

Akşam yemeğimin son lokmasını tek başıma en sevdiğim tv programı eşliğinde yerken birden ev karanlığa gömülmüştü. Hayatta en nefret ettiğim iki şey vardı. Birincisi polisler ikincisi ise karanlıktı. Oldum olası karanlıktan nefret eden ben, ışıksız odada uyuyamaz, farlarım açık olmadan gece sokağa çıkmazdım. Nefretten de öte korkuydu benimkisi. Babam bir gece karanlığında kalp krizi geçirirken elim kolum bağlanmış, panik atak geçirmiştim. O sırada Cengiz'in yanımdaki varlığı kurtarmıştı beni.
Şimdi etraf zifiri karanlıkken paniğimin dalga dalga yükseldiğini hissedebiliyordum. Telefonumu nereye koyduğumu hatırlamıyordum. Telefonumu çaresizce karanlıkta oradan oraya çarpa çarpa ararken Cengiz'in bile yaptıklarını unutmuş, telefonumu bulsam yanıma çağıracak kadar paniklemiştim.
Oradan oraya kör bir halde titreyerek el yordamıyla telefonumu ararken önümde duran sehpadaki akşam yemeğinden kalan boş tabak çanağı gürültüyle yere indirmiştim. Çıkan gürültüye çığlığım eşlik etmiş, bir gram kalmış aklımı da yitirmek üzereydim.
Panik artık beni ele geçirmişti. Zifiri karanlıkta hala telefonumu bulmaya çalışıyordum. Zar zor nefes alıyordum. Evet, yolların korkusuz kahramanı Domino'nun en büyük zaafı karanlıktı. Kendimi kaybetmeden önceki son çıkıştaydım. Salonumdaki tekli koltuğun yanındaki lambaderin kablosuna takılmış ve büyük bir gürültüyle düşürmüştüm. Bununla birlikte son mantıklı yanım da uçup gitmişti. Kulaklarımda babamın can çekişen sesleri vardı. Dizlerim daha fazla beni taşıyamamış yere çömelmiştim. Bir histeri krizindeydim. Kendimi ileri geri hareket ettiriyor boğulurcasına boğazımı tutuyordum. Nefes almak güçleşmişti. Hıçkıra hıçkıra ağlıyordum.

Büyük bir gürültüyle evimin kapısı açıldığında korkum beni tamamıyla ele geçirmişti. Ellerimi kendimi karanlıktaki görünmez canavarlardan korumak için başıma sarmıştım.
"Geçti! Geçti sakin. Lilya?" Telefonunun flaşıyla aydınlanan sesin sahibine baktığımda o simsiyah gözleri görmüştüm. Bir ay kadar önce hayatımızın düzeninin içine sıçan bu adamın gözlerini gördüğüme bu kadar sevineceğimi söyleseler kıçımla gülerdim.
"Sakin ol. Derin nefes al. Güvendesin." Sesindeki rahatlatıcı tını giderek beni ele geçiren korku dalgasını yok ediyordu. Yanıma çömelmiş yüzüme düşen saçları geri itmişti.
Boynuna sarılıp tıraş losyonunun ve tertemiz hissi veren beyaz sabun kokusunun içime dolmasına müsaade ettiğime ben de şaşkındım. Birkaç saniye Yekta'nın elleri havada asılı kalmış fakat daha sonra boynuna sarılan bedenimi kavramıştı. Nefeslerimiz bir süre sonra beraber bir ritim tutturmuş, nabzımız giderek yavaşlamış, gözyaşlarım dinmişti. Sımsıkı kapadığım gözlerim gevşemiş, bir süredir yaşadığım çıkmazın ve stresin bir geceliğine bedenimi terk etmesine müsaade etmiştim.
Ne kadar süredir birbirimize sarılmış halde uyuyorduk bilmiyorum. Güneş doğmak üzereydi. Kazadan sonra hala tam olarak kendini onaramamış bedenimin ağrısı olmasa daha ne kadar sıcaklığıyla beni sarhoş etmiş bu adamın kollarında uyurdum onu da bilmiyorum. Kafamı kaldırıp baktığımda sırtını koltuğa yaslamış, kafası arkasındaki koltuğa düşmüştü.
Yekta'nın hemen yanında yerde silahı ve evinin anahtarı duruyordu. Hızlıca çevreyi taramıştım. İşte telefonum oradaydı. Yekta'yı uyandırmadan kollarından sıyrılmıştım. Telefonumu alıp balkona çıkmıştım.
"Lilya bir şey mi oldu saat kaç?"
"Tek bir fırsatımız var. Eğer bu fırsatı kaçırırsak bir daha bulamayabiliriz. Her ihtimale karşı maskelerinizle gelin."
"On beş dakika içinde oradayız." Günlerdir beklediğimiz fırsat ayağımıza gelmişti. Geri Yekta'nın yanına geldiğimde hala uyuyordu. Yerdeki telefonunun flaşı hala açıktı. Evinin anahtarını avcumun içine almıştım.
Çok geçmeden Sezi'nin mesajını aldığımda apartmana inmek için kapının önüne gelmiştim. Yekta, çıkardığım gürültü ve çığlıklarımdan başıma bir şey geldiği korkusuyla kapıyı kırarak girmişti. Vicdanım mı sızlıyordu benim ne? Apartman kapısının açılma sesini duyduğumda daha fazla iç sesimi dinlemeden aşağı kata inmiştim.
Sezi, Minik ve Kurt karşımda duruyordu. Anahtarı Minik'in eline bırakırken çok oyalanmamalarını tembihlemiştim. Ben ne olur ne olmaz diye yukarıya çıkarken anahtarı benim kapımın önüne bırakmalarını istemiştim. Eğer anahtarı tekrar yerine koyamadan Yekta uyanırsa, kapıyı kırmaya çalışırken düşürmüş olabileceğini düşünecekti.
Beş dakika geçip geçmemişti ki Sezi işi bitirdiklerini haber vermişti. Artık istediğimize ulaşmıştık. Sezi, bana anahtarı getirmek için üst katı tırmanırken Yekta'nın sesini duyduğumuzda yerimize çivilenmiştik. Sezi bir bana, bir kırık kapıma bir de elindeki anahtara bakıyordu.
"Lilya?" Bir hışımla Sezi'nin elindeki anahtarı kapmış ve içeri yönelmiştim. Yekta da benden cevap alamayınca kalkmış holden bana doğru gelmekteydi. Göz göze geldiğimizde, gözleri elimdeki anahtarına takılmıştı.
"Hasara bakmak için kapıya gittiğimde gördüm. Ben de sana getiriyordum. Bu senin mi?"
"Evet benim. Özür dilerim kapın için." Yekta olanlardan şüphelenmemiş kırdığı kapının mahcubiyetini yaşıyordu. "Ben senin çığlığını duyunca... Kapıyı da açmayınca başına bir şey geldiğini sanmıştım." Ensesindeki saçları çekiştiriyordu. Yanakları al al olmuştu.
"Her şey için teşekkür ederim. Bu sabahki kahvaltı da benden olsun mu?" Ona kahvaltı teklifi ettiğimde gamzeleri ortaya çıkacak kadar büyük gülümsemişti.
...
Beraber kahvaltıyı hazırlarken ekmek almak için evden ayrılmıştı. Ben de fırsat bu fırsat Sezi'yi aramıştım.
"Sıkıntı var mı? Seni çok merak ettik."
"Hayır hiçbir şeyden şüphelenmedi."
"O kapı neydi öyle Lilya? Elektrik panonuzu da o halde görünce hepimiz çok korktuk."
"Anlamadım ne panosu?"
"Elektrik panonuz sanki biri asit dökmüş gibi bildiğin erimişti. Yekta'nın tek düşmanları biz değiliz desene." Aklım almıyordu. Yekta'ya zarar vermek isteyen biri neden elektrik panosunu kullanılmaz hale getirsin ki? Belki de kısa devre falan yapmıştı ne bileyim...
İttirerek tutturmuş olduğum kapım çaldığında Yekta'nın ekmek almaya gitmeden önceki halinden eser yoktu. "Ne oldu? Neyin var senin?"
Ekmekleri tezgaha bırakmış hala düşünüyordu. "Dün gece öylesine bir kesinti değilmiş. Biri kasti yapmış. Elektrik panosunu kullanılamayacak bir hale getirmiş. Bizimkileri aradım. Yani polis arkadaşları. Gelip parmak izi veya çevreden kamera kaydı olup olmadığına bakacaklar."
İşte şimdi sıçmıştık. Eğer kamera kayıtlarını biraz ileriye sararsa bizim ekibi de göreceklerdi. Her ihtimale karşı maskelerinizle gelin, demiş olmam Tanrı'nın bize lütfu muydu yoksa günahlarımızın bir bedeli mi?
"Benim biraz işim var gitmem lazım. Kahvaltıyı başka bir gün yapalım olur mu? Kapını değiştirmeleri için bugün usta göndereceğim evine merak etme." Yekta fişek gibi evden ayrıldığında sıçış bayrağımızı çekmiş kara kara düşünüyordum.
...
"Her kim yaptıysa iş başımıza kalacak Minik. Sanki başka işlemiş suçlarımız yokmuş gibi sanki Yekta bize az bilenmiş gibi!"
"Tamam ama şu an oldu olan. Neler yapabileceğimize bakalım olur mu?"
"Maskelerinizi hiç çıkarmadınız değil mi?"
"Hayır çıkarmadık."
"Kimler geldi?"
"Hepimiz buradaydık ama üçümüz girdik yalnızca apartmana." Beynim olasılıkları tarıyordu.
"Sezi, kamera görüntülerine polislerden önce ulaşabilir miyiz?"
"Hangilerine? Yani demek istediğim o sokağı gören bir sürü kamera var Lilya. Hangi birini hackleyeceğim?"
"Eğer apartmana girdiğiniz saatlere kadar tarama yaparsalar net üzerimize kalacak bu suç! Öf Allah'ım öf!"
"Biraz mantıklı düşünelim. Her kim yaptıysa bulunduğunda bizimle alakalı olmadığı anlaşılacaktır." Minik de belli etmiyordu ama asıl söyledikleri benim içimi değil kendini rahatlatmak içindi.
"Yekta evde mi?"
"Hayır senden çıktığından beri daha eve girmedi."
"Sezi, bugün benim de evime düzenek kuralım. Ne olur ne olmaz ben de gözlemleyebileyim."
"Minikle birkaç saate orada oluruz."
"Siz bence artık bir süre buralarda dolanmayın. Damat ve Kaçak getirsin. Uzaktan uzağa yapabilir misin?"
"Oldu bil. Monitörü fişe takmanız yeterli olacak. Bilgisayarını uzaktan kumanda edebilirim."
Birkaç saat sonra anlaştığımız gibi Damat ve Kaçak kurulumu yapmak için bilgisayar malzemelerini getirmişti. Kullanmadığım dip odaya düzeneği kurduğumuzda Yekta'nın evini görebiliyordum artık.
Damat ve Kaçak'ın evimden gitmesinden iki saat kadar sonra Yekta eve girmişti. Gerçekten çok yorgun görünüyordu. Bir süre hiçbir şey yapmadan koltuğunda pelte kıvamında oturduktan sonra bir telefon gelmişti.
"Görüntüler geldi mi?"
"Tamam bana da gönder. Bekliyorum." Kalbimin atışı hızlanmıştı. Biraz sonra ak kara belli olacaktı.
"Sen de izliyor musun Sezi?" Hemen telefonuma sarılmış Sezi'yi aramıştım.
"Tabii ki. Tüm ekip izliyoruz."
Yekta, yerinden kalkmış ve laptopunun başına geçmişti. Ben de ikinci kameraya geçiş yapmış, laptopunun ekranına zoomlamıştım.
Yekta video kaydını oynatmaya başladığında yaşadığımız şok kelimelerle anlatılabilecek gibi değildi.
Kulağımdaki telefon elimden kayıp düşmeden önce dostlarımın şaşkınlık nidaları ve ettiği küfürleri işitmiştim. Bu benim kaldırabileceğimden de fazlaydı!
...........................................................................................
BÖLÜMLER NASIL GİDİYOR?
Buraya kadar okuyanlar ses verin :)
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |