17. Bölüm

16. CİHAN VE YELİZ

İlga
ilgaaa

Garaja yarış arabamı bırakıp günlük kullandığım arabamı almış ve daireme doğru yola çıkmıştım. Artık tamamıyla hissizdim. Cengiz'in söyledikleri kulaklarımda yankılanıyordu. Canım öyle çok yanmış, öyle çok kanamıştı ki artık hissetmiyordum bile.

Apartmanın önüne park edip apartman kapısına geldiğimde Yekta'nın da daha yeni geldiğini görmüştüm.

"Hey iyi misin? Çok berbat görünüyorsun." Ellerimdeki ve yüzümdeki çiziklere, dağılmış saçlarıma, toz toprak olan üstüme bakıyordu.

"Senin de benden farkın yok gibi ha?" Onunda her zamanki muntazam halinden eser yoktu.

"Çok zor bir gün geçirdim."

"Ne demezsin, sen mi ben mi?"

"Her yerin yara bere içinde." Yekta'nın gözleri vücudumdaki çizikleri tarıyordu. "Hadi gel şu yaralarına bakalım. Enfekte olmadan temizlemen gerek. Köpek falan mı saldırdı sana?"

"Düştüm."

"Tamam, bu pek inandırıcı değil." Yekta, benden bana ne olduğunu söylememi beklediyse de omuz silktiğimi görünce devam etmişti. "Tamam sorgulamayacağım. Hadi gel." Ayaklarımı sürüye sürüye peşinden dairesine doğru gitmiştik. Yekta'yı etkilemek için bu oyuna başlayalı neredeyse bir ay olacaktı. Kaç zamandır belki de bu anı bekliyordum fakat şu an sıcak bir duş veya direkt yatağa girmeyi yeğlerdim. Son olanlardan sonra Yekta'yla uğraşmak o kadar boş geliyordu ki... Düşman o değildi, en başından beri içimizdeydi...

Yekta, dairesine girdikten sonra beni baştan aşağı süzüp, "İstersen önce sıcak bir duş al. Gerçekten garip kokuyorsun." Biraz gururum kırılmış olabilirdi. Garip kokuyorsun, derken? Daha fazla şımarık bir kız çocuğu gibi davranmak yerine bu adama minnet duymalıydım. Tüm bu olanların üzerine yapayalnız, düşünmekten kafayı yediğim bir gece geçirmeyecektim en azından.

Elinde temiz havlularla oturduğum yerden kalkarak duşa girmemi bekleyen Yekta'yı daha fazla söyletmemeye karar vermiştim. Öyle ya da böyle şu an varlığı beni rahatlatıyordu.

Sıcak suyun yorgun bedenimi gevşetmesine müsaade ederken ne kadar süre boyunca duşta kaldığımı bilmiyordum. Duştan çıktıktan sonra Yekta'nın temiz havlularla birlikte vermiş olduğu kadın kıyafetlerine bakmıştım. Muhtemelen Ceren'e ait olan bu kıyafetleri giymeyi reddediyordum. O kadının keskin bakışları gözümün önünde canlanınca içten içe duyduğum kıskançlık beni bile şaşırtmıştı. Gözüm çevreyi tararken kapının arkasına asılmış olan kapüşonluyu fark etmiştim. İşte bunu giyebilirdim. Hem Yekta'nın heybeti düşünülürse günlük yaşamda giydiğim elbiselerim bile bundan daha kısa sayılırdı.

Üzerime kapüşonluyu geçirirken Yekta'nın aşina olduğum kokusu huzurla sarmalamıştı beni. Ne de güzel kokuyordu teni. Ne yumuşatıcı ne parfüm... Hiçbir kokuya benzemiyordu bu koku.

Saçlarımdan hala damla damla düşerken yaşlar sonunda banyodan çıkabilmiştim. Mutfaktan gelen kokuyu ve sesleri takip etmiş Yekta'yla göz göze gelmiştik. Elinde tabakla bir süre beni süzdükten sonra kocaman gülümseyip kafasını sallamıştı.

"Salata yapmayı biliyor musun?"

"Salata yapmayı bilmeyecek ne var?"

"O zaman sen salatayı yapana kadar hem yemeğimiz pişmiş olur hem de ben duşa girip çıkmış olurum. Olur mu?" Tamam anlamında kafamı salladıktan sonra kendime gerekli malzemeleri çıkarmak için buzdolabına yönelmiştim.

Yekta duştayken mutfağı saran güzel yemek kokuları eşliğinde ben de salatamı bitirmiştim. Ne kadar kötüydü bu adamla ayrı dünyaların insanları oluşumuz. Ne kadar kötüydü gözlerinin içine baka baka ondan gerçekleri saklamak...

"Geldim!" Duş ona da iyi gelmişti anlaşılan. Enerjisini toplamıştı. Sofrayı kurduktan sonra masaya oturduğumuzda kaç gündür yemek geçmeyen boğazımdan muazzam bir lokma geçtiğinde ne kadar acıktığımı fark etmiştim.

"Çok yeteneklisin." Ağzımdaki lokma yüzünden dediklerim anlaşılmıyordu.

"Ne?"

"Çok yeteneklisin, diyorum. Yani bu hayatımda yediğim en güzel yemek."

"Biraz abarttığınızı düşünüyorum küçük hanım."

"Yoo, hayır cidden mükemmel."

"Sen onu bunu bırak da bu hale nasıl geldin anlat bakalım. Başında bir dert yok değil mi? Polis olduğumu unutmuyorsun değil mi? Eğer canını sıkan biri varsa..."

"Ağır ol bakalım adamım. Hiçbir şey olmadı dedim ya. Çöpü atmaya çıktığımda karanlıkta çalılara yuvarlandım."

"Avuçların da mı o ara oldu?" Avuçlarımdaki tırnak izlerini görmüş ve tabii ki biraz önceki saçmalamalarıma inanmamıştı.

"Yekta, seni kandırmaya çalışmayacağım tamam ama bu konu hakkında gerçekten konuşmak için uygun bir zaman değil."

Yemeklerimizi farklı şeylerden, çocukluk anılarımızdan, havadan sudan konuşarak geçirmiştik. Mesela en sevdiği rengin benim gibi gece karası olduğunu öğrenmiştim, tuttuğu takımın Beşiktaş olduğunu, yalnızlığı çok sevdiğini, gitar çalabildiğini, hatta lisede bir müzik grubunun olduğunu öğrenmiştim.

Yekta'ya da bana da tüm dertlerimizden sıyrılmış keyifli bir sohbet o kadar iyi gelmişti ki... Yemekten hemen sonra salonda köşe başında duran gitarını eline tutuşturup zorla bana şarkı söylemesini istediğimde küçük küçük şakalaşıyor salonun ortasında kovalamaca oynuyorduk.

Daha fazla ısrarlarıma dayanamayan Yekta, pes edip koltuğa oturduğunda ben de dizlerinin dibine kıvrılmıştım.

Bir süre gitarının akordunu ayarlamak için uğraştıktan sonra son bir tellere vurduğunda durmuştu. O an bir şey çalması için heyecanla beklerken neden durduğunu anlamak için kafamı kaldırdığımda doğrudan gözlerimin içine baktığını fark etmiştim.

Gözlerini benden hiç ayırmadan bir melodi tutturmuştu. Şarkıya başladığında ise büyülenmiş gibiydim.

"İki yalnız bir doğru edebilirdik
Şimdi farklı şiirlerde yaşar gibiyiz
Ben Mecnun, sen Şirin, tesadüf değil
Biz bize kurulmuş tuzak gibiyiz

Söz ettim mavilere içimdeki yaralardan
Gökteki yağdı yine, yerdekinde yakamoz var
Bu bir soygundur, der gibi bakan
Gözlerinden artık gider gibiyim

Bahsetme kimselere, yaramızda kalsın
Sığmadık şehirlere, şiirlere taştık
Unutmadım yine, bi' büyüklük bende kaldı
Ah, kadehler kırıldılar sana bu gece..."

Şarkıyı bitirdiğinde hayranlıkla onu izliyordum. Öyle kalbimde dokunulmamış yerlerime dokunmuştu ki, gözlerim dolmuştu. Şarkı boyunca gözlerini asla gözlerimden ayırmamıştı.

"Hey, ağlayacağını bilseydim Muratgilin damından atlayamadım'ı çalardım." Beni güldürmeyi başarmıştı.

"Hadi daha fazla kaçamazsın gel şu yaralarına bakalım." Gitarı koltuğa dayadıktan sonra küçük bir ilk yardım çantasıyla, doluca pamuk getirmişti.

Önce avuç içlerimi hiç tasvip etmeyen bakışlarla temizlemiş sonra kollarımdaki tek tük sıyırıklara geçmişti. Gayet ciddi bir tavırla temizledikten sonra kapüşonlumun kollarını geri indirmiş boynumdakilere gelmişti sıra. Bir yandan çocuk gibi azalıyor bir yandan da boynumdaki kesikleri inceliyordu. Kapüşonlunun önünü hafif açıp omzumu sıyırmış ve omzumdaki kazadan kalan izlerde parmaklarını gezdirmişti. O an Yekta'nın tamamıyla düşünmeden hareket ettiğini anlamış ben de gözlerimi kapayarak o ana teslim olmuştum.

Parmakları sanki bedenimde her an kırılacakmışım gibi narin ve dikkatlice gezdikten sonra boynumda dolanmaya başlamıştı. Şimdi nefesini çok daha yakınımda hissedebiliyordum. Kokusu başımı döndürüyor, sıcaklığı nabzımı yükseltiyordu. Parmakları dudaklarımda gezmeye başladığında ise titreyerek gözlerimi açmıştım. Simsiyah gece karası gözleri şehvetle parlıyor, dokunuşları tüylerimi diken diken ediyordu.

Bedenlerimiz mıknatıs gibi birbirine çekiliyordu. Birbirine susamış dudaklarımızın değmesine milim kalmıştı. Tabii tüm bu büyüyü, lanet kapının lanet zili bozmadan önce...

Bir anda sarsılarak geri çekilmiştik. Yekta, biraz önce yaptığı şeyin saçmalığıyla elini ayağını nereye koyacağını şaşırmış, benimse yanaklarım alev atıyordu.

Kapının zili bir kez daha çaldığında Yekta koşar adım koridora yönelmişti. Lanet olsun! Adamı kendime aşık edecektim, liseli kızlar gibi adamla fingirdemeyecektim!

"Hoş geldin, dostum." Yekta davetsiz gelen misafirini sanki yasaklı bir şey yaparken annesine yakalanmış bir çocuğun mahcubiyetiyle selamlamıştı.

"Biz geldiiiik!" Bir kadın sesi duyulmuştu.

"Dostum, müsait değil miydin yoksa?"

"Amaan ne müsait olmayacak Cihan, her zamanki Yekta işte!" O sırada buyur edilmeden salona damlayan iki kişiyle göz göze gelmiştim.

"Aa! Çok pardon biz..." Ben de ne yapacağımı ne diyeceğimi bilemez haldeydim. Saçlarım ıslak, üzerimde evinde bulunduğum adamın hırkası, bir omzum yarı çıplak...

Bir anda ayaklanmış üstümü başımı düzeltmiştim. Yekta, yardımıma yetişip aramıza girmişti. "Lilya, sana bahsetmiştim. Hatırlarsın. Dostum Cengiz ve sevgili eşi Yeliz."

"Merhaba, ben... Ben Lilya. Yekta'nın üst komşusu." Karşımdaki isminin Yeliz olduğunu öğrendiğim kadın kocaman gülümseyerek uzatmış olduğum elimi es geçip samimiyetle boynuma sarılmıştı.

"Tanıştığıma memnun oldum canım. Ne kadar güzel bir isim." Kadın bana hala sarılırken eşine seslenmiş, "Duydun mu Cihan? Dünya'da tek sanıyordum bu ismi." dedikten sonra yeniden benimle konuşmaya devam etmişti. "Bir dostumuzun kızının ismi de Lilya." Kadın geri çekildikten sonra Cihan'ın da elini sıkmıştım.

"Lilya ufak bir kaza geçirmiş. Yaralarına bakıyordum." Yekta umutsuzca arkadaşlarının karşılaştığı manzarayı açıklamaya çalışıyordu.

"Ben artık gideyim. Ben... Memnun oldum." Telaşla masada duran telefonumu almış kapıya doğru yönelmek için hamle yapmıştım.

"Aaa, aşk olsun canım. Nereye gidiyorsun? Davetsiz gelen bizleriz." Karşımda duran hamile kadın samimiyetle kapıyla arama geçmiş omuzlarımdan beni çevirip salona geçirmişti.

Dizlerimin biraz üzerinde biten Yekta'nın kapüşonlusunu çekiştirerek kadının yönlendirdiği koltuğa oturmuştum. Ne yapacağımı bilemez halde salonun kapısının eşiğinde duran Yekta'yla göz göze geldiğimizde bana yapacak bir şey yok, dercesine omuz silkmişti.

"Ben bir çay koyup geleyim." deyip içeri gittiğinde karşımdaki otuz iki diş gülerek oturan çifte bakmıştım.

"Kusura bakma, Lilya. Karım böyledir işte, ısrarcıdır." Cihan, eğilip Yeliz'in yanağından makas almıştı.

"Sen de bu tarafıma aşık olmadın mı zaten?" Çift kendi aralarında birkaç el şakası yaptıktan sonra bana dönmüşlerdi.

"Biz aslında alışık değiliz Yekta'nın yanında yeni yüzler görmeye. Heyecanımızı bağışla o yüzden."

"Ben de daha yeni taşındım sayılır zaten."

"Cihan'la Yekta akademiden arkadaşlar, Lilyacığım. Yekta benim kumam gibidir. Vazgeçemezler birbirinden. Bir de Cerenleri var tabii." Yeliz son sözlerini söylerken tiksinir gibi bir ifadeyle söylemişti.

"Aa, evet onunla da tanıştım." Ceren, ismini duyunca pür dikkat kesilmiştim.

"Aaa, Allah Allah hala yaşıyorsun, çok enteresan."

"Anlayamadım?"

Cihan, olası yanlış anlaşılmaları önlemek için dümeni devralmıştı. "Yeliz'in demek istediği... Yani şey... Ceren arkadaşlarını pek paylaşmayı sevmez. Onunla da akademiden beri tanışıyoruz." Yeliz ise Cihan'ın söylediklerinden sonra göz devirmişti.

"Evet, evet hiç sevmez paylaşmayı prenses hazretleri..." Yeliz belli ki Ceren'den zerre haz etmiyordu. Ve bunu saklama gereksinimi bile duymaya çalışmıyordu. Karşılaştığımız ilk andan itibaren samimiyetle yaklaşan bu kadını işte şimdi daha da sevmeye başlamıştım.

Yekta, çaylarla salona geldiğinde Ceren konusu kapanmıştı. Gece boyunca birçok konudan sohbet etmiş, iki demlik çay bitirmiştik. Cihan ve Yeliz birbiriyle mükemmel anlaşan bir çiftti. Atışmaları bile insanın aşka olan inancını tazeliyordu.

"Ee, Lilya çalışıyor musun?"

"Çalışıyor, çalışıyor. Hem de mesleğinin ne olduğunu duyduğunuzda şok geçireceksiniz." Yekta heyecanla lafa girmişti.

"Ben sanayide motor ustasıyım."

"Ne?" Yeliz ve Cihan tatlı bir şaşkınlık yaşıyordu.

"Ben de aynı bu şekilde şaşırdım." Yekta arkadaşlarının yüzündeki ifadeyle keyiflenmişti.

"Vay canına." Cihan, Yekta'ya yalnızca Yekta'nın anlayacağı bir bakış atmıştı.

Bu bakışı kaçırmayan Yeliz, "Aa, ne o? Yine bakışarak anlaşırız, saçmalığı mı? Söyleyin bakalım bize de."

Cihan ve Yekta kahkahalara boğulmuştu. Cihan daha sonra meraklı gözlerle onlara baktığımızı ve bu konuyu kapamaya niyetimizin olmadığını anlayınca açıklama gereksinimi duymuştu.

"Gülmemiz kesinlikle mesleğinle alakalı değil Lilyacığım, yanlış anlama lütfen. Karımın gençlikte lakabının ne olduğunu..." Cihan yine kahkahalara boğulmuştu.

"Ay, yine aynı şeyler. Tamam gençliğimde biraz hızlıydım ne var." Yeliz yalandan kendisine gülen kocasına trip atıyordu.

Cihan eğilip karısının yanağından öptüğünde Yeliz de gülmeye başlamıştı. Hala ne olduğunu anlayamayan ben ise boş gözlerle onları inceliyordum.

"Ben yıllar önce barlarda, gece mekanlarında şarkı söylerdim. Kavgacı bir tiptim..."

"Hem de ne kavgacı..." Cihan karısının sözüne ekleme yapmıştı.

"Valla iki üç kişi patakladık diye ismimi Karadul'a çıkardılar. Ben ne yapayım. Severler bunlar delikanlı kızları. Bakma sen onlara." Karşımda duran sakin, hanımefendi hamile kadının bir eli karnındayken anlattıklarına inanmak pek de olası değildi.

"Dur bak sana ilk tanıştığımız zamanlardan fotoğraf göstereyim." Cihan eline telefonunu almıştı.

"Sevgilim ya, Meltemlerin düğünündeki fotoğrafı göstersene orada çok güzeldim."

"Sen hala çok güzelsin, meleğim." Cihan fotoğrafı açıp bana gösterdiğinde önce Yeliz'e bakmıştım. Şimdi uzun kollu giydiği için göremediğim kolları boydan boya dövme kaplıydı, saçları Afrika örgüsüydü. Kopkoyu bir makyaj yapmıştı. Hemen yanında Cihan vardı. Cihan ufak tefek yaş alma belirtisi dışında hiç değişmemişti. Hemen yanlarında ise Ceren ve Yekta vardı. Ceren yine tüm güzelliği ile oradaydı. Yekta'nın gülerken Ceren'e baktığı bu fotoğraf içimi sızlatmıştı. Ben düşüncelere dalmış fotoğrafı incelerken yanlarında yer alan gelin ve damadı daha yeni görmüştüm.

Hass... Bu adamı tanıyordum. Bu Oktay savcıydı. İçim ürpermişti. Turgay Tamer kimdi ki, Oktay savcının yanında. Oktay savcının ismini bile zikretmeye korkardık biz.

"Nasılmışım ama?" Yeliz heyecanla fotoğraf hakkında yorum yapmamı beklerken telefondan kafamı kaldırmaya korkuyordum. Hayat beni en korktuğum kişilerle sınamaya bayılıyordu anlaşılan.

Yüzümdeki ifadeyi düzeltmeye çalışırken, "Harika görünüyorsunuz." demeyi başarabilmiştim yalnızca. Hızlıca telefonu Cihan'a geri verdiğimde kendi aralarında gülüşen üç arkadaşın yaşadığım kaygıyı fark etmemiş olmasına şükrediyordum.

Bir yanımda Turgay Tamer'in yetiştirdiği, düzenimizin içine sıçan adam, bir yanda başka bir polis... Ben işler bu haldeyken bile yeterince gerginken bir de ülkenin en çok çekindiği savcıyla kanka olduklarını öğreniyordum.

Betim benzimin attığını gören Yekta telaşlanmıştı. "İyi misin Lilya?"

"Ben çok yoruldum. Biliyorsun hastaneden çıkalı daha kaç gün oldu?" Ayaklandığımda diğerleri de ayaklanmıştı.

"Canım, tanıştığıma çok memnun oldum. Mutlaka bize de beklerim. Arayı çok açmayalım." Yeliz yine samimi bir şekilde sarılmış, Cihan'la da tokalaştıktan sonra kapıya yönelmiştim.

Arkamdan beni geçirmek için gelen Yekta kapının önünde endişeyle yeniden sormuştu. "İyi olduğuna emin misin? Seni hastaneye götüreyim mi?"

"Yok yok iyiyim. Dedim ya sadece yorgunum." Yekta, ben merdivenlerden çıkarken gözden kayboluncaya kadar bana bakmaya devam etmişti.

Evime girdiğimde sırtımı kapıya yaslamış kalp atışlarımın yavaşlamasını bekliyordum. Şayet aşağılık Cengiz yüzünden dostlarımı kaybetmeseydim, Sezi'ye derhal Oktay savcı ile aralarındaki bağı ve yakınlık derecesini araştırmasını isterdim. Fakat yalnızdım.

Dostlarım bana sırt çevirmişti. Artık tek başınaydım. Kendimi hayatım boyunca hiç bu kadar yalnız ve çaresiz hissetmemiştim...

Bölüm : 07.12.2025 20:00 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...