19. Bölüm

5.2

𝐻𝑎𝑡𝑖𝑐𝑒 𝐵.
iiamhatiice

Selim’den...

 

Gece yarısını çoktan geçtiğinde bir süredir gözleri kapalıydı. Ben de masal anlatmayı bırakmıştım. Bakışlarımı içindeki odunları çıtırdayan sobadan yavaşça ona doğru çevirdim. Sakince nefes alıp verirken uykusunda yeterince huzurlu gibiydi. Yüzündeki yaralar yavaş yavaş kabuk bağlamıştı. Çoktan kabuk bağlayanlar da yavaş yavaş iyileşip daha sonra kaybolacak olsa da altındaki izleri yavaş yavaş işliyordu. Günün birinde gerçekten iyileştiğinde o izler daima onda kalıp kendini hatırlatacaktı. Fiziki olmasa bile psikolojikmen...

Onun hakkında ne düşünmem gerektiğine emin değildim. İlk tanıştığımız an küstahça konuşurken bende ona karşı asla taviz vermemem gerektiği izlenimi oluşturmuştu. Şimdiyse yaşadıklarını anlattığı için galiba onun adına üzülme hissi oluşuyordu içimde. Her ne kadar yabancı bir kaçak olarak nefes alsa da bizim ülkemizde onun için bu artık alışılmış bir durumdu. Ömrünün bir kısmını yabancısı olduğu ülkelerde hayata tutunmak için savaşmış gibi duruyordu.1

Oturduğum sandalyeden yavaşça kalkıp odadan ayrılmadan önce son bir kez ona baktım. Yanındaki masanın üzerinde duran mum yüzünün yarısını aydınlatırken diğerine gölge vuruyordu. O uyumak için yatağa girdiğinde ben de odadan ayrılacaktım ama benden en azından uyuyana kadar burada olmamı istemişti. Demek ki hâlâ korkuyordu onlardan. Kendisine bunca yıl zarar vermiş olanlardan kaçmış olmasına rağmen yine en çok onlardan korkuyor gibiydi.

Masaldaki gencin kaybolan kızı evine gitmesine yardımcı olacağından söz etmiştim. O da bana bunu gerçekten yapıp yapmayacağını sormuştu. Elimizden geleni yapıp onu kimliğini doğruladıktan sonra sağ salim ülkesine göndermek zorundaydık. O oraya aitti. Bu sürede korunması da gerekiyordu. Bunun için çok büyük bir çaba sarf etsek de bir yerden çatlak verdikten sonra devamı gelirdi. O gün şanslıydık ve saldırıda zarar görmemişti. Bu bundan sonraki her darbeden de kurtulacağı anlamına gelmiyordu. Bu yüzden bir an önce hem ülkemizin bekası hem de onun sağlığı için ülkesine dönmeliydi.

Kapıyı açtığım an dışarıda nöbet tutan asker de hemen hazır ola geçti. İki asker hemen odanın önünde, ikisi dış kapıda, ikisi de üst katta nöbet hâlindeydi. Tugay’la konuşmak için etrafta onu ararken o çoktan beni görmüş yanıma doğru geliyordu. Kapının önündeki askerleri geçip avluya çıktım. Tugay beni görünce asker selamı verip hazır ola geçti.

“Nöbet değişimi için ikinci ekip geldi mi?”

“Daha değil komutanım.” Çoktan gelmiş olmaları geliyordu. Tugay’ı geçip adımlarımı dışarıya doğru atmaya başladım. Kapıdan dışarı çıktığım an oradaki askerler de hazır ola geçmişti.

“Nerede kaldı bunlar?” Cümlemi bitirdiğim an sokağın köşesinden zırhlı araçlar dönüp bize yaklaşırken yavaşlamaya başladı. Hepsi durduktan sonra askerler sırayla inip tam karşımda sıra oldular. Tugay da karşımdaki yerini aldıktan sonra sırayla teker teker hepsinin gözlerinin içine baktım. “On iki saatte bir nöbet devrimi olacak. Gözünüzü dört açın. Bu kapıdan içeri kuş bile girmeyecek.”

“Emredersiniz komutanım.”

Askerlerimin gür sesi sokağın dört bir ucunda yankılanırken hepsi teker teker görev yerlerini aldı. Görev yerlerini teslim eden askerlerin de karşımda yerlerini alması çok da uzun sürmedi.

“Tugay sen üç askeri de yanına alıp ön araçla yola çık. Biz de diğer araçla sizi takip edeceğiz.”

“Emredersiniz komutanım.” Ben zırhlı araçlardan birisine doğru yönelirken Tugay da yanına alacak askerleri seçiyordu. Araca bindikten sonra diğerlerinin de gelmesini bekledim. Uykusuzluktan mı yoksa birkaç günün yorgunluğundan mı başıma ağrı girmişti. Askerler araçta yerlerini alırken son bir kez dönüp camdan eve baktım. Ardından aracın hareket etmesiyle çoktan köşeyi dönüp evden ve mahalleden uzaklaştık.

O geceki gibi yeniden bu taş yola girmiştik. Gerçi o zamandan sonra birkaç kez daha kullanmıştık bu yolu ama şu a yeniden o geceki gibi hissediyordum. Bu yüzden aklıma direkt olarak o gece gelmişti. Neredeyse bir hafta geçmişti o gecenin ardından. Ama sanki bana asırlar oldu gibi gelmişti. Bu asırlar gibi geçen günlerin aksine elimizde olan şeyler bir hayli azdı. Onun sadece hikayesini ve adını biliyorduk. Prosedüre uygun bir şekilde ilerleyebilmek için de ilk önce kimliğinin doğrulanması gerekiyordu. Bir babası olduğundan bahsetmişti sanki. Öyle hatırlıyorum. Annesinden ya da başka birisine sahip olup olmadığından söz etmemişti. Hikayesinde sadece baba figürü vardı zihnimin içinde. Bir de en can alıcı kısmı. Öldü olarak gösterilmiş olması. Bu işleri daha da zora sokabilirdi. Zaten ülkeler arasında var olan politik olaylar iletişimimizi daha da zor bir hâle sokarken şimdi yıllar önce öldüğü düşünülen bir vatandaşları elimizdeydi.

O an zihnimde ona hiç sormadığım bir soru yankılandı. Gerçi cevabını biliyor olması da muammaydı. O gün uçakta düşen kişilerin ailelerine acaba ne denmişti? Yani sadece “Çocuklarınız artık yok. Uçak düştü,” gibi bir çift söz etmek onlara inanmaları için yetmiş miydi?

Bir de bu olayın örgüt tarafı vardı. İçeride neredeyse sekiz sene geçirdiğini söylemişti. Devamlı olarak yer değiştirilmiş olsa da şu an bize göre daha çok bilgi sahibiydi onlar hakkında. Bu konuda onu kullanıp kamplar hakkında daha detaylı bilgi edinebilirdik. İçeride işlerin daha detaylı olarak nasıl işlediği, nasıl silah ve mühimmat yardımı aldıklarını, nasıl beslendiklerini, örgüte nasıl insan soktuklarını...

Akşam bu konuyu birazcık açmıştım. Şayet o şeytanın yüzünü görmeseydim daha da devam ederdim ama sözcükler o an boğazıma dizilmişti. Kendimi birden yeniden o sisli gecede gibi hissetmiştim. Bu yüzden yarın sabah yeniden gidip bu konular hakkında daha kapsamlı bir sorgulama yapmalıydım.

Karakola artık neredeyse birkaç kilometre kalmıştı. Baş ağrım giderek artarken düşünmeye çalışmak çok zordu. Alında artık bir süre düşünmesem daha iyiydi ama boş kaldığım ya da birisiyle konuşmadığım an zihnimdeki sesler ortaya çıkıyordu. Bütün bu düşünceleri susturmak için öndeki araca odaklandım. Aramızdaki mesafe olması gerektiği gibiydi ve sis lambaları yine en düşük moddaydı. Fazla hızlı olmayacak şekilde ilerlerken birden dağlık arazide silahın patlama sesi duyuldu. Ardından öndeki aracın havaya uçup aşağıya doğru sürüklenmesi birkaç saniye sürmemişti.1

“Dur!” Arabanın durmasıyla kendimizi dikkatli bir şekilde hızlıca dışarıya attık. Artık araba ve dağ arasındaki küçük alanda sıkışıp kalmıştık. Az önce duyulan silah sesleri bu sefer daha yakınımızdan ve ardı arkası kesilmeden devam ediyordu. Dağın yamacında yükselen silah seslerinin arasında başka bir yüksek ses koptu. Öndeki araç engebeli araziden aşağı doğru hızlıca inerken sonunda bir şeye çarpıp durmuş olmalıydı. Gökyüzündeki zifiri karanlık onları görmemi engelliyordu. “Aşağı yamaçtan geliyorlar. Ateş serbest.” Askerler emrim sonucunda karşıya ateş açıp vadiyi koca bir savaş alanına çevirirken telsizi elime aldım. “Tugay cevap ver. Durumunuz nasıl?” Birkaç saniye bekledikten sonra ekledim. “Tugay cevap ver.” Telsizi patlayan silahların arasından sesimi daha iyi duyurabilmek için kendime doğru daha da yaklaştırdım. “Tugay, dedim.” Telsizi avcumun içine sıkıca basarken duyduğum tek şey telsizden gelen cızırtılardı. Ne söylersem söyleyeyim karşıdan aldığım tek cevap koca bir sessizlikti. “Allah da kahretsin.”

“Komutanım yanımızda mühimmat az. Yardım lazım.” Yanımda kalan askerler var güçleriyle karşılık vermeye çalışırken onun söylediği her kelime patlama seslerinin arasında zar zor duyuluyordu.

Telsizi yeniden kendime yaklaştırıp bu sefer de karakolla bağlantıya geçmeye çalıştım. “Kartal 1 burası Gözcü 1... Kartal 1 burası Gözcü 1. Temas altındayız. Tekrar ediyorum temas altındayız. İkinci yolun son düzlüğüne çıkmadan önceki virajdayız. Yaralılarımız var. Öncü araçtaki asker telsize yanıt vermiyor. Tekrar ediyorum. Temas altındayız ve ikinci yolun son düzlüğüne çıkmadan önceki virajdayız. Destek lazım.”

Birkaç saniyelik sessizliğin ardından telsizin cızırtısından sonra İbrahim Yüzbaşının sesi duyuldu. “Gözcü 1 destek timi şimdi yola çıkıyor. Sesimi duyuyor musun? Tekrar ediyorum. Destek yola çıkmak üzere.”

Telsizi ayağımın ucuna güvenli bir yere yerleştirdikten sonra silahımı kavrayıp arabanın en uç noktasına yerleştim. Karanlık gökyüzünün altında onları görmekte zorlansam da parmağım hâlâ tetikteydi. Görülen tek şey karanlığa hapsolmuş koca bir vadiyken sadece patlama seslerini işiterek onların tam olarak nerede olduğunu bulabilmek çok zordu. Başımı yana kaydırıp zırhlı aracın arkasına gizlenen askerlerim ellerinden geldiğince silahlarını ileriye doğru uzatarak karşılık vermeye çalışıyorlardı. Gökhan yanıma gelip gece görüş nişangahını silahının üzerine yerleştirdi.

“Öncü aracı görebiliyor musun?”

“Bakıyorum komutanım.”

“Atışı kesin,” dedim sessizce. Diğerleri silahını indirip kendini en güvenli olacak şekilde yeniden konumlandırdı. Artık bizden kimse atış yapmıyordu. Bizim olduğumuz taraf fazlasıyla açık olduğu için bu aracın dışına çıktığımız an işler aleyhimize hareket ederdi. Mühimmatımız az kaldığı için de yardım gelene kadar ya da onlar görüş açımıza girene kadar bekleyecektik. “Aracı görebiliyor musun?”

Başını silahtan çekmeden konuşmaya başladı. “Komutanım aşağıda bir şeye çarpıp durmuş gibi gözüküyor.”

“Tamam. Şimdi diğerlerine bak. Açıkta birisi görünüyor mu?” Kısa süren sessizliğin ardından soruma cevap vermek için konuşmaya başladı.

“İlerideki kayalığın orada hareketlilik var. Bana göre saat on bir yönünde.” Silahının üzerinde duran dürbünü bakıp teyit etmek için alacağım sırada “Ama...” dedi. Dürbünün üstünde duran elimi yavaşça geri çektim.

“Ama ne?” Dürbünle ileriyi izlemeye devam ediyordu. Dudaklarını bariz bir şekilde aralamıştı ama oradan hiçbir kelime çıkmıyordu. “Ama ne oğlum?”

“Bu da ne böyle? Nereden bulmuşlar bunu?” Az önce indirdiğim elimi yeniden dürbünün üstüne koyup onu oradan çıkardım. Dürbünü olabildiğince yükseğe kaldırdıktan sonra bahsettiği alanı görmem çok da zaman almamıştı. “Uzay silahı gibi bir şeydi sanki. Ben daha önce bunun gibi bir şeyi hiç görmedim.” Verdiği tepkide son derece haklıydı. Buna benzer bir silah daha önce Türkiye’ye gelmiş olsaydı mutlaka görmüş olurduk. Dürbünü silahının üzerine yerleştirmesi için yeniden ona doğru uzattım. “Ne yapacağız komutanım? Ne emredersiniz?”

“Sık. Ateş serbest.”

Dürbünü yerine yerleştirdikten sonra silahını omzuna yerleştirdi. “Allah’ım yüzümü kara çıkartma.” Parmağını namluya yerleştirdikten sonra derin bir nefes verdi. “Bismillahirrahmanirrahim.” İlk sıkışının ardından beklemeden bir yenisini daha sıktı. Ardı ardına sıkılan silahlardan sonra açığa çıkan barut kokusu genzimi yakıyordu. Yavaş yavaş silah sesleri kesilirken artık sadece bizim sıktığımız silahın çıkardığı yüksek ses dağın yamacında yankılanıyordu. “Komutanım çekiliyorlar sanırım. Göremiyorum artık onu.”

Dürbünü yeniden elime alıp az önce baktığım tarafa doğru tutarak bir şeyler görmeyi umdum ama artık hiçbir hareketlilik yoktu. “Tamam. Sakin olun. Bu da bir tuzak olabilir. Des...” Cümlemi tamamlayamadan, birkaç dakika önce ayağımın ucuna koyduğum telsizden bir ses yükseldi.

“Sarı Komutan?” O an arazide bir anda sanki buz kesti. Etrafta esen rüzgar dağın yamacına çarpıp beni buldu. Telsizin arkasından gelen ses elbette tanıdığım birisine aitti.

Telsizi hızlıca elime alıp ona sesimi daha iyi duyurabilmek için olabildiğince yakınlaştırdım. “Sendin ha?”

“Başka birisini mi bekliyordun yoksa? Kırılırım ama?” Kırık Türkçesiyle benimle dalga geçerken sanki dünyanın en güzel şeyini söylüyormuş gibi çıkıyordu cümleler ağzından.

“Bekle sen. Ben senin bütün kemiklerini kıracağım.” Kahkaha atarak karşılık veriyor olması avcumun içindeki telsizi daha fazla sıkmama neden oldu.

“Ben senin askerlerininkini kırmadan bulursan neden olmasın?”

Başımı zırhlı aracın soğuk cephesine yasladıktan sonra derin bir nefes verdim. “Askerlerimin kılına zarar verirsen seni yerin yedi kat dibine de girsen bulur paramparça yaparım.”

Telsizin ardından cıkcıklayarak aklınca söylediklerimi onaylamıyor gibi yapsa da bu sözcükleri ilk duyuşu değildi. “Daha önce yapamadığın gibi mi Komutan? Hem şartlarımı duymak istemez misin?”

“Hayır! Bir Türk askeri asla adi bir teröristle pazarlığa oturmaz.”

Telsizin ardından yeniden bir kahkaha duyuldu. Bu sabrımın daha da taşmasına neden oluyordu. Ardından hızlıca kahkahasını kesip sessizliğe büründü. Artık çekmiyor olma ihtimalini düşünerek telsizi kendime daha da yaklaştırdığımda o iğrenç sesi kulaklarıma doldu.

“Bir sonraki konuşmamıza kadar kendine çok iyi bak o zaman Komutan.” Kendini yeniden sessizliğe gömdüğünde bu sefer ağzından çıkan sözcükleri duymak yerine daha yüksek bir ses duymaya başladım. Telsizi taşla eziyor olmalıydı.

“Allah kahretsin!” Telsizin ardından gelen ses tamamen kesildiğinde artık onların bizden çok uzakta olduğunu kestirebiliyordum. Hain bir pusuya düşmüştük ve bunun da ötesinde artık ellerinde esir tutulan askerlerimiz vardı. Elimi rastgele bir şekilde salladığımda aracın zırhlı gövdesine çarptı ve çıkan sesin bu derece yüksek olması artık tamamen sessizliğe gömüldüğümüzün habercisiydi.

Telsizdeki cızırtı sesi arttığında yeniden ona odaklandım. Kalbimden geçen istek her ne kadar araçtaki askerlerimizden yana olsa da bunun imkansıza yakın olduğunu biliyordum.

“Gözcü-1 burası Gözcü-2... Gözcü-1 burası Gözcü-2...”

“Gözcü 1 dinlemede.”

“Komutanım yerimizi aldık. Emrinizi bekliyoruz.” Derin bir nefes verip kendime geldim. Aklımı toparlamaya çalışıyordum ama bunu yapmak çok zordu.

“Komutanım görüş alanımda hiçbir hareketlilik yok artık.” Asker artık dürbünden ileriyi izlemiyordu.

“Tamam.” Telsizi kendime yaklaştırdım. “Geri çekildiler. Ama yine de alan kontrolü yapacağız. Siz sol yamaçtan aşağı dikkatlice inin. Biz de sağ yamaçtan ineceğiz.” Birkaç saniye durup kalbimden yayılan sızıyı bir kenara itmeye çalıştım. “Askeri zırhlı aracın orası buluşma noktası.”

“Emredersiniz Komutanım.” Telsizden gelen ses kesildikten sonra onu yerine takıp silahımı yeniden elime aldım. Arabanın sağ arkasında duran iki askeri işaret ettim.

“Siz sağdan. Biz de soldan. Yavaş ve dikkatli olun.”

“Emredersiniz Komutanım.”

Silahı sıkıcı kavrayıp görüş açıma getirdikten sonra yavaşça hareket etmeye başladık. Ortam artık biraz önceye göre daha sessizdi. Arabayı geçip ön tarafa geçtikten sonra diğer askerlerle aramıza mesafe koyup yavaşça vadiden aşağı inmeye başladı. Önümüzde orta büyüklükte bir kaya parçası vardı. Yanımdaki askere el işareti yapıp onun arkasına geçtikten sonra birkaç saniye durup etrafı yeniden dinledim. Şu an duyduğum tek şey kendi nefesimin sesiydi. Diğer iki asker de bizim birkaç metre ilerimizdeki kayalığın arkasında doğruca bana bakıyorlardı. Başımla onları onayladıktan sonra üç parmağımı havaya kaldırıp teker teker indirmeye başladım. Parmaklarım tamamen kapandığında ileriye doğru hareket etmeye başladık. Birkaç dakika boyuncu bu yaptığımızı tekrarladıktan sonra arazinin temiz olduğundan artık emindim.

“Komutanım!” Silahımı aşağı indirdikten sonra arkamı dönüp Gökhan’ın yanına doğru yürümeye başladım. Diğerleri de beni takip ettikten sonra ona ulaştığımda etrafımızda siper oldular.

“Bu ne?” Ayağının ucunda boylu boyunca yatan birisi vardı.

“Ölmüş Komutanım.” Yere çöküp söylediklerini tasdiklemek için sağ işaret ver orta parmağımı boynunun üstüne koyup nabzını kontrol etmeye çalıştım. Ama Gökhan’ın da söylediği gibi hissedilen bir şey yoktu. “Benim gördüğüm adam olmalı Komutanım.” Kafasını havya kaldırıp yukarıya, aracın olduğu alana baktı. “Hemen hemen bu koordinatlardaydı o da.”

Dizlerimden destek alıp yavaşça ayağa kalktım. “Muhtemelen.”

“Alacak mıyız yanımıza?”

“Alacağız.” Önümüzde durup ileriyi kolaçan eden askerlere seslendim. “Siz bunu araca taşıyın.” İleriye doğru yürümeye başladığımda Gökhan da beni takip etmeye başladı. Diğer zırhlı araca ulaşmamız fazla zamanımızı almamıştı. Destek için gelen ekip çoktan buluşma alanına gelmiş aracı dışarıdan inceliyorlardı. Beni gördükten sonra hepsi hızlıca yan yana gelip asker selamı verdiler. Başımla onları selamladıktan sonra yanlarından geçip aracın içine bakmak için onlardan uzaklaştım. Aracın ön kısmı hem patlamanın hem de kayaya çarpanın etkisiyle büyük bir hasar görmüştü. İçlerinden birisi hemen yanıma geldi.

“Araç içi boş Komutanım. Herkesi almışlar.” Ayağımla tekerleğe sert bir tekme attığımda çıkan ses yine vadide yankılanmıştı. “Ne yapmamızı emrediyorsunuz?”

“Karakola dönüyoruz.”

“Emredersiniz Komutanım.”

Bölüm : 09.05.2025 16:17 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...