1. Bölüm

1. Bölüm: "Kara Bakışlar."

İlayda Taşpınar
ilaydataspinarr

Hoş geldiniz ♡

Başladığınız tarih ve saati lütfen buraya bırakır mısınız?

Bu bir dönem kurgusudur. Bundan yaklaşık 50-60 yıl öncesinde geçmektedir. Belli bir bölgede geçtiğini belirtmediğim için istediğiniz yöreyi düşünebilirsiniz. Genellikle bir köy ağzı değil de İstanbul ağzı ile yazılmıştır. ♡

*

"Belkıs!"

İsmimi duymam bacaklarımı hızlandırmaya yetiyordu. Korkuyordum. "Kaçma Belkıs!"

Bacaklarım korkudan titrese de nefesim kesilse de durmadım. Tüm gücümle koşmaya devam ettim.

Issız bir sokağa girmiştim. Birilerinin görmesinden çok korkuyordum. Görürlerse beni suçlayacaklardı. Kimse neden bu kızı kovalıyor demeyecekti. Neden bu kız kendini kovalattırıyor diyeceklerdi.

Göz yaşlarım yanaklarımdan dökülmeye başlarken durdum. Ne olacaksa olsun diyerek durdum. Duvara sırtımı yasladıktan sonra içime derin soluklarımı çektim. Koşarken kafamdaki yazmam kaymıştı. Sağ elimle onu düzeltirken önümde bir karartı gördüm.

Yetişmişti bana. O da nefes nefeseydi. Ellerine dizlerine koyarak eğilmişti. "Niye kaçıyorsun Belkıs?"

Niye kaçıyorum öyle mi?

"Benden uzak dur." dedim hâlâ nefes nefeseyken. "Sadece konuşmak istiyorum." Kahverengi saçlarının arasındaki sarı tutamlara baktıktan sonra gözlerimi etrafta gezdirdim. "Ben konuşmayı da istemiyorum. Ben seni istemiyorum."

"Ne var beni kabul etsen. Elini sıcak sudan soğuk suya sokmam Belkıs." Bana doğru yaklaştığında korkuyla etrafıma baktım. Elleri kollarımı buldu. "Dokunma bana, istemiyorum!" Kaçmaya çalışıyordum ama sert tutuyordu kollarımı. "Bırak dedim sana!" Bekir kollarımı sıkmaya devam ederken beni kendine doğru çekti. "Yeter be! Aylardır peşindeyim. Fazla naz aşık usandırır!" Kollarımı sarsarak bağırmıştı.

Birinin duymuş olmasından ölesiye korkuyordum. Neler derlerdi hakkımda! Ona bir şey olmazdı. Olan bana olurdu. "N'olur bı-bırak..." Ağlarken çok zor konuşuyordum.

"Benim olmak zorundasın Belkıs! Seni bu köyde barındırmam!" Hıçkıra hıçkıra ağlamaya başlamıştım. "Yalvarıyorum bırak beni..." Sesim neredeyse çıkmıyordu.

Öyle çok korkuyordum ki kalbim ağzımda atıyordu. Elim ayağım tutmuyordu. Nefes bile alamıyor gibiydim. "Bir kez koklayayım seni." diyerek kafasını boynuma yaklaştırdığında çırpınmaya başladım. "Çek ellerini üzerimden!"

"Kardeşim n'oluyor burada?" Duyduğum sesle başımı sağ tarafa çevirdim. Korkudan gözlerim kocaman olmuştu. İşte görmüştü birisi. Tüm köyde ne diye anılacaktım!

"Bir şey yok kardeş sen yoluna bak." dedi Bekir beni kendine çekerek. Onu itmeye çalıştım ama bir işe yaramıyordu. Yardım istesem yardım eder miydi bu adam?

Adam gözlerime baktı. Göz yaşlarımı görüyordu. Sesini çıkarsın istiyordum. "Kız neden ağlıyor? Ulan namussuz sen ne yapıyorsun burada!?" Bağırarak Bekir'e doğru iri adamlar attı. Koskoca cüssesinin yanında Bekir de ben de küçücük kalmıştık.

Kara bakışlı adam Bekir'i yakalarından tutarak benden uzaklaştırdı. Uzun bir soluk vererek yere çöktüm. Titreyen ellerimle yerdeki toprakları avuçladım.

"Sen ne karışıyorsun lan!?" Bu ses Bekir'indi. Onlara bakmıyordum. Korkudan başımı bile kaldıramıyordum. "Senin gibi şerefsizlerden bıktık lan! Sen kim oluyorsun da kızı kuytu köşede sıkıştırıyorsun!" Adam sesi öyle hiddetliydi ki sanki bana bağırıyormuş gibi sıçrıyordum. "O kız benim yavuklum!" Bekir'in bağırarak söylediği şeyler ona bakmama yetti. Kara bakışlı adam da bana döndü. Göz yaşlarım akarken başımı iki yana salladım. "Ya-yalan." diyebildim zorla.

"Yavuklun da neden ağlıyor bu kız!?" Adam Bekir'in hâlâ yakalarından tutuyordu. Arkasındaki duvara doğru itti. Bekir ellerinden kurtulmaya çalışsa da kurtulamıyordu. "Utanmuyor musun sen şerefsiz!?" diye bağırıp yüzüne sert bir tokat attı. Tokatın etkisi öyle büyüktü ki Bekir kendini yerde bulmuştu. Korkuyla yerimde büzüldüm. Bu olanlar yüzünden başıma neler gelecekti Allah bilir.

Ezan sesi duyulmaya başlarken ağlamam çoğaldı. Eve de geç kalmıştım. Önümde bir karartı belirdi. Kafamı havaya doğru kaldırdım. Kara gözleriyle bana bakıyordu. Bakışları hâlâ sinirliydi. "İyi misin? Sana bir şey yapmadı değil mi? Şimdi ya da daha önce elledi mi sana?" Bu kadar açık sözlü olması beni utandırırken başımı yere eğdim. "H-hayır." dedim zor zoruna. Göz yaşlarım akmaya devam ediyordu.

"Kalk evine git." dedi sinirle Bekir'e bakarken. Bekir yerde uzanmış ağzından ve burnundan akan kanı tuuyordu. O kadar mı güçlüydü bu adam? "K-kimseye söyleme n'olur. Tüm köyde adım çıkar. Kulun kölen olayım s-söyleme kimseye." dediğimde adamın bakışları daha da karardı sanki. "Ben kimseye söylemem. Söyleyecek olsam geçer giderdim buradan."

"Te-teşekkür ederim." diyerek yerimden kalkmaya çalıştım ama dizlerim hâlâ zangır zangır titriyordu. O da bunu fark etti. "Biraz otur sakinleş." dedi. Nasıl bu kadar sert bir sese sahip olabiliyordu? Yararıma bir söz söylerken bile sanki beni dövecekmiş gibiydi.

"S-seni rezil ede-edeceğim." Bekir'den gelen kısık sese dikkat kesildim. "Bu a-adam içi... için istemiyordun de-demek beni." Korkuyla yerimden kalktım. "H-hayır." dedim titreyen sesimle. Bu adamla benim alakam yoktu. Tanımıyordum bile.

"Sen bu kızı tehdit mi ediyorsun ulan it!?" Adam seri adımlarla Bekir'e ulaştı. Ayağıyla eline bastı. Bekir haykırdı. "Hem gel burada kızı sıkıştır hem de kızı tehdit et. Ulan eğer bu köyde bu kızla ilgili kötü bir şey duyayım buraya gelirim seni şu yattığın toprağa diri diri gömerim!" Ayağını sağa sola hareket ettirdi Bekir tekrar haykırdı. "Anladın mı şerefsiz!?" Bekir kafasını salladı. Kara bakışlı adam tekrar ayağını bastırdı. Bekir bağırarak "A-anladım." dedi.

Adam Bekir'i bırakarak tekrar bana yakınlaştı. Ezan bitmişti ve ben eve çok geç kalmıştım. Dayak yiyeceğime emin olarak güçlükle bir adım attım.

Mutlu olmak istiyordum artık.

"Gidebilecek misin sen?" Güçlükle attığım adımlarımdan dolayı böyle demiş olmalıydı. Kafamdaki yazmamı düzelterek ona baktım. Ne kadar iri bir adamdı. "Gi-giderim sağ ol." Hâlâ tir tir titriyordum. Neler yaşamıştım az önce.

Bekir her zaman bana laf atardı ama hiç bu kadar ileriye gitmemişti. Hiç dokunmamıştı, hiç tehdit etmemişti. Belki de daha ileriye gidecekti. Ya bu adam gelmeseydi...

Ona döndüm tekrar. "Allah senden razı olsun." dedim minnetle. Gözlerindeki sertlikte hiçbir yumuşama olmadı. "İsmin ne senin?" dedi gür sesiyle. Ona tezat incecik kısık sesimle cevap verdim. "Be-belkıs."

Kafasını sallayarak üzerindeki ceketini düzeltti. "Belkıs." dedi. İsmimin onun sesinden duyunca garip hissetsem de bunun üzerinde durmadım. Onun ismi neydi acaba? Soramazdım.

Ona ardımı dönerek çakıllı yolları yürüdüm. Buralara koşarak gelmiştim ama şimdi yürüyerek evime çok zor varacaktım. Zaten geç kalmıştım biraz daha geç kalsam ne olurdu ki? Birkaç tokat daha yerdim.

Ufak ufak adımlarımla köyün çeşmesinin yanından geçtim. Hava kararmaya başlamıştı. Hava kararırsa korkardım. Hem de çok korkardım.

Adımlarımı hızlandırmaya karar verdim. Biraz sonra hava tamamen kararacaktı. Çeşmeyi geçtikten sonra evimize çıkan bayıra yöneldim. Dışarıda kimseler yoktu. İçimden dualar ede ede yürümeye devam ettim. Tek isteğim fazla canımın yanmaması idi.

Evin kapısını görünce korkum arttı. Ne diyecektim? Neredeydin deseler nasıl cevap verecektim?

Kapıya gelince sağ elimi uzatarak iki kez vurdum. Çok beklemeden kapı küçük kardeşim tarafından açıldı. İçeriye girdim. Gözlerim korkuyla evimi taramaya başladı. Annem mutfaktan çıkarak bana koşturdu. Kolumu sıkıca tutarak gözlerime baktı. Zaten acıyan kolum daha çok acıyınca gözlerimi yumdum. "Neredeydin sen!?"

Gözlerimi açarak yere baktım. "Ana lafa dalmışız." Arkadaşımın yanına gitmiştim ama dönerken yine o şerefsiz önümğ kesmişti. "Dua et baban evde değil. Bu üstünün başının hâli ne!?"

Bağırmayın artık diye bağırmak istiyordum. Bıkmıştım yüksek seslerden. Tüm bedenim bıkmıştı. Ruhum yorulmuştu. Kapıya vurulunca annem beni ileriye doğru savurdu. "Çabuk üstünü başını toparla. Baban anlamasın!" Odama koştura koştura girdim. Bir anlarsa evire çevire döverdi beni.

Kız kısmının ezandan sonra eve döndüğü nerede görülmüştü ki bizim evde görülecekti!

Üzerimdeki tozu toprağı çırptım. Sonra yazmamı çıkarıp düzgünce tekrar taktım. Gözlerimin önün kara bakışlı o adam gelse de kendimi toparladım. Ben bilmesem de Ayşen onun kim olduğunu bilirdi. Onun bilmediği yoktu.

"Belkıs!" Babamın sesini duyunca korkuyla sıçradım. Kesin olanları duymuştu. Şimdi öldürecekti beni! Kapının kulpunu indirip hızlıca odaya gittim. Babam bekletilmeyi sevmezdi. "Buyur baba." dedim önünde başımı yere eğerken. Babam yerdeki mindere oturmuş elindeki tespihi çeviriyordu. "Akşam vakti odanda ne arıyorsun sen?" diye bağırmadan sordu ama sinirli olduğunu ben anlamıştım. "Kıyafetleri katlıyordum." diye aklıma ilk gelen yalanı söyledim. Yalan söylemeyi istemezdim ama beni buna mecbur bırakan onlardı. Allah günahlarını bana yalan söyletenlere yazardı inşallah.

"İyi, hazırlayın yemeği." Kafamı sallayarak mutfağa koştum. Allah'ım sana şükürler olsun bugün dayak yememiştim.

Annem yemek tepsisini hazırlıyordu. Hemen ona yardım etmeye başladım. Annem yan gözle beni süzdü. "Sen bir işler karıştırıyorsun." Gözlerimi ona hiç çevirmeden tepsiyi kucağıma aldım. Desem de bana inanmayacaklardı ki. O yüzden sessiz kalmak en iyisiydi.

Yemek sofrasını babama serdikten sonra kenara oturdum. Babam tek başına yemek yerdi. Bazen küçük kardeşimin de onunla yemek yemesine izin verirdi tabi. Sonra da abim ve biz yerdik.

İki tane abim, iki tane ablam, bir tane de küçük erkek kardeşim vardı. Abilerim de ablalarım da evliydi. Bir abim şehirde yaşıyordu. Diğer abimle bu evde birlikte yaşıyorduk ama küçük abimi ziyaret için karısını da kızını da alıp şehre gitmişti. Ablalarım ise başka köylerdeydiler. Senede bir ya görür ya görmezdik. Küçük kardeşim de daha 13 yaşındaydı. Tüm kardeşlerimi severdim. Abilerim babam gibi sert de değillerdi ama babama karşı çıkamazlardı.

Ben de Belkıs'ım. Evdeki tek kız. Yük olarak görülen evlat. Daha 17 yaşımın içerisindeydim. Babama kalsa çoktan evlenmiş de çocuğa karışmıştım ama annem izin vermemişti. İzin vermeme sebebi ise tek başıma bu kadar işin altından kalkamamasıydı. Yük olarak görüldüğüm bu evde daha ne kadar dururdum belli değil.

"Musa gel oğlum." diyen babamın sesiyle küçük kardeşim babamın yanına oturdu. Annem ile ben de oturduk ve beklemeye başladık. Gözlerim yerdeki halıda gezinirken yine o adam geldi aklıma.

Beni kurtarmıştı. İlk defa birisi bana karşılıksız iyilik yapmıştı. Ellerime bakarken kendimde garip bir şey hissettim ama ne olduğunu anlamadım.

Heybetli bedeni ve kara gözleriydi aklımdaki. Kimdi o adam? Nasıl olmuştu da daha önce hiç görmemiştim? Doğrusu ben köydeki insanların yüzünü pek bilmezdim. Herkesi ismen tanırdım.

O benim ismimi öğremmişti.

Dudaklarımın kıvrıldığını hissettim. Neler hissediyordum ben böyle?

Bacağımdaki acıyla dudaklarım düşüverdi. Annem kaşlarını çatarak yüzüme bakıyordu. Gülümsüyor olmam onu şüphelendirmişti tabi. Babamın önünde kendi kendime gülümsemem de büyük cesaretti doğrusu.

Kendimi toparlayarak ismini bilmediğim kurtarıcımı düşünmeyi bıraktım.

Kurtarıcım mı?

"Belkıs su getir." Babamın dedikleriyle yerimden süratle kalkıp mutfaktaki su testisini aldım geldim. Babamın önündeki bardağı doldurdum. Babam suyunu da içince geriye çekildi. Bu kez biz geçtik yemeğin başıma. Birkaç lokma yesem de canım bir şey istememişti.

Sofrayı toplayıp bulaşıkları da yıkamıştım. Bu saatten sonra odama çekilebilirdim. Zaten babam da çay içip yatardı. Çayını da hep annem yapardı.

Musa'yı da alıp odamıza geçtim. Gaz lambasını yaktım ilk olarak. Sonra Musa'ya geceliklerini giydirdim. Kendisi de giyebilirdi ama hep ben giydirirdim. "Güzelce uyu hadi." deyip yatağına yatırdım. Üzerini de sıkı sıkı örttüm. Neyse ki havalar daha fazla soğumamıştı. Kendi üzerimi de değiştirip camın önüne geçtim. Şimdi saatlerce gökyüzünü izleyebilirdim. Her gün yaptığım gibi gerçekleşmeyecek hayaller kurabilirdim.

Göğe bakarken bir gün doktor olurdum, bir gün öğretmen. Sonra mutlu bir aile içerisinde olurdum. Ya da şehirde olurdum. Her gün başka bir şeyin hayalini kurardım ama hiçbiri gerçek olmazdı.

Büyük bir iç çekerek bulutlu göğe baktım. Bugün hayal kuramıyordum. Çünkü aklıma o adam geliyordu. Beni kurtarmıştı. Üstelik karşılık beklemeden. Öyle garipti ki bu benim için. Şaşkınlığımı üzerimden atamıyordum.

"Abla." Musa'nın sesini duyunca gözlerimi gökten ona doğru çevirdim. "Ben bir şey duydum." dediğinde tamamen ona döndüm. "Ne duydun?" Musa yattığı yerden sol omzunun üzerine döndü. Gözlerine baktım. Biraz korkuyor gibi görünüyordu.

"Sen evlenecek misin?" dedi kapıya bakarak. Sonra bana döndü. Duyduğum soruyla tüm bedenim titredi. Ne evlenmesinden bahsediyordu? Korktum. Çok korktum.

"K-kimden duydun?" dedim korkudan hızlanan kalbimi tutarak. Musa sessizce fısıldadı. "Babam söyledi." Babam söylediyse evlenecektim. Ama nasıl bahsetmişti? Allah'ım ne olur Musa yanlış anlamış olsun.

"Ne dedi, nasıl duydun?" diyerek korkuyla yerimden kalkıp Musa'nın dibine oturdum. "Anneme dedi yeter artık kaldı başımıza ilk gelene vereceğim diye." Göz yaşlarım görüşümü buğulandırdı. "Evlenecek misin abla?"

Burnumu çekerek gözlerimi sağ elimle sildim. "Hadi uyu sen ablacım." dedim. Yerden kalkarak yatağıma girdim. Yorganımı boynuma kadar çektim.

Evet, herkes evleniyordu. Ama ben daha hazır değildim ki buna. Hem nasıl tanımadığım bir ailenin içine girecektim? Göz yaşlarım akmaya başlayınca gözlerimi sımsıkı kapattım. Ama bu göz yaşlarıma bir çit olmadı. Yaşlar yine de döküldü.

Ben evlensem ne yapacaktım? Daha çocuk değil miydim ben? Ama yaşıtlarım hep evliydi. Hatta Ayşem bile evliydi. Yine de korkuyordum. Kendime hiç güvenim yoktu bir kere.

Hem... Hem ben bir başkasından dayak yemek istemiyordum. Babamın annemi dövdüğü gibi kocam olan adam da beni döverdi. Her kadının kaderi buydu.

Ben artık dövülmek değil sevilmek istiyordum. Sebepsizce, ezeli bir şekilde.

"Allah'ım ne olur bana yardım et." diye fısıldadım. "Ne olur evleneceğim adam beni sevsin." Hıçkırığımı yutkunarak durdurdum. Musa ağladığımı duymamalıydı.

Ya o Bekir gelir de isterse beni? Babam ilk gelene vereceğim demiş. Bekir beni döverdi. Bekir beni sevmiyordu ki. Seven adam sevdiğinin korkmasına dayanabilir miydi? O beni korkutuyordu.

Abim yengemi çok seviyordu mesela. Hem de çocukluktan beri seviyordu. Daha hiç yengeme bağırdığını duymamıştım. Benim kocam da beni sever miydi?

"Ne olur sevsin Allah'ım."

Uyumadan önce dudaklarımdan çıkan son şeyler bunlar oldu.

Küçük umutlar ayakta tutar bazen insanı. Kalbinin acısının içine küçücük bir umut düşer dünya güzelleşir.

Peki ya benim acıyan kalbime o umut ne zaman düşecek?

Dünyam güzelleşecek mi?

Ben mutlu olabilecek miyim?

Boşa düşünüyorum bunları. Mutluluk kime nasip olmuş ki bana olacaktı?

Musa uyumadan önce öyle bir şey demişti ki ufacık da olsa olan mutluluğum gitmişti. Tamamem ortadan kaybolmuştu.

Ufacık mutluluğum ise bir insanın hiçbir karşılık beklemeden bana iyilik yapmasıydı. Bu beni çok iyi hissettirmişti. Ama o his de çok durmadam gitmişti.

Uyandığımdan beri tek yaptığım somurtarak gezmekti. Annem sorsa da bir şey dememiştim. O da fazla umursamamıştı zaten.

Kafam çok dalgındı. Ne yaptığımı bilmiyor gibiydim. Neden bu kadar kafama takılmıştı bilmiyordum. Buna fazla takılmazdım normalde. Elbette babam bunu ilk defa söylememişti ama sanki bu sefer hissetmiştim. Bu kez gerçekten beni birisine verecekti.

"Belkıs hadi al güğümleri." Annemin bana seslenmesiyle elimdeki süpürgeyi bıraktım. Her gün aynı saatlerde suya giderdim. Kapıdaki güğümleri elime alarak kapıdan çıktım. Annem koştura koştura yanıma geldi.

"Bana bak hele sen bi'." diyerek kolumdan tuttu. Ne olmuştu yine? "Dün akşam kendi kendine gülüyordun. Ne çeviriyorsun sen?" Söyledikleriyle yüzümde hiçbir mimik oynamadı. "Bir şey çevirmiyorum." Annem yüzümü şüpheyle süzdü. "Var sende bir şeyler var." derken kolumu hafifçe sarstı.

"Anne beni kime vereceksiniz?" Sesim titrese de bu soruyu sordum. Annemin bu soruyu beklemediği aşikardı. Gözleri hafifçe açıldı. "Bu soru da nereden çıktı?" Omuzlarımı silktim. "Babam beni evlendirecekmiş." dedim sesimden bile acım belli olurken.

Bir evlat sırf kız diye aileye neden yük olurdu?

"17 yaşına geldin Belkıs. Yaşıtlarının boy boy çocuğu oldu." Beni teselli etmesi gereken yerde dediği şeylere bakın. "Anne ben istemiyorum ki." Annem kaşlarını çattı. "Baban seni beni dinler mi hiç? Dua et de iyi birisi gelsin. Zaten korkma öyle fakire fukaraya vermez." Dedikleriyle güldüm. Ama bu alaylı bir gülüştü. Bir şey daha söylemedim. Güğümlerle birlikte çeşmeye yürüdüm.

Aklıma dünkü adam geldi. Bugün de görür müydüm acaba? Şimdiye kadsr görmediğim adamı bugün görmem de garip olurdu gerçi ama yine de bir ihtimaldi. Neden görmek istediğimi bilmiyordum ama içimde onu görmek için amansız bir istek vardı.

"Belkıs abla!" Bağıran küçük kız sesiyle yerimde durarak sağa döndüm. Bu küçük kız Ayşen'in kız kardeşiydi. İsmi Süreyya idi. Daha 10 yaşında var ya da yoktu. "Süreyya." dedim güzel yüzüne bakarak. Koşarak yanıma geldi. "Seni görünce tutamadım kendimi, bağırdım." deyip eliyle ağzını kapatarak güldü. Beni de istemsiz gülümsetti. "Ama benim çeşmeye gitmem lazım." dedim üzülerek. Burada durup onunla konuşmak isterdim ama olmazdı. "Ben de gelirim seninle." dedi burnunu kaldırarak. Kafamı sallayıp yürümeye başladım.

"Belkıs abla bugün sen de bize gelsene. Birlikte oyun oynarız." Dediklerine karşılık güldüm. "Ama ben sizin kadar küçük değilim ki. Sizinle oynayamam." Süreyya omuzlarını düşürdü. "Niye ki?" Gülümsedim sadece. Anlatamazdım ama birkaç yıl sonra onu da sokağa salmadıklarında beni anlardı.

Çeşmeye gelmiştik. Yine birsürü kadın vardı. Tanıdıklarıma başımla selam verdim. Sonra da sıraya girdim. Yine herkes dedikodu yapıyordu. Onlara şahit olmamak için Süreyya'ya döndüm. "Ablanın yanına gidiyor musun?" diye sordum. Süreyya kafasını hızlı hızlı salladı. "Aslında her gün gidiyordum ama ablam gelme dedi. Kocası belki kızarmış." Gülümsemem acı bir tebessüme dönüştü.

Başka da bir şey konuşamadım. Bir kez gözlerimi etrafta gezdirmiştim. Onu görmek istiyordum. İsmini öğrenmek istiyordum. Sıra bana gelince iki güğümümü de doldurup çeşmeden uzaklaştım. Eve giden yolda tek başımaydım. Süreyya benden ayrılmıştı. Bizim ev köyün merkezinden biraz uzaktaydı.

"Acaba ismin ne?" dedim iç çekerek. Neden tüm yol boyunca onu düşünüyordum anlamıyordum.

Uzun bir iç çekerek kafamı kaldırmamla adımlarım dondu. Evet, oydu. Karşımdaydı. Kalp hızım artarken derin bir soluk çektim. Ellerimdeki güğümler düşecekti neredeyse. O beni görmemişti. Yanında birisi vardı onunla konuşarak yürüyordu. Az sonra yanımdan geçecekti. Dikkat çekmemek için ben de yürümeye başladım.

Gözlerim sürekli ona bakıyordu ama o beni fark etmiyordu. Tam yan yana geldiğimiz az başımı sola çevirdim ama o hâlâ bakmıyordu. Yanındaki her kimse onunla göz göze geldik. Ama hemen gözlerimi ondan çektim. Onlar aşağıya ben yukarıya doğru yürüdüm.

Sert sert bakan kara gözleriyle gözlerim buluşmamıştı. Oysa ne çok istemiştim göz göze gelmeyi...

Eve geldiğimde yine suratım asılmıştı ama kalbimde ufak bir neşe de yok değildi. Onu görmüş olmak beni iyi hissettirmişti. O da beni görse çok daha iyi hissedecektim ama olmamıştı.

Anneme güğümleri verdikten sonra işlerime devam ettim. Aklım sadece ondaydı. Sabahki üzüntüm gitmiş yerine onun bana bakmamış olmasının üzüntüsü gelmişti.

Yine de üzüntü yakamı bırakmıyordu.

Sanki üzülmek ve ben ezelden beri birlikteydik. Üzülmeden geçirdiğim bir günüm dahi yoktu.

En çok geceleri severim ben. Ama en çok da karanlıktan korkarım. Bu nasıl bir çıkmazdı?

İnsanın en sevdiği en korktuğu olur muydu? Oluyormuş demek ki.

Gecenin karanlığında bahçede oturuyordum. Çünkü gerçekten çok seviyordum. Karanlıkta sokaklarda yürümeyi çok isterdim mesela. Ama bu asla gerçekleşemezdi. Hem korkardım hem de zaten bir başıma beni gece yarısında sokağa salmazlardı.

Serin havanın kokusunu derin bir nefesle içime çektim. "Yüzü güzel olanın bahtı güzel olmazmış." Duyduğum sesle kafamı sağ tarafa çevirdim. Konuşan yengemdi. Dediklerine karşı hiçbir şey demedim. Neden böyle bir şey dediğini de anlamamıştım doğrusu.

Yanıma gelip oturdu. "Neden öyle dedin yenge?" diye sordum. Yengem yeşil gözlerini göğe çevirdi. Ben de aynısını yaptım. Minik beyaz ışıklar öyle güzeldi ki saatlerce izlesem sesimi asla çıkarmazdım. "Güzellikle kader güzelliği birbirine tezat şeyler çünkü yengem." diye konuştu sessizce. Ne demek istediğini anlamıştım ama birden bire bunu neden demişti onu anlamamıştım.

"Şimdi bu konuyu konuşmamızın sebebi ne?" diye sordum kafamı yengeme çevirip. Yengem elimi tuttu. "Baban seni Cihan Ağa'ya verecekmiş." Duyduklarımla sanki kalbim atmayı kesti. Kanlarım damarlarımdan çekildi de buz kestim. Ne dediğinin farkında mıydı?

"Ne diyorsun sen yenge?" diye dehşet içinde fısıldadım. Yengem ellerimi daha sıkı tuttu. "Yenge nereden duydun bunu? Yenge nasıl verir beni o adama?" Sesim de bedenim de titriyordu. Yengem kolunu omzumdan sırtıma doğru atarak beni kendine çekti. "Ağlama sakın kuzum." derken başımdan öptü. Zaten ağlayamıyordum. Şoka girmiş gibiydim.

"Yengem yanlış duymuşsundur." dedim umutla. Yengem sessiz kaldı. O adamla evlenmezdim. Ben sevilmeye bu kadar aç iken kadına aç o adamla evlenmezdim. Para pul umurumda değildi benim. "Yenge ölürüm de evlenmem ben o adamla." dedim hırsla. Ağlamayacaktım.

Yengem beni kendinden uzaklaştırarak gözlerime baktı. "Duymamış olayım o lafı." Kafamı iki yana sallarken omuzlarıma düşen şalımı umursamadım. Saçlarım ay ışığında gözler önüne serilmişti. "Ne yapayım? Gidip 3 karısı olan babamdan büyük o adamla mı evleneyim?" Yengem hafifçe gülümsedi. "Hangi kız babasına karşı çıkmış ki sen çıkacaksın kuzum?"

Hırsla yerimden kalktım. "Yeter yenge. Biz de insanız. Niye kimse bizi umursamıyor? Hepimiz başımızı neden eğiyoruz?" Sesim yükselince yengem telaşla kalkıp kollarımı tuttu. "Şş sessiz ol. Bu dediklerini baban duymasın." Güldüm. "Duyarsa duysun. En fazla döver yenge. Buna da zaten alıştım ben."

Yengem her kelimemde gözlerini dehşetle açıyordu. Normaldi tepkisi. Ben de daha önce hiçbir kızdan bu sözleri duymamıştım ama kendim bu sözleri etmek zorundaydım. Yeterdi bu kadar. O adamla evlenirsem zaten ölecektim varsın şimdi öleyim.

Eve doğru yönelince yengem korkuyla beni tuttu. "Beni pişman etme Belkıs. Baban öldürür seni. Otur oturduğun yerde."

Babama gidip karşı çıktığım an dayak yiyecektim. Belki karşı çıkmaya devam edersem beni öldürecekti. Bunları babamdan beklerdim. Yapabileceğim hiçbir şeyim yoktu. Ama hiçbir şeyim yok diye de bu evliliği öylece kabul edemezdim.

"Sabah olsun anamla konuşuruz." dedi yengem. Dedi ama beni sakinleştirmeye yetmedi. Anam ne yapabilirdi sanki? Hiçbir şey. O da oturacak ve olanları kabullenecekti.

Yengemden kendimi kopararak evin bahçesinden çıktım. Sokağa çıkmıştım. Yengem arkamdan seslense de onu duymadım. Koşarak ilerledim. Bunu hep yapmak istemiştim. Yarından sonra belki de ölecektim. Ölmeden bu sokaklarda karanlıkta yürümeye ihtiyacım vardı.

Arkama bakmadan koştum. Nereye gittiğimi önemsemeden sadece koştum. Sonra durdum. Etrafıma baktım. Evden yeterince uzaklaşmıştım. Etrafıma tekrar baktım. Her yer karanlıktı. İlk defa tek başıma böyle karanlık bir yerdeydim. İçime korku tohumları serpilse de sakin kalmaya çalıştım. Arkamda bulunan duvara sırtımı yaslayarak yere oturdum. Sokağa kimsenin çıkmamasını umarak sessizce oturdum.

Ne yapacaktım ben? O adamla sahiden evlenecek miydim? Bu düşünce midemi bulandırırken yüzümü buruşturdum.

"Gerekirse canıma kıyarım." diyerek elimi yere yasladım. Yerdeki toprakları avucumda hissedince bakışlarımı da yere çevirdim. "Cana kıymak kolay mı?" diye fısıldadım bu kez. Toprak altına girmek kolaydı ama can vermek kolay mıydı? Buna cesaret edebilir miydim?

Edemezdim. Ben canıma kıyabilecek kadar gözü kara birisi olmamıştım hiç. Ben daha çok korkak bir kız olmuştum. Korkak bir kız çocuğu.

Duyduğum sesle korkarak sağıma döndüm. Bu duyduğum sesler bir köpeğe aitti. Korkuyla yerimden kalkacaktım ki bana doğru koşan simsiyah köpeği gördüm. Ayağa kalkamadım. Köpek dibime kadar gelmişti.

"Allah'ım bu köpek beni parçalayacak." dediğimde köpek havlayarak üzerime geldi. Çığlık atarak geriye doğru kaçmaya çalıştım. Adeta kendimi yerde sürüklüyordum. Köğeğin kocaman gözleri dibimdeydi. "N'olur bana bir şey yapma." Dakikalardır akmayan göz yaşlarım akmaya başladı.

"Kara neredesin oğlum?" Duyduğum insan sesiyle içim bir nebze rahatladı. Sanırım köpeğin sahibiydi. Köpek adamın sesini duyunca art arda havlamaya başladı. Ben ise o sırada zorla da olsa ayağa kalktım. Sonra karanlıkta bir beden gördüm. Koskoca bu bedeni hemen tanıdım. Bu oydu. Günlerdir aklımın her zerresine kazınan o adamdı.

O beni fark etmemişti. Köpeğini tasmasından tutmuştu. "Sana kaç kez gece dışarı çıkma diyeceğim." dedi sanki köpeği onu anlıyormuş gibi. Köpek havlayarak bana atılınca çığlık attım. Önünde bulunduğumuz ev boş olmalıydı. Yoksa bu çığlığa çoktan dışarı çıkarlardı. "Şu köpeği benden uzak tut." diyerek dehşetle geriye kaçtım. Karşımdaki adam bana döndü. Köpeğini daha sıkı kavrayarak kendine çekti. "Belkıs." dedi. Kalbim bir anda hızlandı. İsmimi hatırlıyordu. Ve yüzümü tam göremediği halde beni tanımıştı. Bu beni müthiş mutlu ederken gülümsemek geldi içimden. Gülümsedim de.

Esen rüzgarla saçlarım yüzümde uçuşunca evden çıkarken omuzlarıma düşen şalımı başıma örtmediğimi hatırladım. Telaşla omuzlarıma dokundum ama şal yoktu. Koşarken düşürmüş olmalıydım.

"Bakma bana." dedim utanarak. Ama o bakışlarını gözlerimden çekmedi. "Zifiri karanlıkta sokakta ne işin var senin?" diye sordu. Sesi sinirliydi. O günkü gibi. "Senin ne işin var?" diye sordum.

Bana doğru yaklaşmasıyla ben geriye adımladım. Köpeği olmasa adımlamazdım. "Sen bana meydan mı okuyorsun? Kimsin sen?" Bu kez daha sinirli gibiydi. Sinirli olmadığı anı yok muydu bu adamın? "Kendi ağzınla dedin. Ben Belkıs'ım." Laflarımı hiç çekinmeden böyle nasıl söyleyebiliyordun? Ben hiçbir erkekle böyle konuşamazdım ki. Gözlerine de uzun uzun bakamazdım.

"Gece gece başına bir iş gelmeden evine git." Bedenine göz gezdirdikten sonra tekrar gözlerine baktım. Kalbim bedenimin dört bir yanına akıyormuş gibi hissetmem normal miydi? Asla değildi.

"Sen kimsin de bana karışıyorsun peki? İstediğim kadar gece gece dışarıda durabilirim." Saçlarım rüzgar etkisiyle sürekli uçuşuyordu. Neyse ki ensemde tokayla bağlamıştım. Uçuşan şakaklarımdan firar eden saçlarımdı. Çok gür ve uzun saçlarım vardı. Bedenimde en sevdiğim şeydi. "Sen umurumda değilsin." dedi sertçe. Dedikleri beni biraz üzse de takılmadım. Umurunda olacağımı da düşünmemiştim zaten.

"Sahi... Kimsin sen?" dedim sesim durgunlaşırken. Adam köpeğini geriye çekerek bana yaklaştı. Köpeği arkasında olsa da korkuyordum ama onun bana yaklaşması da hoşuma gidiyordu. Aramızda kısa bir mesafe kalınca durdu. Yüzünü daha yakından görüyordum. Kirpikleri öyle uzun ve kıvrıktı ki bir kız olarak öyle kirpiklerim yok diye kıskandım. "Ben Şanlıkan oğluyum."

Duyduğum şeyin gerçekliğine inanmamadım. Şanlıkanların oğlu muydu gerçekten? "Bilir misin Şanlıkanları?" Kafamı usulca salladım. Bu köyde onları kim bilmezdi ki? "Şimdi sana dediğimi tut ve evine git. Saçlarını örtmeden de sokağa çıkma. Hele ki gece vakti."

Dediklerinin hiçbirine karşı çıkmak istemedim. Uysal bir şekilde kabullenerek ona ardımı döndüm. Birkaç adım atmıştım ki durup tekrar ona baktım. İçimdeki bu sonsuza değin ona bakma isteği de nereden çıkmıştı? Dudaklarım hafifçe kıvrıldı. O ise tepkisizce bana bakmaya devam etti. Köpeği havlayınca ona bakmayı bırakıp evime gittim.

Her koşmalarımın sonu beni ona mı götürecekti?

Eğer öyle olacağını bilsem ben hep koşardım.

Eve vardığımda sessizce kapıyı açıp içeri girdim. Kimse yokluğumu fark etmemiş olmalıydı. Zaten yengem söylemezse fark etmezlerdi. Yengem de söylememiştir. Bahçeden geçerek eve girdim. Hiç ses yoktu. Gayet sessiz bir halde odama ulaştım. Kapıyı kapatınca sesli bir soluk verdim.

"Abla." Musa'nın sesini duyunca sıçradım. "Uyumuyor musun sen?" Ona doğru yaklaştım. "Uyumadım daha. Sen nereden geliyorsun? Şalın neden yok başında?" Musa'nın sorularıyla gerilsem de cevap verdim. "Bahçedeydim. Şalımı da bahçedeyim diye çıkarmıştım."

Musa üstekemeyerek kabullenince yatacağım yeri hazırladım. Üzerimi de değiştirip yorganın altına girdim.

Şanlıkan'ın oğluydu demek. Ses tonu neden hep sertti acaba? Var mıydı bir nedeni? Ya da neden hiç kıvrılmıyordu dudakları? Daha da mühim olanı neden onu daha önce görmemiştim? Ya da görmüştüm de hatırlamıyor muydum? Ama böylesine aklıma giren adamı ben nasıl fark etmezdim ki?

Tüm umutsuzluğum içinde onu görmüş olmak yüreğimi ısıtmıştı. Tek bir sözle damarlarımdan çekilen o kanlar onun varlığıyla yine damarlarıma doluşmuştu.

Ne denirdi bu hislerime? Bir şey denir miydi? Dudağımda ufak bir gülümseme vardı. Ben korkuyorum diye köpeğini arkasına alarak bana yakınlaşmıştı. Daha fazla yakınlaşsa yine de sesimi çıkarmazdım zannımca. Neden böyle olmuştum hiç bilmiyordum.

Gözlerimi kapatıp elimi karnımın üzerine koydum. Karnımda hâlâ o garip hareketlenmeler mevcuttu. Garipti ama bu da hoşuma gitmişti. Bedenimde korkudan değil de heyecandan meydana gelen bu hareketlenmeleri sevmiştim.

Bir insanın varlığıyla heyecanlanmayı sevmiştim.

Gece boyunca sadece onu düşündüm. Bir ara da uyumuş kalmışım ama güneş doğana kadar uyumadığımı biliyordum. Onu düşünmekten uyku beni kolları arasına çekememişti.

Birkaç saat uyumuş ya da uyumamıştım. Gözlerimi açar açmaz ise yine onu düşünmeye başlamıştım. Bunu bilerek yapmıyordum. İstemsizce onun yüzü geliyordu gözlerimin önüne.

"Belkıs duymuyor musun!?" Duyduğum yüksek sesle sıçrayarak yengeme döndüm. "Ne oldu yenge?" Yengem etrafta gözlerini görüp bana yaklaştı. "Dün gece nereye gittin?" Dün gece... O geldi yine aklıma.

"Nereye gideceğim yenge? Biraz yürüdüm sonra eve döndüm." Yengem önündeki çamaşırı döverken yan yan bana baktı. "Sabahtan beri ne düşünüyorsun o zaman?"

Yutkunarak önümdeki çamaşırı leğene attım. Dere kenarında çamaşır yıkıyorduk. "Ne düşüneceğim yenge..." diyerek geçiştirmeye çalıştım. Yengem tabi ki ikna olmadı ama üstelemedi de.

Güneş tepemizden çekilirken biz de tüm çamaşırları yıkamıştık. "Belim kopru vallahi." diyerek doğruldu yengem. En az onun kadar benim de belim ağrıyordu. Çamaşır yıkamak çoğu işten daha zor geliyordu bana.

"Hava kararmadan eve varalım." deyip ayaklandı. O kadsr yorulmuştum ki çamaşırları eve götürmek çok zor görünüyordu. Neyse ki eve beş dakika içerisinde varırdık. Leğenin bir ucundan ben bir ucundan da yengem tutunca eve doğru gitmeye başladık.

Gözlerim yine onu arıyordu ama onun dere kenarında ne işi olurdu ki? Tabi ki yoktu. Çok geçmeden eve vardık. Çamaşırları kuruması için astık. Sonra da sofrayı hazırladık. Babam da biraz sonra gelirdi zaten.

"Abim geldi mi?" diye sordum mutfaktan çıkarken. Annem kafasını salladı. "Geldi, odasında."

Yengemin dün bana dediği meselenin lafı hiç açılmamıştı. Bu durum beni mutlu ediyordu. Yengem belki de yanlış anlamıştı.

Abim ile yengem de gelince tek eksiğimiz babam kalmıştı. O da nedense gelmiyordu. Aslında bu saatlerde çoktan gelmiş olurdu. "Oğlum bir gidip baksan mı babana?" diyen annemle birlikte abim oturduğu yerden kalktı. "Bakıp geleyim."

Abim gittikten sonra merakla beklemek düştü bize de. Kötü bir şey mi vardı acaba? Gerçekten korkmaya başlamıştım. "Ana Cemal de gelmedi. Kötü bir şey mi oldu yoksa?" diye korkuyla konuştu yengem. Tam o sırada kapı çalınca hepimiz de kapıya doğru gittik. Kağıyı yengem açtı.

Babamdı gelen. Arkasında da abim vardı. Hiçbirimiz babama bir şey diyemedik. Babam aramızdan geçip içeri gitti. "Neredeymiş baban?" diye sordu annem. Abim ayakkabılarını çıkarıp içeri girdi. "Birisiyle konuşuyormuş ana." deyip abim de içeriye gitti. Yengemle birbirimize baktık. O birisi kimdi acaba? Kalbim korkuyla kasıldı.

Babamın yanına gittiğimizde sofraya oturmuş olduğunu gördük. Abim de oturdu. Musa da hemen yanlarındaki yerini almıştı. Onlar yemeklerini yiyedursun ben odama gitmek için hareketlendim. Saçımı toplamam gerekiyordu. Saçlarım çok uzun olduğu için tutturmam biraz zor oluyordu.

Odaya girince başımdaki şalı çekip aldım. Saçlarım her yanımdan uçuştu. Saçlarımı tamamen açtım. Sırtıma çarparak indi. Saçlarım kalçamdaydı. Hatta biraz daha aşağıda diyebilirdim.

Saçlarımı birkaç kez ellerimin yardımıyla salladım. Sonra da kıvırarak ensemde topladım. En sonunda da lastiği üzerine geçirdim. Birkaç saat sonra tekrar gevşerdi. Şalımı da başıma gelişigüzel attıktan sonra odamdan çıktım.

Diğerlerinin yanına geçtiğimde kapı çaldı. Herkes birbirine baktı. "Birini mi bekliyorduk?" diyerek ayaklanan abimdi. Kimse ona cevap vermeyince abim kapıya gitti. Normal şartlarda kapıya biz bakardık ama akşamları abim ya da babam bakardı. Yani birisini beklemiyorsak.

Abimin birisi ile konuşma sesi geliyordu içeriye. Öyle bir korku vardı ki içimde. Her an o adam gelecek de beni buradan koparacak sanıyordum. İçimden dualar etmeye başladım. Abim kimle konuşuyordu bu kadar zamandır? Dakikalar geçmiş ama o içeriye girmemişti.

"Yenge korkuyorum." dediğimde yengem elimi sımsıkı tuttu. Yengem benim ablam gibiydi. Çok severdim. Çok severdi beni. "Korkma gülüm, abinin arkadaşıdır." İçim rahatlasın diye konuşuyordu ama asla içim rahatlamıyordu.

"Kimle konuşuyor bu oğlan?" diye söylenerek hareketlenen babam ayağa kalkmadan abim içeriye girdi. Hepimiz abime döndük. Abim ise bana. Kalbim küt küt atarken yengemin elini sıktım.

Gelen o adamdı. Gözlerim doldu. Üç karısı olan bir adamın dördüncü karısı mı olacaktım. Hem de babam yaşında bir adamın... Bunu asla kabul etmezdim. Ucunda ölüm dahi olsa kabul etmezdim. Zaten evlenirsem de ölüme yürümüş olacaktım.

"Kimmiş gelen?" diye sordu babam. Abim karşımdaki minderlerin üzerine oturdu. Bir dizini altına alırken diğerini ise kırdı. Kolu dizinin üzerindeydi.

"Şanlıkanların seyisiydi gelen. Yarın hayırlı bir iş için buraya gelmek isterlermiş."

Duyduğum şeyle kalbim bu kez heyecandan hızlı atmaya başladı. Şanlıkan demişti. Kara bakışlı adamın soyismiydi bu.

Gözlerimi art arda hızlı hızlı kırpıştırdım. Ne yani? Beni mi isteyeceklerdi? O mu istemişti? Ailesine o mu demişti beni? Nefes alışverişim hızlanırken yengeme baktım.

"Sen ne dedin?" diye sordu babam. "Yarın onlara haber edeceğimizi." Babama baktım. Verir miydi beni ona? Versin koşa koşa giderdim. Gıkımı bile çıkarmazdım. Beni bu hale sokan bir adamla neden evlenmek istemeyeydim ki?

"Cihan Ağa gelecek yarın." Babamın söyledikleriyle yine tüm heyecanım korkuya çevrildi. Kara bakışlı varken o yaşlı adama varamazdım. Bu olmazdı. "Baba sana karışmak haddim değil ama Belkıs'ın yaşına uygun birisi varken Cihan Ağa'ya verme kızı. Boş yere Belkıs'ın hayatını yakma." Babam kaşlarını çatarak abime baktı. "Benim kararlarıma karışma!" deyip ayağa kalktığı gibi evi terk etti.

Göz yaşlarım yanaklarıma doğru salındı. Yengemin kollarını bedenimde hissettim. "Ben istemiyorum." dedim hıçkırarak. Abime baktım. "Abim kurbanın olayım vermesin beni o adama." Hangi adamdan bahsettiğimi elbette ablamıştı ama bana cevap veremedi. Zaten ne diyebilirdi ki?

"Ana bari sen bir şey de." derken anneme baktım ama o da başını yere eğmekten başka hiçbir şey yapmadı.

Yarın bize gelmek istemişlerdi. Ailesi onun için beni isteyecekti. Böyle güzel bir haber olabilir miydi? Olmazdı. Ama o Cihan Ağa denilen adama verecekti babam beni. Ama neden? Neden beni o adama vermek istiyordu?

"Abla." derken Musa'nın ellerini yanaklarımda hissettim. "Ağlama n'olur." Musa'nın gözlerine baktım. O da üzülüyordu bu halime. Şu anki halime babam dışında herkes üzülüyordu zaten. Babamın neden üzülmediğini ise anlayamıyordum. Ben onun kızıydım. Ne diye mutlu olmamı istemiyordu?

"Belkıs odana git." diyen abimin sesiyle yerimden kalkarak ağlaya ağlaya Musa'yla benim olan odaya geçtim. Kapıyı kapatır kapatmaz olduğum yere çöktüm.

"Allah'ım bana yardım et."

İsmini bilmediğim ama beni etkileyen, her an düşündüğüm adam beni istiyordu. Karısı olayım istiyordu. Ama ben yaşlı bir adam yüzünden ona varamayacaktım. Ve babam olan adam yüzünden.

Ağlayışlarım şiddetlendi. "İstemiyorum." dedim kısık sesimle. Onunla evlenemezdim. Bu beni öldürmekten farksız değildi.

Ne kadar ağladım ya da ne zaman uyudum bilmiyorum. Oturduğum yerde gözlerimi araladım. Gözlerim sanki cayır cayır yanıyordu. Öyle bir ağrı vardı içinde. Bedenimdeki ağrıyı ise hiç saymıyordum. Oturarak uyursam olacak olan buydu tabii.

Zorlukla yerimden kalktım. Tutulmuş belimi ve boynumu tutuyordum bir yandan da.

Odadan çıktım. Daha herkes uyuyor olmalıydı. Çünkü güneş bile yeni yeni doğuyordu. Acaba bir saat uyumuş muydum?

Evden çıkıp kendimi bahçeye attım. Temiz havayı çektim içime bol bol. Ne yapacağımı bilmiyordum. Aklımı yitirecek gibi hissediyordum.

Aklımı alan adam beni istiyordu ama ben babam yüzünden başka bir adamla evlenecektim. Hem de babam yaşında bir adamla. Gerçekten aklımı yitirsem bile haklı olabileceğim bir şeydi.

Bahçede saatlerce oturdum. Evden sesler gelmeye başlayınca uyandıklarını anladım ama yerimden hareketlenmedim. Hiçbir şey yapmak istemiyordum.

Annemin telaşlı sesini duydum. Hatta bağırıyordu. "Belkıs yok!" Evin kapısı büyük bir gürültüyle açıldı. Başımı o yöne çevirdim. Gördüğüm kişi babamdan başkası değildi. Sinirden gözlerini kocaman açmıştı. Burun delikleri de küçülüp büyüyordu. Yanıma gelince kolumdan tutarak ayağa kaldırdı beni. Canım acısa da sesimi çıkarmadım.

"Sabah sabah ne demeye dışarıdasın sen!?" Hem bağırıyor hem de beni sarsıyordu. Yüzüne baktım. Gerçekten korkunçtu ama korkmadım. Belki de bir hafta içerisinde bu evden çıkıp gidecektim. "Cevap ver!" Nefesimi vererek konuştum. "Temiz hava almak istedim."

Babam tutuğu kolumdan beni eve doğru savurdu. Yalpalandım ama düşmedim. "Hazırlanın akşam gekecekler!" deyip bahçeden çıktı. Annem bana bakıp eve girdi. Abim ve Musa da öyle. Yengem ise yanıma yaklaştı.

"Gel kuzum." deyip kollarını açtı. İtiraz etmeden kollarının arasına girdim. "Yenge ne yapacağım ben?" dedim iç çekerek. Ağlamak bile gelmiyordu içimden.

Yengem sessizce sadece bana sarıldı. O da biliyordu karşı çıkamayacağımı. Biraz sonra eve girdik. Kahvaltı yapıyorlardı. Yengem abimin yanına oturdu. Ben ise kenarda bir yere oturdum. Bir şey yemeyecektim.

"Belkıs." Abimin bana seslenmesiyle ona baktım. "Buyur abi." dedim sessizce. Abim elindeki bardağı bıraktı. "Babam başlığı kim çok verirse ona veririm dedi. Üzülme hemen. Belki de Cihan Ağa'ya vermez."

Abimin tesellisi bile içimi rahatlatmıyordu. O Cihan denen adam ne olursa olsun istediğini alırdı.

Gün bana ömür gibi gelmişti. Akşama kadar korkuyla beklemiştim. O adamla evlenecek olmaktan o kadar çok korkuyordum ki. Ama olmazdı. Ölürdüm yine de evlenmezdim. Bunu kendime yapamazdım.

Ben daha 17 yaşındaydım.

Akşamüzeri annem yanıma gelip kızmıştı. Üzerime güzel şeyler giymemi söylemişti. Ha bir de şalımın arkasından saçımı örüp salmamı söylemişti. İkisini de yapmadım.

Öylece oturmuş bekliyordum. Ecelimi bekliyor gibiydin. Sabahtan beri dudaklarım bir kez bile kıvrılmamıştı.

Ağzıma bir lokma yemek de almamıştım. Şu an ailecek bekliyorduk. Babam hariç kimse mutlu görünmüyordu.

Kapı çaldığında kalbim hızlandı. Korkudan ağlayacaktım. Titreyen dizlerimle ayağa kalktım.

Allah'ım ne olur şu kapıdan o kara bakışlar girsin...

*

Merhabalar beni tanıyanlar ve yeni tanıyacaklar...

Ülkemize erişimi kapanan yerde yayımlanmış kitabımızı burada da yayınlamak istedim.

Umarım ilginizi çeken bir ilk bölüm olmuştur.

Desteklerinizi esirgemeyin lütfen

Hepinize koccamaaan öpücükler🤍🤍🤍🤍

21.12.2024 (kitappad uygulamasında yayınlanma tarihi)

Bölüm : 21.12.2024 01:35 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...