36. Bölüm

36. Bölüm: "Armağan."

İlayda Taşpınar
ilaydataspinarr

En sevmediğim şeylerin başını bu yoldan geçmek alıyordu. En az benim kadar yanımda oturan Korkut'un da bu yolu sevmediğini biliyordun. İkimiz de bu yolu aşıp geçene kadar tek kelime konuşmamıştık.

 

İkimizin de tek düşüncesi Kahraman'dı. Bunu birbirimize söylemesek de farkındaydık.

 

Onu bu yolda kaybetmiştik. Üzerinden geçip gittiğimiz bu yolda bir canı bırakmıştık.

 

Kahraman'ın aklıma her gelişinde olduğu gibi şimdi de kabuğuma çekilmiştim. Ona karşı öyle büyük bir mahcubiyetim vardı ki ne zaman aklıma gelse hissedeceğim duygular karman çorman oluyordu.

 

Korkut'un kafasının içine giremesem de onun da suçlu hissettiğini biliyordum. Her ne kadar artık bana olan sevgisini hissetsem de Korkut abisinin eski eşi ile evlenmiş olmayı hâlâ tam kabullenemiyordu.

 

Kabullenebilecek gibi de değildi ki...

 

Üstelik şimdi daha da farklıydı. Karnımda ikimizin bebeği varken geçmiştik o yoldan. O bebek için çıkmıştık bu yola.

 

İçime derin bir nefes çekerek gözlerimi Korkut'a çevirip yüzüne çok kısa bir süre baktım.

 

Düşünceliydi.

 

Neler düşündüğünü sormak istedim ama cevap verse ikimiz de üzülürdük. Ki zaten o da cevap vermezdi.

 

Kahraman bize kızıyor muydu acaba? Daha da önemlisi üzülüyor muydu? Benim en başından beri Korkut'u sevdiğimi biliyordu ama yine de üzülüyor olabilir miydi?

 

Belki de mutluydu. Çok mu imkansızdı bu düşünce. Kardeşi ve benim mutlu anlarımı görüp mutlu olamaz mıydı? Hiç mi imkanı yoktu?

 

Kahraman bizim kötülüğümüzü isteyecek bir insan değildi. Ama yine de eşi ile kardeşinin mutlu oluşuna mutlu olabilecek birisi miydi? Bunu bilmiyordum işte. Buna bir cevap bulamıyordum...

 

Korkut'un parmaklarını elimde hissedince düşüncelerimden sıyrıldım. Onun yüzünü izlememe rağmen bana dönen yüzünü fark edememiştim. Derin düşüncelere daldığımda etrafımdan bihaber olabiliyordum.

 

Korkut bir şey söylemeden sadece gözlerime baktı. Onun da içi sıkıntı ile doluyken gözleriyle bana teselli vermeye çalışıyordu. Bu daha da üzgün hissetmeme sebep oldu. Bu hislerden ömrümün sonuna kadar kurtulamayacağımı anlamış oldum. Ne kadar mutlu da olsam, eskisi kadar ağlamasam da hiçbir şeyi atlatamayacaktım.

 

"Az kaldı değil mi?" diye konuştum. Sessizliğimiz son bulsun istemiştim. Korkut usulca başını salladı. Hastaneye gidip bebeğimizin kesinliğini öğrenecek olmanın heyecanını yitirmiştim.

 

O yol sadece Kahraman'ı kaybettiğim değil nefesimi de kesen bir yoldu. O yolda az kalsın kendi canımı da kaybedecektim ben. Karlar altında nefes alamaya çalışmamı, fısıltılarla zorla konuşmaya çalışmış olmamı daha dün gibi hatırlıyordum. Şimdiye kadar yaşamış olduğum en korkunç şeylerden birisiydi. Oradan canlı çıkmış olmam büyük bir şükür sebebiydi. Ama ben hiç şükredememiştim. Kahraman'ı kaybetmişken şükretmek hakkım değildi çünkü...

 

Bir süre sonra içinde olduğumuz araç durdu. Gelmiştik. Bindiğimiz araçtan indiğimizde etrafa baktım. Burayı tanıyordum. Bu hastaneye birkaç kez de olsa gelmiştim. Tanıdık hastaneyi gözlerimle süzerken Korkut hareketlendi. "Yürü hadi." dedi bana da.

 

Birlikte hastaneye girdikten sonra gideceğimiz doktorun odasını bulduk. Hastanede birçok insan vardı. Kiminin suratı asık, kimi üzgün, kimi de sinirliydi. Allah bilir herkes neler yaşıyordu. Bambaşka hayatlar görüyordum her baktığım yüzde.

 

Korkut birileriyle konuşurken ben sessizce bekliyordum. Hastanelerde doktor bulmak kolay değildi. Bundan dolayı kolay kolay muayene de olunamıyordu. Çevremde duyduğum sesler de en çok bu yüzden yakınıyordu zaten.

 

Korkut birkaç dakika sonra bana döndü. "Gel içeri gireceğiz." diye konuştu bana karşı. Karşısındaki adamla her ne konuşmuşsa hızlı bir şekilde muayene olabilmek için doktorun yanına girmemizi sağlamıştı. Duymasam da işin içine soyadı ve paranın girdiğini biliyordum. Tahmin etmek çok da zor değildi.

 

Bu durum her ne kadar vicdanımın sızlamasına sebep olsa da 'ben de diğer insanlar gibi oturup bekleyeceğim' diyemeyeceğim için Korkut'un peşine takılıp yürüdüm. Korkut önüne geldiğimiz kapıya parmaklarıyla vurup kapıyı açtı.

 

Birlikte içeriye girdiğimizde içeride iki kişi olduğunu gördük. Birisi doktor olmalıydı. Gözleri ikimize çevrilmişti. Doktor olduğunu düşündüğüm kişi direkt olarak şikayetimizi sormuştu. Tanımadığım kişilerle konuşma konusunda pek de iyi birisi değildim. Ayrıca nedense karşımdaki kişiye 'gebe miyim diye emin olmaya geldik' demeye oldukça çekinmiştim.

 

Korkut sanki her gün hastaneye gebe olan eşini getiriyormuşçasına rahattı. Rahatlıkla neden geldiğimizi anlatmıştı. Ben ise bana yakışmayacak bir şekilde sessizdim. Bu sessizliğimde yol boyu düşündüklerimin de etkisi vardı.

 

Doktor benden kan alınması gerektiğini söylemişti. Bu kanın sonucuna göre ise gebe olup olmadığım belli olacaktı. Ancak bunun sonuçlanması birkaç gün sürecekmiş, öyle söylemişti. Bu birkaç gün sonra tekrar hastaneye gelmemiz gerektiği anlamına geliyordu.

 

Ebe gebe olduğumu söylemişti işte. Boş yere bir de kanımdan mı olmam gerekiyordu? Hem ben korkardım. Korkacağıma emindim. Doktor bize söylemesi gerekenleri söyledikten sonra bizi kanımın alınacağı yere yönlendirmişti.

 

Odadan çıkar çıkmaz Korkut'a döndüm. "Korkut ben kanımı vermem." diye kesin bir sesle konuştum. Hem bebeğime zarar vermez miydi kanımın azalması?

 

"Belkıs ne diyorsun sen yine?" diye kızar gibi bir sesle konuştu Korkut. "Biz buraya bebek için gelmedik mi? Doktoru dinleyip geri eve dönelim diye mi geldik?" diye konuşmaya devam edince başımı iki yana salladım. "Kanımı versem de hemen öğrenemiyoruz işte. Hem ben gebe olduğuma eminim. Biz bebeğin sağlığını öğrenmek için gelmemiş miydik?" diye inatçı bir sesle konuştuğumda Korkut dudaklarını hafif bir şekilde kıvırmıştı.

 

"Doktor bebeğin sağlığını daha ilk günlerinde anlayamayacağını söyledi Belkıs. Şu an sadece emin olabilmek için kan testi yapılacak işte. İleride tekrar geliriz sağlığına baktırmak için." Korkut ikna edici bir sesle konuşsa da kafamı iki yana salladım. Kan vermek istemiyordum. Gebeydim işte. Test etmelerine gerek yoktu.

 

"Eve gidelim. İstemiyorum ben kanımı vermeyi." diye inatla konuştum. Korkut burnundan içeri bir soluk aldı. "Niye istemiyorsun Belkıs?" diye konuştu. Gerek yoktu çünkü. "Test edip gebe olduğumu kesinleştirseler ne olacak, kesinleştirmeseler ne olacak? Köydeki kadınlar gelip kanlarını mı verirler sanki? Hem duymadın mı sonuçların çıkması günler sürermiş. İstemiyorum işte."

 

Kulağa çok ama çok gereksiz geliyordu.

 

"Ne diye geldik o zaman o kadar yolu?" derken sesi sinirli çıkmıştı Korkut'un. "Bu inadın niye Belkıs? Bak insanlar günlerce bekleyip muayene bile olamıyor. Sen de sonuçlar hemen çıkmayacak diye kan vermem diyorsun." Korkut'un sesi sinirlediğini belli edercesine çıkıyordu.

 

Tamam ama sinirlenmesine gerek var mıydı? İstemiyordum işte.

 

"Niye kızıyorsun?" diye konuştum ben de sinirli bir sesle. Aramız oldukça iyiyken aramıza soğukluk katmak ister gibiydi sesi. "Biz zaten gebe olduğumu bilerek gelmedik mi buraya? Niye ben boş yere kanımı vereyim? İstemiyorum. Zorla mı verdireceksin kanımı?"

 

Korkut gözlerini kapatıp bir soluk verdikten sonra açtı. Tam ağzını açıyordu ki ben tekrar konuştum. "Kızacaksan sus Korkut. Senin sinirli sesinle konuşup bana kızman için gelmedim ben buraya." deyip gözlerimi yüzünden çektim. Etrafıma bakınarak dışarı çıkacağımız kapıyı aradım.

 

Keşke hiç gelmeseydik buraya. İçimde keyifli tek bir yer kalmamıştı.

 

Sonunda gördüğüm kapı ile oraya doğru yürümeye başladım. Korkut'un peşimden geleceğini bildiğim için endişeli değildim. Kapıdan çıktıktan sonra sol tarafa doğru yürüdüm. Burası ağaçlık bir yerdi. İnsanlar da ağaçların altına oturmuşlardı. Boş bir yer görünce ben de oraya yöneldim. Biraz oturmak istiyordum.

 

Başımdaki şalımı düzelterek yere oturdum. Gözlerim hastanenin kapısından çıkmış olan Korkut'u görünce gözlerimi ellerime çevirdim. Yanıma geldiğinde tek kelime etmeyi düşünmüyordum.

 

Durduk yere aramız açılmıştı yine.

 

Korkut yanıma gelince gözlerimi ayakkabılarına çevirdim bu kez. Başımı kaldırıp da gözlerine bakmamıştım. Bakmayacaktım da.

 

"Burada mı oturacaksın? Madem istemiyorsun kalk da gidelim." diyen sesini duyunca sessiz kaldım. Biraz kırgın hissediyordum. Bana bir anda sinirli konuşması kalbime iyi gelmemişti sanırım. Bu yüzden onunla konuşasım da gelmiyordu.

 

"Belkıs." diye uyarır gibi sesini duyunca etrafta insanlar olduğu için dikkat çekmeyelim diye ayağa kalktım. Hastanenin bahçesinden yan yana yürüyerek uzaklaştık. Etrafımı inceleyerek yürüyordum ama hiçbir şey ilgimi de çekmiyordu. Korkut içimdeki tüm mutluluğu öldürmüştü. Ki zaten çok fazla bir mutluluğa da sahip değildim.

 

"Çocukça davrandığının farkındasın değil mi?" Korkut konuşunca kaşlarım çatıldı. Hâlâ üste çıkma derdindeydi. Benim yaptığım mı çocukçaydı? "Tamam Korkut, sen haklısın." dedim. Uzatmak istemiyordum. Çünkü biraz tartışsak ağlardım. Hep ağlayan birisiydim.

 

Korkut sesli bir şekilde nefes verip adımlarını durdurdu. O durunca benim de durmam gerekiyormuş gibi hissettiğim için ben de durdum. "Haklı olup olmamak umurumda değil Belkıs. Bu kadar yolu boş yere geldik diye sinirlendim sadece."

 

Boş yere gelmemiz konusunda haklı olabilirdi ama bizim hastaneye gelme sebebimiz bebeğin sağlığı için değil miydi? Var olduğunu zaten biliyorduk.

 

"Boş yere bana kızıyorsun ama." diye konuştum. Gözlerimi gözlerine çevirdim. "Ben bebeğimiz var mı yok mu diye gelmedim buraya. Bu yüzden de kanımı vermek istemiyorum. Hem zaten korkarım ben." diye konuşmaya devam ettim. Konuşmamın sonuna doğru sesim kısılmıştı. Korkmamdan biraz utanıyordum.

 

Korkut'un gözlerindeki sinirli bakışlar yavaş yavaş yok oldu. "Korkuyor musun?" dedi şaşkın olduğunu belli eden sesiyle. Sesli bir cevap vermekten kaçınarak başımı salladım. İğneyi düşünmek bile korkutuyordu beni. "Bu yüzden mi bu inadın?" dediğinde bu kez başımı iki yana salladım. İstemememin tek sebebi korkmam değildi. Gereksiz buluyordum işte, sorgulamaya gerek var mıydı?

 

"Korktuğunu en baştan deseydin ya Belkıs. Ne diye beni kızdırıyorsun?" Kaşlarını çatma sırası bana geçmişti şimdi de. Odamızda olsak sesimi bile yükseltebilirdim şimdi lakin etrafımızda insanlar olduğu için sesimi normal düzeyde tuttum. "Sen bana kızmaya yer arıyorsun zaten Korkut. Kendi kanım kendi kararım. İstemediğimi söylememe rağmen ısrar edip duruyorsun."

 

Korkut bıkkınca başını yavaşça salladı. "Kendi kanın kendi kararınsa en başından hiç hastaneye gelmeyelim deseydin ya Belkıs. Doktor gözleriyle karnına bakıp mı anlayacaktı bebeğin sağlığını?"

 

Söylediklerini duymazdan geldim çünkü buna verebilecek bir cevabım yoktu. "Eve dönelim." diyerek lafı değiştirdim. Gözlerimi de onun gözlerinden çevirdim. Korkut elini uzatıp elimi tuttuğunda başımı tekrar ona çevirdim. Ne diyeceğini merakla beklemeye başladım. "Sinirime sahip çıkamayıp kalbini kırdıysam yine..." Dudaklarını yalayıp ufak bir tebessüm sundu bana. "Özür dilerim."

 

Korkut'un sinirini en yakından tanıyanlardan birisiydim. Bünyesinde barındırdığı sinirin zerre kadarını bana doğrultsa -ki çokça kez doğrultmuştu- kalbim kırılıyordu. Hele bir de sevgi dolu hallerine alışmışken daha da kırılıyordum. Bu isteyerek ya da bilinçli bir şekilde yaptığım bir şey değildi. Kalbimin kırılmasına karar veren ben değildim. O kendi kendine kırılıp kendi kendine de birleşiyordu.

 

"Sinirine sahip çık bundan sonra." dedim yumuşayan sesimle. Onunla küs kalmaya niyetli değildim zaten. Bu yüzden uzatacak da değildim.

 

Minik birkaç adım atıp Korkut'a yakınlaştım. Nasıl olsa köyde değildik, bizi tanıyan kimse de yoktu. Bunun verdiği rahatlıkla ona yaklaşırken çekinmemiştim. "Biraz gezelim mi?" diye gülümseyerek sordum. Hemen köye dönmemize gerek yoktu değil mi? Korkut'la şehirde gezmek istiyordum.

 

"Olur." Korkut sorumu hiç düşünmeden cevaplayınca gülüşüm büyüdü. Daha önce hiç gezmek için buraya gelmemiştim. En fazla alışveriş yapmak ya da hastaneye gitmek için gelmiştim. Onlar da zaten evlendikten sonraki hayatımda olmuştu.

 

"El ele yürüsek ayıp olur mu?" diye sorarken içimde ufak bir utangaçlık duygusu hissetsem de bunu bastırmaya çalıştım. Korkut'un karşısında utanmak istemiyordum. "Koluma girsen daha iyi olur sanki." derken onun sesi de çekindiğini belli ediyordu.

 

Dışarıdan evli değil de evlenmek isteyen iki gençmiş gibi gözüktüğümüzü düşündüm. Bu düşünce yanaklarımı ısıtırken dişlerimi göstererek gülümsememe sebep oldu.

 

Korkut'un elinden elimi ayırıp koluna girdim. Omzum koluna değerken yüzümdeki gülüşü gizlemeden önüme döndüm. Korkut'un da dudaklarına konmuş olan minik tebessüm kalbimin hızlı hızlı göğsüme vurmasına sebep oluyordu.

 

Yürümeye başladık. Konuşmadan dakikalarca yürüdük. Köyün meydanı gibi kalabalık olan bir yere gelmiştik. Burası da şehrin meydanıdır diye düşündüm. Köy ile karşılaştırsam da kalabalık aynı sayıda değildi elbette.

 

"Karnın acıktı mı?" Korkut'un sorusunu duyunca kafamı ona çevirdim. "Yok, tokum hâlâ ama susadım ben." dedim dudaklarımın kuruluğunu dilimle gidermeye çalışarak. Korkut kafasını sallayıp önüne döndü. "Şu ileride bir yer var, gel oraya gidelim."

 

Korkut buraları belli ki biliyordu. Kim bilir kaç kez daha gelmişti buraya. Korkut zaten şehirde yaşamak istiyordu. Artık istemese de eskiden bunu istediğini ve hatta buna niyetlendiğini biliyordum. Zaten o gün Korkut'u şehirdeki evine götürüyorduk... O günü hatırlamanın şu anı bozacağını bildiğimden hemen oradan uzaklaştırdım düşüncelerimi.

 

Korkut bizi küçük ama tatlı bir dükkanın önüne getirmişti. Ahşaptan kapısı olan dükkanın içinde tek tük insanlar vardı. İnsanlar masalara oturmuşlar bir şeyler yiyip içiyorlardı. Herkesin yüzünde keyifli gülümsemeler vardı.

 

"İçeri oturalım da bir şeyler içelim." dediğinde başımı salladım. Korkut'la birlikte içeri adımladığımızda bize doğru bir adam geldi. "Hoş geldiniz." diye konuştu. Korkut adama cevap verirken adam bizi dükkanın köşesindeki masaya oturttu.

 

Gözlerim merakla dükkanın duvarlarındaki küçük tablolarda geziniyordu. Böyle merakla bakmamın ayıp olacağını düşünerek gözlerimi ellerime çevirmiştim. Adam hâlâ başımızda dikiliyordu. Korkut ona ikimiz için de limonata getirmesini söyleyince adam gitmişti.

 

Korkut'a baktığımda bana bakıyordu. "Beğendin mi burayı?" diye sorduğunda başımı salladım hiç düşünmeden. İçerisi bana öyle sıcak hissettirmişti ki... "Buraya daha önce geldin mi?" diye sordum Korkut'a. Korkut gözlerini daha benim yaptığım gibi duvarlarda gezdirip bana çevirdi kara bakışlarını. "Şehre her gelmemde burada bir şeyler içerim." diye konuştu. Şaşırmadım. Zaten buraları gayet iyi tanıyor olduğu oldukça belliydi.

 

"Tek başına mı geliyordun?" diye sormamı engelleyemedim. Zira içerideki masalarda genellikle kadınlar ve erkekler oturuyorlardı. Ve hepsinin görünüşlerinden de bir evlilik içerisinde olmadıklarını düşünmüştüm. Oldukça keyifli gülüş sesleri işitiyordum ve konuştukları laflardan da birbirlerine kur yaptıkları belli oluyordu.

 

Ayrıca başımdaki şal ve üzerimdeki minik beyaz noktalı siyah elbisem ile buradaki insanlardan gayet farklı görünüyordum. Ama bu pek de kafama takacağım bir şey değildi. Yine de gördüğüm kadınların üzerlerindeki elbiseler ve saçlarındaki çeşitli tokalar hoşuma gitmemiş değildi. Eğer köyde yaşıyor olmasak o elbiselerden ve o tokalardan alalım diye Korkut'a söyleyebilirdim.

 

"Ne o, eski hayatımı mı merak etmeye başladın?" derken masaya doğru eğildi Korkut. Masada karşı karşıya oturuyorduk. Korkut'un sorduğu soru hoşuna gitmiş olmalı ki dudakları iki yana kıvrıktı. "Eski hayatın değil de neler yaşadığını merak ediyorum." dedim hemen. Daha önce hayatında bir kadın girmiş miydi mesela?

 

Daha önce konuştuğumuzda kimseye aşık olmadığını söylemişti ama yine de bu konuda bana yalan söylemiş olabileceğini düşünüyordum. Sık sık buralara gelen bir delikanlının gönlüne illaki genç kızlardan birisi düşmüştür gibi hissediyordum.

 

"Buraya yalnız da geldim, birileriyle de geldim." diye konuştuğunda dudaklarımı birbirine bastırırken burnumdan içeri bir soluk çektim. İnadına istediğim cevabı vermiyordu. Tam konuşacaktı ki masamıza iki bardak limonata koyuldu. Limonatalara göz ucuyla bakıp geri Korkut'a döndüm.

 

"Tamam tamam bakma öyle. En fazla arkadaşlarımla ve babamla gelmişimdir." Korkut en sonunda istediğim cevabı verince üstelemedim. Elimi uzatıp soğuk limonatayı parmaklarım arasına aldım. Parmaklarıma dokunan soğukluk ürpermeme sebep olsa da dudaklarıma götürüp küçük bir yudum aldım. Aldığım lezzeti beğenince bir yudum daha aldım ki bu az önceki yudumumdan daha büyüktü.

 

"Beğendin mi?" diye hemen sordu Korkut. Limonatayı evde de yaz sıcaklarında yapar içerdik aslında ama bu daha güzeldi. Evde yaptığımız her ne kadar çok şeker atsak bile ekşi oluyordu. Ekşi şeylerle de aram çok iyi değildi.

 

"Güzel." dedim bardağı masaya bırakarak. Korkut da kendi önündeki bardağı alıp içtiğinde dikkatle onu izledim. Sanki her zaman yaptığım şey değilmiş gibi oldukça dikkatliydi bakışlarım. Yüzünde sanki daha önce görmediğim bir şey görecekmişim gibi bakıyordum.

 

Korkut aşık olduğum parmaklarının arasında duran bardağa bakan bakışlarını benim gözlerime çevirdi. "Gelmişken sana giyecek bir şeyler alalım mı? İhtiyacın var mı?" diye sordu. Böyle bir şey aklıma bile gelmediği için sorusuyla birkaç saniye afallamıştım. En son ne zaman kıyafet aldığımı hatırlamıyordum doğrusu. Ama ihtiyacım da yoktu. Zaten birçok elbisem olduğundan tekrar almak israf olurdu. Bu yüzden onun sorusunu hemen cevapladım. "İhtiyacım yok."

 

Eğer ihtiyacım olsaydı az önce bir kadının üzerinde gördüğüm beline daracık oturmuş ama etekleri uçuşan o elbiseden isteyebilirdim. Hem de o kadının üzerindeki gibi turuncu renkte isterdim. Ama dedim ya ihtiyacım yoktu. Boş yere para harcatmak istemiyordum.

 

"Yine de eğer istiyorsan alalım. Sen çeşit çeşit giyinmeyi seversin." dediğinde kendimi tutamayıp güldüm. Bir elbisemi iki gün üst üste giymezdim. Korkut evde de bu konu üzerinden benimle uğraşırdı. Şimdi de tekrar aynısını yaptığı için gülmüştüm.

 

"Çok da çeşit çeşit giyinmiyorum." diyerek karşı çıktım. İki gün üst üste giymesem bile birkaç gün sonra tekrar aynı kıyafetimi giyiyordum sonuçta. Çeşit çeşit olsa uzun zaman sonra aynı kıyafetime denk gelirdim.

 

"Şu üzerindeki elbiseyi en son ne zaman gördüm hatırlamıyorum." demesiyle gözlerimi aşağı indirip kendime baktım. Bu elbisemi sık sık giymiyordum ki zaten. "Evde bunu mu giyeyim Korkut?" derken sesim azarlar gibi çıkmıştı. Bunu Korkut da fark ettiği için gülmüştü.

 

Karşımda oturmuş benim sözlerime gülüyordu. Gülerek konuşuyorduk. Bir anda bunun gerçekliği gözüme çarpıyor ve şaşırıyordum. Buna da ömür boyu şaşıracak mıydım acaba? Olabilirdi bence. Ben kendimden bunu beklerdim.

 

"İstemez misin gerçekten? Birkaç aya karnın büyümeye başlayınca giyemezsin bak bu elbiseleri." diyerek benimle uğraşmaya devam ettiğinde kollarımı karnıma sardım hafif bir şekilde. Sahiden karnım büyüyecekti benim değil mi? Bebeğimin varlığını karnımdaki büyüklük ile fark edecektim.

 

"Karnım büyüyünce birkaç kıyafet alırız. Şimdi almaya gerçekten gerek yok." derken gülmemiş olduğum için Korkut'un yüzündeki gülümseme yavaşça silinmişti. "Karnın büyüyecek diye dertlendin mi sen?" diye direkt sordu. Şu an bunu düşünmek istemiyordum. Karnım büyüyecek diye dertlenirsem bebeğim üzülürmüş gibi hissediyordum.

 

Korkut'un bana merakla bakan gözlerine gözlerimi dikip başımı usulca iki yana salladım. "Hayır, dertlenmedim tabii." diye cevap verdim ona. Korkut sözlerime inanmamış olsa da ses etmedi. İnanmadığı bakışlarından belli oluyordu.

 

Önümdeki limonatadan minik minik yudumlar alarak en sonunda bitirdim. Korkut zaten çoktan bitirmiş, benim bitirmemi bekliyordu.

 

Oradan ayrılıp tanımadığım sokaklar arasında yürümeye başladık. Nereye gittiğimizi de neden gittiğimizi de bilmiyordum. Koluna yaslandığım adamı ses etmeden takip ediyordum yalnızca.

 

"Sessizleştin." Korkut sessizliği bozduğunda başımı koluna yasladım. Etrafta tek tük insan vardı. Koluna yaslanmamı ayıplarlar mıydı? Neyse nasıl olsa kimsenin bizi tanıdığı yoktu.

 

"Üzerime bir ağırlık çöktü gibi." diye mırıldandım. Bir anda neden sessizleştiğimi ben de bilmiyordum doğrusu. Daha dakikalar önce Korkut ile gülerek konuşuyordum. Gerçi ondan önce de Korkut'la tartışıyorduk... Gün içinde tüm duyguları peş peşe hissediyordum. Bu yorucuydu ama durduramıyordum da.

 

"Uykun mu geldi yoksa?" diye sorduğunda bu soruyu bekliyormuşum gibi esnedim. Gebeliğimin ilk şüphelerinden biri yorgunluğumdu zaten. Bunu aklımdan çıkarmış olduğum için üzerime düşen ağırlığı anlamlandıramamıştım. Gebeliktendi işte. Yorgun hissetmeye başlamıştım yine.

 

"Eve mi gitsek artık?" derken başımı çevirip gözlerimi onun yüzüne çevirdim. Korkut yüzümün her bir zerresini yavaş yavaş gözleriyle taradı. Tüm yüzüme baktığına kanaat getirmiş olmalı ki son olarak gözlerime baktı. Gözlerime baktığı an dudaklarına bir tebessüm gelip kondu. Tebessümünün güzelliği ve gözlerindeki bakışlar kalbimi sıkıştırırken nefesimi tuttum.

 

Korkut'un bana böyle baktığını hiç görmemiştim. Çok farklı bakıyordu. Fazla duyguluydu. Bu duyguların ne olduğunu bilmiyordum ama gerçekten bu bakışlar kalbimin sıkışmasına sebep oluyordu.

 

"Niye öyle bakıyorsun?" dediğim an dediğime pişman oldum. Bakışlarını kaçırıp boğazını temizledi. Keşke konuşmasaydım da bana az daha öyle baksaydı diyerek içimde kendimle kavga etmeye başladım.

 

"Sana bir hediyem var. Devam edelim yürümeye." diyerek az önceki sorumun üstünü kapatıp beni meraklandırdı. Ne hediyesiydi acaba? Heyecanla kafamı sallayıp onun adımlarına uyarak yürümeye başladım.

 

"Ne hediyesi Korkut?" diye merak sordum. Daha o konuşamadan tekrar bir soru sordum. "Hem nereden çıktı durduk yere hediye almak?" Korkut gözleriyle ileriye bakarken konuştu. "Gidince görürsün." Daha da meraklanırken koluna sardığım kolumu sıkılaştırdım. Parmaklarımla gömleğine sıkı sıkı tutundum.

 

"Çok meraklandım. Daha ne kadar yürüyeceğiz?" Dakikalardır yürüyorduk ve iyice meydan diye düşündüğüm yerden uzaklaşmıştık. Ufak ufak sokaklardan geçiyorduk. Neredeyse kimsenin olmadığı sokaklardı buralar.

 

"Az kaldı, sabret." diye cevap verdi bana. Başka bir şey sormadım. Zaten dediği gibi az bir zaman sonra bir dükkanın önüne geçmiştik. Dükkanın cam vitrinini incelemeye başladım hemen. Çeşit çeşit şeyler vardı. Bebek oyuncakları, aynalar, bilezikler, taraklar... Birçok şey olduğundan neyi inceleyeceğimi şaşırmıştım.

 

"Buradan bir şey mi hediyem?" diye sorarak Korkut'a döndüm. Kolunu kolumdan ayırıp beni karşısına aldı. "Beğenir misin bilmem ama evet buradan." Beğenmemem gibi bir ihtimal var mıydı? Ondan gelecek her şeyi severdim ben. Yolun ortasından bir taşı alıp bana verse bile beğenirdim.

 

"Daha görmeden beğendim bile Korkut." derken büyük bir gülümsemeyle elini tuttum. Korkut duyduğu sözlerime minik bir şekilde tebessüm etti. "Gel, içeri girelim o zaman." diyerek beni kapıya doğru yönlendirdi. Kapıyı açıp çektiğinde ondan önce içeri girdim. O da peşimden hemen girmişti zaten.

 

Dükkanın içinde garip bir koku vardı. Midem bu kokuyu pek beğenmemişti ama kendimi sıktım. Olur olmadık yerde midemin bulanmasına da alışmak zorundaydım sanırım.

 

Biz içeri girdiğimizde kapıdan yükselen sesi buranın sahibi duymuş olmalı ki kenardaki örtünün arkasından çıkıverdi. O örtü bir kapıydı sanırım. Yaşlı, beyaz sakallı bir adam elindeki beze elini silerek bize doğru yaklaştı. "Hoş geldiniz." diye selamladı ikimizi de.

 

"Hoş bulduk. Bir siparişim vardı benim. Bugüne hazır olur demiştiniz." Korkut konuşunca adam gözlerini ona çevirip dikkatle suratına baktı. Sipariş mi vermişti? Ne ara gelip de sipariş vermişti ki? "Hatırladım seni delikanlı. Hazır ettim siparişini. Bekle de getireyim. Geçin siz oturun şöyle." Adam hızlı hızlı konuşup eliyle küçük dükkanın ortasındaki tabureleri gösterdi ve gitti.

 

Korkut'a baktım. Korkut yerinden hareketlenmeyince ben de hareketlenmedim. Oturmamıza gerek yoktu demek ki. Yaşlı adam gittiği yerden hemen döndü. Elinde bir karton vardı. Hediyem o kartonun içinde olmalıydı.

 

"Buyur bakalım. Sahibi bu hanım kızımız sanırsam." derken elindeki kartonu bana uzattı yaşlı adam. Ne yapacağımı bilemeyerek bir yaşlı adama bir de Korkut'a baktım. Korkut usulca başını sallayınca kartona uzanıp elime aldım.

 

"Aç da bak bakalım beğenecek misin?" diyen Korkut'la birlikte hemen kartonun kapağını açtım. Kartonu açar açmaz görüne kağıtları da kenara ittirdim. Gördüğüm şeyle gülümseyip Korkut'a baktım. Heyecanlı bir nefes bırakıp tekrar hediyeme döndüm.

 

Neredeyse her gece saçlarımı tarayan bir adamdan alabileceğim en güzel hediye böyle bir tarak olmalıydı değil mi?

 

Bir elimle kutuyu tutarken biriyle de içindeki tarağı çıkardım. Tarağın sırt tarafını incelemeye başladım. O kadar güzel gözüküyordu ki ne düşüneceğimi şaşırmıştım. Sırtında bir işleme vardı. Gerçekten bir işleme vardı. Parmağımı işlenmiş çiçeklerin üzerinde gezdirdim. Üstünde cam gibi bir şey olduğu için işlemelerin iplerini hissedemedim ama yine de onları okşadım. Evdeki tarağımın arkası aynalıydı ve ben çok seviyordum. Ama bu gerçekten özel olarak hazırlanmıştı. Çok belli oluyordu.

 

"Aynası da ve kutuda." diyen yaşlı adamın sesini duyunca kısa bir an ona bakıp kutuya geri baktım. Kutunun altındaki aynayı gördüm. Tarağı görünce aynayı gözüm görmemişti. Elimdeki tarağı Korkut'a uzattım tutması için. Hemen elimden aldı. Bu kez aynayı çıkarıp baktım. Onda da aynı işleme vardı. O kadar zarif duruyordu ki ağlayasım bile gelmişti. Lakin ağlamadım.

 

 

(Y.N: Tam olarak hayalimdeki aynayı ve tarağı bulamasam da en yakını buydu. Aklınızda canlandırmanız kolay olsun diye bu görseli bırakıyorum.♡)

 

"Çok güzeller." Korkut'a bakarak konuştuğumda gülümsedi. "Beğendin mi?" diye konuştu. Kafamı salladım. "Evet, çok beğendim." diye cevap verdim. Yine yaşlı adamın sesi duyuldu. "Benim elimden çıkan şeyleri beğenmeyen bir kişi bile yok evelallah." Adamın kendini övüşüne ufak bir kıkırtıyla güldüm. Kafamı salladım ona karşı.

 

Elimdeki aynanın ön tarafını çevirip kendime baktım. Mutlu gözüken yüzümü izledim. İki yana kıvrılmış dudaklarım, parlayan gözlerim... Mutluydum. Hem hediyemdi beni mutlu eden hem de bana böyle bir hediye alan, almayı düşünen kocamdı. Korkut'tu en büyük mutluluğum, Korkut'umdu...

 

Gözlerimi aynadan çevirip onun gözlerine baktım. Belki birkaç saniye süren ama bana dakikalarca sürmüş gibi olan bir bakışma geçti aramızda. Mutluluğum sebebi oluşunu anlattım ona. O da anladı. Anladığını ben de onun gözlerinden anlamıştım.

 

Sadece bakışlarımızla anlaştık o an. Yıllarca böyle anlaşabilmeyi umarak gözlerine baktım. Çeşitli dualar ile şükürler ile baktım gözlerine. Ve emin oldum ki Korkut bunların hepsini anladı.

 

*

Yıldızlarınızı ve yorumlarınızı bekliyorum♡

Bölüm : 16.01.2025 20:05 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...