
Hayatımı yaşanamaz hale getiren yegane kişi oydu, babam.
Beni sevmeyen, aslına bakarsanız etrafındaki kimseyi sevmeyen bir adamdı. Etrafına nefret yaymaktan başka hiçbir şey yapmamıştı. Ne sevmiş ne de sevilmişti.
Böyle bir hayatı nasıl yaşayabilmişti? Sevmeden sevilmeden yaşanır mıydı bu hayatta? Benim babam yaşamıştı. Yaşamaya da devam ediyordu.
Bu dünyaya gelmemdeki katkısı dışında bir katkısı var mıydı benim için? Bana bir ev vermiş, aş vermişti değil mi? Evi başıma yıkıp yediğim yemekleri boğazıma dizerek...
Kalbimin gözünden bakarsak o adam benim babam falan değildi. Benim tek babam vardı o da içeride benim için endişeli sesiyle konuşan kayınbabamdı. Hatta benim babam belki de kocamdı. Ama o adam kesinlikle değildi.
Nefret saçan bir adamı hayatıma tekrar asla almazdım.
"Nasıl çıkmış içeriden? Hapiste olduğunu öğrenmiştim." diyen sesini duydum Korkut'un. Bundan bana hiç bahsetmemişti. Demek ki içeriye tıkmışlardı babam denen adamı.
"Af çıkmış." diye yanıtladı kayınbabam oğlunu. Sesi endişeyi, siniri ve kararsızlığı barındırıyordu. "Kızıyla görüşmek istiyor." diye konuşmaya devam etti.
Kızı bendim değil mi? Dövdüğü, zorla evlendirmek istediği kızı...
"Belkıs onunla görüşmeyecek baba. O adam da bu köyden gidecek. Belkıs'la onu aynı yerde nefes aldırtmam." Korkut'un buram buram sinir kokan sesi beni korkutmak yerine rahatlatmıştı. Dilinden dökülen sözcükler tam da duymak istediğim şeylerdi.
"Yine de Belkıs'a soralım derim ben. Ne olursa olsun o babası. Görüşmek isteyebilir." Kayınbabamın sözleri dudaklarıma buruk bir tebessüm kondurdu. Ne olursa olsun babamdı tabii. Bu gerçeği istesem de değiştiremezdim ki. Ama onunla görüşür müydüm? Hayır. Görüşmek istiyor muydum? Hayır.
Onu son gördüğümde beni öldüresiye dövmüştü. O yaraların hâlâ sızladığını hissediyordum.
Karnımda bebeğim varken ölsem görüşmezdim o adamla. Bebeğime zarar verirdi. Ona hiç güvenmiyordum. Adını duymak bile beni tedirgin ediyordu.
Ellerimi karnıma sararak burnumdan içeri bir soluk aldım. Bebeğime bir şey olsa yaşayamazdım sanırım. Ya da yaşardım. Ama toparlanamazdım. Yaşardım yaşamasına ama nasıl yaşardım onu ben de bilmiyordum.
"İstemez baba."
İstemezdim. Kocam beni tanıyordu.
"Oğlum yine de bir soral-" Korkut hiddetli sesiyle babasının sözünü kesti. "Hayır baba. Görüşmeyecek dediysem görüşmeyecek. Zaten o da istemez görüşmeyi."
Kayınbabam sustu. Oğluna bir şey demedi. Ya da diyemedi.
"Ayrıca o adama söyle bu köyden def olup gitsin baba. Ben konuşursam sakin kalamam ama sen konuşursun. Para istiyorsa para ver. Ne olursa olsun buradan gitmesini sağla. Ben karımla çocuğumun o adamı bir kez daha görmesine izin vermeyeceğim."
Onu ilk tanıdığım zamanlardaki gibi çıkmıştı sesi. Eğer bana olan tavırlarını bilmesem bu ses beni bile korkutabilirdi.
"Oğlum hele bir sakin ol. Adamın köyü burası. Elbet buraya geri dönecekti." Kayınbabam oğlunu sakinleştirmek istercesine konuşsa da bunun bir işe yaramayacağını en az benim kadar onun da bildiğine emindim.
"Umurumda değil. O adam bu köyden gidecek." Korkut derin bir soluk çekti içine. İç çekiş gibiydi. "Sen Belkıs'ı bu eve nasıl getirdiğimi hatırlıyorsun değil mi? Ben o yaraların görüntüsünü hafızamdan hâlâ silemedim." Sustu. Söyledikleri gözlerimin dolmasına sebebiyet vermişti. Ağlamayacaktım ama gözlerimin dolmasını engelleyememiştim.
"Hatırlıyorum tabii. Bir daha öyle bir şey yaşanmayacak."
"Yaşanmaz. Ölsem bile buna izin vermem. Karıma zaten el süremez ama şimdi bir de bebeğim var. Belkıs'a zarar verdiğini düşünmek bile istemiyorum baba. Bunun düşüncesi bile şu kapıdan çıkıp o adamı bulup alnının çatından vurma isteğimi çoğaltıyor." Gerildim. Bedenim gerilirken nefesimi tuttum. Böyle bir şey yapmasını istemezdim.
"Korkut sakın! Eline kan bulaşırsa sana hakkımı helal etmem." Korkut, babası ona yüksek sesle bağırınca bir süre sessiz kaldı Ancak bu süre çok fazla değildi.
"Elime kan bulaşsın istemiyorsan o adamı gönder."
Birkaç saniye ardından önünde durduğum aralık duran kapı açıldı. Geriye gitme ihtiyacı hissetmedim. Beni görmeleri önemli değildi. Zaten konuşulan şey benimle ilgiliydi.
"Belkıs." Korkut'tu kapıyı açan. Gözlerine baktım sakince. Onun gözleri ise karnımdaydı. Ellerim hâlâ karnıma sarılıydı ancak yine de sakindim. Kocama ve aileme güvendiğim için korkmama ya da panik yapmama gerek yoktu. Ben de güvendeydim, bebeğim de güvendeydi.
"Ne yapıyorsun burada?" Korkut tekrar konuşunca gözlerim onun kolunun yan tarafından gözüken kayınbabama kaydı. O da bana bakıyordu. Sesi gibi bakışları da endişeliydi. O gerçekten de benim için endişeleniyordu. Bir babanın yapması gereken her şeyi yapıyordu benim için.
"Sizi duydum. Duyunca da dinlemeye devam ettim." diye itiraf ettim. Gözlerimi kayınbabamdan çekip kocamın yüzüne çevirmiştim. Korkut dediklerimden memnun kalmamıştı. Sanırım bunları duymamı gerçekten de hiç istemiyordu.
Üzerime doğru bir adım atıp kapıyı ardından kapattı. Babasının görmesini istememişti. Kapıyı kapatır kapatmaz beni göğsüne çektiğinde neden babasının görmesini istemediğini anlamış olmuştum.
"Bebeğimize de sana da bir şey olmasına izin vermem, biliyorsun." Kollarımı onun beline hafifçe sardım. "Biliyorum. Korkmuyorum o yüzden."
Korkmaktan daha farklı bir duygu vardı içimde. Sanırım utanıyordum ben. Böyle bir adamın benim babam olmasından utanıyordum. Güzel ailemin bu adam yüzünden huzurunun kaçmasından kendimi suçlu buluyordum. Aslında suçlu değildim lakin suçlayacak birisini arıyordum işte. O kişiyi de kendim olarak seçmiştim. Suçlu bendim. Ben olmasaydım ne Korkut ne de diğerleri benim babam ile muhatap olmayacaktı. Buradaki baş suçlu bendim.
"Buradan gidecek. O gidene kadar evden çıkmazsan, onu görmezsin." Sarılışımı biraz daha sıkılaştırıp yanağımı omzuna sürttüm. "Çıkmam zaten." diye mırıldandım. "Sen de sakin kal. Benim de bebeğimizin de sana ihtiyacı var, unutma."
Onsuz yapamazdım. Bu yüzden her şeye dikkat etmesi lazımdı. Bunu ona hatırlatmak zorundaydım.
"Senin de kızımızın de hep yanında olacağım." dediğinde sessiz bir şekilde gülüp sırtındaki elimle hafifçe vurdum. "Oğlan da olabilir deme öyle." Korkut bu dediğime gülüp beni başımdan öptü. "Bir şeyi kırk kere dersem olurmuş, karışma bana."
Kafamı geriye çekerek yüzüne baktım. "Sence kırk olmadı mı?" Omuzlarını silkti. "Kırk kere kırk kez bunu diyeceğim." Söylediklerini algılayamayarak suratına baktığımda gülümsedi. "Yani binlerce kez." diye konuştu. Sadece güldüm.
"Hadi gel karnını doyuralım, sonra da odamıza çıkalım." Korkut benden uzaklaşırken konuşmuştu. Karnımı doyuracağım gerçeğini çoktan unutmuştum ben aslında. Eğer o demeseydi aklıma gelmezdi bile.
Korkut'a uydum. Birlikte mutfağa girdiğimiz an Saniye'yi gördüm. Küçük bir sofra seriyordu. Bizi gördüğünde yerinde doğruldu. "Ekmeği hazır ettim ama başka bir şeyler de ister misin?" diye sordu. Başımı iki yana salladım. "Bu yeter, sağ ol." diye cevap verdim. Saniye kafasını sallayıp mutfaktan çıktı.
Korkut ile birlikte sofraya oturduk. Sofra bezinin üzerindeki ekmeği elime aldım. Gerçekten de aç hissettiğim için hiç düşünmeden elimdekinden bir ısırıp alıp çiğnemeye başladım.
Korkut kafasını sağa sola çevirerek bir şey aramaya başladı. "Boğazından geçecek mi böyle?" dediğinde içmem için bir şeyler aradığını anlamış oldum. "Şu testide ayran var mıdır?" deyip oturduğu yerden kalktı. Yüzümde kocaman bir gülümsemeyle onun her zaman ayran dolu olan testiye gidişini izledim.
Korkut'un beni düşünmesinden daha çok beni mutlu eden bir şey yoktu.
"Varmış." Keyifli bir sesle konuşup elindeki testiden bir bardağa ayran doldurdu. Sonra da bana getirip önüme bıraktı. "Ne gerek vardı?" diye nazlı nazlı konuştuğumda Korkut'un dudakları iki yana kıvrıldı. "İç hadi iç."
Elimdeki ekmeği bitirene kadar Korkut beni izledi. Beni izlerken dudaklarında minik bir tebessüm vardı. Beni yemek yerken ne zaman izlese bu gülümseme yüzünde oluyordu.
"Doydun mu?" diye sordu elimdeki ekmeğin bittiğini görünce. "Doydum."
"Odamıza çıkalım o zaman." deyip oturduğu yerden kalkıp elini bana uzattı. Uzattığı eli tutup ayağa kalktım. Odamıza gittiğimizde konuşacağımızı biliyordum. Konumuz ise maalesef çıkıp gelen babamdı. O yokken ben de annemler de rahattı. Geri gelmesi bana da onlara da huzursuzluk vermişti bile.
Korkut'la odamıza gitmek için mutfaktan çıktık. Ortalıkta kimseler gözükmüyordu. Bu yüzden kimse yolumuza çıkmadan odamıza varıp içeri girmiştik bile. İçeri girer girmez ilk yaptığım şey başımdan şalımı çıkarıp kendimi yatağa atmak oldu.
Sürekli ama sürekli uzanasım geliyordu.
"Yorgun musun?" diyerek başucuma oturdu Korkut. Gözlerimi ona çevirdim. Yüzüne alttan bakarken bile gözüme çok güzel gözüken bir adamdı. Korkut'a nasıl bakarsam bakayım bana böyle geleceğine emindim.
"Çok değil." diye cevapladım onu. Sağ elini saçlarımın arasına sokup saçlarımı okşamaya başladı. Bir süre sessizce bekledik. Er ya da geç konuşacağımızı bildiğim için sessizliğine uymaya karar verdim. O konuşmaya başladığında ben de konuşmaya başlardım.
"Babanla..." deyip sustu. Bakışlarımı yüzüne çevirdim. Kaşlarında ufak bir çatılma var olduğunu görüyordum. Babamdan bahsetmek onun için oldukça zordu, biliyordum. "Görüşmek istemeyeceksin değil mi?"
Ben o adamın adını bile duymak istemiyordum ki.
"Hayır." dedim hiç düşünmeden. Korkut'un gözlerime bakmayan gözleri bu cevabımla birlikte gözlerimi buldu. Verdiğim cevaptan memnun kaldığını bakışlarından anladım. "Emin misin?" diye sordu. Emin olmamı, daha sonra pişman olmamamı istiyordu. Bu düşünceli hali onu daha da çok sevmeme sebep oluyordu.
"Eminim Korkut. O adamı ne görmek ne duymak ne de onunla konuşmak istiyorum."
Tek düşündüğüm şey evdekilerdi aslında. Annemden ziyade Musa'yı daha çok düşünüyordum. Acaba Musa babamın gelmesine sevinmiş miydi? Ya da annem bu durumdan memnun muydu?
"O adamı bu köyde barındırmak istemiyorum Belkıs." Parmakları saçlarımda gezerken konuşmaya başladı. "Bebeğimize ya da sana zarar vermesi korkusuyla yaşamak istemiyorum."
Haklıydı. Bu korku ile yaşamayı ben de istemiyordum.
"Burada kalmasını ben de istemiyorum ama nasıl göndereceksin ki Korkut? Burası onun da köyü. Ailesi burada." Yattığım yerden doğrulup Korkut ile yüz yüze geldim. Sinirlenmesini istemediğim için ellerini tuttum. "Bence hiç uğraşma. Bırak nerede, nasıl yaşarsa yaşasın."
Kafasını iki yana salladı. "Küçücük köy burası. Bugün olmazsa yarın, yarın olmazsa sonra olur; illaki birbirinize rastlarsınız Belkıs. Bunu bilirken nasıl o adamın burada yaşamasına göz yumayım?"
Derin bir soluk çektim içime. "Bana artık bulaşmayacaktır." dedim. Buna emin değildim ama öyle demem gerekliymiş gibi hissetmiştim. "Güvenmiyorum o adama. Çocuğumuz büyüyüp dışarıda gezmeye başladığında ya ona zarar verirse?"
Kendi öz torununa zarar verir miydi? Öz kızına verdiyse ona da verirdi tabii...
Sessiz kaldım. Diyebilecek bir şeyim maalesef yoktu.
Korkut'a yakınlaştığımda istediğim şeyi anlayarak kollarını benim için açtı. Göğsüne yaslanıp kollarımı beline sardım. Yatak başlığına sırtını yaslayıp beni biraz daha kendisine çekti. Saçlarımda dudaklarını gezdirerek konuştu. "Sen yine de bunları çok düşünme. Ben senin yerine her şeyi düşünürüm."
Başımı çevirip göğsünden öptüm. Bu ona sessiz bir teşekkürümdü aslında.
Gözlerimi kapatıp göğsüne yaslanmaya devam ettim. Ben ses çıkarmadığım için o da ses çıkarmayı bıraktı. Ara ara saçlarımı öpüyor, karnımı okşuyordu. Dakikalarca böyle dursak da belim ağrımaya başladığı için gözlerimi açıp yerimde biraz doğruldum.
Korkut gözlerime bakarken hiç beklemediğim bir soru sordu:
"Kızımız uyuyor mu acaba?"
Beklemediğim bu soru benim gülmeme sebep olmuştu. Sesli bir şekilde gülerek elimi çıkıntılı karnımın üzerine koydum. "Bilmiyorum ki. Ben uyuduğumda uyumuyor mudur?"
Söylediğim şey ona çok mantıklı gelmiş olmalı ki ağzı açılırken kafasını salladı yavaşça. "Doğru. Sonuçta seninle birlikte acıkıp doyuyor. Uykusu da seninle birliktedir."
Korkut'un bu halleri içimi sıcacık yapıyordu. Onun böyle çocuksu hallerine hâlâ alışabilmiş değildim. Ne zaman böyle hareketleri olsa onu iç çeke çeke uzun uzun izlemek istiyordum. Çünkü bu halleri 17 yaşındayken bir çift kara bakışa tutulmuş olan Belkıs için hayal edebildiğinden çok daha fazlasıydı. Bu onu öyle çok mutlu ediyordu ki içimdeki o küçük Belkıs'ı ödüllendirmek istiyordum.
Hayran hayran onu izlediğime emindim. Korkut da bunu fark etmişti zaten. Yüzünde gülümseme oluşurken tek gözünü kırptı. "Ne oldu, niye öyle bakıyorsun?" İçimdeki sesi dinleyip iç çektim. "Hiç." dedim uzata uzata. Korkut'un yüzündeki gülümseme büyürken sırtını yaslandığı yerden ayırıp bana biraz yakınlaştı.
"Allah Allah?" diye sorar gibi konuştu. "Bana hiç de hiç gibi gelmedi."
Ondaki gülümseme benim dudaklarıma bulaştı. "Neymiş gibi geldi sana?" diye sordum keyifli bir sesle. "Onu sen söyleyeceksin."
Dudaklarımı bükerek yüzünü inceledim. Yüzünün gözlerime bu denli güzel gözükmesi artık beni şaşırtmıyordu. Kapkara gibi duran ama böyle yakından baktığımda koyu kahverengi olan gözleri, o gözleri süsleyen güzel kirpikleri, gür siyah kaşları, yüzüne ne büyük ne de küçük gelen burnu, rengi kırmızıya çalan; öptüğüm zaman daha da kırmızı olan dudakları, kısa sakalları, sırayla dizilmiş inci gibi dişleri... Öyle hoş, öyle güzel bir çehresi vardı ki vaktim olsa sabah akşam uzun uzun izlerdim.
"Daldın gittin yüzüme." Sesiyle birlikte bakışlarımı gözlerine çevirdim.
"Çocuğum bu çirkin adama mı benzeyecek diye düşünüyordum." dememle Korkut birkaç kez gördüğüm ve işittiğim sesli kahkahasını salıverdi. Söylediğim onu gerçekten eğlendirmiş olmalı ki gülüşü gözlerine kadar ulaşmıştı. Bu görüntü beni mutlu ederken yerimde kıpırdandım.
"Çirkin adam ha?" diye sordu gülüşü durur durmaz. Oyunumu bozmayarak başımı salladım. "Bana benzerse sevmezsin o zaman sen çocuğunu?" Sorusunu duyunca gülecek gibi olsam da kendimi tuttum. "Mecbur seveceğim, benim kanımdan sonuçta."
Korkut elini uzatıp belime sararak beni kendine çekti.
"Beni de mecburiyetten mi seviyorsun?" Kafamı salladım. "Kocamsın sonuçta." dedim tıpkı az önceki gibi oyuncu tavrımla. Korkut kaşlarını kaldırıp alayla gülümsedi. "Yüzüme uzun uzun bakma sebebin ne peki?"
Cevabı vermek için hiç beklemedim. Çünkü aklımdan geçen şeyin tam tersini söylüyordum. Yani cevabım hep hazırdı. "Bir adam nasıl bu kadar çirkin olabilir diye düşünüyordum."
Korkut uzanıp dudaklarıma küçük bir öpücük bıraktı. "Bu yaştan sonra değişemem de, tüh. Mecbur bu adamla yaşayıp bu adama benzeyen çocuklar doğuracaksın."
Oyunuma devam etmek istesem de aklım ona benzeyen çocuklara ve kısacık dudaklarımı öpen dudaklara takılmıştı bile.
Kollarımı boynuna doğru sarıp dudaklarımı dudaklarının üzerine yerleştirdim. Korkut kısık bir sesle gülüp öpüşümü kabul etti. Elini yanağıma koyarak dudaklarımı öptü. Onu öptükçe bırakasım gelmiyordu. Sanki öptükçe daha da fazla öpmek istiyordum.
Bu adamı komple yesem olmaz mıydı?
Düşüncem beni güldürürken umursamayarak imkanı varmış gibi ona daha da yakınlaştım. Karnım aramıza küçük de olsa bir bariyer oluyordu ama o an bunu fark edebiliyor da sayılmazdım.
Nefes nefes Korkut'tan ayrılınca gülmeye başladım. "Seni aşeriyorum galiba." Dediğim şey Korkut'u da güldürmüştü. "Az önce çirkin dediğin adamı mı aşeriyorsun?" diye iğneleyerek sordu.
Kolumu boynuna doğru sararken alnımı yanağına yasladım. "Aşerme kendiliğinden oluyor Korkut. Ben seçmiyorum ya." deyip yakın olduğum yanağından bir öpücük çaldım. "Üstüme de farkında olmadan çıktın zaten." Sesli bir şekilde güldüm. Şu an neredeyse tepesine çıkmıştım gerçekten.
"Ben fark etmedim." Korkut beni belimden tutup kendinden biraz uzaklaştırdı. Şimdi yüz yüze geliyorduk. "Kesin öyle olmuştur." Uzanıp dudaklarımı tekrar öptü. "Biraz daha seni öpersem gün boyu hiç evden çıkamayacağım." diye söylenerek yataktan kalktı. Başımı kaldırarak ona baktım. Gitmesini hiç istemiyordum. Evden gün boyu çıkmadan beni öpse olmaz mıydı?
"Öyle masum masum bakma Belkıs suratıma. Senin aklından geçenleri bilirim ben." Kaşlarımı kaldırdım şaşkınlıkla. "Neymiş benim aklımdan geçenler?"
Korkut bir adım geri gidip aynaya döndü. "Sen gebe kaldığından beri arsız birisine dönüştün. O yüzden aklından geçenleri biliyorum." Söylediklerinde haklı olduğunu bildiğimden itiraz edemedim. Korkut'a karşı hiçbir çekince ya da utanç duygum kalmamıştı. Tabiri caizse her gördüğüm yerde üstüne atlıyordum.
Aynaya bakıp saçlarını elleriyle düzelttikten sonra bana geri döndü. "Bu halinden şikayetçi değilim ha, yanlış anlama sakın." Sessizliğime devam ettim. Çünkü konuşmaya devam edeceğini biliyordum. "Bebeğimiz doğduktan sonra da böyle olursun diye umuyorum."
Yerimden kalkıp hızla dibinde bittim. "Bebeğimiz doğduğunda sadece onunla ilgileneceğim için senin yüzünü bile göremeyeceğim." Korkut'un kaşları anında çatılırken konuştu. "O ne demek Belkıs?"
Omuz silkerek yüzüne baktım. "Ne duyduysan o." Kollarımı tutup yüzüme yaklaştı. "Duyduğum en saçma şeydi bu. Bebeğimiz doğuyor diye ben senden mahrum mu kalacağım? Hem benim kızım uslu olacak, annesine babasına hiç zorluk çıkarmayacak."
Alnımdan öpüp kollarımı bıraktı. "Sadece bebeğimle ilgileneceğim gibi bir laf daha duymayayım. Ben sensiz ne yaparım?" Kalbim ince bir sızıyla sızlarken gözlerim doldu. Bu aşk ömrüm boyunca kalbimi böyle sızlatsın istiyordum. Şu hayatta hissetmeyi en sevdiğim şeylerden birisi kesinlikle buydu.
"Şaka yapmıştım zaten Korkut. Ben senden uzak kalarak, senin yüzünü görmeyerek yaşayabilir miyim?" Dolu gözlerimle gözlerine bakarak konuştuğumda tatlı bir tebessümle bana baktı. Bakışlarındaki yumuşaklık içime işliyordu.
"Ben artık gideyim." Kafamı salladım. Başımdan öpüp odadan çıktığında aklıma gelen şeyle kapıyı hızla açtım. "Korkut!" diye seslendim. Henüz birkaç adım uzaklaşmış olan kocam hemen kapıya geldi. "Ne oldu Belkıs?"
"Olur da o adama, babama, denk gelirsen sakin kal olur mu? Aklına beni ve bebeğimizi getir. Ona bir şey yaparsan seni bizden alırlar. Biz sensiz yapamayız." İfadesiz bir suratla dediklerimi dinledi. Sakin kalamayacağını biliyordum ama kalmak zorundaydı. Korkut'un olmadığı bir odada kalamaz, onun yaşamadığı bir evde nefes alamazdım ben.
"Belkıs'ım böyle şeyleri düşünme sen." Elini tutup yanına yaklaştım. Sonra tuttuğum elini karnıma koydum. "Sen yine de dediklerimi unutma. Bu odada seni bekleyen bir karın ve bir kızın var." Bilerek kızın demiştim. Öyle dememin onu daha çok etkileyeceğini biliyordum.
"O şerefsize bir şey yapmama da izin vermedin Belkıs. Şimdi bir de bu adam çıktı. Ben sinirimi bunlardan alamayıp da kimden alacağım?" Derin bir soluk çektim içime. "Haklısın, biliyorum. Biliyorum ama korkuyorum Korkut. Seni bıraksam gidip öldürsen onları ne olacak? Sen hapislere düşeceksin, ben burada üzüntümden yataklara düşeceğim. O zaman bebeğimize ne olacak?"
Bekir'e bir şey yapmaması için yalvar yakar ikna etmiştim onu. Bundan dolayı hâlâ sinirliydi ama kimseye karışalım istemiyordum. Kendi kendimize mutlu mesut yaşayalım istiyordum. Bunları istemem normal değil miydi?
Korkut birkaç dakika sessizce bekledi. Belki de düşündü. En sonunda konuşmaya karar vermiş olmalı ki "Korkma." diyerek kolunu omzuma sarıp beni göğsüne çekti. "Ne karımı ne de kızımı bir başına bırakmayacağım. Her hareketimde sizi düşüneceğim."
Yüreğime bir ferahlık yayılırken kollarımı beline sımsıkı sardım.
"Ama artık bırak da gideyim. Bir çıkamadım evden." Gülümseyerek kollarımı ondan ayırdım. "Dikkatli ol." deyip onu odamızın kapısından yolcu ettim. Normalde evin kapısından yolcu etmeden içim rahat etmezdi ama bugün merdivenlerden inip onu kapıdan geçirmeyi gözüm yememişti. Çok çabuk yorulduğum için biraz uzanmak istiyordum.
Odama dönüp üzerimi değiştirdikten sonra yatağıma uzandım. Eskiden olsa yorgunluktan ölsem de aşağı inerdim ama şimdi kayınvalidem sık sık dinlenmemi söylediğinden beni aşağıda gördüğünde kızıyordu. İlk zamanlar karşı çıksam da artık karşı çıkmıyor gidip odama yatıyordum. Yemek vaktinde ya da yemekten önce aşağı inip yemeklere, sofranın kurulmasına yardım ediyordum. Hazır sofraya gidip oturamazdım.
Yatağa yatınca gözlerim kapandı. Hiç direnmeyerek kendimi uykuya teslim ettim.
*
Duyduğum sesle gözlerimi yavaşça araladım. Birkaç saniye ne olduğunu anlamasam da sonunda sesin kapıdan geldiğini anlamıştım. Birisi kapıma vuruyordu. Acele etmeden yatağımdan kalkarak odamın kapısına gittim.
Kapıyı usulca ayırıp başımı kenardan çıkardığımda gördüğüm yüz gözlerimi kocaman açmama sebep oldu. Hiç beklemediğim bu yüz için kapıyı anında tamamen açtım. "Musa! Ablam sen mi geldin?" İleri atılarak ona sımsıkı sarıldım. Onu en son Melike'nin kınasının olduğu gün görmüştüm. Ona da birkaç ay oluyordu. Musa da bana kollarını sımsıkı sardı.
Ondan kollarımı ayırarak yüzüne baktım. Ellerimle yanaklarını tutup dikkatle yüzüne baktım. Sonra yanaklarını öptüm. Boyu benden uzun olduğundan zorlanmıştım ama yine de öpmüştüm.
"Ne oldu ablam? Sen hiç gelmemiştin buraya?" diye endişeyle sordum. Babam denen o adam yüzünden mi gelmişti?
"Bir şey yok abla. Seni görmek istediğim için geldim. Uyuduğunu söylediler, yine de seni görmeden dönmek istemedim." Gülümseyerek yanağını okşadım. "İyi yapmışsın."
"Üzerime bir şeyler alayım da aşağı inelim olur mu?" Musa başını sallayınca hızla odama girip üzerime bir şeyler giydim. Başıma da şalımı atıp odadan çıktım. Musa kapının hemen yanında bekliyordu.
Yanına gidip koluna girdim. "Karnın aç mı? Bir şeyler hazırlayayım sana." Yürümeye başladığımızda konuştum. Musa ilk kez tek başına evime geliyordu. Canımdan çok sevdiğim kardeşimi güzel bir şekilde ağırlamak istiyordum. Buraya gelmesine öyle çok sevinmiştim ki ben bile onun buraya gelmesini bu kadar istediğimin farkında değildim.
"Yok ablam karnım tok benim. Seni görmeye geldim sadece." Gülümseyerek yüzüne baktım. Birlikte merdivenlerden indik. Onu misafirleri ağırladığımız büyük odaya götürdüm. Burada şu anda kimse olmazdı.
Yerdeki minderlere yan yana oturduk. Yüzüne baktım. "Nasılsın Musa?" diye içtenlikle sordum. "İyiyim, çok şükür." diye hiç düşünmeden cevap verdi. Bu cevap beni pek de ikna etmemişti lakin üstüne gitmek istemedim. "Sen nasılsın esas? Karnın kocaman olmuş." Duyduğum sözler gülümsememi büyütürken elimi karnıma koydum. "İyiyim ben, iyiyiz."
Sabahki duyduğum şeyler dışında gerçekten de iyiydim. O duyduklarım da çok fazla beni etkilememişti çünkü Korkut vardı.
"Seni burada görmek çok şaşırttı beni Musa." diye konuştum. Nedense buraya gelme sebebi sadece beni özlemesiymiş gibi gelmiyordu. "Biliyorum." Elini uzatıp elimi tuttu. "Ben aslında sana veda etmeye geldim." Kalbim endişeyle kısılırken elini tutan ben oldum. "O ne demek? Ne vedası?"
Musa güzel gözleriyle gözlerime bakarken dudakları kıvrıldı. "Korkma hemen. Şehre gideceğim ben. Ağabeyime söyledim, gel dedi. Orada kendime iyi bir iş bulup orada yaşayacağım." Böyle bir planı hep var mıydı yoksa o adam geldi diye mi gidiyordu? Gözlerim dolarken kolumu ona sarıp kendime çektim. "Neden?" diye kısık bir sesle sordum.
"Burada bir şey olmayacak çünkü abla. Milletin tarlalarında ırgatlık yapmaktan başka bir şey yapamayacağım. O para da zaten evin ihtiyacına bile zor yetiyor. Evde ağabeyim olmasa yetmez bile hatta."
Duyduğum sözler kalbimi acıtırken ona daha sıkı sarıldım. Ben bu evde para yönünden hiç zorluk yaşamıyordum. Ondan olsa gerek bu hiç aklıma gelmemişti. Ailemin ne durumda olduğunu hiç düşünmemiştim.
"Keşke bana söyleseydin zorlandığınızı. Ben Korkut'a söylerdi-" Musa lafımı bölerek kendisi konuşmaya başladı. "Ben sizin tarlalarda çalıştığımda zaten bana fazladan para veriyorlar abla. Allah razı olsun sen söylemesen de böyle yardım ediyordu ama gelip de elimize boş yere para sayacak değil ya adam." Duyduklarım beni mutlu etmişti. Korkut dolaylı yoldan da olsa yardım ediyordu demek ki.
"Emin misin sen? Gitsen alışabilecek misin? Oralar bize göre değil Musa, zorlanırsın."
Benden uzaklaşıp yüzüme baktı. Başını iki yana salladı. "Yapamayacağım iş yok evelallah." Kocaman adammışçasına kurduğu cümle beni gülümsetirken tuttuğum ellerinden öptüm. "Yaparsın tabii ama yine de ne bileyim." diye mırıldandım.
"Büyüdüm ben artık abla." dedi. Oysaki benim gözlerime hâlâ geceleri benim yanımda bana sımsıkı sarılıp yatan o küçük çocuk gibi geliyordu. Büyümüş gibi hissetmem çok zordu.
"Köye her gelişinde yanıma uğra. Zaten doğru düzgün görüşemiyorduk, şimdi hiç görüşemeyiz." Gözlerim dolu bir şekilde konuşmam onu güldürmüştü. "Amma sulu gözlüsün sen de ha!" diye söylendi. Karşı çıkmadım çünkü gerçekten de öyleydi.
"Ne zaman gideceksin?" diye sordum. "Yarın sabah." Dudaklarım bükülürken başımı salladım. "Nerede çalışacağın belli mi peki?" Kafasını salladı. "Ağabeyim bana çalışabileceğim bir yer bulmuş. Şimdilik orada çalışacağım. Daha sonra ne olur bilmiyorum."
Küçücük bir çocuktu ama çalışmaya gidiyordu. Ne kadar büyümüş olursa olsun o hâlâ küçüktü. Bebeğimin 16 yaşına geldiğinde çalışmak için yanımdan gittiğini düşünemiyordum bile. Öyle bir şey yaşasam her gün ağlar, ona olan hasretimden mutsuzluğa mahkum olurdum. Kendi çocuğumun yaşamasına katlanamayacağım şeyi biricik kardeşim yaşıyordu. Ne kadar da üzücüydü...
"Üzgün üzgün bakma abla yüzüme. Ben mutluyum, sen de mutlu ol." Onu üzmemek için başımı sallayıp gülümsedim. "Tamam ablam, üzülmüyorum."
Musa gözlerini oturduğumuz odada gezdirip bana tekrar döndü. Ağzını açmıştı ki oturduğumuz odanın kapısı açıldı. Gelen Saniye'ydi. Musa'ya bakmadan benim gözlerime baktı. "Sofra hazırlayalım mı?" Musa için sorduğunu bildiğimden kafamı iki yana salladım. "Çay varsa çay getirir misin?" dedim. Saniye beni onaylayarak hemen odadan çıktı.
"Hiç canlı olarak senin birilerinden bir şey istediğini görmemiştim. Evin ağası mı oldun yoksa?" Gülerek kafasına vurdum. "Saçma saçma konuşma." Gülmeye devam ediyordum. O da gülüyordu.
Musa gülerken bir anda durgunlaştı. "Abla sen gerçekten mutlusun değil mi? Gözlerinde gördüğüm şeyleri yalandan göstermiyorsun bana."
Dudaklarımda buruk bir tebessüm oluştu. Evde ne zaman ağlasam ve Musa yanıma gelse ben gülümserdim. Canım da acısa ona belli etmek istemez, gülümserdim. Hepsi sahte de olsa Musa'ya mutluymuş gibi rol yapardım. Şimdiki halimi o hallerimle kıyaslıyor olmalıydı. Kıyaslayamayacağım kadar büyük bir fark vardı ortada.
"Mutluyum ben. Hatta çok mutluyum." diye içtenlikle konuştum. Sevdiğim adam beni seviyordu, karnımda doğmayı bekleyen bir bebeğim vardı. Ben mutlu olmayacaktım da kim olacaktı?
"Küçükken..." deyip gözlerini kaçırdı. "Senin evimizden kurtulduğunu hayal ederdim hep." Yüreğimde bir sızlama meydana gelirken onu dikkatle dinledim. "Evlenip de gittiğinde sensizliğe kolay kolay alışamadım ama mutluydum yine de. Gitti, kurtuldu sonunda diyordum sürekli." Elimi uzatıp yanağını okşadım. Gözlerime değil önünde birleştirdiği ellerine bakıyordu.
"Biliyorum, yine de kurtulamamıştın..." Evlenir evlenmez her şeyden kurtulamamıştım gerçekten de. O adamdan bayılana kadar dayak yediğim gün dün gibi aklımdaydı. Ölsem de unutamazdım.
"Ama şimdi mutlusun. Hiç görmediğim bakışlar var gözlerinde. Gerçek mutluluk bu sanırım." İç çekerek başını kaldırıp gözlerime baktı. Benim gibi elini uzatıp yanağımı okşadı. "Çok şükür." diye fısıldadı. Sesli sesli ağlayasım gelmişti lakin kendimi tutmalıydım. Şu an o şekilde ağlamam doğru olmazdı.
"Sen o evde bana annelik yaptın. Beni yediren, giydiren, temizleyen hep sendin. Annemden daha çok sen baktın bana abla." deyip yerinden kıpırdandı. Dibime kadar girip bana sarıldı. "Küçücükken bile bana annelik yaptın. Şimdi ise gerçekten de anne oluyorsun sen." Başımdan öptü. Kendimi sıkmaya başladım. Ağlamamlıydım.
Musa kollarını benden ayırıp geriye çekildi. "Ben sana anne diyememişken karnındaki veledin anne diyecek olması biraz sinirimi bozuyor ama neyse."
Gözlerimin doluluğu yüzünden net göremediğim yüzüne bakarken söyledikleri beni güldürdü. Kısık bir gülüş çıktı dudaklarımdan. Gülüşümle eş zamanlı olarak gözlerimden de pıtır pıtır yaşlarım düştü. Sadece birer damla kaybetmiştim.
"Sen bana anne mi demek istiyordun?" Gözlerini kaçırıp yutkundu. Ben tekrar konuşamadan Saniye elindeki tepsiyle içeri girdi. Tepside iki bardak çay ve yiyecek ufak tefek şeyler vardı. Küçük tepsiyi ikimizin önüne bırakıp odadan çıktı.
"Bak bakayım sen benim gözlerime." Saniye çıkar çıkmaz konuştum. Musa gözlerini gözlerime çevirdi. Merakla bakıyordum yüzüne. "Cevapla sorumu." diye kaşlarımı kaldırarak konuştum.
"Benden 4 yaş büyüksün abla. Neden sana anne demek isteyeyim?" Yalan söylüyordu. O bana anne demek istemişti. Ben gerçekten ona bir annenin davranabileceği şekilde davranmıştım. Demek söyledikleri sadece laf değildi, o beni annesi gibi görüyordu.
"Öyle olsun Musa Efendi. Hadi çayını iç, bunlardan da ye." Tepsiyi onun önüne ittim. Konuyu uzatıp da onu utandırmak istememiştim.
Çayına iki şeker atıp karıştırdı, beklemeden ilk yudumunu aldı. Onu kocaman bir gülümsemeyle izliyordum.
"Bana bakma da sen de ye." dedi bakışlarımı fark ederek. Hiçbir şey demeden izlemeye devam ettim.
"Akşam yemeğine burada kal." Birkaç saniye sonra konuştuğumda bakışları tekrar beni buldu. "Eve gitsem daha iyi olur." Kaşlarım hafifçe çatıldı. "Nedenmiş o?" diye sordum. Zaten birkaç saate akşam yemeği yenilecekti. Durmasında bir sıkıntı yoktu.
Musa sıkıntıyla nefes verdi. "Duydun mu bilmiyorum ama..." deyip sustu. Söyleyeceği şeyi tahmin ettiğimden sessiz kaldım. Konuşmaya devam etmesini bekledim. "Babam geldi." O adam Musa'nın ona baba demesini bile hak etmiyordu.
"Biliyorum, duydum." Sesim buz gibi soğuk çıkmıştı. Bu bilerek yaptığım bir şey değildi. "Akşam evde olmazsam nerede olduğumu sorar durur, bir de onunla uğraşmayalım."
Dudaklarımı birbirine bastırıp söylemek istediğim sözleri içime bastırdım.
"Bir şey yapmıyor size değil mi?" Cevabından korktuğum o soruyu sonunda sormuştum. Musa'yı gördüğüm andan beri sormak istediğim soru kesinlikle buydu. Eğer yine onlara zarar veriyorsa ne yapardım bilemiyordum.
"Yok." Musa sert bir sesle konuştu. "Yapamaz da zaten." diye devam etti lafına. Büyümüş olmasına güveniyordu sanırım. Oysaki o evde Musa'nın şimdiki yaşından büyük bir abim varken bile o adam bize zarar veriyordu.
"Gerçekten mi? Yalan söylemiyorsun bana değil mi?" diye üsteleyerek sorduğumda Musa elindeki çayını yere bıraktı. "Yok abla valla yalan söylemiyorum. Eve geldiğinden beri sessiz. Bir iki kez seninle ilgili konuştu ama onda da ağzından tek tük laf çıktı. Yemek yemek dışında oturduğu yerden kalkmıyor bile."
Musa'nın söylediği lafları dinlerken istemsizce dudaklarım aralanmış, gözlerim irileşmişti. Bunları duymayı beklemiyordum. Onun böyle sessiz kalacak bir adam olduğunu hiç düşünmüyordum. "Hiç mi bir şey yapmadı?" diye tekrar sordum. İnanamıyordum. Musa başını iki yana salladı. "Annem rahat olacak yani abla. Zaten anneme zarar vereceğini bilsem onu bırakıp da şehre gidemezdim ben."
"Benim hakkımda ne dedi?"
Musa karnıma baktı. "Gebe olduğunu duymuş köydekilerden. Doğru mu diye sordu." Kalbim anında endişeye bulanırken ellerimi karnıma koydum. Bebeğime zarar verebilecek bir adamdı o. Her ne kadar Korkut'a korkmadığımı söylesem de elbette korkuyordum.
"Bir de senin eve gelip gelmediğini sordu." Zaten çok seyrek gittiğim eve artık hiç gitmeyecektim.
"Kayınbabama benimle görüşmek istediğini söylemiş." Musa hiç şaşırmamıştı. Bunu biliyordu sanırım. "Bize de söyledi. Kayınbaban bir şey dememiş." Kafamı usulca salladım. Kayınbabam kararı bana bırakıyordu.
Musa tekrar çayını eline alıp yudumlayınca ben de aynısını yaptım. Başıma usul usul bir sızı yayılıyordu. Sağ elimle şakaklarımı usulca ovdum. Böyle düşünceler beni yoruyordu. Bu yorgunluklar da genelde baş ağrısı ile sonuçlanıyordu.
"Görüşecek misin peki?" Musa tereddütle bu soruyu sorduğunda gözlerine baktım birkaç saniye. Musa'nın ne düşündüğünü merak ediyordum. Acaba onunla görüşmemi istiyor muydu? Gözlerinden ne düşündüğünü anlayamadım. Bu yüzden ona sordum. "Sence görüşmeli miyim?"
"Sana bir şey yapmaz, yapamaz. Seninle neden görüşmek istiyor bilmiyorum. Belki pişmandır, özür dileyecektir..." Derin bir iç çekti. "Onu affetmeni isteyecektir belki de, bilmiyorum." Musa başını önüne eğip ellerini birbirine bağladı. Tekrar iç çekti. Her iç çekişi dertle doluydu sanki...
"Abla." deyip başını bana çevirdi. "Onu affedersen sana çok kızarım." Bana yaklaşıp kollarını belime doğru sardı. Başını göğsüme yasladı. "Başkaları belki unutur ama ben kendimi bildim bileli senin yaşadıklarını unutmuyorum. Belki diğer ablalarım da böyle şeyler yaşamıştır ama ben sadece seni biliyorum." Kollarını daha da sıkılaştırdı. "Ne olursa olsun o adamın yüzünden ağladığın günleri, ağrıların yüzünden bana sarılamadığın geceleri ben unutup da o adamı affetmene razı olamam."
Göğsümdeki başına doğru eğilip saçlarına dudaklarımı bastırdım. Dolu gözlerimden birkaç damla daha yaş firar etmişti. Düşünmek bile canımı acıtırken ben bunları gerçekten de o evde yaşamıştım.
"Affedemem ki zaten." Sesimin titremesine mani olamamıştım.
Elimi kaldırıp Musa'nın saçlarının arasına sokup saçlarını okşamaya başladım. "Benim yaşadıklarımı böyle yakından gördüğün için, unutamadığın için çok üzülüyorum."
Musa bu söylediğimle nefesini tutmuştu. "Ne var bunda sanki? Acıyı çeken sendin, ben sadece izledim." Tekrar saçlarından öptüm güzel kardeşimin. Sadece izlediğini söylese de o da benimle birlikte acı çekmişti. Ben ağlarken o da ağlamıştı. Üstünden yıllar geçmiş olsa da benim kalbimi acıtan bu hatıralar onun da canını acıtıyordu.
Birkaç saniye dudaklarımı birbirine bastırarak nefesimi tutup gözyaşlarımı geldikleri yere gönderdim. Sesimi neşeli çıkarmaya çalışarak konuştum. "Keyfimizi kaçırmayalım Musa'm. Ağlatma beni gebe halimle, yeğenin de üzülür bak." Musa elinin birini karnıma koydu. "Yeğenim kusura bakmasın, birazcık üzülüversin."
Elimle hafifçe başına vurdum. "Sen onun dayısısın, birazcık üzülüversin denir mi hiç?" Musa dediklerime güldü.
Musa'nın yanaklarına ellerimi koyarak yüzünü sıkıştırdım. "Ben seni nasıl özlemişim ya!" diye yüksek sesle konuştum. Musa başını ellerimin arasından kurtarmaya çalışırken ben gülmeye başlamıştım bile. "Şu gözlerin güzelliğine bak!" Eğilip yanağının açıkta kalan yerinden öptüm. "Ablasının bir tanesi!"
"Abla bırak gözünü seveyim ya!" Musa da yüksek sesle konuşmuştu. Avluda birileri varsa sesimizi kesin duyuyorlardı. Bunu şimdilik düşünmeme gerek yoktu. Kardeşimi biraz sesli sevebilirdim, ne olacaktı...
Musa daha kuvvetli bir şekilde kendini geriye çekince ellerimden kurtulmuştu. "Nefesimi kestin ya!" diye söylendi. Gülerek omuzlarımı silktim. Böyle sevmezsem içimde kalıyordu.
Musa yanaklarını parmaklarıyla ovarken gözlerime sahte bir sinirle bakıyordu. Bu bakışlar pek de umurumda değildi doğrusu.
"Ablalara öyle bakılma-" Kapının açılmasıyla lafım yarım kalırken başımı kapıya çevirdiğimde gördüğüm yüz içimi mutlulukla doldurdu. Korkut gelmişti. "Sesiniz dışarıya kadar geliyor." diyerek girdi içeri. Sesindeki mutluluğu işitmiştim. "Hep bu karın yüzünden." Musa şikayetlenerek konuşunca sesli bir şekilde güldüm.
"Sen beni kocama şikayet mi ediyorsun?"
Korkut'un dudaklarında bir gülümseme oluşurken Musa'ya baktı. "Ne yapmış benim bu karım sana?"
Yüzümdeki gülüş mümkünü varmış gibi daha da büyüdü. Musa'nın da somurtuşu büyüdü. Korkut'un onunla alay eder gibi konuşması yüzünden keyfi kaçmıştı sanırım. Oysaki benim hoşuma gitmişti.
Musa cevap vermeyince Korkut yanımıza biraz daha yaklaşıp yanımdaki boş mindere oturdu. "Hoş gelmişsin Musa." Musa somurtmayı bırakıp kocama bakarak başını salladı. "Hoş buldum."
"Sen de hoş geldin." diyerek soluma dönüp gözlerine baktım. "Hoş buldum. Nasılsın, iyi misin?" Gözleri bir iki saniye karnıma dönse de gözlerime bakarak sormuştu bu soruyu. "İyiyiz ikimiz de. Musa geldi daha da iyi olduk." Kardeşime döndüğümde yüzündeki mutlu tebessümü gördüm. Korkut ile böyle konuşuyor olmam hoşuna gitmiş olmalıydı.
"Madem ablanı böyle iyi ediyorsun daha sık gelsen ya buraya."
Dudaklarımı sarkıtarak ikisine de sırayla baktım. "Gelemez artık. Yarın şehre gidiyormuş ağabeyimizin yanına." Korkut kaşlarını kaldırarak Musa'ya baktı. "Öyle mi? Ne için gidiyorsun?"
"Ağabeyim bana orada bir iş ayarlamış. Birkaç sene orada çalışacağım." Korkut sorgulamadan başını usulca salladı. "Hakkında hayırlısı olsun."
"Kardeşin sana gelemezse bize şehre gittikçe onun yanına uğrarız. Bunun için sıkma canını." Bana dönüp konuştuğunda gözlerim heyecanla parladı. "Sahiden mi?" Korkut gülümseyerek başını salladı. "Sahiden tabii."
Utanmasam küçük bir çocuk gibi ellerimi birbirine vurarak sevincimi belli edecektim.
Tamam Musa'yla sık görüşemiyorduk ama aynı köyde olduğumuzu bilmek yetiyordu. İstediğim an onu görebileceğimi içten içe biliyordum. Lakin bundan sonra böyle olmayacaktı. O yüzden de ister istemez üzülüyordum işte. Korkut'un dediği gibi şehre indikçe kardeşimi görebilirsem üzüntümü törpüleyebilirdim.
Musa biraz daha oturup Korkut'la sohbet ettikten sonra ayaklandı. "Ben artık eve gideyim, hava birazdan kararır."
O kalktığı için Korkut da oturduğu yerden kalktı. "Yemek yiyip gitseydin." Musa'ya benim yaptığım teklifi yapsa da Musa'nın cevabı aynıydı. "Evdekiler bekler."
"Korkut." Sesimi duyunca bakışı bana döndü. Elimi ona doğru uzattım. Ne demek istediğimi anlayıp bana doğru eğildi. Bir eliyle elimden tuttu, diğer elini de belime doğru sardı. Onun desteğiyle oturduğum yerden kalkıp Musa'ya yaklaştım.
"Kendine çok dikkat et, tamam mı?" Gözlerim yine doldu. Kendimi tutamıyordum ki!
"Ederim abla. Sen hiç beni düşünme. Hem zaten ağabeyimin yanında olacağım." diyerek içimi rahatlatmaya çalışsa da maalesef her gün onu düşünüp endişelenecektim.
Ona yaklaşıp kollarımı beline sardım. Hiç beklemeden o da kollarını bana sardı. Derin bir soluk çekerek kokusunu ciğerlerime hapsettim. "Seni çok seviyorum ablam." diye fısıldadım. Duydu mu bilmiyordum ama bunu söylemek istemiştim. "Ben de seni abla." demesiyle duyduğunu anladım.
Kollarımı ondan ayırıp az önceki gibi iki yanağından tuttum. Ama bu kez sıkmadım, usulca okşadım. "Kendini sakın tehlikeye atma. Eğer başına bir şey gelirse ağabeyime anlat. Zorlanırsan çık gel köye." Başını usulca sallayarak dinledi beni. Uzanıp iki yanağından da yumuşakça öptüm. "Kendini de çok özletme. Köye gelirsen, bana uğra." diye daha önce söylediğim şeyi tekrarladım. O ise yine başını salladı.
"Sen de çok dikkat et kendine. Bebeğine de kendine de iyi bak. Konuştuklarımızı da unutma."
Üstü kapalı bir şekilde o adamı affetme diyordu.
Bu kez başını sallayan ben oldum. "Hadi artık gideyim." Geriye çekildim. Musa'nın bakışları Korkut'u buldu. "Ablan da söyledi ama dikkat et kendine. İnşallah oraya kolayca alışırsın." diye samimi bir sesle konuşan Korkut yüzünden bile ağlayasım vardı. Gün boyu her şeye ağlasam abartmış olurdum sanırım, yine de bunu yapmak istiyordum.
"Sağ olasın. Siz de dikkat edin kendinize."
Odadan üçümüz de çıktık. Büyük kapının önüne geldiğimizde Musa bana baktı. Bu bakışı bekliyormuşum gibi ağlamaya başladım. "Allah yolunu açık etsin güzel kardeşim." dedim. Musa gözlerini kaçırıp başını sallayıp kapının kolunu tuttu.
Tam o esnada kapıya vuruldu. Bu saatte kim gelirdi bilemediğimden Korkut'a baktım. Onun da bir fikri yoktu sanırım.
"Aç bakalım kapıyı Musa." dedi Korkut. Musa kapıyı kolayca açıp kendine doğru çekti. Kimin geldiğini şu anda sadece o görüyordu. Gördüğü yüz onun bakışlarının değişmesine sebep olmuştu.
"Kim gelmiş?" diye sordum. Musa gözlerini bana çevirdi. Gözlerinde pek çok duygu vardı. Ne hissettiğini anlayamıyordum.
"Abla." deyip sustu. Bir Korkut'a baktı, bir bana. "Babam gelmiş."
*
Sizce neden geldi, amacı ne?
Belkıs, babasıyla konuşmalı mı?
Umarım beğendiğiniz ve beklediğinize değen bir bölüm olmuştur.♡♡
Birer ikişer yorumlarınızı bırakırsanız çok sevinirim🥺🥺
Ve tabii yıldızları parlatırsanız da👉🏻👈🏻
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 43.48k Okunma |
2.88k Oy |
0 Takip |
45 Bölümlü Kitap |