ucunu kulaklarına diğerini de doğruca yabancının kalbinin üstüne koydu. Duydukları daha doğrusu duymaya çalıştığı sonuç çok da hoşuna gitmeyince yüzü düştü. Kulağındaki stetoskobu çıkartıp aldığı yere bıraktı. “Nabzı çok düşük. Neredeyse duyamıyorum. Bilinci de açık değil. Bir an önce ameliyata girmesi gerekiyor. İç kanama riski var.” İşte bu hiç iyi bir haber değildi. Zaten başlı başına bir sorun teşkil ediyorken şimdi iç kanama riski olması işleri daha büyük bir çıkmaza sürüklüyordu.

Kolumdaki saate baktım. 03.12 Bu onu şehre indirmemiz için doğru bir saat aralığı değildi. Burası atışmaların ve terörün kendini fazlasıyla belli ettiği bir bölgeydi. Kendimiz bile şehre ineceğimiz zaman çok fazla önlem alıp dikkatli bir şekilde hareket ederken gecenin bu saatinde üstelik kim olduğu belli olmayan bir yaralı yabancıyla gitmek fazlasıyla büyük bir cesaret istiyordu.

Odanın kapısı açıldığında bütün bu düşüncelerin bir kenara bırakıp kimin geldiğini görmek için kapıya doğru döndüm. Gelen İbrahim Yüzbaşıydı. İlk önce sedyedeki yabancıya ardından da bana baktı.

“Durumu ne?” Ses tonu fazlasıyla mesafeli ve sakindi.

“İç kanama riski var Yüzbaşım. Acil ameliyata alınmalı.” Yüzbaşı bir süre Akif’in dediklerini düşünüp ardından da başıyla onayladı.

“Hızlıca arabaları hazırlayın. Şehre iniyorsunuz.” Yüzbaşının dediklerinden sonra ikimiz de emrini kabul edip işe koyulduk. Revirden ayrılmadan önce bakışlarını Akif’ten çekip kısa bir süreliğine bana baktı. Ardından da hızlıca odadan ayrıldı. Muhtemelen üstekilere bu durumu da bildirecekti.

“Ben ağabeyimi arayıp geliyorum. O zamana kadar sen de yabancıyı hazırla.”

“Emredersiniz komutanım.”

Yabancıyı Akif'le bıraktıktan sonra telefon görüşmesi yapmak için odaya geçtim. Sandalyeye oturup başıma geriye yasladığımda akşamdan kalma baş ağrısı uykusuzlukla birlikte kendini yeniden hissettirdi. Yaşadığımız ani aksiyon da ağrıyı üçe katlamıştı.

Masanın ikinci çekmecesini açıp daha önce bıraktığım ağrı kesiciyi bulma umuduyla karıştırmaya başladım. Boş kağıtlar, dosyalar, poşetler... Aradığım hiçbir şeyi bulamayacağım koca bir çöplük... Çekmeceyi kapatıp masanın üzerinde duran telefonu kendime doğru çektim. Hangi numarayı tuşlayacağımı düşündüm. Ev numarası mı? Hastanede kullandığı telefon numarası mı? Ağabeyim şu an evde de olabilirdi hastanede de.

Hastanede olma ihtimali anlık olarak daha ağır bastığı için oranın numarasını tuşlayıp ahizeyi kulağıma götürdüm. Ağabeyimin açmasını beklerken bir yandan da ağrıyan başımı sıvazladım. Çaldı, daha uzun çaldı ama açan kimse olmadı. Aramayı sonlandırıp ikinci seçeneğim olan ev numarasını tuşladım. Birkaç çalışın sonunda nihayet telefon açıldı.

“Alo?” Sesi zamanında vermiş olduğu etkiyle uykulu gelmişti.

“Ağabey?”

“Selim?” Sesinde uyku sersemliği ile birlikte ani şekilde artan endişeyi de hissedebilmiştim. Onu bu saatte hiç aramadığım için endişe duyması normaldi. Evham konusunda biraz anneme çekmişti. Ona bunu yaşatmaktan hiç hoşlanmasam da şu an yardım isteyebileceğim tek kişi oydu.

“Kusura bakma seni de uyandırdım bu saatte.”

“İyi misin? Bir şey mi oldu? Vuruldun mu yoksa Selim?”

Arkadan yengemin uykulu sesi de duyuluyordu. “Ne olmuş Süleyman? İyi miymiş? Bir şey söylesene.”

“İyiyim. Bir durur musunuz artık?” Araya girmezsen bu konuşma uzar giderdi. “Vurulmadım. Hala tek parçayım. Gayet de sağlıklıyım. Tamam mı?” Ağabeyim rahatlamış bir şekilde nefes verdikten sonra olayı bilmesi gerektiği kadarıyla anlattım. Biz şehre inene kadar o da hastaneye gidip ameliyathaneye ayarlayacaktı.

Telefonu kapatıp bahçeye çıktığımda yabancı çoktan zırhlı araca yerleştirilmişti. Görünürde Akif yoktu. Muhtemelen yabancının yanındaydı. Bizim bineceğimiz araç dışında iki zırhlı araç daha vardı. Birisi bizim önümüzde diğeri ise arkamızda hareket edecekti.

“Her şey hazır mı?” Arkamı dönüp sesin geldiği yere doğru baktığımda bize doğru gelen yüzbaşıyla göz göze geldim. Bizimle birlikte gelecek bütün askerler anında yanımda bitmişlerdi. Hepsi yüzbaşına selam verdikten sonra hazır ola geçtiler.

“Her şey hazır komutanım. Sizden gelecek emri bekliyoruz.”

Yüzbaşı başıyla onayladıktan sonra uymamız gereken planı anlatmaya başladı. “Şehre inmek için ikinci yolu kullanacaksınız. Tugay sen üç askerle birlikte en öndeki öncü araçta hareket edeceksin. İlk önce yolun temiz olup olmadığını belirledikten sonra ikinci araca telsize haber vereceksin.”

“Emredersiniz komutanım.”

Yüzbaşının bakışları bu sefer beni buldu. “Selim sen de yaralıyla birlikte ortadaki araca bineceksiniz. Akif ve iki asker daha seninle olacak.”

“Emredersiniz komutanım.”

“Geri kalanlar da son araçla.”

Hep bir ağızdan “Emredersiniz komutanım,” diye bağırdıktan sonra askerler araçlardaki yerlerini almak için harekete geçtiler. Ben de hareket edecekken yüzbaşı elini omzuma atıp çok da sert olmayacak şekilde sıktı. Bu onun kendince anlaşma yöntemiydi.

“Dikkatli olun.”

“Emredersiniz komutanım,” dedikten sonra daha fazla beklemeden araca binip karakoldan ayrıldık.

Arkama dönüp aracın arka küçük camından yabancıya baktım. Başı benim olduğum tarafta olduğu için yüzünü net göremesem de her şey yolunda gibiydi. Akif de arada bir nabzını kontrol ediyordu.

Aracın ön kısmındaydım. Camdan dışarıyı az da olsa görebiliyordum. Öndeki ve arkadaki araçla mesafelerimizi koruyarak yol alırken bir de farlarımızın en düşük modda olmasından ötürü sadece tekerlerin toprak zeminde çıkardıkları sesleri duyabiliyordum. Karakoldan yeteri kadar uzaklaşıp nihayet taşlı yola girmiştik. İçimde bir türlü anlam veremediğim garip bir his vardı. Bu yol şehre inerken sürekli kullandığımız yollardan biriydi. Tehlikeliydi evet ama hiçbir zaman şu anki gibi bir his kaplamıştı içimi buradan geçerken. Belki de anlamsız endişenin sebebi buradan geçiyor olmamız değil de geceydi. Geçen gecenin sonunda ortaya çıkacak gerçeklerin ihtimali endişeye sebep olmuştu ve tam da şu an vücuduma yansıtmayı tercih etmişti. Ya da aracın içinde bir sivilin olmasıydı. Korunmaya muhtaç yaralı bir sivil... Dün gecenin en büyük sırrı. Çözüme gidecek yolda en büyük anahtar...

Telsizden ses işitildiğinde elime alıp onu daha iyi duyabileceğim bir konuma getirdim. “Hava çok güzel değil mi komutanım?” Bu Tugay’ın kendince yolun temiz olduğunu anlatan bir cümlesiydi.

“Öyle Tugay.”

Kısa süreliğine bir sessizlik oldu. “Komutanım?”

“Efendim Tugay?”

“Neredeyse üç haftadır izin kullanmıyorum komutanım. Yarın biraz dinlenebilir miyim?”

“Yarın değil ama birkaç gün sonra olur Tugay.”

Yeniden birkaç saniyelik bir sessizlik yaşandı aramızda. “Emredersiniz komutanım.”

Yeni bir şey söylemek yerine telsizi yerine koyup camdan dışarıyı incelemeye başladım. Ortamda can sıkıcı bir sessizlik vardı. Kamyonetin tekerinin taş yolda çıkardığı kuru gürültü dışında yaşama dair hiçbir belirti yoktu. Sessizliğin normal şartlarda kafamı toplamama yardımcı olması ve rahat düşünmemi sağlaması gerekirken tam aksine sebep olması canımı sıkıyordu. Ama içimden bir his yabancının olayın sonucuna ulaşmadaki en büyük çözüm kaynağı olduğunu söylüyordu. Yüzbaşı ne öğrenirse öğrensin bombanın onun tarafından patlatılacağını da.

Yaklaşık bir buçuk saatin ardından nihayet taş yollardan geçmiş boş arazileri geride bırakmıştık. Yaşamın en büyük belirtisi olan evler görüş alanımıza girmeye başlamıştı. Hareketlilik de güneşin ilk ışıklarıyla beraber doğuyordu. Saat neredeyse beşe yaklaşsa da sokak lambaları hâlâ yanmayı sürdürüyordu.

Beş dakikalık kısa bir yolculuğun ardından bizi ne kadar süredir hastanenin önünde beklediğini kestiremediğim ağabeyime ulaşmıştık. Rehavetin etkisiyle hastanenin kapısının önünde adeta volta atıyordu. Yanımda buraya önceki gelişimde tanıştırdığı ama adını anlık olarak hatırlayamadığım bir doktor arkadaşı daha vardı. Kamyoneti gördüğü an duraksayıp hastane önlüğünün cebinde olan ellerin dışarı çıkardı. İçinde taşıdığı stresle birlikte en çok da var olan endişeyi yönetemediği aşikardı. Bunu kaskatı kesilmiş vücuduna anlamak çok kolaydı. Ona doğru iyice yaklaştığımızda gözlerinde barındırdığı endişe beni kamyonetin ön koltuğunda gördüğü an büyük oranda silinip gitti. Arabadan inip kapısını kapattığımda çoktan yanımıza gelmişti. Göz ucuyla ilk önce arkada yabancıyı indirmeye koyulan askerlere baktı. Daha sonra da bana dönüp yaralı mıyım diye baştan aşağı inceledi. Hâlâ tam olarak iyi olup olmadığından emin değildi. Elini omzuma koyup hafifçe sıktı.

“İyisin değil mi?” Başımı evet manasında salladıktan sonra elimi sedyenin üzerinde yatan yabancıya doğru uzattım. Ağabeyimin bakışları yavaşça ona doğru kayarken yüzündeki endişe de eş zamanlı olarak silinip gitti.

“Selim, bu bir kadın,” dedi büyük bir şaşkınlıkla. “Kurşun yarası olan bir kadın,” diye de ekledi daha sonra.

“Evet öyle,” diyebildim sadece. Onu telefonla aradığım zaman sadece bir yaralı olduğunu ve durumun aciliyetinden bahsetmiştim. Şimdi onun bir kadın olduğunu öğrendiği için doğal olarak detayları merak edecekti. Ona ne kadarını söylemem gerektiğinden emin değildim. Ne kadarını söyleyebileceğimden de...

Ağabeyim beni bir kenarda bırakıp hızlıca sedyenin üzerinde yatan yabancıya doğru kaydı. “Hemen içeri taşıyın. Hemen!” Sedyenin kenarında duran hemşireler ağabeyimin isteğiyle onu içeri doğru taşırken askerler de çoktan hastanenin bahçesinde yerlerini almıştı.

“Süleyman Hocam.” Ağabeyim bütün dikkatini sedyenin üzerinde uzanan yabancıdan Akif’e kaydırdı. “Kurşun hâlâ içeride. Kanama durduruldu ama bilinci bayıldığından beri hiç geri gelmedi. Nabzı ilk başlara göre daha iyi atsa da hâlâ fazlasıyla zayıf.”

Ağabeyim Akif’in omzunu sıvazladı. “Tamamdır. Eline sağlık.” Akif başıyla karşılık verdikten sonra bir adım geri gitti. Ağabeyim de içeri girmek için hareketlendiğinde ben de onu takip etmeye başladım.

“Selim, yaralı çok kan kaybettiyse eğer kan takviyesine ihtiyacımız var. Kan bankasıyla iletişime geçtik ama gelmesi uzun sürebilir.”

Ağabeyim konuşurken çoktan asansörlerin olduğu yere varmıştık. Sedye de daha asansörden içeri girmemiş kenarda bekliyordu. Tugay endişeli gözlerle etrafa bakarken beni gördü. Artık ağabeyimle ikimiz de onlara ulaştığımızda endişesini dile getirdi.

“Komutanım asansör arıza yapmış.” Bu sık sık yaşanan bir olaydı. Ya elektrikler gider ya da daha çok gelişmiş bir düzende olmadığı için sık sık arıza yapardı. Ne yapmamız gerektiğini düşünürken asansörün tam karşısındaki merdivenleri gördüm.

“Merdivenlerden çıkıyoruz.”

“Ne?” Tugay’ın ağzından birden fırlayan kelime hastanenin girişinde yankılanırken bakışlarımız buluşunca hemen kendini düzeltti.

“Emredersiniz komutanım.”

Sedyenin dört bir ucundan tutan askerler merdivenlere doğru ilerlemeye başladılar. Merdivenden çıkmadan önce yanlarından geçip yabancının başını yukarı gelecek şekilde çevirdik ve yavaşça sedyenin ayaklarını kapattık. Yere çöküp sedyenin metal demirini avcumun içine alıp sıkıca tuttum. Yabancının bembeyaz teni sanki saatler içinde mümkünmüş gibi daha da beyazlamıştı.

Bütün dikkatimi toparlayıp arkamda kalan ve emrimi bekleyen askerlere odaklandım. “Üç deyince. Bir, iki ve üç...” Hep birlikte dikkatli bir şekilde onu kaldırıp basamakları çıkmaya başladık. Şu an her ne kadar ağır bir şeyi kaldırıyor olmak beni zorlamasa da taşıma işlemini gerçekleştirirken aynı zamanda da merdiven çıkıyor olmak beni tedirgin ediyordu. İlk kısmı çıktıktan sonra kısa süreli bir mola verip derin bir nefes aldık. Sırada birinci kata çıkan merdivenlerin ikinci kısmı vardı. “Haydi çocuklar!” Yine önde ben olacak şekilde dikkatli bir şekilde merdivenleri çıkmaya başladık. Bu kısmı ilk yere göre daha yavaş çıktıktan sonra ağabeyimin biz onu havada tutarken sedyenin ayaklarını indirmesini bekledik. Sedyeyi dikkatli bir şekilde yere sabitledikten sonra avcumu açıp sedyeden bağımı kopardım.

Yabancı ameliyathaneden içeri girdikten sonra biz ağabeyimle kapıda kısa bir süreliğine bekledik. “Kan grubunu öğrenene kadar 0 rh negatif kan verebiliriz ama kan bankasından daha kimse gelmedi.”

“0 rh negatif verebilir miyiz?”

“Tabii ki ama elimizde yeterli olmayabilir. Daha fazlasına ihtiyacımız olursa...”

Ağabeyimin cümlesini tamamlamasına izin vermeden araya girdim. “Tamam. Benden alın.” O mutlaka önemli birisi olmalıydı. Bu yüzden onu hayatta tutup bir an önce uyanması için her şeyi yapmam gerekir. Ağabeyim yaptığım ani gönüllülükle bir süre sorgular bir ifadeyle beni süzmeye devam etti. Bunu kabul etmesi için daha fazla zaman öldürmeye gerek yoktu. Omzundan tutup içeriye doğru ittirdim onu. “Hadi ağabey. Acelemiz var ama.” Ağabey kendi isteğiyle yürümeye devam ettiğinde omzundaki elimi itip olduğum yerde beklemeye başladım. İçeri girmeden önce kapının ağzında arkasını dönüp işaret parmağını bana doğru sallamaya başladı.

“Acile in. Ben hemşirelere söyleyeceğim. Onlar ne kadar alınması gerekiyorsa senden o kadar kan alacak. Ne kadar gerekliyse!” Son kısmı bastırarak söyledikten sonra havadaki elini aşağı inip içeriye doğru yürümeye başladı. Artık geriye sadece yabancının sağ salim ameliyattan çıkmasını beklemek kaldı.

Askerler görev bilinci yerinde olarak ameliyathanenin yanında beklemeye başladılar.

“Tugay?”

“Emret komutanım!”

“Ben gelene kadar buranın bütün sorumluluğu sana ait.”

“Emredersiniz komutanım.”

Tugay selamını verip geri çekildikten sonra geldiğimiz yönden geri dönüp merdivenlerden inmeye başladım. Giriş kata ulaştığımda doğruca acile doğru yürümeye başladım. Acilden içeri girdiğimde normale göre daha az insan gözüme çarptı. Normal şartlarda burası her zaman daha kalabalık olurdu. Gözümle etrafı tarayıp bana yardımcı olacak birisini aramaya koyulduğumda ileriden bana doğru gelen hemşireyle göz göze geldik. Eliyle hemen yanımda duran sedyeyi gösterdi.

“Buyurun buraya uzanın.” Sedyeye uzanacağım sırada orta yaşlardaki kısa hemşire kısa bir ikazda bulundu. “Üzerinizdekini de çıkartın lütfen.” Üzerimdeki askeri ceketi çıkardıktan sonra ayak ucuma fırlattım. Hemşire gerekli her şeyi hazırladıktan sonra başımı tavana doğru çevirip gözlerimi kapattım. İğne derime battığı sırada hafif bir acı hissetsem de sonrası sandığımdan daha kolaydı.

Bölüm : 08.10.2024 01:45 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...