
Merhabalarrr
Bu bölüme kadar geldiğine göre kitabı seviyor olmalısın. O zaman lütfen bölümün yıldızını parlatır mısın? Birkaç yorun bırakıp beni mutlu etmeni de çok isterim.♡♡♡♡♡
Keyifli okumalar...
*
(Flashback)
Hava buz gibiydi. Havayı bu denli soğuk yapan sadece yağan kar mıydı? Sanki başka şeyler vardı. Bu üç bedenin soğumasına sebep olan başka şeyler vardı. Karlı yolda ilerleyen at arabasındaki üç genç de mutsuzdu.
Birisi buralardan ayrılmak istiyordu. Birisi karısının kendisini sevmesini istiyordu. Birisi de doğru kişiyi sevmemenin verdiği acıyı yaşıyordu.
Yola çıkmışlardı ama üçü de huzursuzdu. Huzursuz olma sebepleri belki de birbirlerinden rahatsız olmalarıydı. Üçü de konuşmuyordu, sessizlerdi. Sadece at arabasının ve ezilen karların çıkardığı ses duyuluyordu.
Araba bir anda yavaşladığında Belkıs korku ile kocasına bakmıştı. Bu yoldan en çok korkan da Belkıs'tı zaten. Kahraman karısına kırgın da olsa onun korkmasını istemiyordu. Kardeşine bakıp dışarıyı kaşlarıyla gösterdi. Korkut ağabeyinin işaretiyle bağırmıştı. "Ne oldu?"
Korkut'un sesli bağırışı sonrası at arabası tamamen durdu. Belkıs'ın korkusu git gide artıyordu. Bu yolu hızlıca geçip gitmek istemişti ama onlar yol üzerinde durmuşlardı. Kalbinin korkuyla hızlanmasına engel olamıyordu.
Arabanın örtü ile kapatılmış kapısı aralandı. At arabasını süren adamın endişeli yüzü göründü. "Bu yoldan geçmek pek güvenli gözükmüyor. Allah korusun karın altında kalacağız." demesiyle Belkıs daha da korkmuştu.
İki kardeş birbirlerine baktılar. Ne yapmaları gerekliydi bilememişlerdi. Onlar konuşmadan Belkıs konuştu. "Geri dönelim." Korkut, Belkıs konuşunca ona baktı. Bu kızın konuşmasını bile istemiyordu. Nedensiz bir şekilde ona sinirleniyordu. Belki de nedeni vardı ama o düşünmek istemiyordu.
"Yavaş yavaş sür bir şey olmaz." diye konuştu Korkut. Kahraman kardeşinin sözlerine hemen karşı çıkmıştı. "Korkut başka bir gün gidelim, döneriz." dedi. Onun da içinde bir endişe vardı. Kahraman sırf kardeşini yalnız bırakmamak için gelmişti zaten. Ona zarar gelmesinden korkuyordu.
Karısı kardeşine aşık olsa bile kardeşinin bir suçu yoktu. Kahraman kardeşini herkesten çok severdi. Kardeşinin inatçı huyunu da herkesten iyi bilirdi. Dediklerini kabul etmemişti tabii ki.
Araba Korkut'un isteği ile tekrar hareketlenmeye başladığında Belkıs kocasına biraz daha yaklaşmıştı. Deli gibi korkuyordu. Korktuğunu kocasına da söylemişti. Kahraman güzel gülümsemesi ile karısına gülümsemiş ve korkmamasını söylemişti. Bir şey olmamasını umut ediyordu. O da korkuyordu.
Araba biraz sonra tekrar durduğunda Korkut sinirlenmişti. Kahraman yerinden hareketlenerek arabadan çıkmıştı. Arabanın içinde Korkut ile Belkıs kalmıştı. Belkıs bu ortamda git gide daha da geriliyordu. Kahraman'ın peşinden o da arabadan indi.
Birkaç adım atmıştı ki büyük bir uğultu duyuldu. Kahraman'ı bile görememişken bir anda büyük kar kütleleri üzerine çökmüştü. Belkıs neye uğradığını şaşırmış, ne yaşadığını anlayamamıştı.
Kahraman, karısının arabadan indiğini görmüştü. Ona içeri girmesini söyleyecekti ki o berbat uğultu sesini o da işitmişti. Ağzını açamadan karlar altında kalmıştı. Aklında karısı ve kardeşi vardı. Başlarına böyle bir afet gelmesinden çok korkmuştu ve başına gelmişti.
Kendisi karlar altında kalmış olmasına kalmıştı da kardeşi ile karısı ne haldeydi? Peki ya arabayı süren adam? Tek kar altında kalan kendisi miydi? Öyle olmasını umuyordu. Onu kurtarırlardı ama hepsi de kar altındaysa kim kurtaracaktı onları.
Kahraman istese de hiçbir yerini kıpırdatamıyordu. Yüz üstü yere uzanmış, üzerine de tonluk ağırlıklar koyulmuş gibiydi. Gözlerini bile açamıyordu. Daha da kötüsü nefes bile alamıyordu.
Ellerinde ve yüzünde karın soğuğunu ve ıslaklığını hissediyordu. Bir an önce çıkmak istiyordu buradan. Kendisi böyle korkmuşsa Belkıs kim bilir ne kadar korkmuştu? Korkusuz görünen kardeşi ne haldeydi?
Sürekli ikisini düşünüyordu. Tek düşündüğü buydu.
Aradan ne kadar zaman geçti bilmiyordu ama Kahraman artık bedenini hissetmiyordu. Ses duymak istiyordu. En azından onların güvende olduğunu duymak istiyordu.
Korkut şaşkınlıktan neredeyse dilini yutacaktı. Böyle bir şey yaşanmasını hiç beklemiyordu. İhtimal dahi vermemişti. Arabanın içindeyken duyduğu gürültü ile koşarak çıkmıştı arabadan. Çok değil en fazla bir metre ilerisinde çığ düşmüştü.
Çığ önemli değildi. Ne ağabeyi ne de Belkıs görünmüyordu. İlk defa bu kadar korktuğunu hissediyordu. Neredelerdi? Umutla etrafına bakındı ama yoklardı. Önünde kar dışında hiçbir şey yoktu.
"Ağabey!" diye seslendi. Umutla seslenmeye devam etti ama hiç ses yoktu. At arabasını süren adam koşuşturarak gitmişti. Yardım çağırmaya girmiş olmalıydı. "Belkıs!" diye bağırdı bu kez. Belki sesini o duyardı.
Utanmasa oturup çocuk gibi ağlayacaktı. Hiç ses duyamıyordu.
Kar kütlesine yaklaşarak elini uzattı ama dokunmaktan korktu. Ya dokunduğunda kar üstlerine daha çok çökerse diye korktu.
Ağabeyi ve Belkıs bunun altında mıydı şimdi? Nasıl çıkacaklardı?
Çok geçmeden köyden birçok insan buraya gelmişti. Gelmesi gereken onlar değildi. Onlar ağabeyi ile Belkıs'ı kurtaramazlardı. Korkut adeta donmuş gibiydi. Kıpırdamadan yerdeki çığ kütlesine bakıyordu. Kimseyi görmüyor ya da duymuyordu.
Ağabeyi dönmek istemişti ama o inat etmişti. Her şey kendisi yüzünden mi olmuştu yani?
Zaman geçtikçe herkes daha da korkuyordu. İtfaiye çağırılmıştı. Hastaneye de telefon açmışlardı. Ne zaman geleceklerdi? Ne zaman gelip de onları kurtaracaklardı?
Korkut bir anda babasının sesini duydu. Kafasını hemen oraya çevirdi. Babası da diğer gelenler gibi öbür yoldan gelmişti. Babası Korkut'u görünce içi rahatladı ama diğer oğlu ortada yoktu. Üstelik gelinini de göremiyordu?
Korkuyla kalbinin sıkıştığını hissetti yaşlı adam. Kara bakamıyordu. Gözleri oğlunun gözlerindeydi. İkisi de ağlamak üzerelerdi ama ağlamıyorlardı.
Aradan geçen saatlerin sonunda ağabeyi de Belkıs da karın altından çıkarılmıştı. Korkut hemen ağabeyinin yanına gitmişti. Ağabeyinin gözleri kapalıydı. Korkudan nefes alamadığını hissediyordu. Gözleri geri açılacaktı değil mi? Açılması lazımdı.
"Korkut." Ağabeyi onun adını fısıldamıştı. Korkut bunu duyduğunda gözyaşlarının akmasına engel alamadı. Yaşıyordu işte. Sesini duymuştu. "Ağabey!" dedi hızla yanına yaklaşarak. Kahramanı ambulansa götürüyorlardı.
"Bel-Belkıs." diyebilmişti sadece. Konuşamıyordu. Bedeninde konuşacak gücü bile kalmamıştı. Sanki ölmüştü ama konuşmaya çalışıyordu. "Onu da çıkarttılar." dedi Korkut hemen. Korkut ilk kez böyle olmuştu. Koskoca adamdı ama çocuk gibi ağlıyordu.
"Onun mutlu..." Sustu. "olması lazım." diye devam etti. Ambulans aşağıda olduğundan onu yattığı şeyle aşağı indiriyorlardı. Aslında bu bir sedye de değildi. Görevliler onu bir örtüyle taşıyorlar gibiydi. Korkut o an onu bile fark edemiyordu. Sadece ağabeyinin yanında yürüyordu.
Buz gibi olmuş bedeni, kapalı gözleri, neredeyse bembeyaz olmuş dudakları... Ağabeyini ilk kez böyle güçsüz görüyordu Korkut. Çok korkuyordu.
"Senden tek isteğim bu Korkut. Ne olursa olsun onu mutlu et. Sen de mutlu ol." Zorla da olsa konuşmuştu. Zaten sonra onu ambulansa bindirmişlerdi.
Bunlar Kahraman'ın son sözleri olmuştu. Daha hastaneye varamadan Kahraman can vermişti. Aklında ise minik karısı vardı. Onun mutluluğu hak ettiğini söylemişti sürekli. Diliyle söyleyemese de içinden söylemişti.
Korkut, ağabeyinin dediklerini o an anlayamamıştı. Hastaneye gitmesi lazımdı. Ağabeyi orada tek kalmamalıydı. O gün tüm Şanlıkan ailesi hastaneye gitti ama güzel haberi alamadılar. O gün koskoca aile adeta yıkılmıştı. Kahraman'ın gidişi yüzünden kimse Belkıs'ın yaşadığına bile sevinememişti.
*
Korkut ayaklarına bakıyordu. Ben de ona bakıyordum. Kahraman'ın ona bunu nasıl söylediğini öğrenmem lazımdı.
Korkut yoksa her şeyi biliyor muydu? Benim onu sevdiğimi...
"Ne söyledi sana?" diye sorduğumda başını bana doğru çevirdi. Yüzü üzgün gözüküyordu. O anı mı hatırlamıştı?
Nefesimi tutmuş ondan gelecek cevabı bekliyordum. Nasıl ve ne söylediğini o kadar çok merak ediyordum ki... İçimde bir korku da vardı, bu korkunun oluşmasını engelleyememiştim. Ya Korkut bunca zamandır ona olan aşkımı biliyorsa? Ya Kahraman ona her şeyi anlatmışsa?
Daha da önemlisi ya Korkut bunu bile bile aşkıma inanmamışsa...
"Senin mutlu olmanı istediğini, ne yaşanırsa yaşansın senin mutlu olmanı sağlamamı söyledi bana." dediğinde gözlerim doldu. Gerçekten böyle mi söylemişti? Kahraman da biliyordu neler yaşanacağını. Herkes bilirdi. Bir kadının kocası ölünce onu kayınıyla evlendirirlerdi burada. Bunu bilerek mutlu olmamızı mı istemişti?
"N-nasıl?" diye sordum sesim titreyerek. Titreyen sadece sesim de değildi. Tüm bedenim tir tir titriyordu. Kahraman'ın son anlarında bile beni düşündüğünü bilmek kalbime daha da bir ağırlık yapmıştı. Karlar altında kaldığım an ağzımdan çıkan ilk ismin Korkut olması kendimden utanmamı gerektirecek bir şey miydi?
Onu sevdiğim için asla kendimden utanmazdım ama konu Kahraman olduğunda vicdanım öyle sızlıyordu ki istemsiz bir şekilde kendimden utanmaya başlıyordum.
"Öyle dedi işte Belkıs." Korkut'un sesi iyice kısılmıştı. O an gözlerinin önündeydi eminim.
Korkut yatağa uzandı. Üzerine örtüyü çekerek gözlerini kapattı. Bir anda yatağa yatmasını garipsememiştim doğrusu. Ağabeyini düşünüyordu, onu canlı gören son insan Korkut'tu. Nasıl canı acıyordu tahmin bile edemezdim.
Kendi acımı unuttum o an. Bu acı benim acımdan da büyük gibiydi. Öyle hissettirmişti. Benim acım aşkımdı ama onun acısı ağabeyiydi. Kahraman'ı düşünmek benim kalbimde de büyük bir acıya sebep oluyordu fakat Korkut'un acısı kadar acım olmadığına emindim.
"Son anında bile seni düşündü." dediğinde bir şey diyemedim. Yanına gitmek istiyordum. Ona sarılarak onu teselli etmek istiyordum. "Ağabeyim seni çok seviyordu. Ben bu sevgiyi bile bile..." deyip sustu ama ben cümlenin sonunu biliyordum.
Bana istediğim o sevgiyi vermeyecekti. Ben onu yalnız başıma sevmeye devam edecektim.
"Uyu Korkut." diye sakince konuştum. Ne sesi ne de duruşu normal değildi. Şu an çok mutsuz olduğunu görüyordum. Dediğim gibi onun acısı benimkinden büyüktü şu an.
Ağlasa rahatlardı aslında. Keşke ağlasaydı.
Korkut'tan ses gelmeyince geceliğimi alıp üzerimi değiştirdim. Aklımda Kahraman vardı. Son anında bile benim mutluluğumu istemişti. Ondan daha iyi bir insan var mıydı acaba bu dünyada? Derin bir iç çektim. İsteği yerine gelecek miydi? Gerçekten mutlu olacak mıydım ben?
"Belkıs." Korkut'un fısıldamasını duydum. Uyumuş zannetmiştim. Ben daha bir şey demeden tekrar konuştu. "Özür dilerim." Gözlerim şaşkınlıkla aralanmıştı. Neden özür diliyordu? Neyin özrüydü bu?
Yatağa otururken gözlerimi ondan ayırmadım. Sırtı bana dönüktü. "Her şey benim yüzümden." Duyduklarım daha da şaşırmamı sağladı. Ne diyecektim? Zamanında ben de onu suçlamamış mıydım? "İnat etmeseydim... İnat etmeseydim o şimdi dünyada olacaktı." Sesi çatlamıştı.
"Korkut." dedim sızlanır bir sesle. "Öyle deme." diyebildim. Onun bir suçu yoktu ki. Yaşanacağı vardı tüm bunların. Kader böyleydi. Korkut kendini suçlamamalıydı.
"Sen de beni suçlamamış mıydın?" derken bana doğru döndü. Başı hâlâ yastıktaydı. "O zaman suçlayacak birisini arıyordum." dediğimde gözlerini kapattı. "Beni kandırmaya çalışma. Her şeyin suçlusu benim."
Onu teselli edecek kelimelerim yoktu. Varsa da şimdi aklıma gelmiyordu. "Kendimi affedemiyorum." derken gözleri dolduğunda tüm bedenimin buz gibi olduğunu hissettim.
Korkut'un gözleri dolmuştu. İlk defa görüyordum bunu. Elim ayağım birbirine dolanmış gibiydi. "H-hayır." diyerek elimi ona uzattım. Ne der diye umursamadım, yanağını avcumun arasına aldım. "Hayır Korkut."
Korkut tepkisizce gözlerime bakıyordu. "Senin suçun değil. Kimsenin suçu değil. Kadere inanmıyor musun sen? Hepsi de kaderimizde yazan şeylerdi işte." Dudağını alay eder gibi tek tarafa kıvırdı.
"Ne zaman başımız sıkışsa suçu kadere atıyoruz. O gün inat etmeseydim, sizi dinleseydim olmayacaktı bu işte. Ne beni ne de kendini kandıramazsın."
Elimle yanağını okşadım. "Ağabeyin senin de mutlu olmanı istemiş Korkut. Sen böyle yaparak onu üzüyorsun. Suçlama kendini." Gözlerini kapattı. Bir daha da açmadı. Saatlerce başında oturdum. Yanağını, saçlarını okşadım. Ne konuştu ne de gözlerini açtı ama uyumadı.
Sabaha karşı uyumuştum. Sırtım yatak başlığına yaslı bir şekilde Korkut'u izlerken uyuyakalmıştım.
Bir saat bile uyumamıştım sanırım. Bu aralar uykum hiç düzenli değildi. O yüzden çok yorgun hissediyordum.
Uyandığımda Korkut odada yoktu. Saat bu kadar erken olmasına rağmen kalkıp gitmiş miydi?
Derin bir iç çekerek yatağı düzeltip üzerimi giydim ve odadan çıktım. Gözlerim Korkut'u arıyordu. Benimle konuşmasa bile iyi miydi görmek istiyordum. Merdivenlerden yavaş yavaş indikten sonra avlunun her yerinde gözlerimi gezdirdim, görünürde yoktu. Bahçede olabilirdi.
Adımlarımı bu kez bahçeye yönelttim. Bahçe kapısını usulca açıp bahçeye girdim. Kara'nın yuvasının olduğu yere dönüp yürüdüm. Kara buradaydı ama Korkut yoktu. Neredeydi bu adam? İçime bir anda endişe otururken bahçeden hızla çıkıp mutfağa girdim. Saniye buradaydı.
"Korkut'u gördün mü?" diye sordum direkt. Saniye yüzüme bakarak kafasını iki yana salladı. Nefesimi tutup mutfaktan da çıktım. Kıraathaneye mi gitmişti acaba? Ama bu kadar erken saatte gitmezdi ki. Hem daha kahvaltı da yapmamıştı.
Büyük kapıya doğru düşük omuzlarımla adımladım. Hiç olmazsa Kara da evde olmasa onu gezdiriyor derdim ama şimdi nerede olduğunu bilmiyordum. Aklıma gidebileceği bir yer de gelmiyordu. Gece çok mutsuz olduğunu hatırladıkça daha da endişeleniyordum. Ya şimdi de gece olduğu gibi mutsuzsa ve yalnızsa? Yanında olmam lazımdı.
Kapıyı açıp konaktan dışarı çıktım. Önce sağıma soluma bakındım. Korkut görünmüyordu. Evdekilere nerede olduğunu bilip bilmediklerini sormak isterdim ama daha kimse uyanık değildi. Onlar uyanana kadar endişelenmekten ölürdüm galiba.
Konaktan sola doğru sapıp yürümeye başladım. Belki sokaklarda yürürken ona rastlardım. Rastlamak istiyordum. Gözleri etrafı dikkatli dikkatli incelerken hızlı atan kalbimle ilerlemeye devam ediyordum.
Onu bulduğumda kızacaktım. Beni bu şekilde endişelendirmeye hakkı yoktu.
Yaklaşıp 5 dakika yürüdükten sonra yağmur çiselemeye başlamıştı. Eve dönsem mi diye düşünsem de onu bulmadan dönmek istemiyordum. Ben ıslanıyorsam o da ıslanırdı zaten. Sokakların arasında sessiz bir şekilde yürüyordum. Dışarıda fazla insan da yoktu zaten.
Yağmur taneleri ellerime, başıma hızlıca dökülmeye başlamıştı. Yağmur şiddetini artırıyordu. Yağmurda dışarıda olması beni daha da endişelendirecekti. Hava da soğuktu zaten. Umarım şu an yağmurda durmuyordu. Hastalanmasını istemezdim.
Kendim de hastalanmak istemezdim. Bu yüzden ileride gördüğüm bir ağaca doğru koştum. Ağacın yaprakları sık olduğu için yağmur pek de vücuduma değmezdi. Ağacın altına geldiğimde tahmin ettiğim gibi yağmuru daha az hissetmeye başladım.
Konaktan uzaklaşmıştım. Evlerden de uzaklaşmıştım. İstemsiz bir şekilde Kahraman'ın mezarına yaklaşmıştım. Dile getirmek istemesem de Korkut'un onun yanında olduğunu düşünmüştüm. Biraz daha yürürsem kabristana varırdım ama çok fazla yağmur olduğundan biraz beklemem lazımdı.
Korkut eğer ağabeyinin yanındaysa ne hissedecektim bilemiyordum. Onun da dediği gibi gerçekten bizim aramızda Kahraman vardı. Kahraman olduğu için de hiçbir zaman benim hayal ettiğim gibi bir hayat yaşayamayacaktık. Bu da bana ve ona verilmiş bir cezaydı. Ya da imtihandı. Zor bir imtihandı.
Dün gece onun da bu hayatı istemediğini anlamıştım. Zaten kendi ağzıyla söylemişti. Benimle yakın olmak hoşuna gidiyordu. Saçlarımı taramayı seviyordu. Ama ağabeyine karşı kötü hissediyordu. Hissetmesin diyemezdim. Ben en başından ona aşık olduğumdan zorlanmıyordum ama Korkut için her şey çok daha zordu. Bu yüzden bir şey diyemiyordum.
Yağmurun dinmesi için dakikalarca bekledim ama bu yağmur dinecek gibi gözükmüyordu. Konağa dönmem lazımdı. Uyandıklarında beni göremeyince merak ederlerdi. Korkut'u bulmadan gitmek istemiyordum ama bulamayacak gibi gözüküyordum. Kabristana gitmek istiyordum fakat ayaklarım oraya gitmiyordu.
Kafamı çevirip kabristan yoluna baktım. Gitse miydim? Kararsız kalarak bir o yola bir de konağa giden yola baktım. Derin bir nefes vererek ağacın altından çıktım. Kabristana gidecektim. Korkut oradaysa yalnız kalmasını istemiyordum.
Büyük adımlarla kabristan yolunda yürümeye başladım. Biraz sonra kabristan görünecekti. Kahraman'ı ziyarete aylardır gelmiyordum. Bana gücenmiş olmalıydı. Ama gelemiyordum. Her ne kadar Korkut'a aşık olduğumdan içim rahat desem de Kahraman'ın yüzüne bakabilecek durumda değildim. Sırf bu yüzden de gelmiyordum.
"Belkıs." Bana seslenen sesi duyduğumda merakla arkamı döndüm. Bu sesi her şeyden daha iyi tanıyordum. Korkut'un sesiydi. "Ne yapıyorsun bu yağmurda, dışarıda?" diye kızarak hızlı adımlarla bana ulaştı.
Kabristanda değil miydi yani? "Neredeydin?" diye sordum yanıma geldiğinde. Korkut kolumdan tutarak beni kendisine doğru çekti. "Sırılsıklam olmuşsun." dedi çatık kaşlarıyla bana bakarken. Benim aklım hâlâ nerede olduğundaydı.
"Korkut neredeydin?" diye tekrar sordum. Bana cevap vermeden yürümeye başladı. Tabii ben de onunla birlikte yürüyordum. Kolumu sıkı bir şekilde tutuyordu. "Sana bir soru sordum." diyerek yerimde durdum. Ben durunca o da durmak zorunda kaldı.
"Evdeydim Belkıs, nerede olacağım?" Kaşlarımı kaldırarak suratına baktım. "Evde falan değildin. Evin her yerine baktım ben." diye karşı çıktım. Her neredeyse bana söylemek istemiyordu. Neden istemiyordu?
"Sinirleniyorum, yürü." dediğinde kolumu ondan çektim. "Kendin git o zaman. Ben seninle yan yana yürümek istemiyorum." diyerek yine eski halime büründüm. Farklı birisi gibi davransam da fark etmiyordu zaten.
"Belkıs, zaten heyheylerim tepemde, daha da sinirlendirme beni." diyerek tüm bedenini bana çevirdiğinde alay edercesine güldüm. "Sinirlenirsen sinirlen Korkut. Ben senden daha sinirliyim. Neredeydin diye soruyorum ona bile cevap vermiyorsun."
Sabır çeker gibi kafasını oynatıp gözlerime baktı. "Kendimi dinlemek istedim. Erkenden çıkıp yürümek istedim. Oldu mu, aldın mı cevabını?"
Bu muydu yani? Bunu neden söylemiyordu? Beni görür görmez sinirli suratıyla konuşmaya başlamış benim de sinirimi gün yüzüne çıkarmıştı.
"Kendini dinlemen ne sonuç verdi? Gideyim de Belkıs'a biraz daha sinirli bakayım, biraz daha ondan nefret edeyim mi dedin?" Korkut dediklerimi duyunca gözlerini kapatıp açtı. "Senden nefret etmiyorum." Kafamı usul usul salladım. Bir şey demeyerek yanından geçtim.
Dün geceki halinden eser yoktu. Bu içimi az da olsa rahatlatmıştı. Aramız kötü olabilirdi ama o kötü olmamalıydı. O kötü hissettiğinde ben daha da kötü hissediyordum.
"Nereye gidiyorsun?" diye bana seslense de onu dinlemeyip yürümeye devam ettim. Hâlâ şarıl şarıl yağmur yağıyordu. "Bekle." dedi ama yine onu dinlemedim.
Daha yeni altına durduğum ağacın yanına gelmiştim. Burada beklese miydim? Ama zaten sırılsıklam olmuştum, biraz daha ıslanarak konağa gidebilirdim. "Sana defalarca kez bekle mi demem lazım?" Korkut omuzlarımdan tutarak beni durdurdu ve kendisine çevirdi. Bu kadar yakınımda olduğunu bilmediğimden korkmuştum.
"Bırak beni." dedim geriye çekilmeye çalışırken. Omzumdaki elini indirip elimden tuttuğunda gözlerimi kocaman açarak suratına baktım. "Bırakamam." deyip ağaca doğru yürümesiyle ben de istemsizce peşinden bir adım attım.
Yağmursan sırılsıklam olan bedenim şu anda elimi tuttu yine yanıyordu.
"Eğer hastalanırsak suçlu sensin." dedi ağacın altına geldiğimizde. Bir şey diyemedim. Elimi tutmasının şaşkınlığındaydım hâlâ.
Elini elimden çektiğinde gözlerine baktım. İki elini kaldırarak başımdaki şalı çıkardı. "İyice ağırlaşmış bu." deyip şalı ellerinin arasında sıktı. Sonra geri başıma yerleştirdi.
"Başına taş mı düşüyor senin? Neden bir an çok iyi bir an çok kötüsün?" diye sordum. Bunu içimde tutamazdım. Korkut bu dediğime tepkisiz suratıyla baktı. "İstediğim ve yapmam gereken birbiriyle çakışıyor. Nasıl davranmam gerektiğini ben de bilemiyorum."
Dedikleri karşısında ne diyeceğimi bilemedim.
"Bundan sonra tek bir şekilde devam edeceğim hayatıma. Sana sinirli olmak, seni üzmek istemiyorum. Ağabeyimi düşünmek de istemiyorum. Onu düşündükçe sana karşı kötü davranmam gerekiyormuş gibi hissediyorum. Biliyorum, ağabeyim mutlu olmanı istedi, sana iyi davranmamı ister ama bu elimde olan bir şey değil inan bana." Ağzımı açmadan onu dinliyordum. Dediği şeylere şu anda umutlanmayacaktım. Onun ne yapacağı hiç belli olmazdı.
"Senden tekrar özür dilerim Belkıs. Bu kez gerçekten kendimle savaşacağım. Seni üzmemek için elimden gelen her şeyi yapacağım." Yüzüne her nasıl bakıyorsam bana bakıp gülümsedi. Gülümseyişini görmeyeli uzun zaman olmuş gibi hissediyordum. "Affediyor musun beni?"
Yutkunarak gözlerine bakmaya devam ettim. Onu elbette affedecektim. Affetmeyeceğimi söylerken bile affedeceğimi bilirdim. Kafamı usulca salladım. "Yine aynısı yaşanmasın ama. Yine üzme beni, yeter artık." Sessiz bir şekilde konuşmuştum.
"Bu kez üzmeyeceğim." dedi. Dudaklarımı hafif bir şekilde iki yana kıvırdım. "Söz mü?" diye sordum. Söz vermese de inanırdım. O ne dese inanıyordum. Sanırım bu iyi bir şey değildi.
Korkut kollarımdan tutarak beni kendisine çekip sarıldı. Günlerdir bu anı bekleyen ben direkt gözlerimi kapatmıştım. Ona sarılmayı öyle çok özlemiştim ki. "Söz Belkıs, söz." deyip kollarını sırtıma sıkıca sardı.
Koskoca tarlada bir başına duran ağacın altında ona yine güvenmiştim. Kalbimi tekrar ellerine vermiştim. Tekrar kıracak mıydı çok merak ediyordum. Kırmaması için dua edecektim. Artık onunla mutlu bir hayat sürmek istiyordum.
Ona sardığım kollarımı sıkılaştırarak içime derin bir soluk çektim. Kafamı omzuna daha da bastırdım. Saatlerce ona sarılabilirdim. "Ben seni gerçekten seviyorum Korkut." diye mırıldandım. Korkut bunu dediğimde başımı okşadı. "Biliyorum Belkıs, hep inandım sana." diye o da mırıldanarak konuştu.
İnanmasına rağmen inanmadığını zannetmemi mi sağlamıştı? Bir de bu şekilde mi üzmüştü beni? Aramız çok iyi olduğunda tüm bunları onun burnundan getirecektim.
*
Sonraki bölüm hızlı gelsin istiyorsanız yorumlarınızı bekliyorummm
Görüşmek üzere♡♡♡♡
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 43.48k Okunma |
2.88k Oy |
0 Takip |
45 Bölümlü Kitap |