15. Bölüm

4.3

𝐻𝑎𝑡𝑖𝑐𝑒 𝐵.
iiamhatiice

Sıra sıra dizilmiş evler... Evlerin önünde koşuşturan çocuklar ve onların arasından bize hayran hayran bakanları... Bize bakıp kendi aralarında yapılan fısıldaşmalar sonrası kopan çığlıklar... Onların ne yaptığını çözmeye çalışan ben ve arabaya bindiğimiz andan beri konuşmayan Komutan...

“Neden bağırıyorsunuz ki bu kadar,” diye kendi kendime konuşurken beni çalan şarkının arasından duymuş olmalı ki onu susturduğu an arabanın içi sessizleşti.

“Bu arabanın askeri bir araç olduğunun farkındalar. O yüzden kendilerince sevinç naraları atıyorlar.”

“Ne atıyorlar?” Bakışlarımı yoldan ona doğru kaydırdığımda o da kısa bir süreliğine de olsa aynısını yapıp gözlerimin içine baktı. Yüzünde yine o sinir bozucu ifade vardı.

“Nara.”

“O ne demek ki?”

“Çığlık demek. Yüksek sesle sevindiğini belirtiyorlar.” Kafamı karıştırmıştı. Çocuklar neden onu gördüğü için mutlu oluyorlardı ki? Onun, mutluluklarıyla ne alakası vardı?

Önümüzden giden araç yavaşladığında biz de yavaşlayıp durma raddesine geldik. Komutana döndüğümde yan aynadan arkaya bakıyordu. Kalbime o an garip bir ağrı saplandı sanki.

“Bir sorun mu var?”

Komutan arkaya bakmaya devam ederken başını iki yana salladı. Sonra ona baktığımı fark edip bakışlarını bana çevirdi. “Korkacak bir şey yok. Gideceğimiz yere vardık. O yüzden yavaşladık.”

Söyledikleri biraz da olsa beni rahatlatsa da hâlâ tam olarak iyi olduğumuzdan emin olamıyordum. Önüme dönüp rahatsızlığımı kendi içimde yaşamaya karar verdim. Giderek daha fazla insanın olduğu bir sokağa girdik. Bu yüzden daha da yavaşlamak zorunda kaldık. Sokakların kenarında insanlar bir şeyler satıyorlar ya da satılan o şeylere bakıyorlardı. Bizim yanlarından geçtiğimiz insanlarsa her şeyi birkaç saniyeliğine bırakıp bize bakıyorlardı. Bazıları bir başkasına bir şeyler söylediği dahi oluyordu. Askerlerin insanlar üzerinde garip bir etkisi olduğu açıktı.

Ben etrafı izlerken çoktan komutanın bahsettiği eve gelmiş olmalıydık ki araba birden durdu. Önümüzdeki araç da aynı şekilde büyük bir kapının hemen ilerisinde duruyordu. Askerler de yavaş yavaş inmeye başlamıştı.

Burası uzun yıllarımı verdiğim yere hiç benzemiyordu. Farklıydı. Taştan evler, kocaman kapılar, yüksek evler vardı. Ben onlara bakmak için bakışlarımı etrafta dolaştırırken komutanla göz göze geldik. Birkaç saniye sonra eliyle yanına durduğumuz kapının arkasındaki evi gösteri. Bu sırada askerlerin tamamı artık ellerindeki silahları gösterecek şekilde etrafımıza dizilmişti.

“Artık bir süre kalacağın ev burası.”

Kapının çok yakınında durduğumuz için evi net olarak göremiyordum. Bu yüzden daha iyi görebilmek için başımı aşağı doğru eğdiğimde yanlışlıkla arabanın ön tarafına çarptım. Çok acı çekmeme neden olmayacak bu çarpma birkaç saniyeliğine sarsılmama neden olsa da fazla uzun sürmedi. Elimi başımın çarptığım kısmına koyduğumda hafif bir acı yayıldı.

“Acıdı mı?” Az önce başımı vurduğumda ondan hafif bir kıkırtı duyulsa da şu an ciddi gibiydi.

“Evet,” diyebildim acıyan kısma masa yaparken.

“Kurşun yemiş birisi için fazla abartılan bir tepki ama.” Elimi başımdan çekip ona ters bir bakış attım. O da bana birkaç saniye daha bana baktıktan sonra etrafa kısa bir bakış atıp kapısını açtı.

“O zaman gitme vakti.” Ben de elimi kapıyı açacak kısma doğru uzattığımda tam arabadan inmek üzereydi ki arkasını döndü. “Beni bekle inmek için. Kendi başına inmeye çalışırken düşüp başını başka yerlere de vurma.”

Cevap vermemi beklemeden aşağı inip arabanın arka kapısını açtı. İsteksizce elimi kapının açma kısmına çekerken her ne kadar ona bakmasam da arkadan tekerlekli sandalyeyi indirdiğini biliyordum. Kapının fazla yüksek olacak şekildeki kapanma sesi duyulduktan birkaç saniye sonra benim kapım açıldı. Başımı yavaşça ona doğru çevirirken tepedeki güneş yüzüne vuruyordu.

İnmeden önce ilk olarak arabaya bindiğimizde taktığım kemeri açtı.

“Birazcık öne kay.” Beklemeden dediğini yaptığımda bir elini belime diğer elini de bacaklarımın altından geçirdi. Birden oluşan bu fazla yakınlaşma sonucu ona bakmamaya çalışırken çok fazla çabalıyordum. “Başına dikkat et. Çarpma.”

Çarpma ama nasıl?

Başımı olabildiğince eğerken artık onun omzuna daha yakındım. Sakince nefes alışverişini hissederken beni arabadan çıkartıp sandalyeye oturttu. Kapıyı kapattıktan sonra sandalyenin arkasına geçip itmeye başladı. Yere saçılmış taşlardan dolayı zorlansa da artık arabanın içinden gördüğüm kocaman tahta kapıdan geçip evin bahçesine girmiştik. İçerisi o kadar büyüktü ki burada koca bir ordu rahatlıkla yaşardı.

Bahçenin ortasında küçük bir havuz vardı. Ama bu havuz insanların yüzmesi için yapılmış gibi durmuyordu. Fazla yüksek ve dardı. Havuzun hemen arkasında oturmak için tahtadan yapılmış koltuklar vardı. Ama hepsi fazla eski ve kirliydi. Bahçenin etrafında atılmış çöpler uzun zamandır burada kimsenin yaşamadığını anlatıyordu. Yerdeki topraklar esen ufacık rüzgarla gözlerime girmeye başlayınca elimi sallayarak etrafımda dolanan toz parçalarını göndermeye çalışırken kendimi birden merdivenin altında buldum. Burası biraz önceki yere göre daha az tozluydu ama etrafımda durmadan dolaşan toz bulutları hâlâ vardı. Bir yandan elimi sallamaya devam ederken başımı tepemde duran komutana kaydırdığım an yüzündeki gülümsemeyi eliyle gizlemeye çalıştı. Ama bunun için çok geçti. Çoktan görmüştüm.

“Komik olan ne Komutan?”

Elini çekerken aynı anda kaşlarını çatıp bir anda ciddi bir hâl aldı. Onu ilk gördüğüm andan itibaren gülerken çok az görmüştüm. Genelde hem ciddiydi. En çok da yanında askerleri varken.

“Komik olan ne mi var?”

O her zaman bana söylediği şeyleri anlamadığımda bunu bile isteye anlamadığımı ama aslında çok iyi bildiğimi söylüyordu. Aslında şu an o da tam olarak aynısını yapıyordu.

Rüzgar artık duracak kadar azaldığında merdivenin altından çıkıp yeniden bahçenin tam ortasına geldik. Burası gerçekten kocamandı. Üstelik üst katı da vardı. Ama bildiğim ve gördüğüm evlerden çok uzaktı. Bahçeye açılan bir sürü kapı vardı. Her kapı birbirinden çok farklı yerler açılıyordu. Bir de merdiven vardı ve üst kata çıkmayı sağlıyordu. Etraf o kadar sessizdi ki sadece kendimin ve komutanın nefes alışverişini duyuyorum. Bir de sokaktan geçen insanların seslerini. Yavaş yavaş duyulan adımlar sanki kapının önüne gelince hızlanıyordu.

Beni tekrardan harekete geçirip tahta koltukların yanına götürünce durdu ve tam karşım olacak şekilde oturdu. Oturmadan önce koltukların yan kısmına parmağını değdirdiğinde çıkan tozlar buna pek de engel olamadı. Koltukların oturma kısmında da en az yanlarında olduğu kadar toz olduğu belliydi. Oturduktan sonra bir süre etrafa baktı. Kırılan bazı camlara, artık çok da bir işe yaramayacak kapıların bazılarına, tozlanmış yere...

“Artık bir süre burada kalacaksın,” dediğinde etrafta dolaşan gözleri beni buldu. Bu tam bir saçmalıktı çünkü burası evden çok farklıydı. Ev denemeyecek kadar farklıydı.

“Şaka yapıyorsun herhalde?”

“Hayır.”

“Ev bile değil burası. Camları kırık, kapıları tahta. Belki de kapanmıyordur bile.” Kısa bir süre az önce söylediğim kırık camlara ve tahta kapılara baktı. Gözlerini yeniden benimkilerle buluşturduğunda bu söylediklerimin onu hiç etkilemediği belliydi.

“Zaten bütün odaların mükemmel olmasına gerek yok. Birisi düzgün olsun yeter.” Benimle gerçekten dalga geçiyordu. Kurşunların camlarını paramparça ettiği o mahvolmuş hastanede kalmak bile daha güzel geliyordu şu an bana.

“Buradaki hiçbir oda düzgüne benzemiyor ama.”

Eliyle arkasındaki odayı gösterdi. “Orayı senin için tamir ettirdim. Soğuk da rüzgar da artık giremez oraya. Çok üşürsen diye de bir soba koydurdum.”

“Sağ ol ya. Çok düşüncelisin.”

“Öyleyimdir.”

Şu an tepemizde güneş olmasına rağmen hafif hafif esen rüzgar fazla olmasa da üşütüyordu. Akşam olup güneş batınca ortaya çıkacak rüzgar bundan daha fazlasına neden olacaktı. İlk başta omzumdan kurşun yiyip daha sonra dizime cam batmıştı. Sıradaysa iç organlarım vardı. Soğuk sıra sıra vücudumdan içeri girip hepsine zarar verecekti.

“Bu kadar dert etme. Sayılı gün çabuk geçer.”

“O ne demek?”

Oturduğu yerden kalktıktan sonra kıyafetlerine bulaşan tozları çırpmaya başladı. Az önce sorduğum soru sanki ben kendi kendime konuşuyormuşum gibi yok olup gitti. Ben cevabı duymak için doğruca yüzüne bakarken onun çırpma işi çoktan bitmişti. Başını kaldırıp da gözlerime baktığında dudaklarından tek bir kelime çıktı.

“Ne oldu?” Söyleyecek çok şeyim olup söyleyemediğimde devam etti. “Niye suratıma öyle bakıyorsun?”

Söylemek istediğim her kelimeyi içime atıp karşılık vermemeye karar verdim. O da ısrar etmediği için bu fazlasıyla kısa sürdü. Yanımdan geçip kapıya doğru yürümeye başladığına sağlam kalan sayılı son organımla sandalyeyi ona doğru çevirmeye çalıştım.

“Nereye?”

Kapıya ulaştığında durup arkasını döndü. “İşim var. Hâlledip geleceğim.”

“Hani bu sıralar en önemli işin bendim.” Kısa bir sessizlikten sonra ekledim. “...ve güvenliğimdi.”

“Hâlâ öyle,” dedikten sonra arkasını dönüp onu görmeyeceğim kadar uzaklaştı. Bense burada kaldım. Tek başıma...

Bölüm : 18.12.2024 19:56 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...