19. Bölüm
İlga / MASKE - Pistlerin Sahibi / 18. KÖFTE EKMEK

18. KÖFTE EKMEK

İlga
ilgaaa

 

Upuzuuuun bir bölümle karşınızdayım. Lilya hala dostlarına kendini affettirmeyi başaramadı ve işler Yekta'yla daha da karmaşık bir hal alıyor.

 

Keyifli okumalar...

Sabah erken kalkmıştık. Üzerimdeki ölü toprağını atmamda Minik'in evimdeki varlığı fazlasıyla etkili olmuştu. Son zamanlarda ilk kez güne yüzümde bir tebessümle uyanmıştım.

Her sabah garajda gözlerimi açtığımda sızlanarak altı adama kahvaltı hazırladığım günler sanki bir asır önceydi. Radyomu açıp evimi güzel müziklerle doldurmuş, yeni ağaran günün ayazı penceremin perdelerini titretirken güzel bir kahvaltı sofrası hazırlamaya başlamıştım.

Her şeyi hazırlayıp çayları doldururken Minik de mutfağa gelmişti.

"Günaydın, güzelim." Eğilip kafamdan öpmüştü.

"Günaydın, koca adam."

"Ne kadar özlemişim, kahvaltılarını anlatamam." Masadan bir şeyler tırtıklamaya başlamıştı bile.

"Hadi otur, soğutmayalım her şey hazır zaten." Oturup kahvaltıya başladığımızda daha fazla dayanamamıştım.

"Şimdi nerede kalıyorsun Minik?"

"Orada burada." Omuz silkerek cevap vermişti. Minik belli ki konuşmak istemiyordu.

"Evim senin evindir biliyorsun değil mi? Ayrıca garaj bomboş neden orada kalmıyorsun?"

"Biliyorum. Teşekkür ederim. Ama benim için yeterince şey yaptın zaten Lilya. Altıncı seneye giriyoruz bak, altı sene yuva verdin bana. Şimdi garaj bomboşken... Bilmiyorum. Sana daha fazla yük olamam."

"Aaa! Minik ya o ne demek? Yük olmak ne demek? Siz de bana aile oldunuz. Yalnızlığımı dağıttınız, hayatımı yeşerttiniz. Orada burada kalıyorum, ne demek? Ya garaja gidiyorsun ya da bende kalıyorsun. İtiraz istemem!"

"Sende daha fazla kalırsam bu herif kıskançlığından çatlar. Yok yavrum, ben almayayım." Minik, Yekta'nın onu kıskanmasından hoşlanmıştı. Yeniden hatırlayınca kahkaha atmıştı.

"Ee, o zaman dosdoğru buradan çıkınca garaja gideceksin. Anlaştık mı?"

Minik bir süre düşündükten sonra tamam, anlamında kafasını sallamıştı. En azından dostlarımdan biri için endişelenmeyecektim.

"Lilya bana anlatmak istediğin bir şey var mı?" Minik de belli ki dünden beri kıvrandığı şeyi artık sormasının zamanının geldiğini anlamıştı.

"Ne gibi?"

"Sen öylesine bir anda Cengiz'e dikkat edin, diye mesaj atmazsın. Ne oldu? Anlatmak ister misin?"

Cengiz'in ismini duyunca tüm keyfim kaçmıştı. Minik'ten saklayamazdım tüm bu olanları. Aramızdaki en mantıklı düşünen, mantığıyla hareket eden ne de olsa oydu. Kurt gibi bir sinirle hareket edip Cengiz'in boynuna sarılacak değildi ya...

"Dediğim gibi ben o gün Cengiz'e haddini bildirmek için yarışa katıldım..." Cümlemi daha bitirmeden Minik söze atlamıştı.

"Biliyorum ben de oradaydım."

"Nasıl yani?" Şaşırmıştım.

"Sana bir şey olur, belki yardımıma ihtiyaç duyarsın, işte ne bileyim, son olanları biliyorsun Yekta'nın seni yakalamasına ramak kalmıştı. Erketeye yatmış bekliyordum. Fakat bana ihtiyacın olmadı. Hatta mükemmel yarıştın." Karşımdaki adama bir kez daha minnet dolu gözlerle bakıyordum. Ne güzel kalpliydi benim dostum. Kalkıp Minik'in oturduğu yere gidip kocaman sarılmıştım.

Yerime döndüğümde devam ettim. "O zaman yarışın sonunda olanları da biliyorsun." Minik evet, anlamında başını sallamıştı.

"Cengiz'in kazanmasına müsaade edemezdim. Bir de Black denen yeni bir adam peydah olunca işimi riske atmak istemedim."

"Harbiden ha! O herif nereden çıktı? Hareketleri, manevraları kusursuzdu. Pençe bile daha o kadar profesyonel değil o parkurda. Daha önce hiç görmedim onu. Şimdi Sezi olsa şeceresini dökerdi." İkimiz de birbirimize buruk bir şekilde tebessüm etmiştik.

"O gece Cengiz'le yüzleştim. En başından beri hiçbirimizi ailesi olarak..."

Minik yine sözlerimi bitirmeden lafa girmişti. "Lilya, senin anlatmanı bekledim. Ama her şeyi biliyorum. O gece telsizin açıktı. Her şeyi duydum. İnan ki orayı basıp o şerefsizin boynuna sarılmamak için kendimi zor tuttum. Keşke ekiptekiler de dinleyebilseydi. Senin bizi ne kadar sevdiğinden ya da ailen olarak gördüğünden asla şüphe duymadım." Minik, Cengiz'le olanlar konusunda ben konuşmak için hazır oluncaya kadar beklemişti. Minik bunun benim için ne kadar zor olduğunu biliyordu.

"Madem itiraflar zamanı benim de sana söylemem gereken bir şey var." Minik'in devam etmesiyle düşüncelerimden uzaklaşmış, dediği şeyle meraklanmıştım.

"Bunu nasıl söylerim, bilemiyorum. Öncelikle senden bunu sakladığım için özür dilerim. Fakat böylesinin daha doğru olduğunu düşünmüştüm. Neyse... Pençe'nin ekibe katılmasının oylandığı geceyi hatırlarsın. Cengiz, ret oyu vermişti."

"Evet tabii ki hatırlıyorum. Sonra siz içmeye gittiniz. Geri geldiğinizde Cengiz fikrini değiştirmişti."

"O gece bana, sana olan duygularını itiraf etmişti. Özür dilerim bunu senden sakladığım için. Fakat erkek erkeğe bir paylaşımdı. Cengiz, ne zaman isterse o zaman açılmalıydı. Benim sana söylemem doğru olmazdı. Ama bilseydim böyle olacağını..." Minik mahcubiyetle gözlerini önündeki tabağa indirmişti.

"Minik, saçmalama. O aşağılık herifin hastalıklı sevgisi yüzünden kendini kötü hissetme lütfen. Tabii ki sen doğruyu yapmışsın. Ne olacaktı yani bana onun beni sevdiğini söylediğinde? İnanmazdım ki... Kardeşim bildim ben onu..." Son cümlem boğazıma yumru olup oturmuştu. Bir kelime daha edersem gözyaşlarımı tutamayacağımı biliyordum.

"Kızmadın mı şimdi sen bana?"

Yüzümde kocaman bir gülümseme ile gözlerim dolu dolu Minik'e bakmıştım. "Hayııır, tabii ki kızmadım. Sen doğru olanı yapmışsın. Hadi kapatalım bu konuyu."

Daha sonra havadan sudan konuşmuştuk. Minik de benim gibi aforoz edildiği için geri kalanının ne yaptığını bilmiyordu. İkimiz de köpek gibi merak ediyor, Cengiz'in onlara zarar vermemesini umuyorduk. Minik birkaç kez ekiptekileri aramış ama çağrılarına dönen olmamıştı. Benim ise aramaya bile yüzüm yoktu.

Kahvaltı bittikten sonra Minik yavaştan toparlanmaya başlamıştı. "Doğru garaja bak! Söz verdin unutma!"

"Tamam tamam söz verdim. Ama bugün biraz geç giderim."

"Neden işin mi var?"

"İş görüşmem var."

"Nasıl yani?"

"Eee, para suyunu çekti güzelim. Artık çalışmak lazım."

"Hayır kabul etmiyorum. Sen ülkenin gelmiş geçmiş en iyi sürücülerinden birisin. Bu yeteneğini orada burada harcayamazsın. Ayrıca sicilinden kaynaklı nerede iş bulacaksın?" Minik'in omuzları çökmüştü.

Minik'in sessiz kalmasını fırsat bilip devam etmiştim. "Muzo'ya haber sal. Bireysel yarışma düzenlesin. Eminim ki, ekiptekiler de nakit sıkıntısı yaşıyordur. Belki birkaçı, eğer şanslıysak hepsi orada olacaktır. Yeniden pistlere dönmek belki de aramızdaki buzları eritir ha, ne dersin?" Minik'in gözlerinin içi parlıyordu. Bir daha asla birlikte yarışamayacağımıza inanmış olmalıydı ki heyecanı görülmeye değerdi.

Minik'i yolcu ettikten sonra akşamdan kalma bulaşıkları makineye dizmiş, ortalığı toplamıştım. Ev hanımlığı kesinlikle bana göre değildi. Akşama doğru içimdeki hiperaktif çocuk düz duvara tırmanmak üzereydi.

Üzerime spor kıyafetlerimi geçirip evin aşağısındaki gölete koşuya çıkmaya karar vermiştim. Yalnızlıkla hiçbir zaman barışık olmayan ben, hayatımda ilk kez yalnızlığımdan kaçmak yerine, sevmek için çaba harcıyordum.

Serin hava yüzüme çarparken koşmak iyi gelmişti. Hava yavaştan kararıyorken ben hala içimde biriken enerjiyi boşaltamamıştım. Göletin etrafında attığım üçüncü turumda kulaklıklarımdan zar zor duyduğum bir ses durmama neden olmuştu.

"Selam. Seslendim o kadar duymadın." Anlaşılan Yekta, Şila'yı yürüyüşe çıkarmıştı.

"Selam. Kusura bakma kulaklık vardı." Hala nefes nefeseydim.

"Biz de yürüyüşe çıkmıştık." Yekta biraz uzağımızda ağaç diplerini koklayan Şila'yı göstermişti. Aramızda garip bir sessizlik oluşmuştu. İki gün önce yaşadığımız çekimden sonra ne ben nasıl davranacağımı biliyordum ne de o...

"Aç mısın?"

"Efendim?"

"Aç mısın? Yemek yedin mi?" Böyle bir soruyu beklemiyordum.

Hayır anlamında başımı sallayınca devam etti. "Çin yemekleri sever misin, bilmiyorum. Ama çok sevdiğim bir restoran var. Genelde eve söylerim. Ama madem dışarıdayız, buraya da yakın. Eşlik etmek ister misin?" Ne o, Yekta Demir beni yemeğe mi davet ediyordu? Daha bir ay olmamıştı tam burada cüzdanını çalmaya çalıştığımız günden bu güne. Ne çok şey değişmişti. En azından karşımda duran bu adamla insanca konuşabiliyorduk şu an.

Teklifini kabul ettikten sonra apartmanın önüne kadar sohbet ederek beraber yürümüştük. Yekta, Şila'yı eve bırakmak için apartmana girdikten sonra elinde iki tane kaskla geri dönmüştü.

"Ne bu?"

"Eve yakın dedim ama çok yakın da sayılmaz. Korkmazsan eğer motorla gideriz diye düşünmüştüm." Ben ve motorlu taşıtlardan korkmak? Bu adam benim kim olduğumu bilse böyle bir şey der miydi? Hiç sanmam...

"O nasıl bir surat ifadesi?"

"Nasılmış?"

"Ne o, motordan korkuyor musun yoksa?"

"Canım sen hala beni tiki kızlardan sanıyorsun galiba." Eğilip elindeki anahtarı aldığımda şaşkınlıkla yüzüme bakıyordu.

"Hadi ama! Yoksa korkanın sen olduğunu düşünmeye başlayacağım." Kaskı kafama geçirmiş, hemen ötemizde duran motora atlayıp kontağı çalıştırmıştım bile. Dikiz aynamdan hala yerine çivilenmiş gibi duran Yekta'yı izliyordum. Yüzündeki şaşkınlık ifadesi gamzelerini belirginleştirecek kadar büyük bir gülümsemeye dönerken kaskını kafasına geçirip arkamda yerini almıştı.

Onu, her zaman yediği Çin restoranına değil, benim çöplüğümdeki Kerim amcanın yerine götürüyordum. Kerim amca seyyar bir köfteciydi. Çocukluğumdan beri hep aynı yerde, köprünün bir ayağının altında köftesini satardı.

Yirmi dakikalık bir yolculukta vızır vızır arabaların yanından makas atarak ilerlerken arkamdaki adamın belime sıkı sıkı sarılışı güldürüyordu beni. Sanki bundan bir ay kadar önce dağın tümsek kısmından atlayıp bir arabanın önüne düşmemiş, pistlerin yenilmez Domino'sunu köşeye sıkıştırmamış gibi...

Kontağı kapadığımda hızlıca arkamdan inip kaskını çıkarmıştı. "Beni daha fazla şaşırtamazsın derken, hep bir fazlasıyla geliyorsun." Yanakları al al olmuştu. Karşımdaki polisin hızdan bu kadar zevk aldığını bilmek garip geliyordu.

"Normalde yapmam böyle Memur Bey, hani trafiği tehlikeye atmaktır falan... Şimdi arkamızdan ceza gönderme bak evimize." Söylediklerim onu güldürmüştü.

 

(YEKTA DEMİR)

"Neresi burası?"

"Burası babamla çocukluğumdan beri geldiğim Kerim amcanın yeri. Hadi gel." Kaskları motora astıktan sonra taşlık, yokuş yoldan aşağı inmiştik. Pahalı, asortik bir restoran tabii ki değildi fakat boğaz manzarasına da köfteye de doyacağın harika bir yerdi.

"Oooo Lilya, kızım! Nerelerdeydin? Görünmüyorsun ne zamandır?" Kerim amca her zaman ki samimiyetiyle beni kucaklamıştı. Geri çekildikten sonra Yekta'ya dönüp, "Vay be, bu beyefendi kim? Erkek arkadaşın mı yoksa? Damat beyi elimizi öptürmeye mi getirdin?"

Kıpkırmızı olmuştu yüzüm. Ah Kerim amca be... "Merhabalar, efendim. Yok, erkek arkadaşı değilim. Ben... Ben sadece arkadaşıyım." Arkadaşıyım, derken Yekta göz ucuyla bana bakmıştı.

"Arkadaşım, Kerim amca. Yekta. Tanıştırayım sizi."

Kerim amca Yekta'ya sarıldıktan sonra, "Kusuruma bakmayın evladım. Ne bileyim ben? Bu deli kız daha önce kimseyi getirmemişti ki buraya..." Şimdi verdiğim kararı yeniden sorguluyordum. Kerim amca bir de küçükken götünde bok vardı, deseydi de utancıma utanç ekleseydi tam olacaktı.

"Hadi hadi, ayakta kaldınız geçin oturun şöyle." Küçük taburelere oturduğumuzda Yekta'nın da benim de yüzümde utangaç bir gülümseme vardı.

"Demek kimseyi getirmedin buraya." Yekta benimle uğraşmaya kararlıydı anlaşılan.

"Yani denk gelmemiştir. Yoksa bilerek falan değil." Toparlamayı umuyordum.

"Çetin'i bile mi?" Bir an Çetin'in kim olduğunu sorgulamıştı beynim. Gülmemek için yine yanaklarımı ısırıyordum. Minik'e tanıştık tanışalı bir kez bile ismiyle hitap etmediğimizden olsa gerek ilk üç beş saniye anlamsız gözlerle Yekta'yı incelemiştim.

"Hani şu evindeki çıplak adam." Yekta, bir kez ismini duyduğu bir adamı kafasına kazımış bir de aklı sıra ağzımdan laf almaya çalışıyordu. Keyiflenmiş miydim ne?

"Hayır. Getirmedim." Bilerek fazla bir açıklama yapmıyordum. Yekta'nın verdiğim cevapla tatmin olmadığı belliydi. Sorduğu sorularla sınırını aştığını da fark etmiş olsa gerek huzursuzca kıpırdanıyordu.

Kerim amca Yekta'nın imdadına yetişmişti "Afiyet olsun. Size açık ayran da getirdim. Yekta evladım, içersin değil mi?" Yekta evet anlamında başını salladıktan sonra köftelerimize gömülmüştük.

"Ne kadar güzel... Bu kadar iyi olacağını tahmin etmemiştim."

"Çin yemeği de neymiş, Kerim amcanın köfteleri dururken." Söylediğimle Yekta da gülmüştü. İlk ne zaman gülüşünün bu kadar mükemmel olduğunu fark ettiğimi sorsalar sanırım tam bu anı derdim. Upuzun kirpikleri simsiyah gece karası gözlerini kapatıyor, dünyada duyduğum en karizmatik ses tonuyla sanki gülmüyor da şakıyordu. Gamzeleri belirginleşiyor, sert mizacına meydan okuyordu. Gülerken başını geriye atıyor, adem elması yukarı aşağı hareket ederken köşeli çenesiyle bir ressamın elinden çıkmış gibi görünüyordu.

Yine bir kez daha kendime küfürler ediyordum. Ne için bu oyuna başladığımı unutmamam gerekiyordu. Minik'in söyledikleri beynime kazınmış, kulağımda çınlıyordu. Öyle ya da böyle bir sonu olacaktı bunun. Ya benim zarar gördüğüm ya Yekta'nın... Ve ben yalnızca kendimi de temsil etmiyordum ki, amaaan ne olacaksa olsun, diyeyim. Yapacağım en ufak bir hata dostlarımı kurtaracağım derken daha büyük bir boka saplanmalarına sebep olurdu.

Köftelerimize gömüldüğümüzde düşüncelerim yüzünden yüzüm düşmüştü. "Bak yine aynı şeyi yapıyorsun?"

"Ne yapıyorum?"

"Sanki görünmez duvarların var. Daha bir saniye öncesine kadar indirdiğin... Ama şimdi? Sanki ulaşamayacağım kadar uzağımdasın." Yekta gibi bir polisin ruh halimdeki dengesizliği fark etmemiş olmasını ummam tam bir saçmalıktı.

"A aa! Bana selam dahi vermeyen adam mı diyor bunları?" Konuyu irdelememesini umarak şakaya vurmuştum.

"Ama en azından benim neden duvar ördüğümü sana anlattım. Peki senin olayın ne?" Konuyu irdelemeye kararlıydı anlaşılan.

"Olayım falan yok. Senin yaşadıkların kadar zor bir çocukluk geçirmedim yalan yok. Ama babam benim her şeyimdi. O gittikten sonra çok yalnız kaldım. Daha sonra manevi kardeşlerim diye sana tanıştırdığım dostlarımı hatırlarsın. Dostlarım beni bu yalnızlıktan çekip çıkardı."

"Ee, ne güzel işte."

"Güzel, güzel de, benim bir hatam yüzünden şimdi işler boka sardı. Aramız bozuk anlayacağın."

"Siz birbirinize arkadaş değil, aile olmuşsunuz. Daha önce dediğim gibi ben aile nedir, bilmem. Ama uzaktan gördüğüm kadarıyla her ailede böyle şeyler olur. Çok sıkma canını, işler rayına girecektir." Yekta umutsuzca beni teselli etmeye çalışıyordu. Dostlarımı hatırlayınca yüzüm daha da düşmüştü.

"Hadi ama! Asma suratını. Başka şeylerden bahsedelim."

"Ne mesela?"

"Hep benden bahsettik farkında mısın? Hangi takımı tuttuğunu bilmiyorum, hangi rengi sevdiğini bilmiyorum. Nelerden hoşlanırsın bilmiyorum. Başla hadi bir yerden."

Yüzümü güldürmeyi başarmıştı. O sırada Kerim amca boş tabaklarımızı alıp bize sıcacık bir çay ikram etmişti. "Sanırım Galatasaray'ı tutuyorum. Yani çok takip etmem ama çocukluktan beri sorulduğunda böyle derim. Nelerden hoşlanırım? Arabalardan, yollardan..."

"Artık daha fazla şaşırmayacağım söylediklerine." Yekta, meraklı gözlerle beni inceliyordu. Kurduğum her cümlede gülüşü daha da belirginleşiyor, inci gibi dizilen dişlerinin ardındaki gamzeleri dikkatimi dağıtıyordu.

"Müzik dinlemeyi severim. Yalnızlığı hiç sevmem. Belki de hayatımda yalnız yapmayı sevdiğim tek şey araba kullanmak. Sonraa başka ne anlatayım? En sevdiğim renk de simsiyah gece karası. Aynı gözlerin gibi..." Hass... Böyle bir şey ağzımdan kaçmış olabilir miydi? Salak Lilya! Geri zekâlı Lilya!

Yekta söylediğimin şokunu hemen atlatmış yine tapılası kahkahalarından birini patlatmıştı. Daha kaç defa utancımdan yerin dibine girmek isteyecektim bu adamın yanında? "Hadi kalkalım" deyip hesabı ödemek için koşturduğumda hala Yekta bana gülüyordu.

Kerim amca bu seferlik bizden deyip bizi uğurladıktan sonra hatta motorun yanına giderken bile Yekta'nın yüzüne bakamıyordum utancımdan. Bu sefer anahtarı o almıştı, ben de usulca arkasına yerleşmiştim.

"Tutun istersen!" Dediğinde Yekta'ya temas etmemek için ölmeyi tercih ederdim. Allah'tan yüzümde kask vardı da kıpkırmızı olan yanaklarımı saklıyordu...

 

..............................................................................................................................

 

YEKTA'YI NASIL BULDUNUZ?

 

SİZCE LİLYA KİM OLACAK?

 

Bölüm : 07.12.2025 21:25 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...