8. Bölüm

8. Bölüm: "Buhran."

İlayda Taşpınar
ilaydataspinarr

Büyük bir yangının içinde kalmış gibiyim. Öyle büyük bir yangın ki her bir yanımı sarmış, kurtulamıyorum. Kurtulmam mümkün değil... Sadece bekliyorum. Bekliyorum ve belki diyerek umut ediyorum. Belki bir şey olur da kurtulurum. Ama kurtulamam ki. Benim kurtarıcım gitti. Beni koruyup kollayacak olan tek kişi beni bu yangının ortasına bırakıp gitti. Benim Kahraman'ım gitti.

 

Günlerim hiç olmadığı kadar kötü geçiyor burada. Koskoca konakta kapana kısılmış gibiyim. Yukarı çıksam birisinden kaçıyorum, aşağı insem bir yere kaçıyorum. Şanlıkanların gelini olsam bile Şanlıkanlardan kaçıyorum. Her şey Korkut'un yüzünden. Onun bana olan nefret dolu bakışları yüzünden. Onun yüzünden kendimi suçluyorum. Onun yüzünden bir katil gibi hissediyorum. Evdeki herkesten kaçıyorum.

 

Evdekiler onun gibi düşünmüyor biliyorum. Kimsenin üzülmekten başka yaptığı bir şey yok ama ben onun dediklerini sürekli aklımdan geçiriyorum. Kahraman'ı öldüren benim diyorum. Ama değilim. Yemin ederim değilim. Ben neden onu öldüreyim ki? O beni böyle çok sahiplenmişken ben onun canının acımasını neden isteyeyim?

 

Korkut'u suçlamıştım. Herkes birisini suçlamak istiyordu. Korkut evde dursa bunlar olmayacak diyerek günlerce onu suçlamıştım. Hiçbir suçlama işe yaramıyordu. Bunların yaşanması gerekiyordu ki yaşamıştık. Böyle düşünceler yanlıştı. Boş yere sorguluyorduk. Allah'ın aldığı canı sorgulamak bize mi düşmüştü? Bir de katil arıyorduk. Bunun katili yoktu. O ölmüştü ama katili yoktu.

 

Günlerce Korkut'u da suçlamıştım kendimi de suçlamıştım. Suçlamak kolaydı. Suçluyordum ama bir şey olmuyordu. Ağlıyordum. Bazen bağıra bağıra ağlıyordum. Kimse duymasın diye yastığı yüzüme kapatıyordum. Ağlamalarım hiçbir işe yaramıyordu. Ne yaparsam yapayım Kahraman gelmiyordu. Biliyordum, ne yaparsam yapayım gelmeyecekti.

 

Ama gelsin istiyordum. Gelsin, isterse bana bağırsın... Ne olursa olsun ama gelsin istiyordum. O gelmiyordu. Rüyama bile gelmiyordu. O bana kırgındı. Bu dünyadan bana kırgın bir şekilde göçmüştü. Yüzüme gülmüş, beni öpmüştü. Yine de kalbi kırıktı bana. Kardeşini sevdiğimi biliyordu. Nasıl kırgın olmazdı ki? Acaba hakkını helal etmiş miydi bana? Onun benim üzerimde herkesten çok hakkı vardı. Eğer bana hakkını helal etmiyorsa ben öbür tarafta çok acı çekerdim. Onun üzerimdeki hakkının büyüklüğü aşikârdı.

 

Derin bir iç çektim. Her gün aynı şeyleri düşünüyordum. Her gün aynı şeyler için ağlıyor, aynı şeyler için özür diliyordum. Ama her zamanki gibi hiçbir şey değişmiyordu. Değişmeyeceğini bilmek daha da çok acıtıyordu.

 

Yine onsuz bir sabaha uyanmıştım. Buz gibi yatağımda kalkmış ve umutla etrafıma bakmıştım. Bir rüya olmadığının farkında olsam bile rüya olsun istiyordum. Her sabah kötü bir rüya gördüm diyerek gözlerimi açıyordum ama hayat bunun bir rüya olmadığını yatağımın soğukluğuyla yüzüme vuruyordu.

 

Bugün dünden farklıydı. Bugün herkes Kahraman için konakta toplanacaktı. Kahraman için yemekler yenecek, dualar okunacaktı. Çünkü bugün onun nefesi kesileli tam 40 gün olmuştu. O tam 40 gündür toprağın altında yatıyordu. Ve ben hâlâ onun mezarına gitmemiştim. Nerede olduğunu bilmiyordum ve kimse de bana mezarlığa gitmeyi teklif etmemişti. Ben de kimseden isteyememiştim. Zaten kimden isteyebilirdim ki? Herkesten kaçarken nasıl bunu isterdim?

 

Acaba Kahraman üzülüyor muydu? 40 gündür onu ziyarete gitmedim diye daha da kırılıyor muydu bana? Elbette kırılıyor olmalıydı. Üzülüyor olmalıydı. Ben olsam çok üzülürdüm. Bir kez daha iç çektim. Her iç çekişimde yüreğimden bir şeyler kopuyormuş gibi hissediyordum.

 

Yatağın üzerinden kalktım usulca. Aşağıya inmek zorundaydım. Bugün bu odaya kapanamazdım. Üzerimde siyah bir elbise ile siyah bir şal vardı. Siyahtan nefret eden Belkıs, siyahlara bürünmüştü. Odanın kapısına geldiğimde arkamı döndüm ve odamıza baktım. Kahraman ile benim odama. Kaybettiğim kocam ile benim odama...

 

Odadan çıktım. Adımlarım ileriye doğru gitse de yüreğim geriye gidiyordu. Bugün diyecekleri laflardan korkuyordum. Kahraman'ın ölümünden utanmadan diyecekleri laflardan çok korkuyordum. Diyeceklerini de biliyordum. Ortada türlü lafların dolaştığından da haberdardım. Tüm köy birlik olur, beni bu evde bir başıma barındırmazlardı. Sanki benim namusumdan sorumlu olan onlardı. Yüzlerine baka baka bağırmak isterdim ama yapamazdım.

 

Odadan çıkan bedenim merdivene doğru giderken gözlerimi karşıya diktim. Korkut'un odasına. Korkut da üzülüyordu. Bunu yüzünden bile anlayabiliyordum. Bu evdeki herkes gibi onun da bedeni çöküyordu. Beni suçlasa bile belki de içten içe kendisini suçluyordu. Bunu bilemezdim ama tahmin ediyordum. Bana olan nefretinin sebebini anlamasam da böyle çökmesinin sebebini anlıyordum. Daha doğrusu tahmin ediyordum.

 

Onun odasındaki bakışlarımı önüme çevirdim. Koskoca avluya baktım. Gözümün önüne yine onun silueti geldi. Avluda yürüyen bedenini görür gibi oldum. Gülümsedim. Ta ki bir ses duyana kadar. "Belkıs, ne yapıyorsun orada?" Bu ses Gülendam ablanın sesiydi. Merdivenin başından bana sesleniyordu. Kafamı iki yana sallayıp kendime geldikten sonra usul usul merdivenleri indim. Gülendam abla yüzüme baktı. Endişeliydi bakışları. "İyi misin?" diye sordu ama bu soru tamamen boş bir soruydu. Nasıl iyi olabilirdim ki? Bunun imkânı var mıydı? "Gelen oldu mu?" Ona cevap vermeyerek aklımdaki soruyu sordum. Saat daha çok erkendi ama gelmiş olabilirlerdi. Gülendam abla kafasını iki yana salladı.

 

Ona başka bir şey demeyerek yanından geçtim. Arka bahçeye gidecektim. Günlerdir en çok gittiğim yer orasıydı. Oraya oturuyor, hayvanları izliyordum. Hatta arada sırada bir kedi geliyordu ve onu seviyordum. Korkut'un köpeği kediyi görünce havlasa da kediyi kucağıma aldığımda susup bizi izliyordu. Eskisi gibi o köpekten de korkmuyordum. Belki bağlı olmasa korkardım ama bağlıyken korkmuyordum.

 

Tahta kapıyı iterek toprağa ayağımı bastım. Son zamanlarda sık sık bahçede olduğumun evdekiler farkında mıydı bilmiyordum. Toprakta yürüyerek birkaç adım atmıştım ki adımlarım durdu. Sanırım bahçede yalnız değildim. Duyduğum sesler ise Korkut'tan başkasına ait değildi. Zaten o olmasa kim olurdu bu saatte?

 

Duvara yaslandım. Buradan çıkıp gitmem gerekiyordu ama gidemiyordum. Sadece kısık sesini duyuyordum. Ne o beni görebiliyor ne de ben onu görebiliyordum. Kulak kabarttım sesine. Dinlemek istedim. Ne dediğini, kimle konuştuğunu duymak istedim. "Ben ne yapacağım oğlum?" Sesi öyle bitkin çıkmıştı ki, Korkut'u hiç böyle güçsüz bir sesle duymamıştım. Ne olursa olsun kendinden emin olurdu hep. Ama bu kez öyle değildi. Sesinden de anlaşılıyordu yorgunluğu.

 

"Ben bu yükü nasıl kaldıracağımı bilemiyorum Kara." Köpeği havladı. Sadece bir kez. Acaba köpeği ona cevap mı veriyordu? Korkut'un kaldıramadığı neydi? Abisinin ölümü müydü? "Abim neden böyle yaptı bilmiyorum. Bana bıraktığı bu yükü kaldıramıyorum." Kahraman ne yapmıştı? Sesi sitemkardı. Kahraman kötü bir şey mi yapmıştı? Yapmışsa bile bugün bunu konuşmanın günü müydü? Iç çekişini hissedince nefesimi tuttum. "Kara, ben çok kötü hissediyorum."

 

Gözlerim dolarken geriye doğru adımladım. Bu anlar özeldi. Korkut bu sözleri kimsenin yanında söylemezdi. Onu dinlememeliydim. Yaptığım şey çok yanlıştı. "Derin bir çukura düştüm. Kimse de bana yardım etmiyor." Onun bu kadar dertli olma sebebi neydi? Kahraman'ın ölümü olamazdı. Kahraman'ın ölümü ona bu sözleri söyletmezdi. Bilmediğim bir şeyler vardı. Bahsettiği şey her ne ise bilmiyordum.

 

"Ben bu köyü terk etmek istiyorum ama onu bile beceremiyorum Kara. Gitmek istedim, abimi kaybettim. Tekrar istesem kim bilir neler olacak? Zaten gidemem. Gitmek yasak artık bana." Kalbim hızlandı. Neyden bahsettiğini bilmesem de çok merak etmiştim. Aynı zamanda da korkmuştum. Şu an konuştuklarını işittiğimi bilse bana çok kızardı. Onun sinirini sevmiyordum. Korkutucu oluyordu. Ölesiye korkmasam da ürküyordum. O yüzden sinirini istemiyordum. Zaten üzerimde nefreti varken bir de sinirini istemiyordum.

 

Arkamı dönerek minik adımlarla kapıya doğru yürüdüm. Ona duyurmadan bahçeden çıkmak istiyordum. Kapıya gelince de yavaşça kapıyı açtım ve çıktım. Neyse ki beni fark etmemişti. Bir de onunla uğraşamazdım.

 

Avluya girdiğimde kimseyi göremedim. Mutfağa doğru dönüp kapısından içeri girdim. Saniye mutfaktaydı. Onunla aram iyi olmadığı için tek kelime etmeyerek mutfaktan çıktım. Ne yapacağımı bilemeyerek öyle avluda dikildim. Bu evdeki vasfım neydi benim? Şu an ne yapmalıydım mesela?

 

Karşı odaya bakarken gözlerim doldu. O odadan çıkan Kahraman canlandı gözlerimin önünde. Ona âşık değildim ama onu çok sevmiştim. Çok sevdiğim bir insanın hayata veda etmesi ise kalbimi çok acıtıyordu. Nasıl acıtmazdı ki? Tek varlığımdı. Kocamdı ama her şeyimdi. Ona âşık olamasam da her şeyimdi.

 

Derin bir soluk çektim içime. Kendimi defalarca kez uyarmıştım. Ağlamam bir işe yaramıyordu. Kahraman da ağlamamı istemezdi. Ağlamamalıydım. Tam yerimden hareketleniyordum ki ardımdaki kapı açıldı. Yerimde durdum. Gelen Korkut'tu. Hem nefret ettiğim hem de delice sevdiğim adam. Bu aralar nefretim sevgime galip geliyordu. Onun suçu olmadığını bilsem de onu suçluyordum. Adım seslerini işittim ama kımıldamadım.

 

Yanımdan geçtiği vakit derin bir nefes aldım. Ondan başka kimseden bunu isteyemezdim. "Korkut." Bir anda durdu. Ona sesleneceğimi düşünmemiş olmalıydı. Ben bile düşünmüyordum. Az evvel duyduğum sözleri yüzünden ondan kaçmak istiyorken bir anda ona seslenmiştim. Ondan bunu istemek aklımda bile değildi. Bana döndü. Yüzüne baktım. Uzamış sakallarına çarptı gözüm. Ama fazla oyalanmadım orada. Gözlerine baktım.

 

"Ne var?" diye her zamanki kaba tavrıyla konuştuğunda gülmek istedim. Ama içim Kahraman için ağlarken nasıl gülebilirdim ki? İçimde öyle bir acı vardı ki şu an Korkut'a bakıyorum diye heyecanlanamıyordum bile. Önceden olsa tir tir titriyor olurdum. Ama şimdi her şey çok daha farklıydı. "Senden bir şey isteyebilir miyim?" Sesim gayet sakindi. Onunla yaptığımız son konulma ile karşılaştırıldığında çok sakindim. O günü hatırlamak istemiyordum.

 

Korkut kaşlarını kaldırdı. Tek bir söz etmedi. Konuşmam gerektiğini anlayıp ağzımı araladım. "Beni ona götürür müsün? Mezarına..." Korkut dediklerimle birlikte gerildi. Kaşları çatıldı. Zaten ne zaman kaşlarını çatmadan durabilirdi ki? "Kendin git." deyip dönmüştü ki sessizce konuştum. "Mezarını bilmiyorum ki."

 

Eşimin mezarını bile bilmiyordum. Daha ne kadar kötü bir durumda olabilirdim? "Korkut, lütfen." Birkaç adımla yanına vardım. "Beni bekliyordur. Çok üzülüyordur." Korkut her kelimemle daha da kasılıyordu. Önüne geçerek yüzüne baktım. "Başka kimden isteyebilirim bilemedim. Ya da bana mezarının yerini tarif et kendim gideyim." Korkut derin bir soluk çekti içine. "Tamam."

 

Mutlu oldum. Ona gideceğim için mutlu oldum. Ona gitmeyi çok istiyordum. Onun bana olan kırgınlığı ben ona gitmedikçe artıyordu, buna emindim. Gözlerim dolarken Korkut'a baktım. "Teşekkür ederim." Korkut'un yüzünde mimik oynamadı. "Ne zaman gitmek istiyorsun?"

 

"Şimdi." Hemen gitmek istiyordum. Tek bir saniye bile beklemek istemiyordum. En azından mezarına dokunabilmek istiyordum. Ben onu duyamasam da ona konuşmak istiyordum. Beni affetmesi için ondan defalarca kez özür dilemek istiyordum.

 

Korkut kafasını salladı. "Tamam, yürü." Deyip yürümeye başladı. Arkasından onu takip ettim. Kimseye söyleme lüzumu duymamıştım. Zaten çok erkendi. Kimse yokluğumuzu bile fark etmezdi. Bizi yan yana gören olursa kötü olabilirdi ama sabahın bu saatinde kimsenin bizi göreceğini sanmıyordum.

 

Mezarlık konağa fazla uzak değildi. Zaten konak da köyün bir ucundaydı. Korkut önde ben arkasında evden çıktık ve yürümeye başladık. Kahraman'a gittiğim için mutlu olsam bu gerçek bir mutluluk değildi. Çünkü onun dirisine değil ölüsüne gidiyordum. Hissettiğim şeyleri anlatmam mümkün değildi ama inanılmaz üzgündüm. Kalbimde büyük bir acı vardı ve bu acı ömrümce yakamı bırakmayacak gibi görünüyordu. Derin bir nefes aldım.

 

Mezarlık görünmüştü. Korkut ise duraklamıştı. Arkasını dönerek yüzüme baktı. Girişin sağından git az ileride o var." deyip yutkundu. "İsmi yazıyor zaten." Onun gibi ben de yutkundum. Hazır mıydım buna? Öldüğünü bilsem de kabullenmeyip her sabah onu görmek umuduyla uyanıyordum. Şimdi mezarını gördüğümde öldüğü kesinleşecekti. Art arda defalarca kez yutkundum.

 

"Sen neden gelmiyorsun?" Bunu sormaya hakkım olmasa da sordum. Korkut gözlerini gözlerimden kaçırdı. "Hadi git." dedi. Derince iç çektim. "Korkut, ben okuma yazma bilmem." dedim. Okuma yazma bilmeyen bir insan onun mezarındaki yazıyı nasıl okuyacaktı ki? Korkut dediklerime karşı kafasını salladı ve bana yine sırtını dönüp önümden yürümeye başladı. Peşine düştüm. Adımlarım sanki geri geri gidiyordu. Kalbim ise göreceğim gerçeklerin bilinciyle kasılıyordu.

 

Mezarlığın kapısından girdiğimizde ayaklarıma baktım sadece. Ben mezarlıklardan korkardım. Ve şimdi mezarlığa en sevdiğim insanlardan birisini ziyarete gelmiştim. Hayat kim bilir bana daha neler yaşatacaktı? Korkut sağa döndüğünde hızlıca ona yakınlaşarak yürüdüm. Aramızda 1 adımdan daha az vardı. İçimdeki korku yüzünden ona yakınlaşmıştım.

 

Biraz sonra Korkut durdu. Nefesimi tutup bakışlarımı kaldırdım. Bana bakıp eliyle ileride duran beyaz taşlı mezarı gösterdi. Görmemle birlikte burnum sızladı ve gözlerim yandı. Gözlerimi üst üste kırpıştırdım. "O-o mu?" diye titreyerek ve kekeleyerek sordum. Gerçekten orada toprağın altında mıydı? Ben yumuşacık karları bedenimde taşıyamamışken o nasıl sert toprağı üzerinde taşıyacaktı ki?

 

"C-canı acıyordur." diye fısıldayıp mezara doğru gittim. Korkut arkamda kalmıştı. Mezarın başına varınca taşa dokundum. Ellerim titriyordu. "Kah-kahraman..." dedim iç çekerek. Yanaklarım çoktan ıslanmıştı. Taşa dokunan elimi çektim. Yürüdüm ve taşın karşısına geçtim. Başı bu tarafta mıydı yoksa karşıda mıydı? "Ben geldim." dedim sessizce.

 

Toprağına eğilerek dokundum. "Özür dilerim, geç kaldım." Keşke bana gülümseyen yüzünü görme şansım olsaydı şu an. "Özür dilerim Kahraman." Toprağına dokunurken yavaşça taşına oturdum. Buraya oturmam günah mıydı acaba? Ya da ayıp... Ama Kahraman bana kızmazdı ki? Taşına oturdum diye hiç kızmazdı. Ağzımdan kaçan hıçkırığa engel olamadım. "Beni bir başıma bıraktın Kahraman."

 

Toprağına dokunarak konuşuyordum. Daha geçen gün kanlı canlı olan adamın şimdi toprağına dokunuyordum. Toprak onu içine almıştı. Çok erken almamış mıydı? Kahraman ölmek için fazla iyiydi. Karların altından çıkması gereken kişi oydu, ben değildim. "Kırgın mısın bana?" diye fısıldadım. Gözlerim Korkut'a çevrildi. Bana yine sırtını dönmüştü. "Sana bile onunla geldim. Özür dilerim Kahraman." Yanaklarımı elbisemin koluna sildim. "Affet beni Kahraman." Hıçkırığımdan omzum sarsılıyordu.

 

Bana cevap vermiyordu. Artık hiç sesini duyamayacak mıydım? Ama bu bana verilmiş çok büyük bir acıydı. Belki de benim günahımın cezası da onsuz kalmaktı. Allah bana bu cezayı vermişti. Peki ben ceza alacak ne yapmıştım? Sevmiştim. Kocamın kardeşi olacağını bilmediğim bir adamı sevmiştim. Burada suçlu ben miydim?

 

"Beni affetmenden başka bir şey istemem senden." deyip tuttuğum toprağını bıraktım. İç çekip ayağa kalktım. "Sana olan sevgime inan Kahraman. Ben seni çok sevdim, seveceğim de. Eğer gitmeseydin belki de sana âşık olacaktım. Ama sen kaçtın. Sen beni bu dünyada yapayalnız bıraktın. Kolsuz kanatsız kaldım. Kimsesiz kaldım Kahraman. Şimdi kim Koruyacak beni? Kim yanlışlarıma rağmen yüzüme gülecek? Ömür boyu kendi kendimi ayakta tutmaya çalışacağım ben. Ömrüm boyunca özür dileyeceğim senden. Ömrüm boyunca da kızacağım sana. Gittin diye çok kızacağım."

 

Yanaklarımı tekrar sildim. Sustum bir süre. Dediklerimi düşündüm. Sonra tekrar ağladım. Ona dediklerim için pişman oldum. "Sen bilerek gitmezsin ki." dedim acı dolu sesimle. Gidişinin beni böyle derinden etkileyeceğini bir gün olsun düşünmemiştim. Aslında ben onun gideceğini hiç düşünmemiştim. Asla gitmeyip benimle kalacağına inanmıştım. "Özür dilerim." Kaçıncı özrümdü bu?

 

Geriye doğru birkaç adım attım. Mezarından uzaklaştım. Ellerim açtım ve okumam gereken sureleri okuyup dua ettim. "Temiz kalbini çok özleyeceğim Kahraman. Her gün seni bekleyeceğim." deyip arkama döndüm ve Korkut'a baktım. Bana dönmüştü. Göz göze geldiğimizde önüme döndüm hızla. Hâlâ ona baktığımda heyecanlanıyordum ve bunun Kahraman'ın yanında yaşanmasını istemiyordum. "Allah inşallah seni cennetine almıştır." deyip son gözyaşımı da sildim ve arkamı döndüm.

 

Bu kadardı işte. Ona veda etmiştim. Özrümü dilemiş ve ondan ayrılmıştım. Bundan sonra ne olacaktı bilmiyordum ama ben son nefesime kadar ondan özür dileyecektim. Ömrüm boyunca böyle bir adamı kaybettiğim için üzülecektim. Korkut ona doğru geldiğimi görünce yüzümü inceledi ve arkasını döndü. Mezarlıktan ilk o çıktı. Ardından da ben çıktım.

 

Yürürken arkamı dönüp tekrar mezarlığa bakmıştım. Kocamı arkamda bırakmıştım. Koskoca adam toprağın altına girmişti ve artık yanımda olmayacaktı. 40 gün olsa bile bu bana garip geliyordu. Nasıl olabilirdi böyle bir şey? Bir insan varken bir anda nasıl yok olabilirdi? "Korkut." diye cılız sesimle konuştum. Merak ettiğim şeyler vardı. Sormak istiyordum.

 

Korkut yine durup bana döndü. Bir şey demeden yüzüme baktı. "Kahraman." dedim yine cılız bir sesle. Nefesim kesilir gibi oldu. O anları hatırlamak nefesimi kesmişti. "Karın altından çıktığında..." dedim ve devamını söyleyemedim. O kelimeyi dilime alamadım. Korkut dediklerimle kaskatı oldu. Çenesi gerildi. "Önce sen, sonra o çıktı." dedi sessizce. "Çıktığında yaşıyor muydu?" diye sordum. Diğer kelimeyi söyleyememişti. 4 harflik kelime ağzımdan çıkmamıştı. Korkut elini yumruk yaptı. Onun için de bunları anlatmak zor olmalıydı.

 

"Çıktığında yaşıyordu. Hatta benimle konuştu." Gözleri sinirle kararmıştı. "Ama sen nefes almaya devam ederken o edemedi. Gözleri kapandı." Kalbim bir bıçakla ince ince çiziliyordu adeta. Bu sızının başka bir anlamı olamazdı. Kahraman o kar kütlesini sırtlayamamıştı. Ben bu minicik bedenimle sırtlamıştım da o nasıl sırtlayamamıştı? Allah onu çok sevmişti de bir an evvel yanına mı almak istemişti?

 

"N-ne konuştunuz?" Onun son sözlerini işiten ben olmak isterdim. Onu gördüğüm en son an arabanın içerisindeki halimizdi. Arabadan çıktığında peşinden çıkmıştım ama onu göremeden çığın altında kalmıştı? Onun üzerine daha fazla kar mı yüklenmişti de canını almıştı? Ben yaşamıştım da o nasıl yaşayamamıştı? Korkut derin bir nefes alıp ileriye dikti bakışlarını. "Benimle ilgili bir şey söyledi mi?" diye devam ettim soru sormaya.

 

Korkut gözlerini gözlerime çevirdiğinde yine sinirle ve nefretle bakıyordu gözüme. Onun nefretini kazanacak ne yapmıştım acaba? "Söyledi." dedi ve yürümeye başladı. Hızla hareketlenip kolundan tuttum. Bunu söyleyip gidemezdi. "Ne dedi?" Korkut kolundaki elime baktığında korkarak parmaklarımı açtım ve geri çekildim. "Söyle lütfen." dedim gözlerine ürkek bir şekilde bakarken. Korkut burnundan soluk verdi. "Seni kurtarmamı söyledi."

 

Ama bilmiyordu ki ben ondan önce çıkmıştım karın altından. Kurtarılması gereken oydu. Gözlerim buğulanırken başımı salladım. "Başka bir şey demedi mi?" Korkut kafasını hızla iki yana salladı. "Yürü eve." dedi ve tekrar yürümeye başladı. Benimle geçirdiği her saniye Korkut'un gözünde israf olmalıydı. Yoksa ne diye böyle aceleci davranacaktı ki?

 

Korkut'un peşinden hızlı adımlarla giderken Korkut bir anda durdu ve bana baktı. Olduğum yerde kalakaldım. "Sen eve git." dedi. Kafamı salladım. Zaten başka nereye gidebilirdim ki? "Tamam." dedim sessizce. Sonra yollarımızı değiştirdik. Konak birkaç sokak ötedeydi. Gelmiş sayılırdım. Korkut sol tarafa saparken ben de direkt yürümeye devam ettim. Eve gittiğimde acaba nerede olduklarımı soracaklar mıydı? Korkut ile mezarlığa gittim dersem yanlış anlarlar mıydı? Bunda yanlış anlaşılacak ne vardı ki?

 

Biraz sonra konağın olduğu dar sokağa girdim. Konağın önünde insanları gördüm. Gelmiş olmalılardı. Onun için. Onun ölümünün 40. günü için... Nasıl geçmişti bu 40 gün? İnanasım gelmiyordu. Daha dün gözlerime bakıyormuş gibiydi.

 

Konağa yaklaştığımda birkaç göz bana değdi. O an iyi ki Korkut yanımda değil dedim. Eğer yanımda olsaydı neler derlerdi... İnsanlara olan nefretim her geçen gün artıyordu. İyi olmadıkları sürece de artmaya devam edecekti. Konağın kapısına geldiğimde kadınlardan ikisi bana baktı. Acıyarak baktı hem de.

 

"Başın sağ olsun Belkıs." dediklerinde öylece kalakaldım. Ben bu sözü ilk kez işitiyordum. İlk kez bana birisi bu sözü söylemişti. Kalbim sızlarken başımı salladım ve hızla avluya girip kendimi mutfağa attım.

 

Başın sağ olsun Belkıs...

 

İç çektim. Mutfakta çalışanlar dışında birkaç kadın daha vardı. Onları tanımıyordum. Gülendam abla yanıma geldi. "İyi misin kızım?" diye sordu kolumdan tutarak. Derin bir solukla birlikte başımı iki yana salladım. "Değilim." O söz beni derinden yaralamıştı. Mezarından dönmüştüm. Evet, ölmüştü. Bunu biliyor ve kabul ediyordum ama işitmek istemiyordum. Onun ölümünü doğrulayan şeyleri duymak ve işitmek istemiyordum.

 

"Gel otur şöyle." derken beni yer minderine oturttu. Art arda derin nefesler alırken elimle kıyafetimin yakasını çekiştirdim. Öldüğünü günler sonra öğrendiğim için ölüm günündeki kalabalığa şahit olmamıştım. Şahit olmadığım için de böyle sözlere maruz kalmamıştım. Bu bana ağır gelmişti. O sözler canımı acıtmıştı.

 

Oturduğum yerde ayaklarımı izlemeye devam ederken bir ses duydum. Duyduğum bu sesle heyecanlandım. "Belkıs." Biricik arkadaşımın sesiydi. Evlendiğim günden bu yana sesini ilk duyuşumdu. Ben kafamı kaldırmadan o önüme eğildi. "Ayşen." deyip kollarımı ona sardım ve gözyaşlarımı saldım. Ağlamazsam delirirdim galiba. Ayşen kollarını bana sımsıkı sarıp başımdan öptüğünde iç çektim. "Güzel Belkıs'ım." deyip başıma art arda öpücükler bıraktı.

 

Geriye çekildiğinde yüzünü inceledim. Onu çok özlemiştim. Ayşen benim tek dostumdu. "Senin için çok korktum." dedikten sonra yanlış bir şey demiş gibi duraksadı. "Başı-" Aceleyle sözlerini kestim. "N'olur bana o sözleri söyleme." Söylemedi. O sözler bana her şeyden ağır geliyordu. Gerçeği tokat gibi yüzüme çarpıyordu. "Gelin, ayağa kalk." Nuriye halanın sert sesiyle mutfaktaki herkes durmuştu sanki. Kafamı kaldırıp baktığımda bana bakıyordu. "Kalk ayağa." dedi tekrar. Dediğini yapıp ayağa kalktım ve gözlerimi sildim.

 

"Yanıma gel." deyip mutfaktan çıktı. Ayşen'e bakıp mutfaktan çıktım. Burnumu çektim ve nefes aldım. Nuriye Hala bahçe kapısının önünde beni bekliyordu. Yanına gittim. Sert bakışlarıyla gözlerime baktı. "El aleme karşı böyle görünmen iyi bir şey değil Belkıs." Ellerimi birbirine bağlayarak başımı eğdim. "B-ben kaldıramıyorum." Nuriye hala çenemden tutup başımı kaldırdı. "Ben de senin yaşlarındayken kocamı kaybettim Belkıs." Nefesimi tutup yüzüne baktım. "Acısını bilirim ama el aleme kendini zayıf gösterme. Sen adın Belkıs. Belkıs gibi davran. Bizim yanımızdayken de yalnızken de acını yaşa ama el aleme gösterme."

 

Kafamı iki yana salladım. Gözlerimdeki yaşlardan dolayı onu puslu görüyordum. "Ben o kadar güçlü değilim." Nuriye hala elimi tuttu. "Her kadın güçlüdür."

 

Nuriye halanın tavrı garibime gidiyordu. O normalde beni bu kadar önemsemezdi. "Hala..." dedim fısıldayarak. "Ben yapayalnız kaldım." Nuriye hala yüzümü dikkatle inceledi. Gözlerimi kaçırdım. "Sen hâlâ bu konağın, Şanlıkanların gelinisin." Kafamı salladım. Ama yine de yapayalnızdım. "Kahraman seni böyle güçsüz görmek istemezdi. Kendin için değilse bile onun için başını dik tut."

 

Kahraman böyle olmamı elbette istemezdi. Zaten ben de böyle olmak istemiyordum ama çok canım yanıyordu. "Bana olan bakışları ağrıma gidiyor." Nuriye hala sert bakışlarından taviz vermedi. Tuttuğu elimi sıktı. "Sana birçok laf söyleyecekler Belkıs. Çoğu kalbini kıracak, seni ağlatacak... Ama tüm bu sözlere rağmen ayakta kalmayı bilmen lazım. Kişinin dayanağı kendisidir. Sen kendi kendini yıkarsan bir daha ayaklanamazsın."

 

Dedikleri beni etkilerken gözyaşlarım durmuştu. "İstersen çık odana. Kimse sana tek kelime etmez. Çık odanda ağla ama milletin içinde kendini böyle gösterme. Güçlü ol. Eğer güçlü olursan arkandan bile konuşamazlar Belkıs. Güçlü ol ki canını acıtacak şeyler duyma." Benim bir şey dememe izin vermeden gitti. Kapının önünde birkaç saniye durdum ve arkamı döndüm.Güçlü olmalıydım. Nuriye hala dediklerinde haksız değildi.

 

Mutfaktan çıkan Ayşen yanıma geldi. "İyi misin?" diye sordu. Kafamı salladım. "İyi olmak zorundayım." Ayşen tekrar bana sarıldı. "Sen nasıl geldin?" diye sordum. Konuyu değiştirmek istiyordum. "İbrahim getirdi." Eşi biraz kısıtlayıcı birisiydi. Evlendiğinde bize bile gelememişti. Bir şey diyemezdim. Buradaki her erkek öyleydi. Kahraman öyle değildi. Gitmek istesem kendisi götürürdü. Gözlerimin önüne gülen gözleri gelince kendimi tutamayıp gülümsedim.

 

"İçeri geçecek misin?" diye sorduğunda başımı iki yana salladım. Kadınların içinde oturmayı hiç istemiyordum. Avludan geçen kadınlar bana böyle bakıyorken içlerine otursam nasıl bakarlardır kim bilir...

 

"Odama çıkalım mı?" diye sordum Ayşen'e. Biraz olsun Ayşen'le dertleşsem içim rahatlardı. Ayşen kafasını sallayınca yan yana merdivenlere gittik ve yukarı çıktık. Ayşen normal şartlarda çok neşeli bir kızdı ama şu an bulunduğumuz durum asla normal değildi. Odamın önüne geldiğimizde nefesimi tuttum.

 

40 gün önce odamızken şimdi odam olmuştu...

 

Odamın kapısını açıp içeri girdim. Ayşen de peşimden girip kapıyı kapattı. Yatağa oturmadan başımdaki şalı çıkardım ve saçlarımı açtım. Başım ağrıyordu. Yatağa oturup Ayşen'i çağırdım. O da yanıma oturdu. Yüzüne baktım ve bir şey sordum. "Ayşen ben ne yapacağım?" Ayşen gözlerime bakıp yutkundu. "Ben de bilmiyorum Belkıs'ım." İç çekerek onun dizlerine kafamı yasladım. Ayşen saçlarımı okşamaya başladı.

 

"Evlendiğim gün mutlu olacağıma o kadar emindim ki Ayşen... Şu halime bak." Ayşen sessiz kaldı. Beni dinleyecekti. Gözlerim yanıyordu. Gözlerimi sımsıkı kapattım. "Sana anlatamadığım o kadar çok şey yaşadım ki Ayşen. Anlatsam sen bile halime ağlarsın." Ayşen'in saçlarımı okşayan eli durdu. "Anlat." dedi. Sesi korkulu çıkmıştı.

 

"Ayşen ben kocamı sevemedim." Ayşen'in nefesini tuttuğunu hissettim. "Evlendiğim gün sevdiğim adamla evleniyorum zannettim. Günlerce evleneceğimi zannettiğim adamı hayal ettim." Ayşen'e baktım. Şaşkınca dinliyordu beni. "Bana kimse evleneceğim adamın adını söylemedi." Gözümden akan iki damla yaşı hızla sildim.

 

"Ben günlerce Korkut'u hayal ederken düğün günümde Kahraman'ın koluna girdim Ayşen." Ayşen donakalmıştı. "S-sen ne diyorsun?" Gözlerimi sildim. "Günlerce Ayşen, hatta haftalarca ben Korkut'u hayal ettim. Onunla evleniyorum zannettim." Ayşen'in de gözleri dolmuştu. "Bu nasıl olur?" diye fısıldadı.

 

"Sanki hayat bana asla mutlu olmayacaksın diyor gibi. Korkut'u sevdim ama abisiyle evlendim. Kahraman öyle iyi bir adamdı ki sana anlatamam Ayşen. Her şeye rağmen bana gülümsedi. Hatta gerçekleri öğrenince bile beni yanında tutmaya devam etti." Ayşen saçlarımı alnımdan geriye çekti. "Nasıl gerçekleri?" diye şaşırarak sordu. "Kardeşine âşık olduğumu biliyordu."

 

Ayşen hızla beni kucağından kaldırdı. "Seni yanında tutmaya devam mı etti?" Buğulu gözlerimle başımı salladım. "Belkıs bunu kimse kabul etmez." Gülümsedim. Güzel yüzünü hayal ettim. "Kahraman kimse değildi ki." Ayşen kocaman olmuş gözleriyle yüzüme bakıyordu. "Sanki beni az da olsa mutlu etsin diye Allah onu bana gönderdi ve ben değerini bilemeyince onu benden aldı."

 

Ayşen ellerimi tuttu. Yüzüme acıyla bakıyordu. "Senin bir suçun yok ki Belkıs'ım." Kafamı iki yana salladım. "Ona hak ettiği değeri vermedim Ayşen. O da gitti." Ayşen kafasını iki yana salladı. "Kardeşini sevmen de onunla evlenmen de senin suçun değil canım benim." deyip kollarını bana sardı. "Ne çok acımış senin kalbin." Burukça gülümsedim. Nefes aldıkça kalbim acımaya devam edecekti.

 

"Ben kendimden nefret ettim." Konuştuğumda başımı öptü. "Sakın Belkıs. Yemin ederim sen suçsuzsun." Gözümden akan yaş ağzıma girerken tuzlu tada yüzümü buruşturdum. "Kocasının kardeşine âşık olan birisi nasıl suçsuz olur Ayşen? Ben hem suçluyum hem de günahkârım." Ayşen ellerini yanaklarıma koyarak yüzüme baktı. "Sen Korkut'u evlendikten sonra sevmedin. Eğer evliyken bunu yapsaydın seni korumazdım ama sen onu sevdiğinde baba evindeydin."

 

Ayşen'in dedikleri doğru olsa bile kendimi suçluyordum. "Korkut dedi ki, Kahraman'ı ben öldürmüşüm. Onu mutlu etmediğim için o yola çıkmış." Ayşen kaşlarını çattı. Sinirle baktı. Ayşen kolay kolay sinirlenmezdi. "Kocan o yola ne için çıktı?" Burnumu çekip konuştum. "Korkut şehire gidecekti. Gittiği yeri görmek için çıktı o yola." Ayşen başını sallayıp gülümsedi. "O abilik yapmak istemiş Belkıs. Sen onu sevsen de nasıl durdurabilecektin ki?"

 

Haklıydı. Haklıydı ama Korkut bunları öyle bir şekilde söylemişti ki suçsuz olduğumu bilsem bile onu suçluyordum. "Sen masumsun." Kafamı iki yana salladım. "Kahraman'ın mezarında bile Korkut'a bakarken kalbim hızlandı Ayşen. Masum değilim." Ayşen yüzümü tekrar tuttu. "Onu kalbine yerleştiren Allah, Belkıs. Elbet hepsinin bir nedeni var. Hem babaannen ne derdi bize; bu dünyada kıpırdayan yaprak bile bir sebeple kıpırdar. Sen onu boşa sevmedin. İllaki bunun da bir sebebi vardı."

 

"Ama ben onun abisiyle evlendim." Ayşen sessiz kaldı bu kez. Ne diyebilirdi ki? "Beni ikna etmeye çalışma boş yere. Ben suçumun farkındayım. Korkut'u sevmemeliydim. Hem benim neyime de âşık olurum ki? Ben kimim de evlenmeden birisini severim."

 

Ayşen kafasını kapıya çevirdi. Sonra geri bana baktı. Sanki söyleyecek sözler bulamıyordu. "Burada mı yaşayacaksın?" diye sordu. Konuyu değiştirdi. Konu değişse dahi ben söylediklerimin arkasındaydım. "Kayınbabam burada kalmak istersem kimsenin beni alamayacağını söyledi." Ayşen anlamamış bir şekilde baktı. "Babam beni almaya geldi. Ben de gitmek istemedim." diye açıkladım. Ayşen, babamı tanıyordu. Neden beni almak istediğini de anlamış olmalıydı.

 

"Madem arkanda duruyorlar sakın evine dönme." Kafamı iki yana salladım. "Gidersem eğer beni ilk gelen kişiye verir. Bu kadar acıdan sonra ne bir başkasının karısı olmaya ne de kuması olmaya katlanabilirim." Evlenip boşanmış birisini ya yaşlı adama verirlerdi ya da kuma olarak verirlerdi. Bu olay buraların bir kanunuydu.

 

"Ama milletin çenesi durmaz. Duyduğun sözlere sakın kulak asma." Nuriye halanın dedikleri aklıma geldi. Ben güçlü oldukça onlar ağzını dahi açmayacaklardı. Nuriye hala bunu yaşamıştı ki bana böyle bir tavsiyede bulunmuştu. "Kimsenin sözlerini umursamayacağım." dedim Ayşen'in dediklerine karşı. Hatta bana söz söylemelerine bile izin vermeyeceğim. Ayşen gülümsedi.

 

"Peki onu unutabilecek misin?" Bir anda kendime olan tüm güvenim tuz buz oldu. Onu unutabilir miydim? Korkut'a bir nefret besliyordum. Bana dedikleri yüzünden mi onu suçladığımdan mı bilmiyorum ama bir nefret besliyordum. Peki bu nefret onu unutmama yeter miydi? Unutabilir miydim? "Unutmak istiyor musun?" Ayşen cevap veremeyeceğimi anlayıp soruyu değiştirdi.

 

"Ayşen, ben onu unutmak için sevmedim ki." Ayşen derin bir soluk aldı. "Kim unutmak için sever ki? Var mıdır öyle seven?" Bir insan unutulmak için sevilmezdi ki. "Hem ben bu saatten sonra unutsam ne unutmasam ne Ayşen. Kendi kendime severim onu. Sonra da sevgimle birlikte ölürüm." Ayşen tek kelime söylemeden beni dinliyordu. Başım karşımdaki dolaba dönüktü. Oraya bakıyordum.

 

"Peki bir gün bu evde onun eşiyle yaşayacağının farkında mısın?" diyerek sessizliği bozduğunda kalbim sıkıştı. "Bir kadınla olan mutluluğunu izleyebilecek misin? Er ya da geç o da evlenecek. Hatta bu konakta onun çocuklarının sesleri olacak." Ayşen'in dediği her bir kelimeyle yerimde küçüldüm. Onun bir kadını sevmesine ve o kadından çocukları olmasına benim kalbim nasıl dayanırdı?

 

"Ayşen, anlatma bunları." dedim elimi kalbimin üzerine koyarak. Gerçek bir acı vardı kalbimde. Canımı acıtıyordu. "Ah be Belkıs'ım." deyip saçlarıma dokundu. "Ben anlatmasam ne..." diye mırıldandı. Bunlar yaşanacaktı. Ben bunların yaşanacağını aklımın ucuna getirmesem bile her biri yaşanacaktı. Onun karısıyla aynı evi paylaşacak ve hatta onunla konuşacaktım. O kadından nefret ettim. Öyle bir kadın şu an olmasa bile o kadından nefret ettim.

 

"Sanki her şey benim canıma kıymam için oluyor gibi. Ben bu kadar şeyi nasıl taşıyayım Ayşen. Bu ağırlık altında nasıl nefes alayım?" Ayşen bana döndü. Yüzüme baktı. "Eğer sen bu yükü taşıyamayacak olsan sana bu yük verilmezdi. Her zaman daha kötü durumlardaki insanları düşün Belkıs. Yaşadığın hiçbir şey canına bedel değil. Her şey geçecek. Belki bu dünyada geçmeyecek ama sen tüm bu acıların mükafatını alacaksın." Eğilerek yanağımdan öptü. "Sen karların altından çıkıp kurtuldun Belkıs'ım... Bunlardan da elbet kurtulacaksın."

 

Ayşen her zamanki gibi doğru konuşuyordu. Bu yüklerin bana verilmesinin bir sebebi vardı. Demek ki bu yükleri ben kaldırabilecektim. Bunu kendime hatırlatmalıydım. Ya da birisi hatırlatmalıydı. Bu bana hatırlatılmadıkça ben iyi olamazdım. En ufak bir şeyde buhrana kapılırdım. "Teşekkür ederim." dedim Ayşen'e bakarak. Ayşen gülümsedi. Onun gibi bir arkadaşım olduğu için şanslıydım. "Aşağıya inelim. Onun için okunan dualara ben de ortak olmak istiyorum." deyip ayağa kalktım ve saçlarımı toplamaya başladım. Topladıktan sonra da şalımı başıma taktım. Ayşen ayağa kalkıp yanıma geldi. "Emin misin?" Kafamı salladım. Elbette emindim.

 

Odamdan çıktık ve merdivenlerden indik. İçim az da olsa rahatlamıştı. Yaşadığım şeyleri birisine anlatmak beni rahatlatmıştı. Bazen insan içinde tuttukça daha da kötü oluyordu. İçimdeki o büyük fırtınayı anlatabileceğim kimsem olmadığından içten içe eriyordum. Ama artık sadece benim içimde değildi. Derdimi derttaşımla paylaşmıştım.

 

Merdivenlerden indiğimizle az ileride konuşan iki yaşlı kadın beni durdurdu. Dediklerine kulak kabarttım. İsmim geçiyordu. "Kızcağız bu yaşında dul kaldı, yazık valla." Ayşen'e baktığımda gerilmişti. "Gördün mü sen kızı? Maşallah pek de güzel." diyen başka bir kadındı. Karşısındaki kadın kafasını salladı. "Bıraksalar bir sürü isteyeni olur da yollamıyorlarmış baba evine." Bu insanlar bu kadar bilgiyi nereden alıyorlardı? Kendi hayatları yok muydu da bana karışıyorlardı?

 

"Göndermemelerinde de var bir şey. Boş yere gencecik kızı burada tutmazlar. Hem bebesi de yok. Olsa bile o çığ altında bebek sağ kalır mı?" Resmen karşımdaki iki kadın benim dedikodumu yapıyordu. Şaşkınlıkla izliyordum. "Vardır bir şey, vardır." Sinirle ileriye adımlıyordum ki Ayşen kolumdan tuttu. "Konuşacaklar." Derin bir nefes aldım. Susmayacaklardı. Tek yapmam gereken kulaklarımı tıkamaktı.

 

Ayşen ile birlikte büyük salona doğru yürüdük. Kadınlar da bizi görünce susmuşlardı. Kafamı eğmedim. Güçlü durmam gerektiğini söyledim kendime. Odadan gelen Kuran sesine kulak kabarttım. Kapıdan içeri girmemizle birçok yüz bize döndü. Ben ise karşıda oturan kayınvalideme baktım. Gözleri hâlâ yaşlıydı. Onun yaşadığı acıyı hiçbirimiz yaşamamıştık. Çok canı yanıyordu. Ayşen'in yanından ayrılıp kayınvalidemin yanına gittim. Yanındaki boşluğa oturup elini tuttum. Birbirimize sadece biz destek çıkardık. Kayınvalidem tuttuğum eline bakıp diğer elini de elimin üzerine koydu. Sonrasında sessizce okunan Kuran'ı dinledik.

 

Bende olan bakışların farkında olsam da kimseye bakmadım. Sessizce durdum. İçimden Kahraman'a dualar ettim. Onunla ilgili güzel anılarımızı kafamın içinde tekrar ettim. Onu özlediğimi tekrar ettim durdum. Özlesem de gelmeyeceğine ikna oldum. Ben bugün onun ölümünü kabullendim. Asla gelmeyeceğini aklıma kazıdım.

 

 

Konaktaki herkes nihayet gitmişti. Çoğunun dilinde dedikodum dolaşmıştı. Ama ben hiçbirine cevap vermemiştim. Dedikleri laflar da aynıydı. Burada durmamı anlayamıyorlardı. Bir neden arıyorlardı. Arasınlardı. Onlar umurumda değildi. Annem ve yengem gelmemişti. Babam göndermemiş olmalıydı. Son geldiğinde eli boş döndüğü için Şanlıkanlara sinirli olmalıydı.

 

Babam durmazdı. Tekrar geleceğine emindim. Beni almak istiyordu. Çünkü ben onun için para demektim. Allah bilir kim istiyordu beni. Arkamda kayınbabam oldukça bir şey yapamazdı. Kayınbabama güveniyordum. Hatta bu konuda Korkut'a da güveniyordum. Ben istemedikçe o da beni babama vermezdi.

 

Akşam üzeriydi ve hava soğumuştu. Soğuk havalardan nefret ediyordum artık. Özellikle de karlı havalardan nefret ediyordum. Onu benden alan her şeyden nefret ediyordum.

 

Gökyüzünü izliyordum. Bahçedeydim yine. Sabah oturmadığım için şimdi bahçede oturuyordum. Yanıma sarı bir kedi gelmişti. Hatta gelip kucağıma oturmuştu. Onun başını severken göğü izliyordum. Kapının yanına oturmuştum. Korkut'un köpeğine yakınlaşmak istememiştim. Beni görünce havlayacağını bildiğimden onun beni görmeyeceği bir yerdeydim.

 

"Bazen keşke ben de senin gibi bir kedi olsaydım diyorum." dedim kediye bakıp. Sonra gökyüzüne baktım. "Acı çekmiyorsundur sen." diye mırıldandım. Hayvanlar bizden daha mı şanslıydılar acaba? Bence öylelerdi. Tek dertleri yemek yemekti. Keşke benim de tek derdim o olsaydı.

 

Kapının açılmasıyla kucağımdaki kedi korkup kucağımdan atladı. Başımı kapıya çevirdim. Gördüğüm yüz Korkut'a aitti. Kalbim iznimi beklemeden hızlandığında kendime kızdım. Sabahtan beri eve yeni gelmişti. Beni görünce şaşırmadı. "Kara'yı alacağım." dedi bana bakıp. Yüzüne tepkisizce bakmaya devam ettim. "Buradan geçeceğiz. Sen korkuyorsun ya."

 

Buradan kalkmamı istiyordu. Korkuyordum ama o varken köpeğinden korkmazdım. Hep arkasına alırdı çünkü. "Git al." dedim sessizce. Yerimden kalkmaya niyetim yoktu. Hem ben artık o köpeğe de alışmıştım. Fazla korkmuyordum. Korkut önümden geçip gittiğinde Kara'nın havlamalarını işitip dizlerimi kendime doğru çektim.

 

Korkut köpeğini tutarak geldiğinde dizlerimi biraz daha kendime çektim. Köpek beni fark eder etmez art arda havlamaya başladı. Bu köpeğin benimle olan derdi neydi acaba? Korkut her zamanki gibi köpeği arkasına aldı. Sol tarafına köpeği alarak önümden geçti. Köpek ise hâlâ bana havlama peşindeydi.

 

Korkut tam kapıdan çıkacakken konuştum. "Köpeğini benden nefret etmesi için eğitiyor musun?" Korkut kafasını salladı. "Her gün senden nefret etmesi için ona seni kötülüyorum." Dudaklarımda buruk bir tebessüm oluştu. Önceden olsa bu sözlerine gülerdim ama aklımın köşesinden bana kendini hatırlatan Kahraman gülüşümün önüne geçiyordu.

 

"Senden başka herkese karşı mı böyle?" Korkut köpeğinin başını sevdi. "Aslına bakarsan senden başka herkese bana nasıl davranıyorsa öyle davranıyor." Köpek gerçekten benden nefret ediyordu. Korkut başka bir şey demeyeceğimi anlayıp kapıdan çıkıp gittiğinde ben de ayağa kalktım. Boş yere burada oturmaya devam etmeme gerek yoktu. Az önce yerimden kalkmayan ben o gider gitmez yerimden kalkmıştım. Hâlâ onu görmek için uğraşıyordum... Korkut'u ömrüm boyunca unutamayacaktım galiba.

 

Avluya çıktığımda Korkut'u kapıda gördüm. Ama hareket etmiyordu. Az açılmış kapıda dikiliyordu. Acaba kapıda birisi mi vardı? Merakla oraya bakarken kayınbabamın merdivenlerden indiğini gördüm. Bana baktı. "Gelen kim?" diye sordu. Kapı çalmış olmalıydı ki duymuştu. "Bilmiyorum."

 

Korkut'un sinirle kapıyı çarptığını duyunca korktum. Kayınbabam hızla oğlunun yanına gitti. "Ne oldu Korkut?" Korkut bana baktı, sonra babasına döndü. "Odada konuşalım." dediği vakit kapıya art arda vurulma sesleri geldi. Nefesimi tuttum. Korkut sinirle köpeğini bırakıp kapıya döndüğünde geriye bir adım attım. Şu an hem kapıdakilerden hem de bağlı olmayan Kara'dan korkuyordum.

 

Korkut hiddetle kapıyı açtı. Kapıdan içeri giren babamı ve bir adamı gördüm. Adamı tanıyınca nefesimi tuttum. Bu adam babamın beni vereceği adamdı. Eğer Kahraman olmasa evlendirileceğim adamdı. "Kapınıza gelenleri geri çevirmek de yeni adetiniz mi Cemşit Ağa?" diye konuşan adamla tüm bedenim gerildi. Neden gelmişti bu adam? Üstelik babamla birlikte gelmişti.

 

Korkut'a baktığımda sinirden burun deliklerinin hareket ettiğini gördüm. Çenesi öyle bir gergindi ki dişlerini sıkmaktan kıracağını düşündüm. "Biz kapımıza geleni çevirmeyiz Cihan Ağa da siz ne diye geldiniz bu saatte?" diye konuştu kayınbabam. Gelmelerinde hayır olmadığının farkındaydım. Korkuyordum. "Kapıda mı konuşacağız?" diye cevap veren adama kayınbabamdan önce Korkut cevap verdi.

 

"Gelişinizde bir hayır yok belli ki. Kötü şeyler olmadan çıkın gidin." Adam iğrenç bir gülüşle bana bakıp Korkut'a döndüğünde Korkut adama doğru gitti. Kayınbabam Korkut'u kolundan tuttu. Adam tekrar bana baktı. Midem bulandı bakışından. Korkut hırsla bir nefes aldığında adam ona döndü. "Konuşmaya geldik." diyen babamdı. Babam daha ne kadar gözümden düşebilirdi acaba?

 

"Bugün konuşma günü değil." diyen kayınbabamdı. "Oğlunun 40'ı çıkmadı mı bugün? Konuşma günü işte." diyen adama iğrenerek baktım. Neredeyse kayınbabam ile yaşıttı. Adam bana tekrar baktığında Korkut bağırdı. Hem de adamın yüzüne bakarak. "Belkıs odana çık!" Yerimde sıçrayarak hareketlendiğimde adamın gülüşünü işittim.

 

"Ne o Korkut? Abinin karısına mı göz koydun?" Duyduğum şeylerle bedenim kasılırken gözlerimi sımsıkı kapattım. Korkut bu sözlere karşı tepkisiz duramazdı. Daha ilk merdiveni çıktığım için onlara döndüm. Korkut babasından kolunu hırsla çekip adamın üzerine yürüdü ve ben ne olduğunu anlamadan yakasından tutarak adamı ileriye doğru sürüdü. Sırtını hırsla duvara vurdu. Adamın kilolu bir bedeni olmasına rağmen Korkut'a karşı dirençsizdi.

 

Kayınbabam oğluna doğru atıldı. "Korkut, dur oğlum." Adam Korkut'un omzundan bana bakmıştı. Gözlerimi kaçırdım. Korkut yakasını tuttuğu ellerini daha yukarı kaldırdı. "O gözlerini oydurma bana şerefsiz." diye tısladı. Adam Korkut'a baktı.

 

Merdivenlerden inip onlara doğru birkaç adım attım. O sırada evin diğer fertleri tek tek merdivenlerden inmeye başladılar. "Sen yaşından başından utanmıyor musun?" diye aynı şekilde tısladı. Siniri sanki lav olup koca konağı ateşe verecekti. Korkudan tir tir titriyordum. "Ben dul bir kadına talip olmaktan utanmam da sen abinin karısına göz koymaktan utanmaz mısın?" derken Korkut'u üzerinden ittirmişti ama Korkut daha da hırslanmıştı.

 

"O kız senin kızın yaşında şerefsiz." Babası Korkut'u kendisine doğru çektiğinde Korkut adamı bıraktı. "Şimdi çık git evimden, seni gebertirim." Adam yakalarını düzeltirken başını bir kez daha benden tarafa çevirdi. Sonra tekrar Korkut'a baktı. Evin kapısına doğru gitti. Babam da peşinden gitti. Elleri boş döndüler.

 

Korkut öyle sinirliydi ki elini koyacağı yeri bilemiyor gibiydi. Onun bu sinirine ben dahil hepimiz şaşkındık. Bu kadar sinirleneceğini hiç düşünmemiştim. Adamın dedikleri onu sinirlendirecek şeylerdi aslında ama gözlerinden ateş çıkacak kadar sinirleneceğini de düşünmemiştim.

 

Etrafında gezen köpeğini tutup evden çıkmasıyla korktum. Dışarıda başına bir şey gelmesinden çok korktum. Ama ne ben bu korkumu dile getirebilirdim ne de Korkut benim korkumu kâle alırdı.

 

*

Bölüm : 29.12.2024 00:18 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...