7. Bölüm

7. Bölüm: "Buruk."

İlayda Taşpınar
ilaydataspinarr

Nefes alamamak... Ben defalarca kez nefesimi kesmek istemiştim. Ben defalarca kez hayatıma son vermek istemiştim. Hiç böyle hayal etmemiştim. Bir insanın nefes almamasının böyle zor olduğunu hiç hayal etmemiştim.

 

Ne ölmüş gibiydim ne de yaşuyor gibiydim. Ne halde olduğumu bilmiyor, anlayamıyordum. Bildiğim tek şey ciğerlerime giden havanın yok olmuş olmasıydı. Bir şekilde bunu düşünmeye devam ettiğime göre ölmemiştim. Ölmemiştim ama ölsem bu kadar canım acımazdı belki de.

 

Gözlerimi kıpırtmaya çalıştım. Uyanmak istiyordum. Zor bir hayatım olsa dahi ben yaşamak istiyordum. Ölüm çok zordu. Nefes alamamak çok zordu.

 

İçime zorlukla bir nefes çekmemle öksürmeye başladım. Kendimi zorlayarak gözlerimi araladım. Hiçbir yeri göremedim. Zaten göreceğim şey kar kütleleriydi. Beni buradan birisi kurtaracak mıydı?

 

Ya diğerleri ne haldeydi? Kahraman, Korkut... İçim sıkışırken gözlerimi kırpıştırdım. Bakışlarım netlik kazanmaya başladı. Gördüğüm tavanla birlikte şaşkınlıktan dilimi yutacaktım. Burası neresiydi? Ben karlar altında kalmamış mıydım?

 

Bedenimdeki inanılmaz ağrı yüzünden yüzümü buruşturdum. Gözlerimi bedenime çevirdim. Üzerimde gördüğüm şeyle biraz daha şaşırdım. Sonra etrafıma baktım. Bembeyaz duvarlarla kaplı bir odada yatıyordum. Burnumda değişik bir hortum vardı. Onunla nefes alıyordum.

 

Ben hastanedeydim.

 

Yerimden kalkmak için hareket etmeye çalışsam da ağzımdan acı dolu bir inleme çıkarmaktan başka hiçbir şey yapamadım. Canım çok acıyordu. Ciğerlerim de aynı şekilde acıyordu.

 

"K-kimse yok..." Cümlemi bitiremeden nefesim kesildi. Konuşamıyordum. Acıyla gözlerimi yumdum. Diğerlerinin nasıl olduğunu öğrenmeliydim. Belki de onlara bir şey olmamıştı ama onları görmeden asla rahatlayamazdım.

 

Gözlerimi tekrar açtım. Yukarıdan gözlerime yansıyan ışık beni rahatsız ediyordu. Ağzımı açıp içime nefes çektiğimde öksürdüm. Burnumdan içeri giren şu hava dışında hava alamıyordum resmen. Meğer nefes almak ne büyük nimetmiş.

 

Etrafta gözlerimi çevirdim. Neden kimse gelmiyordu? Zaten nefes alamıyordum. Bu haldeyken birisine seslenmem imkansızdı. Uyandığımı nasıl düşünmüyorlardı? Neden kimse bana bakmıyordu?

 

Kolumu kaldırıp baktım. Ezikler vardı. Bazı yerleri ise morarmıştı. Yumuşacık kar bedenimi nasıl böyle yıpratabilmişti?

 

Kapıdan gelen sesle gözlerimi oraya çevirdim. İçeriye bir kadın girmişti. Üzerindeki kıyafetlere bakılırsa doktor ya da hemşireydi. "Uyanmışsınız." dedi beni görünce. Cevap veremeden bana yaklaşmasını bekledim. Biraz sonra baş ucuma geldi.

 

"Başınıza ne geldiğini hatırlıyor musunuz?" Konuşacak dermanım olmadığı için ağır ağır gözlerimi kırptım. "Ağrınız var mı?" Yine aynı hareketi yaptım. Bedenimde inanılmaz ağrılar vardı. "Az sonra ağrı kesici iğne yapacağız, ağrılarınız azalacak." deyip gülümsediğinde içim rahatladı. Hiç olmazsa şu ağrılardan kurtulacaktım.

 

Ağzımı zorlukla açtım. "D-diğerleri..." Kekeleyerek konuşmuş, devamını da getirememiştim. "Ailenizden bir kişi dışarıda uyanmanızı bekliyor." Kim bekliyordu? Bekleyenler umurumda değildi. Kahraman ile Korkut ne haldeydi? "K-kocam n-nasıl?" diye sorduktan sonra öksürdüm. "Ciğerleriniz iyi durumda değil, yormayın kendinizi."

 

Kadın koluma takılı olan şeye elindeki iğneyle bir şeyler ekledi. Bu şeyleri hayatımda ilk kez görüyordum. Ne olduğunu da bilmiyordum. "Az sonra ağrılarınız dinecektir. Ben yine geleceğim." Kadın yüzündeki gülümsemeyle birlikte gitti. İstediğim cevapları alamadığım için sinirliydim. Onlar ne haldeydi çok merak ediyordum. Ve neden sadece bir kişi beni bekliyordu? Evdekiler bu kadar mı umursamamışlardı beni?

 

Gözlerimi kapattım. Bu yorgunlukla daha fazla düşünmemeliydim. Kendime gelmem lazımdı. Uyumak istiyordum. Gözlerimi kapattığım sıra kapı tekrar açıldı. Tekrar oraya baktım. Görüdüğüm yüzle heyecanlandım. Abimdi gelen.

 

"Çiçeğim." diyerek yanıma geldi. "Çok şükür uyandın." derken eğilip başımdan öpmüştü. Yüzüne baktım. Konuşamıyor olmak zor geliyordu. Sormak istediğim sorular vardı.

 

"A-abi." dediğimde abim saçlarımı okşadı. "Doktor, kendini yormasın dedi. Konuşma abim." diyerek abim eğildi ve tekrar alnımdan öptü. Gözlerim buğulandı ve iki damla yaş aktı. Onlara bir şey olmuştu. Eğer olmasaydı ikisi de şimdi yanımda olurlardı. Bunu biliyordum.

 

"O-onlara ne ol... oldu?" Güç bela fısıldayarak sormuştum. Abim tepkisizce yüzüme bakıyordu. Eğer bir tepki verse ne halde olduklarını anlayabilecektim. "Onların eve gitmesi gerekti." Ona inanmadım. Kahraman ölürdü de beni bırakıp eve gitmezdi. Korkut ben bu haldeyken hiçbir yere gitmezdi. Soğuk bir adam olabilirdi ama bunu yapmazdı.

 

Gözlerimden yaşlar aktı. Gözlerimi sımsıkı kapattım. "Ağlama, kurban olayım." Abimin sesi de buğulanmıştı. Onlar da mı benim gibiydi? Ama uyanırlardı değil mi? Ben uyanmıştım, onlar da uyanırdı.

 

"Uyu hadi biraz." deyip elini saçımdan çekti abim. Gözlerimi açmadım. Yorgundum. Üzerimde çok büyük bir yorgunluk vardı. Ve canım acıyordu. Sanki hâlâ çığın altındaydım. Bedenim eziliyordu.

 

Kapı sesi duyunca abimin çıktığını anladım. Yüreğim sıkışıyordu. İkisinin de tırnağına zarar gelsin istemiyordum. Böyle bir havada yola çıkmamalıydık. Tüm bu yaşananların sorumlusu bizdik. En çok da Korkut'tu. Dursaydı ne vardı? Birkaç gün daha dursa ölür müydü?

 

Gözyaşları yüzünden nefesim kesiliyordu. Ağlamamalıydım. Zaten çok az bir nefesim vardı. Ağlamak benim için çok kötüydü.

 

Yorgunluğum geçer umuduyla kendimi uykuya bıraktım. Uyandığımda daha iyi olursam kalkardım. Kalkar ve tüm sorularımın cevaplarını alırdım.

 

*

Burnumdan içeri nefes giriyordu. Kendi isteğimle içime nefes çekiyordum. Üstelik bedenimde de öyle çok ağrı yoktu. En son dinlenmek için kapamıştım gözlerimi. Sadece bir uykuyla dinlenmiş miydim? Kendimi önceki halime göre çok daha iyi hissediyordum.

 

Gözlerimi araladığımda başka bir odadaydım. Nasıl gelmiştim buraya? Uyurken mi getirmişlerdi? Bu oda daha küçüktü. Üstelik burnumda o hortum da yoktu. Kendim nefes alıyordum. Eskisi gibi... Mutlu olurken gözlerimi kapıya çevirdim.

 

Elimi kaldırarak yanımdaki komodine uzandım. Üzerinde bir vazo vardı. O vazoya vurup yere düşürecektim. Birisi benim yanıma gelmeliydi artık. Ve vazoyu ittirdin. Yere düşüp büyük bir gürültüyle parçalandı. Birkaç saniye içerisinde de kapı açıldı. Daha önce yanıma gelen kadındı. "Neden bu odadayım?" diye rahatlıkla sordum. Nefesimi kontrol altına alıp konuşabiliyordum. Şükürler olsun.

 

"Normal odaya alınmanız gerekiyordu. Artık kendiniz nefes alıyorsunuz." Kadın yanıma geldi. "Nasıl hissediyorsunuz?" Yutkundum. "Daha iyiyim." Kadın memnuniyetle gülümsedi. "Biraz su alabilir miyim?" diye sordum. Boğazım kupkuruydu. Kadın başını sallayıp yanımdaki komodine uzandı. Vazonun yanında bir de sürahi vardı. Bana bir bardak su doldurup yerimde hafif bir şekilde doğrulmama izin verdi. Suya uzandım ve neredeyse tek yudumda tüm bardağı içtim.

 

Rahatlayarak tekrar yattım. Kadın bu halime gülümsedi. "Size birkaç bilgi vermem gerekiyor." derken elini üzerindeki beyaz ceketin cebine soktu. "Hastanemize 12 gün önce bir çığ altından kurtarılarak getirildiniz. Geldiğinizde neredeyse nefesiniz kesilmişti. Tam 8 gün boyunca yoğun bakımda kaldınız. Akciğerlerinizin daha iyi duruma gelmesi için size çeşitli tedaviler yaptık. Uyandığınızda 8. gündeydik. O gün biraz kendinize geldiniz ve akşamına nefesiniz düzeldiği için normal odaya alındınız. 4 gündür ise derin bir uykudaydınız fakat durumunuz gayet iyi."

 

Duyduğum şeyleri şaşırmış bir ifadeyle dinliyordum. Şaka mıydı bu? Ben 12 gündür bu hastanede miydim? Uyandıktan sonra 4 gün nasıl uyumuştum?

 

"Diğerleri?" Telaşla sordum. Kadın kolundaki saate baktı. "Diğer hastalar hakkında size bilgi veremem. Siz şimdilik dinlenmenize bakın." Sinirlendim. "Birisi benim kocam." dedim inatla. Kocam hakkında bilgi alamayacak mıydım? "Kendinizi yormayın." deyip odadan çıktığında ağzımdan bir nefes çektim içime.

 

Yerimden hareketlendim. Sırtımdaki ağrıyı umursamadan oturur pozisyona geldim. Odanın camından dışarı baktım. Kasvetli bir havaydı. Tıpkı o günkü gibi. Ayağımı yere basacakken odamın kapısı açıldı. İçeriye abimle yengem girdi. Beni gördüklerinde telaşla bana doğru koştular.

 

"Ne yapıyorsun sen? Yat hemen." diyerek yengem beni azarlayınca onun yüzüne baktım. "Yenge bana bir şey söylemiyorlar." deyip öksürdüm. Hâlâ ciğerlerimde acı mevcuttu. "Kahraman'a, Korkut'a ne oldu?" dediğimde bakışlarını benden kaçırdı. Abima baktım. O da kaçırmıştı.

 

"Yaşıyorlar değil mi?" diye gözlerim dolarken sordum. "Onlar da benim gibi başka odalarda yatıyorlar ama yaşıyorlar değil mi?" Kalbim sıkışıyordu. Yengem omuzlarımdan ittirerek beni yatağa yatırdığında ellerimle yüzümü kapattım.

 

"İkisi de iyi değil mi?" Neden hastanede kimse yoktu? Oğulları da hastayken neden burada değillerdi? Yüzümü açarak ikisine de baktım. "Bana cevap verin ne olur." diye fısıldadım.

 

Korkut'a bir şey olmuşsa dayanamazdım ben. Hele Kahraman... Kalbi bana kırıkken ona bir şey olmuşsa kendimi asla affetmezdim. Gerekirse ben ölmeliydim ama ikisi de yaşamalıydı.

 

Yengem de abim de bana cevap vermezken gözlerimi kapattım. Açık durdukça ağlıyordum. Kapalıyken ağlayışım azalıyordu.

 

Kaç saniye gözüm kapalı durabildim bilmiyordum ama kısa sürede geri açmıştım. Yengem ile abim bana bakıyorlardı. "Neden bana doğruyu söylemiyorsunuz?" diye sakin bir şekilde sordum.

 

Abim yanıma gelip elimi tuttu. "Senin sadece dinlenmen gerekli." Kafamı iki yana salladım. "Ben iyiyim. Ama böyle kafamda sorular varken dinlenemem. Ne iyi diyorsunuz ne de kötü. İçim rahat etmiyor." Abim yengeme baktı. "Çok iyi değiller ama iyiler." diye beni yanıtladığında kalbimde büyük bir sızı hissettim. Yalan söylediği belliydi.

 

"Evdeler mi? Niye burada kimse yok?" Yengem cevapladı bu kez. Kelimeler ağzından çıkarken gözlerini benden kaçırması benim gözledimden kaçmamıştı. "Evdeler. Sen de düzel eve gideceksin."

 

"Ben ne zaman gideceğim?" Abime baktım. Ben hemen gitmek istiyordum. İkisini de canlı görmek istiyordum. Onları sapasağlam gördüğümde yüreğimde hissettiğim ince sızı geçecekti. Böyle, bilinmezlik içinde iyi hissetmiyordum.

 

"Doktor söylemedi daha." Başka bir şey sormayarak yattım. Sorsam da cevap alamıyordum zaten. Tek temennim ikisinin de sağlığının yerinde olmasıydı. Hem evde olduklarına göre durumları benden daha iyi olmalıydı. Burada olmama sebepleriyse yattıkları yerden kalkmamaları gerektiğinden olmalıydı. Aksini düşünemiyordum.

 

*

 

Bugün hastaneden çıkacağım müjdesini almıştım. Çok mutluydum. Sonunda eve gidiyordum. Onları görecektim. Kahraman ile Korkut'u düşünmekten bir gündür uyuyamamıştım. Zaten dün uyanmıştım. Doktor ise iyi olduğumu söylerek beni taburcu etmişti.

 

Abim ile yengem yanımdaydı. Birlikte dönecektik köye. Hâlâ kimsenin benim için buraya gelmemiş olması hem beni telaşlandırmış hem de üzmüştü. Bu kadar değerimin olmaması kötü hissetmeme sebep olmuştu. Fakat şu an zihnimi bunlar ile kirletmemeliydim. Zaten yorgundum, bu düşünceler beni daha da yorardı.

 

Yengem yanında getirdiği kıyafetleri bana giydirmişti. Bedenimde hâlâ morluklar ve ezikler olduğundan dolayı hareket ederken dikkat ediyordum. Çünkü gerçekten çok acıyordu.

 

"Saçlarını toplayabildin mi?" diye soran yengeme baktım. Toplayamamıştım. Yengem bakışlarıı görünce arkama geçip kalçama kadar gelen saçlarımı topladı. Üzerine ise siyah bir şal taktı. Ben siyah şal takmaktan hoşlanmazdım. "Yenge başka renk yok muydu?" Üzerimdeki elbise de siyah rengindeydi. Böyle siyah giyinmek bana yakışmazdı. Evdekiler de bundan memnun kalmazdı. Ben daha yeni gelin sayılırdım.

 

"Bunları getirmiştim." Hazır olduğumda yataktan kalkıp yere bastım. Dizlerim de ağrıyordu. Yengem koluma girmişti. Yavaş adımlarla odanın kapısına doğru yürürken gözlerim evden birisini arıyordu. En azından bir kişi gelemez miydi? Kapıdan dışarı çıktığımızda bizi bekleyen abim ile karşılaştık. Abim önde biz arkada usul usul yürüdük.

 

İçimde büyük bir sıkıntı vardı. Dünden beri kimseye başka soru sormamıştım. Tüm sorularım eve vardığımızda cevaba ulaşacaktı. Cevapların kalbimi acıtmaması için dua ediyordum. İkisi için de dua ediyordum.

 

Hastaneden çıktığımızda güneşli bir hava bizi karşıladı. Güneş vardı ancak hava soğuktu. Rüzgar esiyordu. Oyalanmadan bir arabaya bindik. Araba kimindi bilmiyordum. Arabayı kullanan kişiyi de tanımadığımdan dolayı kimseye soramıyordum. Yengem ile arka tarafa oturmuştuk. Abim öndeki adamın yanına oturmuştu.

 

Başımı yengemin omzuna yasladım. Yengem sağ kolunu omzumdan geçirerek bana sarıldı. Yol ne kadar sürerdi bilmiyordum. Sessizcr bekliyordum. Bir an evvel eve, cevaplarıma ulaşmak istiyordum.

 

Yol süratla geçip giderken gözlerimle dağları, yolları takip ediyordum. Yüreğimdeki bu sızının yersiz olması için dua ediyordum. İçimdeki bu sıkıntınım tamamen benim kuruntum olmasını istiyordum.

 

Her ne kadar belli etmesem de deli gibi korkuyordum. İkisinden birini görememek kalbimi sıkıştırıyordu. İkisinin değeri de bende paha biçilmezdi. Bir de aynı kazadan ben sağ çıkmışken onların canına zarar gelmiş olma düşüncesi beni yiyip bitiriyordu.

 

Birisinin bile nefesi kesilmişse uzun süre kendime gelemezdim. Ama böyle bir şey olsa söylemezler miydi? Eşimdi birisi. Eğer onun nefesi kesilmiş olsa 13 gündür benden saklarlar mıydı? Bunu bilmeye hakkım yok muydu? Diğeri ise kalbimin tamamını ele geçirmiş olan adamdı. Kimse bunu bilmese de ben biliyordum. Onun nefesi kesilmişse ben buna dayanamazdım. Onun canını gitmesi benim kalbimin gitmesi demekti. Kalbim olmadan yaşayabilir miydim?

 

Araba sarsıldığında sırtım kapıya değdi. Ağzımdan acı dolu ufak bir inleme kaçtı. Canım azınsanmayacak kadar çok acıyordu. Yengem yüzüme bakınca kafamı iki yana salladım. Çarptığı için böyle çok acımıştı.

 

Yerlerdeki karlar neredeyse yok olmuştu. Bembeyaz örtü kaybolmuştu. Köydeki kar da mı yok olmuştu? Belki de hâlâ duruyordu. Köyde daha uzun dururdu.

 

Araba yolda bizi götürmeye devam ederken gözlerimi kapatmıştım. Midem bulanmıştı. Uzun yollara alışkın değildim. O yüzden böyle olmuş olmalıydım.

 

Uzun bir süre sonra ırayı gördüm. Karların tam üzerime yığıldığı yeri. Biz aşağıdaydık ama orayı görüyordum. Hâlâ orada birsürü kar vardı. Bizim üzerimize düşen karlar erimemişti.

 

Sanki tonlarca kar vardı orada. Zaten tonlarca olmasa o kadar canımı acıtabilir miydi? Beni nefessiz bırakabilir miydi?

 

Eve çok yaklaşmıştık. Endişeliydim. Az sonra alacağım cevaplardan korkuyordum. Köyün meydanından geçtik. Herkes bizd bakıyordu. Köye fazla araba gelmezdi. Bakmaları normaldi. Biraz sonra ara sokağa girip konağa doğru gitmeye başladık. Ortalık sakin duruyordu. Bu sakinlik içimi rahatlatması gerekirken beni daha da korkuttu.

 

Konağın önüne gelince araba durdu. İşte zamanı gelmişti. Şimdi bu atabadan girip konağa girecektim. Her şey açığa kavuşacaktı. Kavuşsun istiyor muydum? Açığa çıkacak şeylerden korkuyordum.

 

"Hadi Belkıs." diyen yengeme bakarak başımı salladım. Yüreğim can veren bir kuş gibi titrerken ayaklarımı dışarıya çıkardım. Az sonra yere basıyordum. Kafamı kaldırıp konağa baktım. Görkemli konak beni korkuttu. İçeride olacak şeylerdi aslında korkutan.

 

Yengem kolumdan tutarken yine ufak adımlarla yürüdük. Konağın kapısına geldik. Abim kapıya vurdu. Kapı biraz sonra açılacaktı. Kalbim hızlı hızlı çarparken birkaç kez yutkundum. Sonra kapı aralandı. Kapıyı açan Gülendam ablaydı. Beni görünce gülümsedi. Gülümsemesi öyle küçükyü ki dikkatli bakmasam anlayamazdım.

 

İçeri girerken kimseden çıt çıkmıyordu. Koskoca avlu bomboştu. Herkes neredeydi? Eve gelmiştim. Ölümün elinden kaçıp buraya gelmiştim. Hiç mi merak etmiyorlardı? "Herkes nerede?" diye sorduğumda Gülendam abla gözlerini kaçırdı. "Herkes odasında."

 

Bu saatlerde kayınvalidem asla odasına çekilmezdi. Kafamı salladım sadece. "Kahraman nerede?" diye sorduğumda Eslem ile Melike'yi gördüm. Onları ilk kez bu kadar kötü görüyordum. İkisinin yüzü solmuştu. Beni gördüklerinde yanıma geldiler.

 

"Geçmiş olsun." dedi Eslem. Eski neşeli sesini duyamıyordum. Burada bir şeyler olmuştu. Benden çok kötü bir şey saklanıyordu. "Abileriniz nerede?" diye sordum ikisine bakarak. İkisinin de gözleri doldu. Korktum.

 

"Kahraman odamızda mı?" derken merdivenlere doğru yöneldim ama yengem kolumdan tuttu. "Yenge ne oluyor?" Duymak istemiyordum. Kötü şeyler duymak istemiyordum. Yengemden kolumu çekmeye çalıştım. "O-onlara ne oldu?" Sesim titriyordu. Korkudan tir tir titriyordum.

 

Suzan abla ile Saniye çıktı avluya. Beni gördüler. "Siz cevap verin bana." dedim onlara karşı. "Kahraman nerede?" Onlar da aynısını yaptı. Bakışlarını kaçırdı. "Ko-korkut?" Yine kimseden çıt çıkmadı.

 

Dertleri aklımı yitirmem miydi?

 

Yengemin elinden kurtulup merdivenlere giderken merdivenlerin başındaki kayınbabamı gördüm. Elinde tesbihiyle bana bakıyordu. Yaşlı gözlerimle ona baktım. Belki o bana cevap verirdi. Artık birisinin bana cevap vermesi lazımdı.

 

Kayınbabam merdivenleri usul usul inerken onun da yüzündeki çökmüşlüğü fark ettim. O da iyi değildi. Korkut'a ya da Kahraman'a bir şey olmuştu. Ya da ikisine de olmuştu.

 

Kayınbabam inince gözlerime baktı. "İyi misin kızım?" diye sordu. "Onlar iyi mi?" diyebildim güçlükle. Kayınbabam diğerlerine baktı. "Metanetli ol." diye konuştu gözlerime bakarak. Neden metanetli olacaktım? Bunun nedenini neden bana söylemiyorlardı?

 

"N-ne oldu?" diye sorduğumda abim yanıma gelip beni kolununun altına aldı. Kayınbabam gözlerini kapıya doğru dikti. Ben de kapıya baktığımda gördüğüm yüzle gözlerimden yaşlar aktı. Ayaktaydı. Yaşıyordu ve bana bakıyordu. Kalbim hızlı hızlı atarken onu baştan ayağa inceledim. En ufak bid yarası bile görünmüyordu. Sonra arkasına baktım. O da iyi miydi? O da o kapıdan girecek miydi?

 

Bekledim ama girmedi. O kapıdan içeri Korkut girdi ama Kahraman girmedi. Dakiklarca bekledim. Korkut yanımızdan geçip yukarı çıktı. Ama Kahraman içeri girmedi?

 

Kafamı iki yana salladım. "Hayır, hayır." dedim aklıma gelen şeye. "K-ahraman yu-yukarıdadır." deyip abimi ittirdim. Ama o beni bırakmadı. "Abi bırak beni!" diye bağırdım. Abim daha sıkı sardı. "Kocama bakacağım bırak!"

 

Kayınbabamı bile umursamıyordum. Korkudan kimseyi görmüyordum. "Abim, dur." Abimi ittirmeye devam ettim. Abim beni asla bırakmadı. Onu her itişimde bana daha sıkı sarıldı. "Hayır." diye fısıldadım. "Ya-yaşıyor..."

 

Diğerlerine baktığımda yaşlı gözlerle beni izliyorlardı. "Ka-kahraman'a gitmek istiyorum." Onsuz ne yapardım ben? O olmadan nasıl yaşardım?

 

"Odasına çıkarın, dinlensin." Kayınbabamın komutuyla bana yönlendiklerinde abimi var gücümle ittim. "Uzak durun benden!" diye bağırdım. Bedenimdeki hiçbir ağrı umurumda değildi.

 

Merdivenlere dönüp çıkabileceğim en hızlı şekilde çıktım. Odamıza gittim. Eminim içerideydi. Yine gülümseyen gözleriyle beni bekliyordu.

 

Kapıyı açıp içeriye baktım. Odanın herbir köşesinde gözlerimi gezdirdim. Yoktu. Yoktu, neredeydi?

 

Acıyan bacaklarımla odaya girip dolaba yaklaştım. Dolapta kıyafetleri durmalıydı. Ona bir şey olmuşsa tüm kıyafetlerini kaldırırlardı. Ama kesinlikle onun kıyafetleri duruyordu. Ona bir şey olmamıştı. Az sonra gelecekti. Gelmek zorundaydı. Ben onsuz yapamazdım. O beni tek bırakmazdı.

 

Duvarı kaplayan dolaba doğru yaklaştım. Bu dolabın içini görmeye cesaretim yoktu. Sanki yokluğu dolaba baktığımda belgelenecekti. Eğer bu dolapta onun kıyafetleri yoksa onun gitmiş olduğu kesinleşecekti.

 

Dolaba elimi uzattığımda gözlerimden yaşlar döküldü. "Kahraman, lütfen..." diye fısıldadım. Gülen gözleri bana bakmalıydı. Ben o bana bakmazken nasıl dik duracaktım?

 

Dolabı açtım. Dolabı açtım ama gözlerimi açamadım. Açmak istemiyordum. Hissediyordum. Mutlu olmayacağım şeyler göreceğime emindim.

 

Gözlerimi yavaşça açtığımda gördüğüm boşlukla yere çöktüm. Yere dizlerimin üzerine yığıldım. Alnımı yere yaslayarak ağlamaya başladım. O gitmişti. O beni bu dünyada bir başıma bırakıp gitmişti.

 

"K-kahraman." diye fısıldadım. Kollarımı kendime yaşlamış, yerde iki büklüm olmuştum. "Sen b-beni nasıl bıraktın?" O beni bırakmazdı. Bırakamazdı. Tüm her şeye rağmen beni bırakmayan adam şimdi neden bıraksındı? Bırakmazdı.

 

"Ne-neden?" Gözyaşlarım akarken konuşmaya çalışuyordum. Nefesim yetmiyordu. Sesim titriyordu. Gerçek miydi bu yaşananlar?

 

O çok sevdiğim bembeyaz karlar mı almıştı benden onu?

 

Yerimden doğrulmaya çalıştım. Bunların suçlusu Korkut'tu. Hesap vermek zorundaydı. Onun bir çılgınlığı yüzünden gelmişti bunlar başımıza. Herkes ona yapma derken o yapmış ve felaketi başımıza getirmişti.

 

Yerden doğrulurken sendeleyerek düştüm. Düşsem de pes etmedim. Korkut bana hesap vermek zorundaydı. Odamızdan çıktım. Çıktım ve derin derin soluklar aldım. Sonra adımlarımı tam karşıya yönelttim.

 

Korkut'un odasına. Sevdiğim ama kocamın ölümüne sebep olan adama. Ben Kahraman'a âşık olmasam da onu çok sevmiştim. Benim gibi kalbi karmakarışık olan bir insan yaşarken onun gibi tertemiz bir adam nasıl bu dünyayı terk ederdi!?

 

Ölümü hak eden bendim. O değildi.

 

Korkut'un kapısına geldiğimde tek bir saniye düşünmeyerek kapısına avuç içimle tüm gücümle vurdum. Hırsımı alamadım tekrar vurdum. Ve tekrar.

 

Kapı da en az benim kadar sinirli bir şekilde açıldı. Korkut beni gördü ve sinirle gözlerime baktı. Bu sinir her zamanki sinirinden farklıydı.

 

"Senin yüzünden!" diye bağırdım. İşaret parmağımı yüzüne doğru uzatmıştım. Korkut'un bakışları karardı. "Her şey senin yüzünden!"

 

Gözyaşlarım yanaklarımı ıslatırken hırsla yanaklarımı sildim. "Sana defalarca gitmeyelim dedi. Onu sen öldürdün!" Korkur hiçbir tepki vermeden yüzüme bakıyordu. Ciğerlerim ağrırken art arda soluklanmaya başladım. "Sen onu öldürdün." diye fısıldadım.

 

"O kadar güzel kalpli bir adamdı ki... Sen ona nasıl kıyabildin?" Gözlerine bakarken ağlamaya devam ediyordum. Korkut'a çok sinirliydim. Nefret doluydum. Daha önce hiç böyle hissetmemiştim. "Nasıl bu kadar sakin kalabiliyorsun ya!"

 

Arkamdan gelen sesleri duydum. "Belkıs!" diyordu birisi. Dönüp bakmadım. Kim olursa olsun umurumda değildi. "Bir şey söyle!" Korkut yüzünü sıvazladı. Çok sinirli görünüyordu. "Çık git odamın önünden."

 

Sinirden güldüm. Gözlerimden yaş akarken ben bir deliymiş gibi güldüm. "Onun katili sensin!" diye bağırdım. İşaret parmağımı uzatıp kalbine doğrulttum. Korkut hâlâ suratıma bakıyordu. "Kalbin acımıyor mu?"

 

Ellerimi yüzüme yaslayarak hıçkırdım. Hıçkıra hıçkıra ağladım. Geriye doğru bir kaç adım atıp yere bıraktım kendimi. Ben orada dakikalarca ağladım ve bir kişi bile sesini çıkarıp bir şey demedi.

 

Her hıçkırışım kendime ettiğim kötü bir sözdü. Her hıçkırığımda Korkut'a nefret kusuyordum. Her şey Korkut yüzündendi. Korkut'u sevmiş Kahraman'ı üzmüştüm. Korkut'u dinlemiş Kahraman'ı kaybetmiştim. Her şeyin tek suçlusu oydu.

 

Eğer bana iyi davranmamış olsaydı ben onu sevmeyecektim. Onu sevmediğim için Kahraman'a âşık olacaktım. Ve 13 gün önce o iğrenç yola çıkmayacaktık. Çünkü benim kocamla aram iyi olacaktı ve onu bırakmayacaktım.

 

Oturduğum yerden kafamı kaldırarak Korkut'un gözlerine baktım. "Senden nefret ediyorum." dedim. Anlaması için bağırdım. "Senden nefret ediyorum!" Korkut bana doğru yürüdü. "Ben de senden."

 

Bu sözü beni asla incitmedi. İncitemezdi. Benim için her şeyi göze alan adamın gidişinden başka ne beni incitebilirdi ki? Bunun bir üstü var mıydı? Sanki incinebileceğim kadar incinmiştim. Daha fazlası olur muydu?

 

Korkut arkasınu dönüp kapısına giderken bağırdım. "Abinin katili sensin!" Korkut duraksadı. Bana döndü. Bakışlarından korksam da başımı eğmedim. Yanlış bir şey söylemiyordum. O bid katildi. Buların sorumlusu oydu.

 

Korkut üzerime eğilerek beni kolumdan tutup kaldırdı. "Sen kendini ne zannediyorsun? O benim abim! Sen kimsin de bana nefret kusuyorsun!? Önce git kendindeki kusurlara bak! Onu neden üzdüğünü, neden benimle gelmesine sebep olduğunu düşün! O adam o yola senin yüzünden çıktı. O adam senin yüzünden öldü! Nefret kusacağın birisi varsa o da sensin!" Son cümlesini kurarken beni kolumdan ittirip bırakıştı. Geriye doğru yalpalarken suratına bakıyordum hâlâ.

 

O yola çıkma sebebi ben miydim? Ama Korkut için gidiyordu. Bana öyle söylemişti. Ben olamazdım. Onun ölüm sebebi ben olamazdım. Kafamı iki yana salladım. Delirmiş gibi salladım. Asla sallamayı da bırakmadım. Korkut odasına girip kapıyı tüm kuvvetiyle kapattığında sıçrayarak odamıza baktım.

 

Onu ben mi öldürmüştüm? "Ben yapmadım." diye fısıldadım. Bana bakanlara bakıp bağırdım. "Ben yapmadım!" Ellerimi saçlarımdan geçirdim. Onun mutsuzluk sebebi olabilirdim ama ölüm sebebi olamazdım. Bu benim kaldırabileceğim bir şey değildi. Bu beni delirtirdi.

 

"Ben yapmadım! Hayır, ben yapmadım!" diye bağırdım. Hatta bas bas bağırdım. Bana doğru gelen Nuriye Hala'yı gördüm. Ona doğru da bağırdım. "Onu ben öldürmedim!" Nuriye Hala yanıma gelip gözlerime baktığında ben hâlâ durmadan başımı sallıyordum.

 

"Kendine gel." Sert aksanıyla konuşarak beni uyarmıştı. "Onu ben öldürmedim." Nuriye Hala kollarımı tuttu. "Kendine gel!" dedi bu kez bağırarak. "Onu ben öldürmedim."

 

Nuriye hala beni kollarımdan sarstığında kendimi geriye ittim. "Onu ben öldürmedim." Herkesi arkamda bırakıp odamıza doğru koştum. Onu ben öldürmemiştim. Ben ölürdüm ama onu öldürmezdim.

 

"Seni ben öldürmedim." dedim odanın içine bakarak. "Kahraman ben sana kıyamam ki." Odanın her bir yanına baktım ama o yoktu. Hatta gittim yatağın içine baktım. Yoktu. Arrık olamayacak mıydı? Benim yüzümden mi yoktu? Ben ne yapacaktım? Onu ben öldürmemiştim.

 

"Kahraman çık gel n'olur..." diye iç çekerek yatağa oturdum. Saçlarımın arasına ellerimi sokarak soluklandım. Dedikleri doğru olabilir miydi? Ölüm sebebi ben miydim?

 

Oysa Korkut'u suçlarken her şey ne kadar da kolaydı...

 

"Ben öldürmedim." Dilimden düşmeyen tek cümle buydu. Çünkü onu ben öldürmemiştim. Ben ona nasıl kıyabilirdim? Asıl kıyılması gereken benken...

 

İç çekerek etrafıma bakındım. Laka yapıyor olabilirler miydi? Belki de şakaydı. Belki az sonra Kahraman çıkıp gelecekti. Hem daha çok gençti. Ölüm ona yakışmazdı. Ölüm gençlik dinlemez miydi? Neden dinlemiyordu?

 

*

 

Günlee geçti ve ben odamdan çıkmadım. Günler geçti ve ben tek kelime konuşmadım. Ağzım açıldığında ise sadece 'ben öldürmedim' diyordum. Bu öyle büyük bir ithamdı ki ben bunu kaldıramıyordum.

 

Hastaneden eve geleli tam 5 gün olmuştu. 5 gündür odamdan asla çıkmamıştım. Ne yemek yemeye gitmiştim ne de başka bir şeye. Zaten bir şey yiyip içtiğim de yoktu.

 

Gözlerim odanın herbir yanında Kahraman'ı arıyordu. İçten içe gelmeyeceğine emin olsam da vazgeçemiyordum. Ben yalnızlıktan çok korkuyordum. Ben Kahraman'sız kalmaktan deli gibi korkuyordum.

 

Korktuğum başıma gelmişti.

 

5 gündür yalnız uyuyor ve yalnız uyanıyordum. Ne gözlerime bakan gülen gözler vardı ne de ellerimi tutan şefkatli eller. Sadece ben vardım. Ben ve gözyaşlarım.

 

Kalbimde böylesine hisli şeyler hiç olmamıştı. Hiç birisinin gidişi beni böyle çok üzmemişti. Hiç böyle kendimden vazgeçmemiştim. Konuşmuyor, yemiyor, hareket etmiyordum. Uyandığım andan hava kararıncaya kadar yatağımdan çıkmıyordum. Kimse bana karışmıyordu. Acıma saygı duyuyor olmalıydı.

 

Açlıktan midem bulanıyordu. Bu bulantı umurumda değildi. Tek lokma yiyebilecek dermanı kendimde bulamıyordum. Uyanmaya dahi dermanım yoktu lakin mecburen uyuyordum.

 

Uyandığım her sabaha her şeyin bir rüyadan ibaret olması dileğiyle gözlerimi açsam da her gün gerçek yüzüme tokat gibi çarpıyor, beni soğuk bir yatak karşılıyordu. O yoktu. Bundan sonra da olmayacaktı.

 

Ne kolaydı. Bir insan ölüyor ve kayboluyordu. Oysa kalanlar için ne zor bir şeydi. Varlığının yokluğa olan dönüşümü ciğerimde sızılara yol açıyordu. Ben onu özlüyordum. Ben Kahraman'ın bakışlarını özlüyordum.

 

Öleceğini hissetmişti. Benim dilim ona 'Allah korusun' derken o hissetmiş ve benimle vedalaşmıştı. O yola birlikte gitsek de ömrünün son anlarını yaşadığını hissetmişti. Ölebileceğini aklımın ucuna bile getirmemiştim. Kar kütlesinin altında bile aklıma gelen isim Korkut olmuştu. Ben, Kahraman hiç gitmez sanmıştım. Beni yalnız bırakıp da gitmez...

 

Hiç olmadığım kadar yalnız hissediyordum. Sanki annem babam ölmüş, ben yetim kalmıştım. Sırtımı dayadığım dayanağım kaybolmuş ben düşmüştüm. Düştüğüm yerden kaldıracak kimsem yoktu. Kendi kendime kalkamaz mıydım? Gücüm buna yetmez miydi? Ben güçsüz bir insan değildim. Sadece önümü kesiyorlardı. Ben asla güçsüz değildim. Birçok erkekten dahi daha güçlüydüm. Zaten onların kadınlardan olan farkını da hiç anlayamamıştım. Ne eksiğimiz vardı da biz güçsüzdük? Ya da onların ne fazlası vardı?

 

Yalnız da ayağa kalkabilirdim. Kalkmamak yakışmazdı. Dayanağım gitmişti, evet. O olsa daha rahat olacaktım. Ne desem bir onaylayanım olacaktı. Ama gitmişti işte. Bunu sorgulaya sorgulaya kendimi odama kapatıp yıllarca burada mı yaşayacaktım?

 

Hem ben burada mı yaşayacaktım? Hangi vasıfla? Belki de beni baba evime yollayacaklardı. Sadece kendime gelmemi bekliyorlardı. Ve ben bugün kendime gelmek istiyordum.

 

Yataktan kalkıp aşağıya inmek istiyordum. Bu şekilde acımak ne işime yarayabilirdi? Yine ağlardım, yine sızlardım. Ama dışarıya gülüp içime ağlamayı da pekâlâ becerebilirdim. Yapmadığım şey değildi. Hem belki öyle yaptığımda beni yollamazlardı. Ben gitmek istemiyordum. Gidip de 'dul' adını almak ve sonra ilk gelen adamla evlenmek istemiyordum. Babam beni zaten bir yük olarak görürken şimdi o adı almış olan beni asla evinde barındırmazdı. Bunu biliyordum.

 

Yataktan kalkarken saçlarıma dokundum. 5 gündür taranmamıştı. Tüm teller adeta birbirine girmişti. Çok iğrenç görünüyor olmalıydım. Kahraman'ın yokluğu çok zordu. Onun olmayışının beni böyle çok zorlayacağı asla aklıma gelmezdi.

 

Odamdan çıkarak yan taraftaki banyoya girdim. Kimse yoktu ortalıkta. Su ısıttım. Yıkanmak ve üzerimdeki pislikten arınmak istiyordum. Ben, Kahraman için dik durmak istiyordum. Kahraman'ın karısı ne çok güçlüymüş desinler istiyordum. O da bunu isterdi. Asla bu kadar çok ağlamama razı olmadı. Onun tek derdi beni mutlu etmek, kendini bana ısındırmaya çalışmaktı.

 

Banyoda kendimi temizledikten sonra odama geri geçtim. Artık odamdı, odamız değil... Dolabın karşısına geçip lacivert bir elbise çıkardım. O elbiseyi üzerime giyinip saçlarımı taramaya başladım. Uzun saçlarım, neyse ki tararken fazla canımı acıtmıyordu. Saçlarımı taradıktan sonra ensemde topladım. Ve üzerimdeki elbisenin neredeyse aynı rengi olan şalı kafama taktım.

 

Ev ahalisi kahvaltı yapıyor olmalılardı. Tabii yapabiliyorlarsa. Kimseden ses çıkmıyordu evde. Kayınvalidemi daha hiç görmemiştim. Kim bilir nasıl yıkılmıştı? Ben böyle acımışken o ne hâle gelmişti. Evlat acısı en zor acı diye duyardım hep. Kayınvalidemin Kahraman'a olan düşkünlüğünü biliyordum. Kayınvalidemi görmeye hazır değildim. O çökmüş kadını görmeye yüreğim hazır değildi.

 

Odadan çıkıp merdivenlere doğru yürürken gözlerim Korkut'un odasına kaydı. Orada bana dedikleri yine bir bir zihnime doluşmaya başladı. Bü düşüncelerin, bu seslerin beni acıttığı kadar başka bir şey acıtmıyordu. Kahraman'ın gidişi beni çok acıtsa da onun ölümüne sebep olduğumu duymak daha da acıtmıştı. Bunu inkar ediyordum.

 

"Ben yapmadım." diye fısıldayıp merdivene çevirdim başımı. Merdivenleri tek tek indim. Hâlâ öıt çıkmıyordu. Koskoca konak yıkılmıştı. Sadece Kahraman ölmüştü ama bu konak da onunla birlikte gömülmüştü.

 

Merdivenler bitince kadınların olduğu odaya yöneldim. Beni gördüklerinde verecekleri tepkiyi merak ediyordum. Bir de onların ne halde olduğunu... Odanın kapısına ulaştığımda içeriden ufak sesler geliyordu. Kapıyı hafifçe ittirdim. Kapının kenarından bedenimi geçirdiğimde tüm gözler beni bulmuştu. 5 gün odasına kendini kapatmış beni.

 

Kimseye bakamayarak önüme eğildim. Onların yüzündeki acıyı görürsem şimdi burada tekrar ağlamaya başlardım. Kimse bir şey dememişti. Birisinin bir şey demesini beklemiyordum zaten. Kafamı kaldırarak kayınvalideme baktığım an gözlerim doldu. O da bana bakıyordu. Onun da gözleri dolmuştu. Kayınvalidemin gözleri sanki içine göçmüş gibiydi. Kim bilir ne çok ağlamıştı.

 

"Otur Belkıs." diyen Nuriye halanın sesiyle bakışlarım kayınvalidemdn çekildi. Dediğini dinleyerek oturdum. Sofra her zamanki gibi donatılmıştı. Ama bu kez kimse yemiyordu. Bugün Kahraman'ın yokluğunun 18. günüydü. Kaç gün geçerse geçsin bu acılar devam edecekti.

 

Kahvaltı geldiği gibi giderken herkes bir kenara çekilip oturmuştu. Ben de oturmuştum. Kayınvalidem ile kızları yan yanayken ben Nuriye halanın yanında oturuyordum. Nuriye hala asla bitkin görünmüyordu. O çok güçlü bir kadındı. Bunu sadece gözlerine bakan bir insan bile anlardı. Tıpkı kayınbabam gibiydi. O da tepkisizce benimlr konuşmuştu 5 gün önce. Hiç acılı görünmemişti. Başı dikti. Belki herkesten gizli ağlamıştı ama hiç ağlamış gibi durmuyordu. Güçlü olmak iyi bir şey miydi? Oğlunun ölümüne bile ağlamamak nasıl iyi olabilirdi ki?

 

Biz oturmaya devam ederken dışarıdan kapıya vurulma sesi geldi. Kim bilir gelen kimdi. Biz yerimizden hareketlenmedik. Nasıl olsa kapıya bakarlardı. Aradan geçen dakikalarca bir ses ya da odaya giren birisini bekledik ama girmedi. Gelen erkek olmalıydı. Taziyeye gelen birisi olamazdı. Bunca gün geçmişken ne taziyesine geleceklerdi?

 

Derin bir soluk sesi duymamla başım kayınvalideme çevrildi. Öyle bir iç çekmişti ki. O iç çekişte insanı acıdan öldürebilecek yaralar vardı. Yutkunmaya çalıştım. Bu durumda yutkunmak bile zordu. Dışarıdan sesler duyulmaya başlandı. Sesler uğultu şeklinde geliyordu. Ancak güçlüydü. Birisi birisine bağırıyordu. Herkes telaşla birbirine bakarken hepimiz ayaklandık. Kapıdan tek tek çıkıp avluya vardık. Ses erkeklerin oturduğu odadan geliyordu. Ve ben bu bağıran sesi çok iyi tanıyordum. Babamdı.

 

Korkuyla içime nefes çekerken erkeklerin kapısı hışımla açıldı. Kapıdan çıkan babam oldu. Ve direkt beni gördü. Beni görür görmez bana doğru yöneldi. Gözlerindeki bakıştan korkarak yanımda olan kişiye yanaştım. Nuriye halaya. Babam'ın adımını yarıda kesen şeyse kayınbabamın babamı tutuşuydu.

 

"Sakın!" diye bağırdı. "Sen kimsin de benim gelinimi almak istersin?" Babam bunun için gelmişti. Bana olan sevgisinden değildi beni isteyişi. Allah bilir beni kime verip de para alacaktı. Para ne iğrenç şeydi de baba kızından vazgeçiyordı. "O benim kızım. Ben onu senin oğluna verdim o da öldü." diye şiddetle konuşan babamdı. Korkudan kalbim hızlandı. Ben buradan gitmek istemiyordum.

 

"O bana oğlumun emaneti. Kendi istemediği takdirde sen ona dokunamazsın bile." Kayınbabamın gür sesi beni rahatlatırken bedenimin kasılışı hafif bir şekilde gevşemişti. Babam ona baktı sinirle. "Bu evde durup ne yapacak? Daha gepegenç kız bu evde çürüyecek mi?" Keşke gerçekten beni düşündüğünü düşünsem baba.

 

Kayınbabam babamı kolundan silkeleyerek bırakırken arkasındaki Korkut'a baktı. Benim de gözlerim ona kaydı. Çenesi kaskatı görünüyordu. Bakışları ise her zamanki gibi kapkaraydı. Korkutucuydu. Korkmadım.

 

Kayınbabam, babama kapıyı gösterdi. "Şimdi evimden çık git. Kızını görmeye gelirsin başımın üstünde yerin var. Ama eğer benim gelinimi bu evden götürmeye gelirsen olacaklardan ben sorumlu değilim." Babam bana baktı. Bakışları beni anında korkuturken kayınbabama baktım. Babam durdu, durdu, durdu ve gitti. Gittiği an ide yüreğim sakinleşti.

 

Kayınbabam bana baktı. "Sen baba evine dönmek ister misin?" Kalbim yerinden çıkacak gibi atarken cevabı bilmeme rağmen ağzımı açamadım. Onların yanında kalmam onlara yük olmaktan başka ne işe yarardı? Torunlarının annesi değildim ki burada kalaydım? Sadece ölen oğullarının karısıydım.

 

"İstediğin şeyi söyle. Sakın ha korkma. Ben her zaman senin babanım ve arkanda duracağım." Ona güvenirken başımı iki yana salladım zorla. "B-ben oraya dönmek istemiyorum." diye titreyerek konuştum. Baba evime dönmeyi isterdim ama orada tutulmayacaktım. Hemen beni def edecekti. "O zaman kim gelirse gelsin ölümü çiğnemeden seni alamaz." deyip arkasındaki odaya döndü.

 

Kayınbabam gidince Korkut'la göz göze geldim. Bana hiç bakmadığı gibi büyük bir nefretle bakıyordu. Gerçekten de abisinin ölümünden beni sorumlu tutuyordu. Oysa ben onu sorumlu tutuyordum. O olmasa hiçbir şey olmayacaktı.

 

*

Ve bölüm sonu.

 

Buruğum çokça...

 

Hikayeyi ilk kurguladığımda Kahraman ölecekti. Ama ben Kahraman'a bu kadar bağlanacağımı hiç düşünmemiştim. Şimdi bana kızacaksınız ama kızmayın. Kurgum buydu, yapmak zorundaydım. Ve inanın ben sizden daha üzgünüm...

 

Yorum ve oylarınızı eksik etmeyin. Ne kadar çok yorum ve oy o kadar hızlı gelen bölüm demektir.

 

Kendinize ve sağlığınıza dikkat edin. Sizi seviyorum.❤

 

İnstagram: ilayda.taspinarr

 

Bölüm : 29.12.2024 00:16 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...