14. Bölüm

4.2

𝐻𝑎𝑡𝑖𝑐𝑒 𝐵.
iiamhatiice

Komutanın gitmesinin üzerinden belli bir saat geçtikten sonra hava yavaş yavaş ısınıp güneş kendini gösterirken artık bahçedeki kalabalık yok denecek kadar azdı. Ne zaman gideceğimizi bilmediğimden şu anlık sadece sandalyede oturmuş komutanın gidiyoruz demesini bekliyordum. Bakışlarımı etrafta gezdirip daha önce asla izleyemediğim bahçeyi izlemeye başladım.

Çok fazla ağaç vardı. Hepsi neredeyse yapraklarını açmak üzereydi. Bazılarının üzerinde birkaç tane yaprak olsa da tamamen yaprakla dolu olmaları için zamana ihtiyaçları vardı. Onlarla birlikte çiçekler de açmaya başlamıştı. O an aklıma dün akşam geldi hemence. Başımı hemen oturduğumuz o banka kaydırdığımda gözümün önüne ikimizin orada otururken oluşturduğu arkadan görüntü belirdi. O benden çok daha uzun olduğu için otururken de fazlasıyla belirgin oluyordu bu fark. Yavaşça yere eğildiği an canlandı hemen sonra. Yerden çiçek alıp tekerlekli sandalyeye koyduğu an.

Bakışlarımı oradan çekip ileriye doğru baktığımda uzakta işleri hâlletmeye çalışan komutanla göz göze geldik. Bakışlarını önündeki askerden bana çekerken yüzündeki ciddiyet birden gülümsemeye döndü. Ama bu duygusallıktan çok tanıdığı herhangi birini gördüğünde ayıp olmasın diye yapılmış gibi bir gülümsemeydi. Ben de ona aynı şekilde gülümsedikten sonra bakışlarımı bu sefer hemen yanımda dikilen ve asla konuşmayan askere kaydırdım. O da şu an yoğun duygular içindeydi. Uzaklara dalmış öylece dururken bakışlarının son bulduğu yere kaydırdım ben de kendi bakışlarımı. Tam da tahmin ettiğim yerde bitiyordu. Sanem Hemşirede. Ondan etkilenmişti. Bunu o kadar açıkça yapıyordu ki Sanem Hemşire çok az da olsa ona baksa bunu anında anlardı.

“Çok güzel değil mi?”

Asker bakışlarını hemen bana çevirdiğinde neyden bahsettiğimi anlamıştı ama bunu belli etmemeye çalışıyordu. “Ne? Kim?”

Bakışlarımı yeniden ileride hastalarla ilgilenen Sanem’e kaydırıp gözlerimle onu gösterdikten sonra yeniden askere döndüm. “Çok belli ediyorsun. Biraz daha böyle dikkatli dikkatli bakarsan Sanem hemşire de anında anlar. Ben söyleyeyim.”

Az önce saklanmaya çalışan birisiyken birden yüzünde küçük bir gülümseme belirdi. “Sanem mi adı?”

Başımı salladım. Ona hayran hayran bakarken elimle ona yavaşça bir uyarıda bulundum. “Biraz daha böyle devam edersen benden sonra öğrenen kişi komutan olacak. Haberin olsun.”

Birden ciddileşip bakışlarını tamamen bana çevirdi. “Bu bir sır. Tamam mı? Sırrın ne olduğunu biliyor musun?”

Tabii ki. Ama bu da bir sır.

Başımı iki yana sallayınca hayal kırıklığına uğrayıp aramızdaki mesafeyi azaltmak için birazcık eğildi. İlk önce etrafa kısa bir bakış atıp sonra da sessizce konuşmaya başladı.

“Bak. Bazı kişiler bazı şeyleri öğrenmemeli. Bu yüzden kimseye söylememeliyiz. İşte buna sır denir. Anladın mı? Çok basit.”

Korktuğunda komik birisine dönüşmüştü birden. Komutan gerçekten önemli biriydi ve bu durum bile onu korkutmaya yetmişti. Bana meraklı gözlerle bakarken en sonunda başımı evet anlamında salladım.

“Sırrın bende güvende.”

“Tamam,” deyip rahatladıktan sonra yeniden eski hâline geldiğinde ben de önüme dönüp yarım kalan etrafı izleme turuna devam ettim. Uzakta ağacın hemen yanında ufak bir kedi vardı. Ne kadar da tatlısın sen. Beni görünce sanki düşüncelerimi okumuş gibi bana doğru yürümeye başladı.

Sarı renkli ufak bir kediydi. Etrafa baktığımda ondan başka kedi gözükmüyordu. Demek sen de ailenden ayrısın. Ayağımın ucuna geldiğinde hemen orada durup kendini bana sevdirmeye başladı. Kuyruğu havada sallanırken keyfi yerinde gibiydi. Yavaşça aşağı eğilip ben de onu sevmeye çalışırken bacağımdaki sargıdan dolayı bunda çok başarılı olamadım. Vazgeçip yeniden arkama yaslandığımda uzaklardan bize doğru gelen bir komutan belirdi görüş alanımda. Kısa da sürse bu çalışma onu yormuş gibiydi. Eliyle boynuna masaj yaparken gerçekten bunu hissettiriyordu. Bana yaklaştığında artık bunu yapmıyordu. Bakışlarını benden çekip yavaşça ayaklarımın gibinde oynayan kediye kaydırırken yüzündeki gülümseme de ortaya çıktı. Artık tamamen yanımdayken ilk önce başıyla askeri gönderip sonrasında kediye sevmek için yere eğildi. Tek eliyle sandalyeyi tutarken diğeri de kedinin tüyleri üzerindeydi.

“Misafirin var.”

Başımı sallayıp elimle ileriyi gösterdim. “Çok uzaklardan değil. Beni görünce galiba yalnızlıktan çok sıkıldığımı anlayıp yanıma geldi.”

Kediyi sevmeye devam ederken başını kaldırıp gözlerimin içine baktı. “Görüşmeyeli bir gecede Türkçen gelişmiş. Geceleri gizli gizli ders falan mı alıyorsun?”

Saçma şakasına sessizce gülümsediğimde o da aynısını yaptı. İlk zamanlar fazla ciddi olsa da zaman geçtikçe gülümsediği anlara da şahit olmaya başlamıştım.

“Ne zaman gideceğiz?”

Elini kedinin üzerinden çektiğinde kedi fazla sevilmekten sıkılmış olmalı ki koşarak yanımızdan uzaklaştı. Göz göze kalabilmemiz için ya da başka bir sebepten dolayı hâlâ oturduğu yerden kalkmamıştı.

“Birazdan. Bütün hastaların gittiğinden emin olmalıyız.”

“Anladım.”

Sakince oturduğu yerden etrafı izlerken ben de sakince onu izlemeye koyuldum. Onu daha iyi tanıyıp güvenme konusunda bana yardımcı olabilecek bir andı. Sakallarını yeni kesmiş gibiydi. Çenesinin altındaki kan izi bunu anlatıyordu. Dün yoktu. Olsa görürdüm herhalde. O yüzden bu sabah yeniden tıraş olduğunda kesmiş olmalıydı.

“Kesmişsin,” dediğimde bakışlarını yavaşça bana doğru çevirdi. “Boynun kanamış.” İşaret parmağımla yarayı gösterdiğimde elini yavaşça boynuna sürdü. Kanın kurumuş parçaları eline bulaşmıştı. “Niye yara bandı yapıştırmadın?”

Elini çırpıp bulaşan parçaları kaybetti. “Bu aralar çevremde hâli hazırda yaralı olup kendinde daha fazla yara açmaya meyilli birisi var. Onu düşünmekten kendime pek sıra gelmiyor.”

“Ben miyim o,” dedim hızlıca. Karşımda alayla gülümserken aslında sorumun cevabını da almıştım. “Mevcut yaralarımın hiçbiri için özel çaba sarf etmedim.”

“Hiçbiri için,” dedi tek kaşını kaldırırken. Ardından alayla küçük bir kahkaha atıp tamamen bana doğru döndü. İki eli de sandalyemin kol dayama kısımlarındaydı. “Pardon ama ben seni sağ salim hastane odasında bırakmışken nasıl oldu da koca cam girdi dizine?” Buna verebilecek mantıklı bir cevabım yoktu. “Yerde sürünmeseydin o cam bacağına girmezdi.”

“Yerde sürünmeden nasıl çıkabilirdim dışarı?”

“Sana hiçbir zaman dışarı çık demedim. Beni hastane odasında beklemen gerekiyordu. Ben gelecektim sana.”

“Evet. Elli saat sonra.”

Dudaklarını aralayıp bir şey söyleyecekken birkaç saniye sonra hiçbir şey söylemeden kapattı. Tam şu an da onun söyleyecek mantıklı bir cevabı yok gibi duruyordu. Bakışlarımı ondan çekip ileriye doğru kaydırdım. Baktığım yerden bize doğru gelen bir asker vardı. Tam yanımızda durduktan sonra komutana asker selamı verip ileriyi gösterdi. “Komutanım son hasta da az önce gönderildi.”

“Tamam.” Başını bana doğru çevirip “Gitme vakti,” dedi.

Hiçbir karşılık vermeden başımı ileride sıra sıra dizilmiş arabaların olduğu yere kaydırdım. Komutan arkama geçip sandalyeyi itmeye başladıktan sonra sıra sıra dizilmiş oturakların yanından geçip bizim bineceğimizi düşündüğüm araca ulaşınca durduk. Arka tarafı açık olan kocaman bir araçtı bu. Ve gereğinden fazla yüksekti. Tek başına yardımsız çıkmam çok zordu. Normalde olsa rahatlıkla çıkardım belki ama şu an dizimden yaralıydım ve bırak yürümeyi biri olmadan üç saniye ayakta bile duramazdım. Nasıl çıkacağım ben buna? Etrafa kısa bir bakış attığımda çoktan askerler yanımıza toplanmış komutandan gelecek emri bekliyordu.

Komutanın o askerlerin önünde oluşan sert duruşu yeniden ortaya çıktığında etraf birden sessizleşti. Gözlerini sırayla bütün askerin üzerinde geçirdikten sonra eliyle ilk dört kişiyi gösterdi. “Siz öndeki araçla gidin.” Daha sonra diğer dört kişiyi gösterdi. “Siz de en arkadaki araçla bizi takip edeceksiniz. Geri kalanınız karakola dönüyor.”

Hepsi birden asker selamı verdikten sonra “Emredersiniz komutanım,” dedi.

Askerler onlara verilen emir doğrultusunda hareket ederken komutan yeniden sandalyeyi hareket ettirip arabanın ön tarafına doğru götürdü beni. Arabanın ön tarafının kapısını açtıktan sonra beni sandalyeden kaldırmak için eğildiğinde elimle onu durdurdum. “Ben binerim. Kendim.”

“Hiç sanmıyorum ama hadi bakalım.”

Ona ters bir bakış attıktan sonra o sağ eliyle kapıyı tutarken ben de gerçekten nasıl kendi başıma bunu yapacağımı düşünmeye başladım. İki bacağımı da yere koyduktan sonra sandalyenin kenarından destek alıp ayağa kalkmaya çalıştığımda başarısız olup anında yeniden sandalyeye oturdum. Komutan eliyle düşmemem için kolumdan tuttuğunda yeniden göz göze geldik. Kolumu ondan çektikten sonra bu sefer bütün gücümle kalkmaya çalıştım. Sonu başarısızlıkla biten yeni denememden sonra derin bir nefes verirken kalkmak için çabaladığım sırada komutan yeniden bana yardım etmek için harekete geçti. Elimle ona engel olmaya çalışırken bunu da başaramayıp iki saniye sonra kendimi yeniden Selim’in kollarının arasında buldum.

Omzuyla kapının kapanmasına engel olmaya çalışırken bir yandan da beni dikkatli bir şekilde koltuğa oturtmaya çalıştı. Olabildiğince düzgün bir şekilde beni koltuğa oturttuktan sonra kapıyı yavaşça kapatıp arabanın önünden geçerek sürücü tarafına geçti. Emniyet kemerini geçirirken ben de beklemeden aynısını yaptım. O bunu çoktan yaptığı için ben kemeri yerine sokmaya çalışırken o beni izliyordu.

“Hazır mısın?” Hazır olmamam için bir neden yok.

“Evet.”

Başıyla beni onayladıktan sonra yerinde olan anahtarı çevirip arabayı çalıştırdı. Hastane bahçesinden çıktıktan sonra bir süre hiç konuşmadan sadece radyoda çalan şarkıyı dinleyerek arabayı sürmeye devam etti. Ben de cama sığdığı kadarıyla dışarıyı seyretmeye baladım.

Bölüm : 14.12.2024 22:07 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...