8. Bölüm

7.0

Ikra Nur Sünger
ikraelse

İmparatorluk Yılı 1898, 28 Nisan

Jia Marjorie Claire De Luna

Yatakta bir sağa bir sola dönüp duruyordum. Üç gün önce yaşanan olaylardan beri doğru düzgün uyuyamamıştım. Bunda Prens Orland'ın cezasını henüz kesmemiş olmamın büyük bir payı vardı. Hannes, benim duymadığımı sanmıştı, ancak duymuştum; orada tek başıma olduğumuz için söylediklerine cevap verememiştim. Diğer zamanlarda da ağabeylerimle birlikte Silvanor Kralı'yla politik konuları tartışmış ve kararlar almıştık.

Benim hayattaki motivasyonumun kaynağı küçük erkek kardeşim Hannes idi. O doğduğundan beri onun bir nebze de olsa sarayda daha iyi yaşaması için elimden geleni yapıyordum ve yapmaya devam edecektim. Ben, onun şu anki bulunduğu rolden, onun doğmasıyla beraber kurtulmuştum.

Her insan kahramanının iyi bir hayat sürmesini ister, değil mi? Ben de Hannes için aynısını istiyordum. İnsanlar onu sevsin, kabul etsin, hatta ona küçümseyici gözlerle bakmak yerine bize nasıl hayranlıkla bakıyorlarsa ona da öyle bakmalarını istiyordum. Çok bir şey istediğimi sanmıyorum, sadece Hannes'a hak ettiği şekilde davranmalarını istiyordum. Akıllarını kullanabilen ve bu özelliğinden dolayı dünyaya neredeyse hâkim olmuş bir varlıktan bunu beklemek bana göre oldukça normaldi.

Bugün Silvanor'un ikinci ve üçüncü prensiyle birlikte Silvanor'un başkentini gezecektik. Nyssa ablam bana ve Hannes'a söz hakkı tanımamış, Prens Jace gezmeyi teklif ettiği anda kabul etmişti. Onu biraz da olsa anlamıştım. Silvanor Krallığı, onun en sevdiği ve merak ettiği konu olan harabelerle doluydu ve o da bu fırsatı kaçırmak istememişti.

Gezi boyunca bir gözüm hep Hannes'ın üzerinde olmalıydı. Geçen üç gün boyunca onunla bir kere bile karşılaşmadım. Kendisine yapılan hakaretten sonra nasıl bir ruh halinde olabileceğini kestiremiyordum. O gün çok şaşırmış gibi gözüküyordu ve haliyle Prens Orland'a cevap bile verememişti.

Bugün planımda sadece gezmek yoktu. Bu akşam Prens Orland'a yaptığı terbiyesizlikten ötürü cezasını verecektim. Onun gibi insanlara ceza verirken, o kişilerin anladığı türden ceza vermen gerekirdi.

Prens Orland, kendini çok üstün gören ve diğer insanları aşağılayan bir karaktere sahipti. Bu yüzden de onun o çok önem verdiği gururunu ve sahip olduğu kibrini, o gurur ve kibirden küçücük bir zerre kalmayana kadar altüst edecektim.

Gezinin saati gelene kadar her zamanki gibi Alaric ve Dax abimle birlikteydim. Bir ara Nyssa ablamın yanına gitmeyi düşünmüştüm, ancak muhtemelen bana harabelerle alakalı yapacağı konuşmadan korkmuştum ve fikrimden vazgeçmiştim. Böyle konuşmalardansa askeri ve politik konuları konuşan abimlerimle birlikte kalmayı hayatımın sonuna kadar tercih ederdim.

Gezi vakti geldiğinde ise Hannes hariç herkes buradaydı. Nyssa ablam şimdiden sorularıyla Silvanor'un ikinci ve üçüncü prensini darlamaya başlamıştı. Öyle ki en sonunda üçüncü prens, Hannes'ı bulma bahanesiyle kaçıp kendini kurtarabilmişti. Kendini zar zor kurtarabilmiş olan üçüncü prens, biraz vakit geçtikten sonra yanında Hannes ile birlikte dönmüştü.

Hannes, bahçeden büyülendiğini söylerken gülümsemeden edememiştim. Ardından Prens Jace'in, Hannes'ın ileride eşinin çok şanslı olacağı ile ilgili söylemi, Hannes hariç hepimizi kahkahaya boğmuştu. Hannes ise buna karşın hiçbir şey söylemeden kaçmayı tercih etmişti. Benim açımdan bu oldukça tatlı bir kaçıştı.

👑👑👑

Gezi boyunca prens Jace'in Hannes ile iletişim kurmaya çalışmıştı. İlk başlarda her ne kadar başarılı olamasa bile 'Dun Aon'u görmeye gittiğimizde birbirleriyle sohbet ettiklerini görmüştüm. Hannes'ın sadece iki tane arkadaşı vardı; belki prens Jace ile birlikte bu sayı üçe çıkabilirdi. Bu düşünceyle birlikte gülümsememe engel olamamıştım. Nihayet küçük erkek kardeşim etrafında daha fazla kişi olabilirdi. Gezi gayet iyi bir şekilde son bulmuştu.

Yazardan

Jia, Silvanor Sarayı'na geldikleri an izin isteyip odasına gelmişti. Üç gündür kendini zar zor tutmuştu. Prens Orland'ı her gördüğünde aklı yaşanan olayı tekrar ediyor, sinirle nefes alıp veriyordu. Sinirli olduğu anlardan birkaçında veliaht prens Alaric de yanındaydı. Kız kardeşinin bu sinirli hali dikkatini çekmişti; ancak o sırada tam karşılarında olan prens Orland, Alaric'i geldiği zamandan beri rahat bırakmadığı gibi onu gördüğü andan itibaren darlamaya başlamıştı. Alaric, her ne kadar Silvanor Krallığı ile ilişkilerinin bozuntuya uğramaması için sabırlı olmaya çalışsa da sınırına yaklaşıyordu. Prens Orland ile uğraşmaya başladığından ötürü kız kardeşine ne olduğunu sormayı unutmuştu; zira Prens Orland'ın safsata konuşmasını dinliyor gibi gözükmekle oldukça meşguldü.

Jia, kıyafetlerini Prens Orland ile olacak düello için değiştirmişti. Prens Orland'ın sürekli olarak övündüğü kılıç kullanma becerilerini büyük bir hezimete uğratacaktı. Bu düşünceyle tebessüm etmişti. Jia Marjorie Claire De Luna'nın en sevdiği şey, insanları en güçlü olduğu düşündükleri yönlerinden vurmaktı. Orland Martin Silvanor, yakında Jia'nın hiç ettiği kurbanlarından biri olacaktı. Sadece üstü çizilmiş bir isimden ibaret olacaktı, tıpkı Hannes'a kötü davrananların oldukları gibi.

Üstünde zümrüt yeşili bir tünik, siyah bir korse ve bunlara siyah bir pantolon ile uzun siyah deri çizmeleri eşlik ediyordu. Kıyafeti, ceza kesmeye geldiğinin adeta kanıtıydı. Aynadan üzerini son bir kez kontrol ettikten sonra odadan çıkmıştı. Önceden kahya Alfonzo'dan Prens Orland'ın bu saatlerde talim alanında olduğunu öğrenmişti; bu yüzden hedefi olan talim alanına doğru ilerliyordu.

Talim alanına geldiğinde ilk yaptığı şey etrafı kontrol etmek olmuştu. Prensten başka kimse olmadığını gördüğünde "Anlaşılan sahne gösteriye hazırmış" diye içinden geçirmişti. Sert adımlarla prensin yanına doğru gidiyordu. Prens, hiçbir şeyin farkında olmadan antrenman yapmaya devam ediyordu. Ancak, kılıcını antrenman kuklasına tekrar saplamak üzereyken, başka bir kılıç buna engel oldu.

Sinirle "Buna cüret eden de kim?" diyerek bakınınca, kendisine küçümseyici bir bakışla bakan prenses Jia Marjorie Claire De Luna'yı gördü. Prenses kendinden emin bir sesle "Ben." dedi, ardından küçümseyici bir tonla devam etti: "Bir sorunun yoktur herhalde Boşbeleş Kral ! Pardon, sen geleceğin Silvanor Kralı'sın değil mi? Ancak sana bu unvan daha yakıştı." Daha da prense yaklaşarak "Kral olmak için de bir vasıf taşıman gerekir, sende o da yok. Boşbeleş Orland daha iyi oldu. Sen ne düşünüyorsun Boşbeleş Orland?"

Prens Orland bu duyduklarıyla sinirden kıpkırmızı olmuştu. Prenses Jia'yı şu an yok etmek istiyordu; ancak konumları birbirine denk değildi. Birisi tüm kıtayı fetheden bir imparatorluğun prensesi iken, diğeri bu imparatorluğa, henüz imparatorluk bile olmamışken katılan bir yerin prensiydi. Tek yapabildiği şey sesini sakin tutmaya çalışmak olmuştu - asla başarılı değildi - "Böyle bir kanıya nereden ulaştığınızı anlayamadım prenses Jia. Bir vasfımın olmadığını da nereden çıkardınız?" demekti. Bunun üzerine prenses Jia kılıcını işaret ederek yine aynı tonla "O zaman bunu benimle bir düello yaparak kanıtla. Bakalım Boşbeleş Orland, kral Orland olmaya layık mıymış. Ne diyorsun Boşbeleş Orland?"

Orland'ın yapılan teklife evet demesinden başka bir çaresi yoktu. Gururu kendisine yapılan alçakça ithamları kabul etmiyordu. Prenses Jia, her ne kadar Frore Kraliyet Ordusu'nun başında olsa bile kendisi de oldukça iyi kılıç kullanıyordu. Prens Orland kazanmak için bir şansı olduğuna inanıyordu. Kendisi farkında olmasa bile bu inanç, en ufak bir harekette kırılacak bir inançtı. Karşısında kendisinden bile deneyimli bir rakip vardı. Ancak Orland'ın gururu bunu bile düşünemeyecek kadar zekasını bastırmıştı.

Prens Orland tek dediği şey "Kabul ediyorum." olmuştu. Bununla beraber ikisi de talim alanının ortasına geldiler. Orland kılıcını sımsıkı tutmuştu; ancak gergin duruşu vardı. Jia ise günlük kılıç antrenmanını yapıyormuş gibi bir rahatlık içerisindeydi. Birkaç dakika böyle kaldılar. Buna daha fazla dayanamayan Jia "Katıldığın yarışmalardaki gibi birisin, gelip başla demesini mi bekliyorsun? Başıboş Orland, yoksa nasıl düello yapacağını da mı unuttun?"

Jia dediklerinden sonra kahkaha atmaktan kendini alamamıştı. Orland daha fazla beklemeden, daha Jia kahkaha atmayı bitirmemişken şu an savunmasız diye ilk atağı yapmıştı; ancak Jia anında cevap vererek saldırıyı engellemişti. "Merak etme Orland, gülerken bile savaşabilirim seninle. Hadi bana kral olmaya layık olmayan ama olduğunu sanan Orland'ın gerçek yeteneklerini göster. Daha önceki hareketin bana bir saldırı olduğunu söyleme, ısınma hareketiydi değil mi?"

Orland daha bir kez saldırı yapmamış, Jia'nın sözleriyle iyice çileden çıkmıştı. Bir an önce bu düelloyu kazanıp prenses Jia'nın kendisinden özür dilemesini istiyordu. İçi hırsla dolmuştu. Jia'nın atak yapmasını beklemeden kılıcını prensesin omzuna gelecek şekilde savurdu; ancak Jia kendisini sola döndürerek kurtarmıştı. Jia, bu düellodan sıkılıncaya kadar atak yapmayacak, sadece savunacaktı. Böyle yapmak onun için her zaman daha eğlenceliydi. Orland'ın altı hamle yapmasına izin verecekti. Altı hamleden sonra Orland'ın alanda doğru dürüst hareket etmesine bile izin vermeyecekti. Planı düelloya başladıkları andan itibaren belliydi: Oyna, eğlen ve yok et.

Orland bir kez daha istediğini elde edememiş olmanın hırsıyla beklemeden atağa geçmişti. Sadece kazanmayı arzuluyordu; ancak bunu nasıl yapması gerektiğini düşünmüyordu. Amacı olduğunu düşündüğü amaçsız saldırılarla Jia'yı eğlendirmekten başka bir şey yapmadığını fark etmemişti. Artık Jia'nın kuklası olmuştu.

Orland'ın yaptığı saldırı bir kez daha amacına ulaşamamış, bu kez Jia hızla yerini değiştirerek saldırıdan kurtulmuştu. Bu noktadan sonra Orland saldırıları iyice dengesiz hale gelmişti. Dördüncü ve beşinci saldırılara saldırı bile denmezdi. Bu düello sona yaklaşıyordu. Jia "Tek bir hamle daha yap, ben de seni yerle bir edeyim." diye düşünüyordu. Orland bilmese bile tek hamle hakkı kalmıştı. Bu hamle sonunda ya Jia'nın fikrini değiştirecek ya da hiç olacaktı.

Orland çaresizliğe düşmüş durumdaydı. İlk baştaki kazanmaya dair olan inancı yerle bir olmuştu. Prensesin kendisine neden böyle oyun oynadığını anlamıyordu. Ona göre o prenses Jia'ya hiçbir şekilde yanlış yapmamıştı. Yaşadıklarının sebebinin Prens Hannes Armand'a yaptığı hakaret olduğunu hiçbir zaman öğrenemeyecekti.

Prens son hamlesini de yaptığında Jia'nın tekrar savunma yapacağını düşünmüştü; ancak Jia prensi şaşırtarak prensin atağına karşılık vermişti. Jia yaptığı hareketi prensin gözünü hedefleyen bir saldırıya dönüştürmüştü. Prens, Jia'nın gözünü hedeflediğini görünce sesli bir şekilde yutkunmuştu. Kılıcıyla gelen saldırıyı savunmaya çalışmış; ancak başarılı olamamıştı. Sağ gözünün biraz altı hem acıyor hem de kanıyordu. Prenses Jia'nın atağı bittiği andan itibaren Prens Orland'ın elindeki kılıç adeta düellonun sonucunu belirtir gibi yere düşmüştü.

Prens Orland şu an boynu bükük bir vaziyette dikiliyordu. Bu görüntü Jia'nın tekrar kahkaha atmasına sebep olmuştu. Kılıcını omzuna yaslayarak "Sonuç, Başıboş Orland'ın başıboş unvanına ne kadar layık olduğunu gösteriyor. Belki ileride unvan atlaman için tekrar bir düello yaparız. Gerçek bir düellodan bahsediyorum. Altını çiziyorum bak." dedi.

Jia daha fazla zamanını boşa harcamamak için alanı terk ederken birisi onları izliyormuş hissine kapıldı. Etrafı kontrol ettiğinde hala bomboş olduğunu gördü. Her ne kadar tedirgin olmuş olsa bile fazla kafaya takmadan yürümeye devam etti. Kesilmesi gereken ceza kesilmişti. Kendisi için şimdilik bu yeterliydi.

Bölüm : 29.03.2025 21:48 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
İçindekiler
Ikra Nur Sünger / Ardent / 7.0
Ikra Nur Sünger
Ardent

31 Okunma

13 Oy

0 Takip
8
Bölümlü Kitap
Hikayeyi Paylaş
Loading...